@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. ______ Gözümün gördüğünü anlatmaya dilim varmıyordu. Duygularımı bir iki kelimeyi yan yana getirerek ifade etmem mümkün değildi. Ama biliyordum, gözlerim gözleriyle buluşunca beni anlayacaktı. Şimdiye kadar olduğu gibi. Yeşil gözlerim kömür karası gözleriyle bir araya geldi. Dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Yanındayken her zaman güzel gülüşünü bana sunardı. Avucumu yanağına yaslayıp gamzesini okşadım. "Ne denir bilemiyorum." Yanağına yaslı elimi dudaklarına bastırdıktan sonra diğer elimi de tuttu. "Beni sevdiğini senin sesinden duydum ya, bana yeter sevgilim." Başımı göğüsüne yaslayıp kollarını sıkıca sardı. "Seni sevmek çok güzel Yiğit Aral. Bana bu dünyadaki cenneti yaşattırıyorsun." Dudakları saçlarım arasında geziyordu. Başımı geriye doğru atıp yüzüne baktım. Yüzünün her bir noktasına. O kadar mükemmeldi ki. Gözlerim en son gözlerinde durdu. "Teşekkür ederim." Alnıma dudaklarını bastırdı. Birbirimizden ayrılmıştık. Ama Yiğit elimi bırakmamıştı. "Beğendin mi?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Çok beğendim." Gülümsememe karşılık vermişti. "Beğenmene sevindim." Elimin tersine dudaklarını bastırdı tekrardan. "Sevinmene sevindim." Galiba bu uzayıp gidecekti. Küçük bir kamelyanın üzerini ve etrafını kapatmışlardı. İçerisinde hoş bir masa görünüyordu. Güller ve mumların eşlik ettiği bir yol vardı. Aslında hiçbirine gerek yoktu. Yanımda onun olması her şeye yeterdi. Masamıza geçip oturduk. Lezzetli yemekler görünüyordu. Masanın üzerinden elini uzattı. Gülümseyerek elimi avucuna bıraktım. "Birinci günümüz kutlu olsun sevgilim." Kıkırtılarım çok geçmeden sesli bir gülüşe dönüşmüştü. "Evlenme teklifi edeceksin diye düşünmüştüm." Baş parmağı elimin tersini okşuyordu. "Seninle olduğum sürece her zaman sürpriz yapacağım. Evlenme teklifini de bu kadar küçük bekleme lütfen." Helikopterden aşağı güller mi atacak? Yemeğimi yiyebilmek için çatalımı ve bıçağımı elime aldım. "Umay'ım?" Gözlerinin içi gülüyordu. Gözlerinde kendi gözlerimin yansımasını da görüyor olabilirim. "Yalnız değilsin Portakal Çiçeğim. Her zaman yanında ben olacağım." Güzel ve özellikle romantik bir sohbet eşliğinde yemeğimizi yemiştik. Daha doğru ben yemeği yemiştim, Yiğit ise beni izlemişti. Tabağının yarısından fazlası duruyordu. Dışarıda hafiften çisileyen yağmur ortama ayrı bir hava katıyordu. "Dans edelim mi?" Gözlerimi dışardan alıp güzel gözlere çevirdim. "Olur." Telefonundan romantik bir parça açıp masanın üzerine bıraktı. Uzattığı eline tutunup kalktım. Kamelyanın dışına çıktık. Avucunda olan elimi dudaklarına bastırıp omuzuma koydu. Diğer elimi de ben omuzuna koydum. Gülümseyerek kollarını belime dolayıp beni kendine yaklaştırdı. "Sevilmek ne çok yakışır sana Gözlerimizin bakıştığı değil karıştığı bir andı. Dudakları hareket etmiyordu ama gözleri susmak bilmiyordu. Gözlerinden gözlerime akan duygular kalbimi yeşertiyordu. Hafifçe kulağıma doğru eğildi. "Seni çok seviyorum güzel kadın." Kulağımın altına dudaklarını bastırdı. Geri çekildi. Yüzüme damlayan yağmur damlalarını eliyle silip avucunu yanağıma yasladı. Baş parmağını dudağımın kenarında gezdirdi. "Çok güzelsin. Benim güzelsimsin." Gözleri gözlerime değip dudaklarımda durdu. O an müzik durdu ve yerine Yiğit'in telefon sesini duyduk. Sadece ben de duymuş olabilirim. Yüzüme yaklaştı. "Telefon?" Umursamadı. Telefon sustu ve bir daha çalmaya başladı. "Önemli olabilir." Kaşlarını çatıp tamamen geri çekildi. Dudaklarından bir şeyler dökülüyordu ama ne olduğunu anlayamıyordum. Rahatsız edildiği için sevgi sözcükleri söylediğini düşünmüyordum. Telefon ekranına bakıp bana döndü. "Albaymış." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Aramayı kabul etti. "Emredin komutanım... Emredersiniz komutanım!" Telefonu kapatıp derin bir nefes verdi. "Görev?" dedim sorar gibi. Başını olumlu anlamda salladı. "Erken gelmeliydik." Kendi kendine konuşurken kamelyanın içinden eşyalarımı aldım. Yiğit'in yanına geçip kolumu beline doladım. Parmak ucumda yükselip yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Bozulan moralini toparlamıştı. "Teşekkür ederim." Teşekkür etmesi gereken kişi ben olmalıydım. "Her şeyi sen yaptın. Neden teşekkür ediyorsun?" Islak saçlarım üzerinde ellerini gezdirdi. "Yanımda olduğun için. Sevgilim olduğun için. Varlığın için. Saymaya devam etmemi ister misin?" Gülümseyerek başımı göğüsüne yasladım. Yiğit ile birbirimize hediye ettiğimiz oyuncakları arka koltuğa bırakıp ön yolcu koltuğuna yerleştim. Karargaha varıncaya kadar Yiğit'in beni öpememesinin dramını dinlendim. Şu an bile öpebilirdi ama neyin dramını yaptığını anlamış değilim. Arabadan inip Yiğit'i beklemeden ortalıkta dolanan Zehir'in yanına adımladım. Kocaman gözlerini bana çevirdi. Yönünü değiştirip koşarak bana geldi. Kucağıma atladığında boynunu okşadım. "Yağmur, çamur demeyip seni çalıştırıyorlar mı?" Arkamda bir şeye odaklanıp kucağımdan indi. Birkaç adım uzaklaşmıştı. "Ne dedin Zehir'e? Seni görünce benden uzaklaştı." Yiğit sırıtarak Zehir'e yaklaşıp başını okşadı. "Üzerinizi giyip toplantı odasına gelin, üsteğmenim." Ellerini cebine koyup ilerledi. "Emredersiniz yüzbaşım." Zehir'in karşısında durup çöktüm. "Dinleme sen onu. Ben seni çok seviyorum." Fısıldayarak konuşmuştum. "Üsteğmen Yücesoy; odana." Kaşlarımı çatıp ayağa kalktım. Hızlı adımlarla Yiğit'in yanına ulaşıp geçtim. "Dışarıda görüşeceğiz yüzbaşı Aral." Gülüşünü duyabiliyordum. "Bir şey mi dediniz üsteğmenim?" Öküz. Yiğit'e dönüp gülümsedim. "Hayır komutanım." Merdivenleri ikişerli üçerli çıkıp odama ulaştım. Islak kıyafetlerimi çıkarıp üniformamı giydim. Saçlarımı kurutmaya fırsatım olmadığı için ıslaklığını alıp topladım. Postallarımın bağcıklarını bağlarken odamın kapısı tıklatıldı. "Gir!" Yiğit odaya girip kapıyı kilitledi. Son düğümü de atıp ayağa kalktım. "Portakal Çiçeği'm." Bana özel hitap edişi hoşuma gidiyordu. "Komutanım?" Bir elini belime yerleştirip kendine doğru çekti. "Komutanım diyen diline ölürüm." Hayır gülümsemeyeceğim. Bileğinden tutup geriye çekildim. "Karargah sınırları içinde laflarınıza dikkat edin lütfen, komutanım." Yanından geçip kapı kilidini açtım. "Kaç bakalım Umay Hanım." Yüzümü Yiğit'e çevirdim. "Bir Türk askeri asla kaçmaz. Arkamda bir öküz bırakıp gidiyorum." Dudakları hafif aralanmıştı. "Komutana hakaret kaç yıldan başlıyor haberin var mı senin?" Ellerimi arkada birleştirip Yiğit'e doğru yürüdüm. "Askerine asılmak kaç yıl?" Gülümsedi. "Öyle bir madde olduğunu düşünmüyorum ve asılmak falan yok. Sadece sevgilimi özledim. Sarılmak istedim." Kaşlarımı çattım. "Sana gelince sevgilim bana gelince komutan mı?" Kocaman kollarını vücuduma doladı. "Ben, sen ne istersen o olurum. Zaman, mekan fark etmez. Benim sevgilim o an, onun neyi olmamı istiyorsa o olurum." Kollarımı beline doladım. "Yanımda ol yeter bana." Başımın üzerine dudaklarını bastırdı. "Her zaman yanındayım ve her zaman yanında olacağım." Çenemi göğüsüne dayayıp gözlerine baktım. "Gitsek iyi olacak." Saçlarımı okşarken beni onaylamıştı. Önce ben kollarımı çektim. İstemeyerek kollarını çekip kapıyı açtı. Albay gelmeden önce toplantı odasına girebilmiştik. Ömer'in yanında oturdum. "Hoş geldin." Ömer'e bakıp gülümsedim. "Hoş buldum." Elini karnına dokundurup iki defa vurdu. "Eve gidip uyudum. Yemek yiyemedim. Açlıktan düşüp bayılacağım." Açlık konusu bizim için önemliydi. Konuşmaya devam edecektim ama Albay gelmişti. Oturduğu gibi konuya girmişti. İki askerimizi esir almışlardı. Oraya gidip litrelerce kan akıtıp askerlerimizi geri alacaktık. Plan basitti. Teçhizat odasına inip hazırlanmaya başladık. Sadece gözlerim görünecek şekilde yüzümü kapatmıştım. Ceplerimi doldurup Sniper'ı omuzuma aldım. Ömer ve Okan çantalarını sırtlanıp çıktılar. "Komutanın olarak emrediyorum sevgilini üzecek şeyler yapma." Asker selamı verdim. "Emredersiniz komutanım!" Burnuma kadar çıkardığım boyunluğu aşağı indirip yanağıma öpücük bıraktı. "Aferin asker!" Yüzümü tekrar kapatınca çıkmıştık. Albayın minik uyarılarını dinleyip helikoptere bindik. Helikopter havalanırken cebime sıkıştırdığım sandviçi Ömer'e uzattım. "Aç insanın halinden başka bir aç anlar." Elimden almadan önce elimi öpmüştü. "Biz yemek yedik ya Umay." Görmese bile sırıtarak Yiğit'e baktım. "Üzerinden zaman geçti sonuçta." Okan, ben ve Ömer'e bakıp gülüyordu. İtlerin kaldığı sığınağa yaklaşmak üzereydik. Artık hepimiz ciddi ve tek bir düşüncedeydik. Yiğit baktım. Başını bir kez eğip kaldırdı. Yanlarından ayrılıp avlarımı daha iyi görebilmek için yukarı doğru tırmandım. Sniper'ı taşın üzerine yerleştirip uzandım. Etrafa göz atıp ilk avımı belirledim. "Dört gözcü var. Onları indirdikten sonra başlayabilirsiniz." Parmağımı tetiğe bastırdım. Allah'ım sen utandırma. Son kişiyi de indirmiştim. "Sahne sizin beyler." Namlunun ucu mağaranın kapısına bakıyordu. Çıkanın beynine kurşunu yolluyordum. Yanındaki küçük girişe gözüm takıldı. "Bizimkiler doğu kanadında." Ömer'in mızmızlanmasını duyabiliyordum. "Komutanım bırakın da iki üç iti de biz avlayalım." Arkadan çıkanları vuruyorken sırıtıyordum. "Böyle davranacaksan oynamayalım Akrep." Askerlerin yanına girdiler. "Askerlerimizi aldık." Başımı hafifçe salladım. "Önünüzü temizleyip size kırmızı bir halı sereceğim. Bekleyin." Beş kişiyi vurup şarjörü değiştirmek için elimi cebime attım. Arkamda adım sesleri duyuyordum. "Kolay gelsin asker." Sırtımda namlunun ucunu hissediyordum. "Asena?" Şimdi sırası değil Yiğit. "Bir sorun mu var?" "Asena ses ver!" "Umay!" ______ Hoşçakalın |
0% |