@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. 🇹🇷EY YİĞİT ASKER VATANIMIZ SANA EMANET DÜŞMANA MÜSAADE ETME!!!🇹🇷 ____________________ Elimin tersini yanağının üzerinde gezdirdim hafifçe. Bana umut olan kömür karası gözlerini açmasını bekliyordum. Sırt üstü uzandığım pozisyonu değiştirip soluma, tamamen ona, döndüm. Avucumu yanağına yasladım. Baş parmağım dudağının kenarını okşarken dudakları kıvrılmıştı. Kömür karası gözleri, ona bakınca parıldayan, gözlerimle buluştu. Daha geniş gülümsemişti. "Günaydın." Gözlerimdeki ışıltı sesime de yansımıştı. "Günüm hiçbir zaman bu kadar güzel aymamıştı." Elini, yanağının üzerindeki elimin üzerine koydu. Avucumu dudaklarına bastırıp yumuşak bir öpücük bırakmıştı. "Günaydın Portakal Çiçeğim." Dudakları arasından çıkan kelimeler içimi ısıtıyordu. Elini elimin üzerinden çekip belime yasladı. Aramızdaki, az da olsa olan, boşluğu kapatmıştı. Göğsüm göğüsüne çarpmıştı. "Neredeydin?" dedi birden bire. Kaşlarımı çattım. "Ne zaman?" Alt dudağını ıslattı. "Bu güne kadar neredeydin?" Dudaklarım yukarı doğru kıvrılınca gözleri bir an dudaklarıma kayıp tekrar gözlerimi buldu. "Seni ilk gördüğümde-" Yanlış söylemiş gibi başını iki yana salladı. "Hissettiğimde." Doğru kelimeyi bulmuş gibi gülümsedi. "Yanımdan geçtiğinde, kokunu duyduğumda, seni hissettiğimde anladım. Sen başkaydın. Bambaşka." Avucunu yanağıma yaslayıp yanağımı okşadı. "Değdi. Bu kadar yıl seni beklediğim için çok gururluyum." Yüzünü yüzüme daha çok yaklaştırdı. Ne yapmak istediğini anladığımda başımı yukarı kaldırdım. Dudakları çeneme değmişti. "Umay?" Gözlerine baktım. "Bak zaten akşam Fatih albay yüzünden öpmedim seni. Bari sen yapma." Evet, Fatih babam yapmıştı öyle bir şey. En önemli anda aramış ve uzunca benimle konuşmuştu. Sonrasında da uyumuştuk zaten. "Açım ben." Yataktan doğrulacakken beni durdurmuştu. "Üsteğmen Yücesoy." Komutanlık yapmak için uygun bir yer değildi sanki. Yatağın dibinde esas duruştaydım. Gülümseyerek bana bakıyordu. "Yanağından öpmeme izin var bari." Kıpırdamadım. "Rahat ol, sevgilim askerim." Yüzüne eğilip gamzesinin üzerine öpücük bıraktım. Yanağımı çevirdim. Kolunu belime dolayıp beni kendine çekti. Burnunu boynuma sürtmüştü. "Şu kokun beni öldürüyor." Yiğit'i zor da olsa yatağından ayırabilmiştim. Beraber banyoya girmiştik. "Pansumanını yapalım." Dün sonunu gördük. İçimden ne dediğimi anlamış gibi karşımda gülümsüyordu. Dudağımdaki küçük yarabandını çıkardı. Batikonu dudağıma değdirip canım acımış gibi ardından üflemişti. Canım acımıyordu. Kalbimi onarıyordu. Yeni bir yarabandı takıp kendisi yüzümü yıkadı. Hiçbir şey yapamadan sadece onu izliyordum. Elimden tutup klozetin üzerine oturttu. Bacağımın üzerine parmaklarını değdirdi. Yürümemde sıkıntı yoktu ama dokununca sızlıyordu. Dolaptan krem aldı ve önümde diz çöktü. "Nerde görülmüş komutanın askerine krem sürdüğü?" Parmaklarındaki kremi bacağıma yayıp her yerine dağıtmaya başladı. "Ben askerlerine iyi davranan bir komutanım." Başımı aşağı yukarı salladım. "Hı hı. Aynen öylesin." Başını kaldırmadan kömür karası gözlerini yeşil gözlerime çevirdi. "Ne kötülüğümü gördün?" Dudaklarımı ıslattım. "Eğitimlerde ruhum bedenimi terk ediyor." Diz kapağımın üzerine dudaklarını bastırdı. "Bundan sonra sizinle beraber eğitime katılırım. Ruhlarımız da ayrılmaz." Anlaşılan sevgili kontenjanından torpil yapamıyorduk. Kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçtim. Yiğit yatak odasını toplayacaktı. Dolapları karıştırdım bir süre. Alt dolapta domates biber karışımı bir kavanoz vardı. Ayşe teyze kışlık için yapmış olmalıydı. Tavayı çıkarıp ocağın üzerine bıraktım. Menemen yapacaktım. Elimden başka bir şey gelmezdi. Kahvaltılıkları masaya dizmiş menemeni de ortalarına koymuştum. Çayın demlenmesini beklerken Yiğit'in neden hâlâ gelmediğini merak etmiştim. Yüzümü kapıya çevirdim. Buradaydı. Kapı pervazına bir omuzunu yaslamış beni izliyordu. "Neden sırıtıyorsun?" Omuzlarını kaldırıp indirdi. Çaydanlıkları masaya taşıdım. Ekmek sepetini masaya bıraktım. Yiğit hâlâ aynı yerdeydi. Gözlerimi gözlerine diktim. "Bana zaman ver. Sevgilim olduğuna inandırmaya çalışıyorum kendimi." Sandalyeyi çekip oturdum. Ekmekten bir parça koparıp menemene batırdım. "Aç kalırsın." Gülerek yanıma gelip yanağıma uzun bir öpücük bıraktı. "Seni izlemek beni doyurur." Sandalyesini çekip yakınımda oturdu. Menemene batırdığım ikinci parça ekmeği Yiğit'e uzattım. Dudaklarını aralayıp ekmeği ağzına aldı. Kahvaltımızı sessizce yapmıştık. Yiğit'in aşık bakışları eşliğinde. Beraber mutfağı topladık. Hazırlanmak için yatak odasına geçtik. Yiğit kendi için bir pantolon ve kazak seçip odadan çıktı. Dün onu sadece bir kısmını kapatan havluyla görünce az kalsın bayılacaktım. Sevgilim diye demiyorum ama iyi bir vücudu vardı. Getirdiğim kıyafetlerin geneli uyumalık olunca kot şortu aldım. Giyinip üzerime Yiğit'in siyah kazağını geçirdim. Karargaha geçince değiştirecektim zaten. Silahımı ve telefonumu yanıma aldım. Odadan çıkmıştım. Yiğit, girişteki aynanın karşısında durmuş saçlarını düzeltiyordu, çok uzunmuş gibi. Ayna ile arasına girdim. Çenesinden tutup yüzünü yüzüme indirdim. Parmaklarımı saçları arasından geçirip gülümsedim. "Çok yakışıklısınız beyefendi." Bir şey dememişti. Ama sadece kıpırdamayan dudakları değildi; gözleri de vardı. Gözlerini gözlerime mühürlemişti. Bazen dilin söyleyemediğini gözler söylerdi. Bir insan bir diğerini bu kadar çok sever miydi bilmiyorum ama Yiğit'in yoğun sevgisini hissediyordum. "Gidelim mi?" dedim araya daha fazla sessizlik girmesini istemediğimden. "Gidelim," Burnumun ucuna minik bir buse kondurdu. "Gidelim Portakal Çiçeğim." Kabanlarımızı ve botlarımızı giydikten sonra evden çıkmıştık. Kapıyı kilitleyip bana döndü. Elini uzatıp gülümseyerek bekledi. Parmaklarımı parmakları arasına dolayıp sıkıca tuttum elini. Apartmandan dışarı çıktığımızda Okan ve Ömer ile karşılaştık. "Günaydın." Gülümseyerek bize baktılar. "Günaydın çifte kumrular." Ömer yanıma gelip yanağımdan öptü. "Komutanım ve yengem olduğun için çok şanslıyım." Ben kaçırılınca korkmuş olmalıydı. Ayak üstü birkaç şey konuşup arabalara ayrıldık. Karargaha gidiyordum çünkü bizimkileri savunmam gerekiyordu. Biraz kural ihlali yaşamış oldular. Bakışlarımı akıp giden yoldan çevirip Yiğit'e yönlendirdim. Bende olan gözlerini yola çevirip tekrar bana baktı. Kıvrılan dudaklarımı engelleyemiyordum. "Sürekli böyle bakacak mısın bana?" "Bir ömür böyle bakacağım sana." Elini uzatıp elimi tuttu. "Her zaman yanında olup ellerini tutacağım. Asla yalnız bırakmayacağım seni." Diğer elimi elinin üzerine koyup okşadım. "Biliyorum. Yalnız değilim çünkü sen varsın." Başını aşağı yukarı salladı. "Son nefesime kadar da hep olacağım." Biraz eğilip başımı omuzuna yasladım. Dudaklarını saçlarım arasında hissediyordum. Arabaları yan yana park edip aynı anda indik. Giriş kapısından girdiğimizde Okan'ın gözleri revirdeydi. Öykü'yü görmek istiyordu ama önce Albay'ı görmemiz gerekiyordu. "Beş dakika içinde hazır olun." Karargaha girdiğimiz gibi bu adama komutanlık yükleniyordu. Bozkurt olunmaz, Bozkurt doğulur. Odama girip hızlıca üzerimi değiştirdim. Beremi başıma takıp düzelttim. Üstümü başımı kontrol ettikten sonra odamdan çıktım. Benimle beraber Yiğit'te çıkmıştı. "Umay Üsteğmenim?" "Yiğit Yüzbaşım?" "Çok güzelsiniz. Bilmenizi istedim." "Biliyorum zaten." Gülmüştü. "Çok mütevazisin sevgilim." Bana böyle hitap etmesi içimi eritiyordu. Merdivenlerin başında bizi bekleyen tim arkadaşlarımıza katılıp hep beraber albayın odasına çıktık. Yiğit kapıyı tıklattı. Gelen gir komutuyla sırasıyla odaya girip yan yana dizildik. "Geçmiş olsun Umay." Esas duruşa geçtim. "Sağ ol!" Rahat duruşuna geri döndüm. "En son istifa ediyordunuz." Kaşlarımı çattım. Albayın bakışlarını üzerimde hissedince nötr halime geri döndüm. "Emrime karşı geldiğiniz için minik bir sürpriz hazırladım sizin için." Üst üste nöbet mi verecekti? "Umay'ı eve bıraktıktan sonra başlayabilirsiniz." Bir adım öne doğru attım. "Üsteğmen Umay Yücesoy, İzmir! Bozkurt Timi Asena'sız olmaz." Albay geriye yaslanıp gülümseyerek bana baktı. "Hay hay." 🐺
Albayın minik sürprizi trafik jandarmasına yardım etmemizmiş. Harika bir sürpriz oldu. Özellikle de benim için. Beyaz bir araba görüş alanıma girince elimi kaldırıp sağa çekmesini işaret ettim. Sağa çekip arabayı durdurdu ama camı açmamıştı. Parmaklarımın tersini cama vurdum. Yarısına kadar indirmişti. "Ehliyet-ruhsat?" Gözlerini üzerimde gezdirdi. "Siz asker misiniz?" Kendi üzerime-üzerimde duran üniformaya- baktım. "Var öyle söylentiler. Ama araştırılıyor." Başını aşağı yukarı sallayıp istediğim belgelerini verdi. Birkaç adım ilerde olan askere uzattım. Kısa sürede geri verdi. "Temiz." Ehliyet ve ruhsatı geri verdim. Ve yoluna devam etti. Oturmak için arabaya doğru ilerlerken spor bi arabanın sesi kulaklarıma ulaştı. Ek olarak son ses müzik dinliyorlardı. "Sağa çek." Elimi kaldırıp ileriyi gösterdim. Arabayı durdurdu. Elimi arabanın üzerine koyup başımı eğdim. "Öldüm de cenette mi düştüm?" Arabadakiler gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı. Çoluk çocukla uğraşmayacaktım. "Ehliyet-ruhsat." Gülümseyerek belgelerini çıkardı. "Sen iste arabayı da vereyim." Ehliyet ruhsatı alıp askere uzattım. Arabadakilere de silahımı gösterdim. "Canını istesem verecek misin?" Gülümsemesi soldu. "Salak salak konuşmayın. O müziğin sesini de kısın. Gözüm üstünüzde." Asker selamı verdiler aynı anda. Ehliyet ruhsatı geri verip gönderdim. Bakalım daha neler göreceğiz? Yeni gelen aracı işaret ettiğim yere yönlendirdim. Sürücü kadındı. "Ehliyet-ruhsat." Gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Acelem var benim biraz çabuk olun!" diye resmen çemkirdi. Askerin yanına gittim. "Olabildiğince geç yap." Biz burada keyfimizden varız zaten. Kadın başını camdan uzattı. "Bitmedi mi işiniz? Kuaförüm bekliyor ama." En son ne zaman kuaföre gittiğimi bile hatırlamıyordum. Başımı iki yana salladım. Belgelerini alıp uzattım. "Çok beklettiniz. Şikayet edeceğim sizi." Güldüm. "Hay hay." Önünden çıkıp köşeye çekildim. Arkasından el sallamayı da ihmal etmemiştim. Başımı sola çevirdim. Arabanın duracak hali yoktu. "Murat! Arabayı hazırla." Söylediğime bir anlam vermemişti. Bakışlarından anlaşılıyordu. Yine de arabaya doğru ilerledi. "Siz ikiniz burada kalın." Siyah sedan hızlıca önümüzden geçti. İleri görüşlülükte Umay Yücesoy gibi ol. Ön yolcu koltuğuna yerleştim. Murat gaza basmıştı. "Sence neden kaçıyorlar?" diye sordum. "Terörist veya yandaşı olma olasılıkları yüksek." Gülümsedim. "Aynen öyle." Arabanın içindeki telsizi elime aldım. "73 Adana Bingöl 78, sağa çek." Siren sesleri çalışıyordu. Hafifçe öksürüp telsizi dudaklarıma yaklaştırdım. "Lan mal herifler nereye kaçabileceğinizi sanıyorsunuz? Sağa çek!" "Camı indir Murat!" Telsizi bırakıp silahımı elime aldım. Sürgüsünü çekip kolumu dışarı sarkıttım. Trafikten uzaklaşmıştık. Yol boyunca sadece biz vardık. Sağ arka tekerleğine iki el ateş ettim. Birkaç dakika içinde araba sürtündü ve yoldan çıkıp karşısına geçen ilk ağaca çarparak durdu. Murat arabayı durdurdu. "Komutanım siz arabada bekleyin." Silahımın namlusunu saçlarım arasına yaklaştırdığım gibi geri çektim. Hâlâ sıcaktı. Sadece başımı kaşımak istemiştim. "Asena ile münakaşaya girilmez." Göz bebekleri büyüdü. Arabaya yaklaşıp sol arka tekerine vurdum. "İnin!" Üç kişi ellerinde silahlarla arabadan indiler. Arabanın ağaca çarpması onları etkilememiş gibiydi; sürücü harici. "İndirin silahlarınızı." Gözler Murat'a kısa bir an deyip ikimiz arasında dolaştı. "Bence siz indirin. Sizden fazlayız." Ön yolcu koltuğuna oturanın sağ bacağına sıktım. "Diğeri de birazdan bayılacak. Durum şu oluyor ki üstünlük bizde." Kaşlarını çatmıştı. "Uğraştırma beni." Silahını yere attı. "Bize yaklaştır." Ayağıyla itti. Murat silahı yerden alıp parçalara ayırdıktan sonra fırlattı. "Ekiplere haber ver." Cebimden çıkardığım plastik kelepçeleri taktım. Düşündüğüm gibi sürücü bayılmıştı. "Ambulansa da haber verilsin." Ölmesi daha çok işime yarardı ama vereceği bilgiler leşinden daha faydalı olacaktı. Yerimizi gelen ekiplere bırakıp Murat ile geri döndük. Arabadan inince ben yerime geçtim. Murat ise ekip arkadaşlarına yaşadığımız aksiyondan çok benim Asena oluşumu anlatıyordu. Konvoy şeklinde beş araba yaklaşıyordu. Ortalarında süslenmiş bir araba vardı. Kışın ortasında kim düğün yapar ki? Gelin arabasını ben aldım. Diğerlerini de diğer askerlere dağıtmıştım. Benim söylememi beklemeden ehliyet ve ruhsatı vermişti. Gülümsüyor ve biraz da heyecanlıydı. Belgelerini kontrol edip geri verdim. "İyi eğlenceler." Daha geniş gülümsedi. "İyi çalışmalar memure hanım." Gelin elini kaldırıp sallamıştı. Geri çekilip gülümseyerek yol verdim. Bilgili birkaç sürücü ile, salak birkaç faydasız ile, cezai işlem başlattırdığım birkaç gereksiz ile sonunda minik sürprizimiz bitmişti. Sevgilim komutanımın arabasını görünce gülümsedim. Sağa çekip durdu. Cama yaklaştım. "Güzelliğinizden size ceza kesmeliler." Gülümsememek için alt dudağımı ısırdım. "Görev başında olan bir memura söyledikleriniz için utanmalısınız." Geri çekildim. "Murat! Beyefendinin arabasını alalım." Yiğit kaşlarını çatıp arabadan indi. Murat, Yiğit'i görünce olduğu yerde durmuştu. "Komutanım?" Yiğit askerlere göz kırptı. "Benim Asena'm biraz yaramazlık yapmak istiyor." Arabanın önünden dolanıp ön yolcu koltuğunun kapısını açtı. "Buyrun." Üzerimdeki yeleği çıkardım. "Allah'a emanetsiniz." Askerlere veda edip arabaya bindim. Yiğit de askerlere veda etmişti. Gülümseyerek ikimize, hayran bir şekilde Yiğit'e bakıyorlardı. İdol adam. Arabayı çalıştırmadan önce yanıma yaklaşıp yanağımdan öptü. "Askerlerine iyi örnek olmuyorsun." Omuz silkti. "Onlar da kendi sevgililerini öpsünler." Askerlere ters bir bakış atınca hepsi başka bir yöne bakmıştı. Gülümseyerek arabayı çalıştırdı. Karargaha geçene kadar yol boyunca birbirimize geçirdiğimiz günü anlattık. Güzel güzel anlatırken araya yaşadığım aksiyonu da sıkıştırmıştım. Diğerleri gibi bunu gülümseyerek dinlememişti. Sonrasında konuyu hızlıca kapattım. "Çabuk hazırlanabilir misin? Bir yere götüreceğim seni." Karagahın girişinde bunu demişti. "Nereye?" diye sordum. "Sürpriz." Yüzümü buruşturdum. "Albayın sürprizi gibi olmaz umarım." Kahkaha attı. "Yok, olmaz güzelim." Alay binasına girip kendi odalarımıza çıktık. Üniformamı çıkarıp kendi kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Hiç, bir yere gitmelik kıyafet değildi. Kendi odamdan çıkıp Yiğit'in odasına girdim. Telefonla konuştuğu için onu rahatsız etmeyip duvarda asılı olan küçük aynaya yaklaştım. Cebimden çıkardığım ruju dudaklarıma sürüp maskarayı aldım. Onunla da işim bitince arkama döndüm. Hâlâ telefonla konuşmasına rağmen gözleri bendeydi. Görünen o ki konuşmaya odaklı değildi. "Sonra konuşalım biz." Karşıdaki kişiye veda edip telefonu kapattı. Elimle üzerimdeki şortu ve Yiğit'e ait olan kazağı gösterdim. "Çok uygun değil gibi." Birkaç adımda yaklaşıp kollarını belime doladı. "Biz yan yana olduğumuz sürece üzerimizdeki kıyafetlerin, bulunduğumuz bölgenin ya da herhangibir şeyin önemi yok. Sadece bize odaklan. Ben ve sen. Daha anlamlı bir şekilde söylemek gerekirse; biz." Kollarımı boynuna dolayıp çenesine dudaklarımı bastırdım. "Sadece biz." Kıvrılan dudaklarıyla benimkiler de kıvrılmıştı. Karagahın sınırları içinde yan yana yürüyüp çıktığımız gibi elimi tutmuştu. Bozkurt ve Asena'yı arkamızda bırakıp Yiğit ve Umay olarak yolumuza devam etmiştik. Emniyet kemerimi takıp Yiğit'e döndüm. "Nereye gideceğiz?" Arabayı çalıştırdı. "Söylemeyeceğim." Ters ters bakıp önüme döndüm. Beşinci dakikayı ardımızda bıraktığımızda gülümseyerek sevgilime baktım. "Sevgilim?" Gözlerime bakıp gülümsedi. "Söyle Portakal Çiçeğim." Daha çok gülümsedim. "Nereye gideceğiz?" Elini dudaklarına götürüp gizli bir fermuar çekti. Anlaşılan söyletemeyecektim. Uzun sayılmayacak bi yolculuğun ardından Yiğit arabayı park etti. Gözlerimi etrafta gezdirip arabadan indim. Ama etrafta hiçbir şey yoktu. "Burada ne yapacağız?" Elini uzattı. "Biraz yürüyeceğiz." Elini tuttum. Birbirine kenetli ellerimize bakıp gülümsedim. Sessiz geçen birkaç metrelik yürüyüşümüz üzerinde atış poligonu gördüm. Yanında hediyeler vardı. Başımı kaldırıp kalbimi hızlandıran adama baktım. "Senin için hediye kazancağım." Saçlarım arasına dudaklarını bastırdı. "Benim için hediye kazan sevgilim." Şans öpücüğümü de almıştım. On beş adet balon vardı. Yedi tanesini vurabilene hediye veriyorlardı. On beş atış hakkımız vardı. Oyuncak silahı elime aldım. "Kendi silahımla vursam olmaz mı?" Bence iyi bir fikirdi. "Umay!" Sırıtarak önüme döndüm. Bir atışımı bilerek ıskaladım. "Bir de keskin nişancı olacaksın." Kaşlarımı çattım. Beni çok kışkırtıyordu. Yüzümü Yiğit'e çevirip bakmadan on dört tanesini de vurdum. "Şimdi bak." Eliyle hayali fermuar çekti dudaklarına. "Sustum." Adam şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. Parmaklarımı şıklatınca kendine gelmişti. "Şey... Pardon. Hepsini vurduğunuz için iki hediye alabilirsiniz." Bir tane kalmıştı ama ona yetecek bir atışım kalmamıştı. "Öküz var mı?" Oyuncaklar içinde olan siyah ölüsü bana uzattı. Aynı Yiğit. Sırıtarak bakıyordum. "Cadı var mı?" Gözlerimi Yiğit'e çevirdim. Adam onu da Yiğit'e verdi. Ücretini fazlasıyla verip ilerledik. "Ben bunu senin için aldım." Öküzü uzatmıştım. "Ben de senin için." Cadıyı bana uzatıp öküzü aldı. Çok romantiğiz. "Gamzeli öküz." "Süpürgesi eksik çilli cadı sevgilim." Yolumuza Bozkurt ile Asena olarak başlamış Yiğit ile Umay olarak devam ettirmiş ve galiba Öküz ile Cadı olarak bitirecektik. Birbirimize takılarak bir süre daha yürüdük. "Hazır mısın?" diye sordu birden. Gözlerimi yumup açtım. "Hazırım." Öküzü kucağıma verip arkama geçti. Gözlerimi elleriyle kapattı. "Heyecanlanıyorum." Sadece iki adım attık. "Gelmedik mi?" Gülüşü kulaklarımı doldurmuştu. "Güzelim benim henüz iiki adım attık ya hani. " Bileklerini tuttum. Kalbim hızlanmıştı. "Tamam." Heyecanlı bir şekilde yürümeye devam ettik. Yiğit durunca ben de durdum. Ellerini çekti. Ama gözlerimi açmadım. "Açabilirsin güzelim." Derin bir nefes aldım ve gözlerimi açtım. Bu kadarını beklemiyordum. ____________________ Hoşçakalın. |
0% |