@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. ___________
Kapıyı Yiğit açmıştı. "Hoş geldiniz." Gözlerinin içi gülüyordu. "Hoş bulduk." Öykü içeriye girmişti. Ben de arkasından girecekken Yiğit önümde durdu. "Naber?" Âşık. Başımı geriye yatırıp gözlerine baktım. "İyi." Son harfi uzatmıştım. "Senden naber?" Parmaklarının tersi yanağıma değdi. "Çok iyi." Sesli bir şekilde iç çekti. "Ayıp lan! Apartmanın içinde yapmayın bari." Ömer'in sesiyle geri çekildi. Eve girdim. Oturma odasına geçtim. Yemek masası hazırdı. Elimdeki keki masaya bırakıp Öykü'nün yanına oturdum. Yiğit benim boştaki tarafıma oturmuştu. Ömer tekli koltuklara geçip gözlerini üzerimizde gezdiriyordu. Okan odaya girdi. Elindeki ekmek sepetini masaya bıraktı. "Hoş geldiniz." Gözleri Öykü'deydi. "Hoş bulduk." Öykü gülümsemişti sadece. "Niye yeni gelin gibi tavırlar sergiliyorsunuz?" Ömer bir bana bir Öykü'ye bakıyordu. "Biz yemeğe geçelim." Yiğit kalkınca biz de kalktık. Ömer'in sorusu cevapsız kalmıştı. Ömer baş köşeye oturdu. Ömer'in sağ tarafında ben ve Yiğit; sol tarafında ise Öykü ve Okan oturmuştu. "Her şey çok güzel görünüyor." Okan gülümsemişti. "Ben çok şaşırdım açıkçası. Kaç yıllık kardeşim bir tek menemen yaptığına şahit oldum. Ama nedense bugün içinden CZN Burak çıktı. Bir de sırıtarak yapıyor." Öykü, Okan'a bakıyordu. Bir an Okan da Öykü'ye bakıp önüne döndü. Kaşları havalandı ve tekrar sevdiği kadına baktı. Dirseğimle Yiğit'e dokundum. "Kestik!" Ömer'i ortadan kaldıramıyor muyuz? Utangaç bir şekilde önlerine döndüler. "Yarın siz randevuya çıkın." dedim. "Bence de artık Öykü yengeme, rahat bir şekilde yenge demek istiyorum." Ömer'e katıldığımı belli edercesine başımı salladım. "Umay?" Yiğit'e baktım. "Ömer'in yengesi olur musun?" Ömer kahkaha atmıştı. "Umay benim kardeşim. Git işine!" Ömer'in bunu şakasına değil de gerçekten içten bir şekilde söylediğini anlayınca dudaklarımı büzüp elini tuttum. Bana baktı. Elini elimden çekip omuzuma attı. Beni kendine çekip sarılmıştı. "Ben daha sarılmadım. Bırak lan!" Ömer, Yiğit'e inat başımdan öpmüştü. Yemeğe başladığımızda Ömer elini keke doğru uzattı. "Dokunma!" Neye uğradığını şaşırmıştı. "Ben onu Yiğit için yaptım." Elini hızlıca çekti. "Sen yaptın?" Soru sorar gibi konuşmuştu. Başımı aşağı yukarı salladım. "İyi. Yiğit'e afiyet olsun." Kötü olduğunu düşünüyordu. Ne demişler; insanın adı çıkacağına canı çıksın. Omuz silktim. Yiğit'e baktım. Gözlerini üzerime dikmiş bir an çevirmiyordu. "Bana kek mi yaptın?" Keki Yiğit'in diğer tarafına bıraktım. "Yaptı. Beni yanına yaklaştırmadı bile. Minik parça alıp tadına bakacağım dedim ama ona bile izin vermedi ve elini yaktı." Öykü'ye ters ters baktım. Evde konuşulan evde kalır diye bir şey var ya. Yiğit, her iki elimi tuttu. Sağ elimin parmaklarındaki kızarıklığı farketti. "Çok acıdı mı?" Dudaklarına yaklaştırıp nefesini verdi. Ürpermiştim. Tatlı bir sızıydı. "Geçti." Gözlerime baktı. Gülümsüyordum. "Ama yeter! Sapız diye gözümüze mi sokuyorsunuz?" Ömer'i evden kovmak gerek. "Ben merhem sürdüm. Geçer kızarıklığı yarına kadar." Elimi çekip bardağımdan bir yudum aldım. Az önce ben ve Yiğit'in, Okan ve Öykü'ye baktığı gibi bu defa onlar bize bakıyordu. "Bu kadar aşk bünyeye zarar. Yemek yiyelim." Harika bir fikir. Yemeğimi sessiz bir şekilde yiyordum. Okan, Ömer ve Öykü kendi aralarında sohbete dalmışken, ben ve Yiğit ara sıra göz göze geliyorduk. Bugün ona itiraf etmiştim. Direkt sözlü olarak olmasa da bence güzel bir yöntemdi. Onun kadar cesaretli olamıyordum, gönül işlerinde. Dirseğini koluma değdirdi. Gözlerimi tabağımdan çekip ona çevirdim. Gözleriyle kendi tabağını işaret etti. Pirinç taneleriyle kalp yapmıştı. Dudaklarım neredeyse, gülümsemekten, kulaklarıma ulaşacaktı. "Neler karıştırıyorsunuz siz?" Öykü'nün sesiyle başımı kaldırdım. Ama hâlâ aptal gülümsemem suratımdaydı. Bakışlarımı kaçırıp tabağımı bitirmeye devam ettim. "Yemekten sonra oyun oynayalım," dedi Ömer, yemeğin sonlarına doğru. "Eğlenceli olur," demişti Öykü. Şu an odaklanamıyordum. Yiğit'in ayağının ayağımın yanında ne işi vardı? Başımı eğip yandan baktım. Gözlerime bakıp iç çekti. Bunu bu aralar çok yapıyordu. "Ne oynayacağız?" diyerek aralarına girdim. "Tabu oynayalım." Başımı aşağı yukarı salladım. Onları oyunu hazırlamak için yalnız bırakmaştık. Tabii ki masayı toparladıktan sonra. Öykü, çay suyunun kaynamasını beklerken ben keki ve tabakları alıp mutfaktan çıkmıştım. Yiğit'in yanına oturdum. Keki önümüzdeki koca sehpaya bırakıp tabakları da bıraktım. En üstteki tabağı alıp diğerlerini ittim. Bıçak yardımıyla kekten bir dilim kesip tabağa koydum. Artık Yiğit'i izleyebilirdim. "Ambulansı arayayım mı?" Bazen arkadaşlar kırıcı oluyordu. "Ben doktorum. Endişelenmeyin." Hele ki aynı evde yaşadığınız insanlar. Yiğit gülümseyerek yüzüme bakıyordu. "Boşver onları." Çatalı eline alıp kekten bir parça kopardı. Çatalı ağzına götürüşünü, dudaklarını aralayışını ağır çekimmiş gibi izliyordum. Ağzındakini çiğnedikten sonra kaşları havalandı. "Ne var bunun içinde?" Bu defa kekin geri kalanını çatalına alıp ağzına attı. Orası o kadar geniş mi? "Üzgünüm sırlarımı paylaşamam." Yiğit gözlerini kapattı. "Hayatımda bu kadar güzel bir şey yememiştim." Kocaman sırıttım. "Çok merak ettim." Ömer kekime elini uzatmak istemişti ama koca bir engelle karşılaşmıştı. Yiğit, Ömer'in eline vurdu. Kek fanusunu kendi dizlerinin üzerine çekti. "Sevdiğim kadın bana yaptı. Yanından bile geçemezsin." Bıçağı eline alıp bir dilim kesti. Temiz tabaklardan birine koyup Öykü'ye uzattı. Okan ve Ömer'e vermemekte kararlıydı. "Ciddi anlamda enfes. Ben mutfaktan çıktıktan sonra sihir falan mı yaptın?" Havalı bakışlar attım. "Ya yenge seninkinden de mi güzel?" Öykü, Ömer'e bakıp başını aşağı yukarı salladı. "Bir dilim de Okan ve Ömer'e mi versen?" Yiğit omuz silkti. Kocaman keke resmen saldırmıştı. Elimi omuzuna koydum. "İstediğin zaman yine sana yaparım. Canları çekiyor. Üzülüyorum." Yiğit onlara değil de bana kıyamadığından bir dilim keki ikiye bölüp onlara vermişti. Başımı iki yana sallayıp güldüm. Atıştırmalık bir şeyler hazırlamıştık. Yiğit keki tek başına bitirmişti. Şu an başını geriye yaslamış gülümseyerek karnını okşuyordu. "Umay? Canım kardeşim. Kızıl kurdum benim." Ömer ne diyecek diye beklerken Yiğit çatık kaşlarını sahneye çıkarmıştı. Ömer dudaklarını büzdü. "Sadece eline sağlık diyecektim." Yiğit'in alnına parmağımı bastırıp geriye ittim. "Ben yapacağım size. Üzülme." Ellerini birbirine vurup en yakınında olan kişiye, Okan'a, sarıldı. Ömer ve midesi aşk yaşıyordu. Oyun için her şey hazırdı. "Eşleşme nasıl olacak?" Bardağıma şeker atıp karıştırdım. "Ben ve Umay'ım olalım. Diğer eşleşmeler beni ilgilendirmiyor." Umay'ım... Utanma biraz daha hızlı at. Seni duymalarına az kaldı sevgili kalbim. Üçe-iki eşleşme olmuştu. İlk onlar anlatacaktı. Ömer anlatmak için ayağa kalktığında ben de kontrol etmek için yanında durmuştum. Konuşmaya başladığı an süreyi başlatacaktım. ●METİN Ömer: Abi hani şey vardı ya. Okan: Ney lan? Ömer: Bizim kantincinin adı ne? Okan: Metin. Ömer: Doğru. ●LİMON Ömer: Çay var ya çay. Okan: Evet var. Ömer: Onun içine koyuyorlar. Okan: Şeker. Öykü: Limon. Ömer: Evet, yenge. Doğru. ●KLIMA Ömer: Benim almamız için ısrar ettiğim ama senin izin vermediğin bir şey. Okan: Klima. "Ama haksızlık. Her şeyi bilemezsiniz," diye araya girdim. "Umay, sus! Konuşma." Ömer'e burun kıvırdım. "Sen kime bağırıyorsun?" Yiğit ayağa kalkmış, Ömer'e doğru gelirken Okan araya girdi. "Hadi devam et." ●LAÇKALAŞMAK Ömer bir süre kelimeyle bakıştı. Ömer: Geçiyorum. Pas! ●ARKADAŞ Ömer: Okan, Yiğit ve benim aramdaki ilişki. Okan: Kardeşlik. Ömer: Eyvallah ama değil. Türetin. Öykü: Kanka. Okan: Arkadaş. Ömer: Helâl. Doğru. "Ben senin arkadaşın değil miyim?" Yine araya girmiştim. "Sen benim mızıkçılık yapan küçük kız kardeşimsin." Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü engelledim. ●ANEKTOD Ömer: Ben bunu nasıl anlatacağım? "Süren bitti." Ömer ters ters bana baktı. "Sürekli araya girersen tabi süresi biter." Öykü'ye bakıp omuz silktim. "Dört tane bildiniz. Size yeter." Yiğit'i mimiklerimle onaylamıştım. Sıradaki anlatıcı bendim. Okan'ın elinde kartlar vardı. "Başlıyorum." Yiğit arkasına yaslanıp kollarını birbirine doladı. "Başla bakalım." ●AŞK Bu neydi şimdi? Umay: Bana karşı ne hissediyorsun? Yiğit: Hissettiklerimi kelimelere dökmek o kadar imkansız ki, Âşık Veysel bu hâlimi görseydi lakabını bana vermek isterdi. Söyledikleri karşısında bir an dilim tutuldu. Bu hep böyle mi olacaktı? Umay: Oyuna odaklan lütfen. Veysel'in sana vermek istediği lakabın yalın hâlini söyleyebilir misin? Yiğit: Aşk. Ben: Doğru. ●ALYANS Umay: İnsanlar birbirlerini sevince ne yaparlar? Yiğit: Söylemek isterdim ama uygun değil gibi. Ömer'in içtiği çay boğazında kalınca öksürmeye başlamıştı. Ben de yanaklarımın ısındığını hissediyordum. Umay: İlişkileri ciddiye binince ne olur? Yiğit: Evlenirler. Umay: Evliliği gösteren bir şey. Yiğit: Yüzük. Umay: Başka adı? Yiğit: Alyans. Umay: Evet. ●EVLİLİK "Bilerek mi bu kelimeleri seçtiniz?" Okan bana bakıp sırıtıyordu. "Şansınıza." Ne şans ama? Umay: Az önce söyledin. Yüzük ne için takılırdı? Yiğit: Aşık olunca. Umay: Neyin simgesiydi? Yiğit: Aşkın. Bu adam bilerek mi yapıyordu. Umay: Kendine gel Bozkurt! Yiğit: Evlilik. Gülümsedim ama süremiz bitmişti. Bilseydim daha önceden Asena kimliğimi kullanırdım. Yanına oturdum. Saçımdan bir tutam alıp parmağına doladı. "Üzülme, sen istersen kazanırız." Eminim ki yapardı. "Kendin olarak oyna. Ve üzülmedim." Saçımı burnuna yaklaştırdı. "Ah be Portakal Çiçeği, kalbimi aldığın yetmedi mi? Aklımı rahat bırak." Biri tarafından çekilince o anın büyüsünden çıkmıştım. "Yanımızda yapmayın bari." Ömer ikimizin arasına girmişti. Ve sonra olanlar oldu. Yiğit, Ömer'in boğazına yapıştı. 🐺
"Biz artık kalkalım." Öykü ile beraber ben de ayaklandım. "Biraz daha otursaydınız." Yiğit ve Okan aynı anda konuşmuştu. Ömer, onların bu hâllerine tiksinerek bakıyordu. "Geç oldu. Yarın işlerimiz var." Kapıda birbirimize veda etmiştik. Yiğit gözlerini bir an olsun üzerimden çekmiyordu. Bu adam böyle bakmaya devam ederse kalpten öteki tarafa gidecektim. Asansörün tuşuna bastım. Yiğit kendi evine geçmiş ama içeriye girmemişti. Okan da kapıda bekliyordu. Bir an önce şu asansör gelsin. Asansör geldi. İki yana açıldı. Öykü'den sonra ben de geçtim. Giriş katını tuşlayıp kapıların kapanmasını bekledim. Kapılar kapanınca Öykü'nün kolları arasına attım kendimi. Sesli bir şekilde kahkaha atmıştı. Muhtemelen duymuşlardı. 🐺
"Akşam ne giyeceğim ben?" İkimiz de düşüncelere daldık. "Pek elbisem yok. Dün Yiğit bana bir tane almıştı. Sana biraz uzun gelebilir ama dene istersen." Kaşlarını çattı. "Saçmalama Umay." Omuz silktim. Öykü'nün anlattığı kombinlere yorum yapıyordum. Sonunda birini beğenmişti ve dolabından çıkarıp getirmişti. Ben yemeğimi bırakıpta başka bir şeyle ilgilenmem, şahsen. Karnımı iyice doyurup kalkmıştım. Etrafı beraber toparladık. Üzerimi değiştirdiğim sırada Yiğit aramıştı. Aramayı kabul edip perdeyi çektim. Oradaydı. "Günaydın ve yalnız değilsin Portakal Çiçeği." "Günaydın ve iyi ki yanımdasın." Dudaklarının kıvrıldığını görebiliyordum. İçimi ısıtıyordu. "Hazırsan çıkalım." "Bugün Öykü ile beraber gitmeyi düşünmüştük." Yüzü asıldı. "Tamam. Karargahta görüşürüz." El salladım. "Görüşürüz." Telefonu kapatıp perdesini çekti. Bana trip mi atıyordu? Pencereyi açtım. "Deli birisin Yiğit Aral." Gülerek pencereyi kapatıp perdeyi çektim. Üstümü başımı düzeltip silahımı aldım. Öykü hazır olunca çıkmıştık. Merdivenlerden inip apartmandan ayrıldık. "Bugün yalnız kalma," dedi arabaya binerken. "Birkaç işim var. Onları hallederim. Dosyalar birikecek yoksa." Kemerimi takıp arabayı çalıştırdım. "Yiğit'i yanına çağır." Göz devirdim. "Çocuk değilim Öykü." Başka bir şey söylemedi. Karargahta arabayı park ederken Zehir hemen arabanın dibinde durmuştu. "Bunlar baba oğul sana âşık." Kıkırdayıp arabadan indim. Zehir ayaklarımın etrafında dolaştı. Yere çöküp başını okşadım. "Naber?" Tatlı bir şekilde havladı. Öykü, Zehir'in başını okşayıp revire geçmişti. Ben de alay binasına doğru ilerlerken Zehir hemen yanımdaydı. Başını bana sürtüp duruyordu. "Kıskanç baban gelmeden belki de uzaklaşmalışın." Havladı. "Haklısın tabii ki." Bir kere daha havladı. "Kıskanırsa kıskansın ya. Ben hazırlanıp geleceğim." Zehir'i askerlere emanet edip içeriye girdim. Kendi odamın kapısını açtım. Oda boş değildi. Yiğit, koltuğumda oturmuş gözlerini kapıya çevirmişti. "Yanlış odaya mı girdim?" Ayağa kalktı. Kapıyı kapattım. "Seni özledim." Bir şey yapmak istiyordu fakat kendine engel oluyordu. Gülümsemekle yetinmiştim. "İzin verirseniz giyineceğim, yüzbaşım." Dudaklarını büzdü. "Çabuk ol. Seni kapıda bekliyor olacağım." Başımı aşağı yukarı salladım. Odadan çıktı. Kapıyı kilitleyip üzerimi değiştirdim. Bordo beremi elime alıp çıkmıştım. Yiğit beni görünce yaslandığı duvardan ayrıldı. Karşıma geçti. Elimden beremi alıp başıma geçirdi. Düzelttikten sonra bir adım geriye gidip baktı. "Çok güzelsiniz Üsteğmen Yücesoy." Elimi uzatıp Yiğit'in omuzumdaki yıldızlara dokundum. "Siz de fena sayılmazsınız Yüzbaşı Aral." Dudakları kıvrıldığı sırada aramıza üçüncü bir ses girdi. "Yiğit!" Albay'ın sert sesiyle aynı yöne dönüp esas duruşa geçtik. "Ne yapıyorsunuz siz?" Flört? "Yüzbaşının yıldızları düşmesin diye parmağımı bastırdım, komutanım." Çok inandırıcı oldu. İkimizin gözlerine hiç iyi olmayan bakışlarla bakıp yoluna devam etti. "Az kalsın ölüyorduk." Yiğit'e göz ucuyla baktım. "Askerinle flört etmeyi bırak!" Kaşlarını kaldırdı. "Askerim çok güzelse ben ne yapabilirim?" Omuz silkip yürüdüm. "Sizi içtimaya yönlendirmek zorundayım Üsteğmen Yücesoy." İmdat! Yüzümü Yiğit'e çevirdim. "Bence sevdiğine torpil yapabilirsin." Sinir bozucu bir şekilde gülümsedi. "Üzgünüm. Askerlerimle arama mesafe koymam gerektiğinden bahsetmiştiniz az önce." Birkaç adımda Yiğit'in karşına geçtim. "Ben öyle demek istemedim Yiğit." Dilini damağına değdirip bir ses çıkardı. "Komutanım." Yiğit'in beni sevdiğinden emindim. Ama Bozkurt için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Üzerimdeki tişörtü sıksam bir kova su çıkardı galiba. Uzun zamandır bu kadar uzun ve bu kadar ağır spor yapmadığım için epeyi yorulmuştum. Bacaklarımın artık beni taşıyamayacağını düşününce kendimi yere attım. "Eğitimde ter dökmeyen savaşta kan döker." "Şu adamı biri sustursun. Komutanım olduğu için dokunamıyorum. Eve gidince görüşeceğim." Ömer çok haklıydı. "Umay üsteğmenim, siz neden bir şey demiyorsunuz." Başımı yerden kaldırıp Okan'a döndüm. "Bunların benim yüzümden olduğunu söylesem ne yaparsınız?" Ömer doğrulup bana baktı. "Senin ve Yiğit'in başını birbirine sürtüp kıvılcım çıkarırım." Sahte bir şekilde gülümseyip başımı tekrardan yere bıraktım. "O zaman benim hiçbir fikrim yok." Okan gülmeye başlamıştı. Yiğit tepemizde dikildi. "Naber flört ettiğim askerim?" Aa! Terbiyesiz. Üzerindeki askeri gömleği çıkarıp üzerime örttü. "Üzerini değiştir hasta olacaksın." Hızlıca ayağa kalktım. "Vicdanın olduğu yeni mi aklına geldi? Bacaklarım koptu." Sırıtıyordu. "Ben sana masaj yaparım." Ömer yanımıza gelip beni itmişti. "Bana da yapar mısın?" Yiğit önce kaşlarını çattı sonra da kükredi. Okan ile spor salonundan kaçmıştık. Odama girip üzerimi değiştirdim. Biraz Zehir ile ilgilendim. Yemek yedim. Öykü'nün yanına uğradım. Yiğit ile pek karşılaşamadım. Kendisi dosyalara gömülmüştü. Mesai çıkışında kimseyi beklemeden Öykü'yü alıp çıkmıştım. "Hemen çıkacak mısın?" Sesli bir nefes verdi. "Evet." Yüzüne bakıp güldüm. Apartmanın önüne geldiğimizde arabayı park ettim. Bizimkilerin arabaları yoktu. Merdivenlerden çıkarken Öykü bana ne yapacağımı soruyordu. Ben de ona beni rahat bırakması gerektiğini belirtiyordum. Öykü anahtarını çıkarıp kapı kilidini açtı. Eve girdik. "Ben biraz duşta uzun kalacağım." Öykü odasına girerken beni onaylamıştı. Kendi odama geçip üzerimdekileri çıkardım. Banyoya girip sıcak su altında bedenimin gevşemesini bekledim. Saçlarımı köpükten arındırırken Öykü kapıma kadar gelip çıktığını söylemişti. Mutlu bir şekilde gidiyordu. Umarım daha mutlu bir şekilde gelirdi. Hafiflediğimi hissettiğimde banyodan çıkmıştım. Üzerime bornozumu alıp mutfağa ilerledim. Acaba ne yesem? Canım yaş pasta çekmişti. Onu yapabilmeyi çok isterdim ama hem yorgundum. Ve yeteneğim olduğunu düşünmüyordum. Saçlarımı kurutup tepeden bağladım. Üzerime kazak ve şortumu giymiştim. Başıma şapka taktım. Kısa şişme montumu ve cüzdanımı alıp çıktım. Apartmanın önünde Ozan vardı. "Nereye bu saatte?" Beni farkedince gülümsedi. "Kardeşimin canı tatlı bir şeyler istedi." Gülmüştüm. Çok tanıdık geldi. "Yaş pasta sever misiniz?" Kaşları havalandı. "Ben de kendime alacağım. Size de almama izin verir misin?" Başını iki yana salladı. "Annem çok kızar." Yanına gidip başını okşadım. Kendi başımdaki şapkayı çıkarıp onun başına ters bir şekilde taktım. "Misafir kabul eder mi annen?" Yerinde zıplamaya başladı. "Evet!" Gülümsedim. Beraber ilerideki pastaneye gittik. İki çeşit pasta almıştık. Ücretini ödeyip çıktık. "Başka bir şeyler de almak ister misin?" Elimdeki poşetleri gösterdi. "Bunlar yeter." Ozan bana Yiğit'i anlatmaya başladı. Onun ne kadar mükemmel olduğundan bahsediyordu. Ara sokaklardan birinde bir ses duydum. Başımı o köşeye çevirdim. Kaşlarımı çattım. "Ozan, sen bunları eve götür. Ben de geleceğim. Evden bir şey almam gerek." Poşetleri elimden aldı. "Tamam Umay abla." Yanağından makas aldım. "Siz yemeye başlayın. Biraz geç gelebilirim. Eğer ben geldiğimde yemediyseniz çok üzülürüm." Gülümsedi. "Sana bir dilim ayırıp hepsini yiyeceğiz." Gülerek ona el salladım. Uzaklaştığında ara sokağa doğru ilerledim. Silahım yanıma almamıştım. Çok güzel! Köşedeki duvarı aştığımda ensemde bir soğukluk hissettim. Döneceğim sırada aynı bölgede küçük bir sızı da olmuştu. "İyi uykular Asena." ______ Hoşçakalın.
|
0% |