@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. _________ "Düşünün. Aileniz teröristler tarafından şehit ediliyor. Ne yapardınız?" diye sordu Yarbay. Yağmur altındaydık. Hava soğuktu. Üzerimde incecik bir atlet vardı. Diğerlerinin de üzeri çıplaktı. Yarbay karşımızda, sıkıca giyinmiş, elinde de şemsiyesiyle volta atarak sorular soruyordu. Amacı zor durumdayken ne kadar doğru kararlar vereceğimizi tespit etmekti fakat az önce sorduğu soru tamamen bana yöneltilmişti. Sırıtmasın diye de hepimize birden sorulmuştu. "Öldürürüm." dedi Tekin. "Gereken bilgileri alıp öldürürüm." dedi Kadir. "Üstlerim ne derse onu yaparım." dedi İsmail. Sıra bana gelmişti. Ve eminimki herkes benim dudaklarım arasından çıkacak cümleleri merak ediyordu. Çünkü hepsinin ailesi vardı. Benim ailem şehit olmuştu. Ve yapacaklarımın kısa fragmanı olacaktı, söyleyeceklerim. "Öldürmem." dedim. Yarbay başta olmak üzere herkes şaşkın gözlerle bana baktı. Devam ettim. "Öldür diye yalvartırım. Ölmeden ölümü tattırırım. Acı çeke çeke ölmesini izlerim. Emin olun asla pişman olmam. Ve bunu yapacağım." Yine yağmurlu bir gündü. Bana ilk defa yapacaklarımı söylediğim günü hatırlatıyordu. Ama bugünün farklı bir anlamı vardı. Yapmıştım. Sonunda başardım. Pişman mıyım? Evet. Ama yaptıklarım için değil yapamadıklarım için. Acı çekerken izleyemedim mesela. Ama olsun. Acı çekerken ki çığlıkları beni fazlasıyla mutlu etmişti. Bu ona az bile oldu. Pis ellerinde kim bilir kaç ailenin kanı vardı? Bir konuda daha hem pişman hemde fazlasıyla üzgündüm. Yiğit'e vurduğum için. Helikopterdeydik. Titriyordum. Galiba ateşim gittikçe yükseliyordu. Yanımda oturan Yiğit'e baktım. Şu ana kadar kimse benimle iletişime geçmemişti. İlk konuşan ben olmalıydım. "Özür dilerim." dedim. Yiğit bakışlarını bana çevirdi. Soran gözlerle bana bakıyordu. "Vurduğum için. Zarar vermek istemezdim sana. Kendime hakim olamadım. Tekrardan özür dilerim." Gözleri bir süre gözlerimde gezindi. "Elin ağırmış." dedi, gülümseyerek. Elimi uzatıp dudağındaki yaraya dokundum. Kanaması durmuştu. Acaba acımış mıydı? "Acıdı mı?" dedim. Kaşlarını çatıp elimi elleri arasına aldı. "Ellerin buz gibi." dedi. Sağ elini alnıma bastırdı. "Yanıyorsun." dedi. "Hangi konuda?" dedim. Ömer gülmüştü. "El doğru sonuç vermez. Dudaklarınla bak." dedi Okan, kıkırdayarak. Kaşlarımı çatıp onlara ve ortalarında oturan Agit'e baktım. Evet o da bizimleydi. "Hakkınızı helâl edin." dedim. "Ateşiniz çok mu yüksek?" dedi Ömer. "Ondan değil. Emirlere karşı geldim ve Rojhat'ın işini bitirdim." dedim. "Olması gerekeni yaptınız. Bu arada başınız sağolsun." dedi Okan. Dudaklarım arasından çıkan iki kelime oldu sadece. "Vatan sağolsun." "Paşa çok kızar mı?" dedi Ömer. Kaşları havalandı. "Siz Paşa'nın torunusunuz." diye devam etti. "Evet. Süleyman Yücesoy'un torunu olmak çok güzel. Ama Paşa'nın, Üsteğmen torunu olmak hiç güzel değil. Bu askerlik sürecinde en çok dedemden ve Fatih Albay'dan çektim. Ama Allah'tan biri İzmir'de biri Ankara'da." dedim. "Hallederiz." dedi Yiğit. Okan ve Ömer ile aralarında kısa bir bakışma geçmişti. Bu onların anlaşma şekliydi galiba. Ellerimle kollarımı sardım. Üşüyordum. "Ben üşüyorum." dedim, gülerek. İmkansız bir şeymiş gibi konuşmuştum. Yiğit bana bakıp gülümsedi. Ama farklı bir gülümsemeydi. Gözlerim yine dudağındaki yaraya kaymıştı. "Pansuman yapalım." dedim. "Ufak bir yaradan ölmem." dedi Yiğit. "Yavaş vurdum zaten." dedim. "Yavaş mı?" dedi Ömer. "Nasıl vurduysanız artık, komutanım? Sarsılmaz dediğimiz adam sarsıldı." Ellerime baktım. Yumruk yapıp geri açtım. Otuz iki dişimi göstererek sırıttım. Bana bakıp güldüler. "Beni de mi yakacaksın?" dedi Agit. "Sen nerden duydun?" dedim. "Askerler konuşurken duydum." dedi. Korkuyordu. Ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. "Bunu birine söylersen, senin üzerinde farklı yöntemler deneyebilirim. Mesela yanlışlıkla helikopterin kapısı açılır. Benim ayağım yanlışlıkla seni iter ve sen diğer tarafı boylarsın. Ama bak yanlışlıkla." dedim. "Yanlışlıkla?" dedi Okan. "Bana yanlış yapanlara yanlışlıkla bir şeyler yapabilirim." "Yok. Söylemem." dedi Agit. Ömer'e döndü. "Beni hemen cezaevine gönderin, lütfen." diye devam etti, fısıldayarak. Dudağımın sol tarafı yukarıya doğru kıvrıldı. "Korkutuyorsun." dedi Yiğit. "Korkuturum." dedim. 🐺 Yolculuğumuzun geri kalanı sessiz geçmişti. Çünkü halsizleşiyordum. Ve konuşamıyordum. Yiğit'in verdiği ilacı içmiştim ama bir işe yaradığı söylenemezdi. Arada Yiğit eliyle ateşimi kontrol edip yüzümü ıslatıyordu. Hiçbir şey diyememiştim. Çok yorgun hissediyorum. Helikopter piste inmişti. Ömer ve Okan, Agit'i alıp indiler. Arkalarından ben indim. Karşımda gördüğüm kişilerle tekrar helikoptere binmek istesemde, Yiğit engel olmuştu. "Albay'ın yanında bizi öldürecekmiş gibi bakan ve bir adım arkasındaki gülümseyen; biri İzmir'de biri Ankara'da dediğiniz kişiler mi, komutanım?" diye sordu Ömer. "Evet. Ben helikoptere binip geri dönebiliyor muyum?" "Bozkurt Timi, hoşgeldiniz." dedi dedem. Ama şu an karşıda bize, daha doğrusu bana, öldürücü bakışlar atan dedem değil Paşa'ydı. Kimse bir cevap verememişti. İnci gibi yan yana dizildik. Yağmur'un altındaydık yine. Paşa karşımızda durmuş gözlerini üzerimizde gezdiriyordu. "Rojhat nerede?" diye sordu. "Hakettiği yerde." dedim. "Üsteğmen Umay! Kendi kendine konuşma. Ne söyleyeceksen, söyle. Bizde duyalım." dedi Paşa. Resmi mi konuşuyoruz? Tamam öyleyse. Bir adım öne çıkacağım sırada, Yiğit benden önce davranmıştı. Bir adım öne doğru atıp, "Üsteğmen Yiğit Aral! Rojhat, eve atılan bomba dolayısıyla öldü, komutanım." dedi. Ardından Okan öne çıktı. "Teğmen Okan Bayraktar! Teröristler bizim orada olduğumuzu düşünerek bomba attılar. Rojhat ve birkaç teröristin cesedine rastaladık. " "Teğmen Ömer Erdem! Ben de şahidim komutanım." Şu an ağlayabilirim. Benim için yalan söylüyorlardı. Bu bir suçtu. Ama benim için göze almışlardı. "Agit'i o hâle getiren kim?" dedi Paşa. Başımı Yiğit ve Okan'ın arasından uzatıp baş parmağı kaldırdım. "Postalım." dedim. Fatih'im gülmüştü. Dedem ters ters bakınca duruşunu dikleştirip eski haline döndü. "Engel olamadığım için bende suçluyum." dedi Yiğit. Bu kadarı da fazla. "Bir suç yok ama olduğunu düşünüyorsanız ben yaptım. Onu bu hale getiren benim." dedim. Agit'e bakıp devam ettim. "Değil mi? Benim yaptığımı söylesene." Karanlık olmasına rağmen aydınlatan lambalar sayesinde yutkunduğunu görebiliyordum. "Yok." dedi. "Ben yere düştüm. Kimse bana dokunmadı." Dördümüz yan yana çaktırmadan gülmeye çalışıyorduk. "Kendine benzeyen birilerini bulmuşsun." dedi dedem, karşıma geçip mavi gözlerini gözlerime dikerek. Gülümsedim. Dedem de gülümsedi. "Üsteğmen Umay Yücesoy ve Üsteğmen Yiğit Aral! Cezalısınız. Otuz tur koştuktan sonra evlerinize gidebilirsiniz." dedi. Göz devirdim. "İtiraf et dede, içinden ellerinize sağlık diyorsun. Bu yağmurda koşulur mu?" dedim. Kaşlarını çattı. "Seninle işim bitmedi. Sen dua et işlerim var. Konuşacağız." deyip yanımızdan ayrıldı. Albay, dedemin arkasına takılırken Fatih'im bize doğru gelmişti. "Sen yaptın değil mi? Bombayı nasıl eve attın?" dedi. "Aslında öyle olmadı. Arkadaşlar beni korumak için yalan söylediler. Yağmur yağıyor ve saat aynı olmalı. Söylediklerimi hatırlıyor musun?" dedim. "Unutmak mümkün mü?" dedi. "Söylediklerimi bir bir yaşattım. Üzerine barut döküp yaktım. Tabi öncesinde başka şeylerde yapmış olabilirim." dedim. "Ben bir psikopat yetiştirmişim. Paşa'nın yanına gitmem gerekiyor. Bu konuyu konuşacağız." dedi. Diğerlerine baktı. "Arkadaşınızı korumanız güzel bir şey ama yalan söylemeyin bir daha. Umay'ın yaptığını Paşa da biliyor. Yani sizin yalan söylediğinizin de farkında. Umay'ın dağıttıklarını toplamaya çalışmayın, sizde dağılırsınız. Ama kızım için sağolun. Afferin Bozkurt Timi!" "Sağol!" Fatih'im de gidince bana döndüler. "Neden anlattınız?" dedi Okan. "Benim sırdaşım o. Hiçbir zaman ona yalan söylemedim. Doğduğumdam itibaren emeği çok vardır üstümde. Özellikle de annem ve babamı kaybettikten sonra. Ve dediği gibi. Dedem her şeyin farkında ama benim itiraf etmemi bekliyor. Çünkü biliyor ki ben o şerefsizi yaşatmazdım." dedim. "Sizin için söylediği o söz? Kafamı karıştırdı." dedi Ömer. "Ben biraz belâlıyım da. Ama biraz. Şu kadar." deyip parmağımın ucunu gösterdim. "Bence sen delisin." dedi Yiğit. "Belki birgün birilerine." dedim. 🐺 Dedem ve Fatih'im Ankara'ya dönmek için helikoptere binmiş ve yanlarında da Agit'i götürmüşlerdi. Albayımız bizi güzelce azarlayıp bu işin burada kapanmadığını söyleyip evine gitmişti. Okan ve Ömer de kaçıp evlerine gitmişlerdi. Ben ve Yiğit başbaşa kalmıştık. Çok romantik anlar geçiriyorduk. Yağmur altında cezamızı çekiyorduk. Titremekten çok koşamıyordum ama olsun. Üşüyordum. Çok üşüyordum. Olduğum yere çöktüm. Daha fazla koşamayacaktım. "Yoruldun mu?" diye sordu Yiğit. "Üçüncü turdayız." dedim, titreyen sesimle. "Sen iyi değilsin." dedi. Yanıma çöktü. "Çok...soğuk." dedim. "Hastaneye gidelim." dedi. "Olmaz. Hasta değilim. Sadece üşüyorum. Yorgan var mı?" 🐺 Yiğit'ten Yağmurdan dalayı ıslanan saçlarını yüzünden ayırıp alnına dokundum. Yüzünün ıslak olmasına rağmen ateşinin olduğu hissediliyordu. "Üşüyorum." dedi, bir kez daha. "Bak sen de üşüyebiliyormuşsun." dedim. Zoraki bir şekilde gülümsemişti. "Ben de şaşkınım." dedi. "İnsan olduğunu unutmuşsun." dedim. Yüzü donuklaşmıştı. "Öyle... olması gerekmez mi?" dedi. Elimi kalbinin üzerine koydum. "Burası çok acıdı değil mi? Ama sen güçlü kalmak zorunda hissettin her zaman. Gerçekten ağlamadın çünkü güçsüz görünecektin. Gerçekten gülmedin çünkü kalbin sızladı." dedim. Yağmura rağmen gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. "Ağlamak güçsüzlük değildir. Hadi ağla." dedim. "İçindeki zehri akıt." Elini, kalbinin üzerindeki elimin üstüne koydu. "Burası çok acıdı. Annem ve babamı çok özledim." dedi ve dudaklarından minik bir hıçkırık koptu. Onu ağlatmak istemezdim ama içindekileri atmak zorundaydı. Başını eğmiş ağlıyordu. Sarılmak ve sarılmamak arasında kaldım bir süre ama en sonunda kendime çekip sıkıca sardım kollarım arasında. Acılarına merhem olmak ister gibi, sımsıkı sardım. "O pisliği öldürürsem, acılarım diner sandım ama olmadı. Biraz olsun dinmedi. Ben artık dayanamıyorum." dedi, hıçkırıkları arasında. Kollarım arasında titriyordu. "Geçecek. Hepsi geçecek. Çok mutlu olacaksın. Sen çok güçlü bir kadınsın. İstersen her şeyi yaparsın. Ama insan olduğunu, duygularının olduğunu unutma. Acını da mutluluğunu da yaşa." dedim. Başını kaldırıp gözlerime baktı. Elimi kaldırıp gözlerine yağmurun damlamasını engelledim. Burnunu çekip elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Sırf bana sarılmak için beni ağlattın değil mi?" dedi. Gülümsedim. Gözleri yanağımdaki gamzeme kaymıştı. Yaklaşıp minik bir öpücük bıraktı gamzemin üzerine. Yutkundum. "Teşekkür ederim." Hiçbir teşekkür bu kadar güzel edilmemişti. 🔫 Bakmaya kıyamamakta sevdaya dahil mi? Umay'ın arabasını kullanıyordum ve kendisi yan koltukta uyuya kalmıştı. Onu izlemek, bakmak istiyordum ama kıyamıyordum. Eczaneden ilaç almıştım. O sırada uyumuştu. Bir sorun vardı. Evini nasıl bulacaktım? "Umay, evin nerede?" dedim. Yerinde kıpırdanmaya başladı. "Hı?" dedi. "Evin nerede?" dedim, bir kez daha. "Bilmiyorum." dedi. Ellerini kollarına sarıp sıvazladı. "Benim eve götüreceğim seni. Sorun olmaz değil mi?" dedim. "Neden? Ne yapacağız?" diye sordu. Gülümsedim. "Ne yapmak istersin?" dedim. "Sıcak mı evin? Ben çok üşüyorum." dedi. "Sıcak." dedim. Başka bir şey dememişti. Arabayı park edip indim. Umay'ın kapısını açtım. Kendinde değildi. Bir elimi bacaklarının altına diğerini de sırtına koyup kucağıma aldım. Kapıyı ayağımla itip kapattım. Başını göğüsüme yasladı. "Eve mi geldik? Çok güzel kokuyor." dedi. Gülümsedim. Umay sen bana ne yapıyorsun be kızım? "Gidiyoruz." dedim. "Burada kalalım. Burası çok güzel." dedi. "Sen istediğin sürece orası hep sana açık." dedim. Apartmana girdim. Asansörün karşısında durunca, Umay'ı indirdim. Dar olduğundan bu şekil giremezdik. Asansörün kapısı açılınca girdik. Başı hâlâ göğüsümdeydi. Bir kolumla belini sarmıştım, düşmesin diye. Gözlerini açtı. "Misafirlerin mi var?" dedi. "Hayır." dedim. Aynadaki yansımalarımızı işaret etti. "Onlar kim?" dedi. "Sarhoş olunca kendinde olmayanı gördüm de senin gibi olanı ilk defa görüyorum." dedim. İşaret parmağı benim yansımamı gösterdi. "Bu yakışıklı kim?" dedi. Güldüm. "Yanındaki çok güzel değil mi?" dedim. "Ben daha güzelim." deyip tekrar gözlerini kapattı. "Bence sen sarhoşsun hastayım diye beni kandırıyorsun." dedim. Asansör durdu. Kendime yaslayarak yürümesine yardım ettim. Cebimden çıkardığım anahtar ile kapıyı açtım ve eve girdik. Tekrardan kucağıma aldım. Odama götürüp yatağın üzerine oturttum. "Umay ben sana kıyafet vereceğim, çıkacağım. Tek başına giyebilirsin değil mi?" dedim. "Hı hı." dedi. "Üzerindeki her şeyi çıkar. Havlu ile üzerini kurula öyle giyin. Ben sana yemek için bir şeyler hazırlayacağım. Sonrasında ilacını içip uyursun." dedim. "Emredersiniz komutanım." dedi, asker selamı vererek. "Hastasın aklın hâlâ başka yerlerde." dedim. "Benim aklım o yakışıklı şeyde kaldı. İnsan mıydı o?" dedi. Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Kız hasta. Gülme lan! Dolabımdan tişört ve kısa şortlarımdan birini çıkardım. Yatağın üzerine bırakıp yanına da havlu bıraktım. "Sen üzerini değiştir, geliyorum." dedim. Kendim için de kıyafet alıp Umay'ı odamda bırakıp çıktım. Diğer odaya girip üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkardım. Temiz kıyafetleri giyip saçlarımı kuruttum. Mutfağa girdim. Buzdolabını açtım. Geri kapattım ve bir daha açtım. Lan yemek yok. Ben bu kıza ne yedireceğim? Raflarda duran hazır çorbalara baktım. Başka bir seçeneğim yok. Dağlarda ve karargahta daha fazla zaman geçirdiğimden evde yemek yemiyordum. Ezogelin çorbası güzel olurdu. Tencereye su doldurup ocağın üzerine koydum. Su sıcakken mi koyuyoruz? Soğukken mi? Annem nerdesin? Oğlun ne hallere düştü? 🔫 Çorbayı kaseye doldurdum. Çekmeceden kaşık alıp tadına baktım. "Lan senin elinin lezzeti ne güzelmiş? Annem görse gurur duyardı." Kaseyi tepsiye bıraktım. Yanına bir bardak su ve ilaçlarını koyup odama doğru ilerledim. Kapıya vurdum hafifçe. "Umay, giyindin mi?" dedim. Bir cevap gelmememişti. Kapıyı açtım. Yatağın üzerinde cenin pozisyonu almış uyuyordu. Elimdeki tepsiyi komidinin üzerine bıraktım. Benim kıyafetlerimi giymişti. Gülümsedim. Hiç gülümsemeyen ben Umay'ı gördüğümden beri gülümsüyorum. Gözlerim yerdeki, çıkardığı kıyafetlere takıldı. Gözlerimi kaçırıp Umay'ın yanına yaklaştım. "Umay?" dedim. "Efendim." dedi, gözlerini açarak. "Sen uyumuyor muydun?" dedim. "İzin vermiyorsun ki." dedi. Acaba hasta değilde bilerek mi yapıyor? "Hadi doğrulada çorba içireceğim." dedim. "Midem bulanıyor." dedi. "İlacını içirelim, geçer." dedim. Kollarından tutup doğrulmasına yardım ettim. Bir eliyle ağzını kapattı. "Mideni boşaltacaksan banyoya girelim." dedim. Gözlerini yumup açtı. Kucağıma alıp hızlıca odamdaki banyoya götürdüm. Lavaboya doğru eğildi. Saçlarını toplayıp arkasında tuttum. "Sen neden saçlarını kurutmamışsın?" dedim. Başını kaldırıp bana baktı. "Sence şu an konumuz saçlarım mı?" dedi. Dediği gibi de üzerime kustu. Bir üzerime birde karşımda mahçup gözlerle bana bakan, Umay'a baktım. Mahçup gözlerle dedim ama yanılmış olabilirim. Çünkü gülmemek için zorlanıyor gibiydi. "Konumuz bu galiba." dedim, üzerimi göstererek. Güldü. "Komik mi?" dedim. Kahkaha attı. Tişörtü üzerimden sıyırıp köşeye attım. Umay'a yaklaşıp yüzünü yıkadım. Hâlâ gülüyordu. Bir eliyle de şortu tutmuştu. "Düşecek." deyip bir kez daha kahkaha attı. Umay'ın bir dakikası diğerini tutmuyordu. Gülümsedim. Sinirli hâlindense bu hâli çok daha iyiydi. Banyodan çıktık. Sağolsun Umay, benim üzerimden başka bir yere midesini boşaltmamıştı. Yatağın içine oturttum. Üzerine bir şey örtmedim. Hâlâ titriyordu. Gerçekten de çok dayanıklıydı. Yanına oturup çorba kasesini elime aldım. Karıştırıp üfledim. Kaşığı dudaklarına uzattım. "Bu ne?" dedi. "Ezogelin çorbası." dedim. Ağzını açtı. İçti. Zorlukla yutkundu. "Güzel olmuş." dedi. Hasta bir insana göre farklıydı. Çünkü itiraz etmeden hepsini içmişti. İlaçlarını içirip uzanmasına yardım ettim. Ateş ölçeri koltuk altına koydum. Şu an kıpırdayacak hâli bile yoktu. Ses çıkınca kolunun altından aldım. Otuz sekizi geçmişti. Odamdan çıkıp mutfağa girdim. Dolapları karıştırıp büyük saklama kabını aldım. Kapağını çıkarıp içine su doldurdum. Temiz bir bez de alıp odaya geri döndüm. "Ateşini düşürürüz değil mi?" dedim. Bir cevap veremedi. Yatağa oturup elimdeki kabı komidinin üzerine bıraktım. Bezi ıslatıp sıktım. Umay'ın alnına koyduğum gibi daha çok titremeye başlamıştı. "Çok... soğuk." dedi. Üzerindeki bataniyeyi boynuna kadar çekti. Bataniyeyi elleri arasından alıp dizlerine kadar indirdim. Ellerini tuttum. "Sabret biraz. Ateşin düşsün, iyi olacaksın." dedim. Alnındaki bez ısınmıştı. Tekrar ıslatıp alnına koydum. "Anne!" dedi. "Neredesiniz?" Gözleri ıslanmıştı. "Çok yalnızım. Çok üşüyorum." "Umay. Ben buradayım. Yalnız değilsin." dedim. Gözlerini açıp yeşillerini sundu. En ufak bir sese hemen uyanıyordu. "Bana sarılır mısın? Çok üşüyorum." dedi. "Sarılırım." dedim. Oturuşumu değiştirdim. Başını göğüsüme yasladı. Kollarımla sardım bedenini. Aradan bir saat geçmişti. Arada bir şeyler söylüyordu. Sık sık alnındaki bezi değiştiriyordum. Ateşi çok azda olsa düşmüştü. Ağlamaya başladı. Saçlarını okşadım. "Ben kayboldum." Kulağına yaklaşıp fısıldadım. "Ben seni buldum." Gözyaşları göğüsümü ıslatmıştı. Kollarını daha sıkı sardı. "Sen beni buldun." 🔫 Düşünsenize yirmi yedi yıldır hayatınıza hiçbir şekilde bir kadın girmiyor. Ama birgün karşınıza biri çıkıyor... Sorguluyorsunuz. Sen bugüne kadar neredeydin? Ben seni niye bulamadım? Sevmek; güzel birinde aşkı aramak değil. O kişide, bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında, kendini bulmaktır. Ben kendimi buldum. Ben onu buldum. Ben bizi buldum. Sevmek çok güzel bir şeymiş. Umay'ı izliyordum. Yaklaşık altı saattir. Ona, onu bulduğumu söyledikten sonra ilaç gibi gelmişti. Ağlamamıştı artık. Arada kabuslar görüyor, uyanıyordu ama yine uyuyordu. Ateşi düşmüştü son iki saattir. Çok güzel uyuyordu. Ben uyumamıştım. Onu izlerken yeterince dinlenmiştim. Evin kapısından sesler geliyordu. Sessiz bir şekilde ayağa kalkıp odadan çıktım. Kapıyı açtığımda Ömer ile karşılaştım. "Günaydın." dedi, gülümseyerek. "Hayırdır?" dedim. Gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Sen niye sinirlisin? Gece Umay Üsteğmen ile ne yaptığınızı soracaktım." dedi. Geceyi bir an aklımdan geçirince gülümsedim ama eski halime geri döndüm. Kapıda asılı olan anahtarı çıkarttım. "Bundan sonra evime çat diye gelmeyin. Şimdi git. Uyuyacağım." dedim. "Bir şey olmuş. Eve niye almıyorsun? Yoksa evde kız mı var?" dedi. Kendi evine doğru dönüp, "Okan! Yiğit seni aldatıyor koş." Kafasına vurdum. "Lan sessiz ol! Uyanacak." dedim. Gülümsedi. "Umay Üsteğmen değil mi? Çünkü başkası olmaz. Niye burada? Neden çıplaksın? Ne yaptın lan komutanıma?" dedi. O sırada Okan da gelmişti. "Umay Üsteğmen mi buradaymış? Bu ne hız yiğidim? Yarış arabaları yetişemez sana." dedi. "Saçma sapan konuşmayın. Hastaydı. Ateşi çok yüksekti. Evinin nerede olduğunu sordum ama bilmiyorum dedi. Bende mecburiyetten kendi evime getirdim. Dışarıda mı, bıraksaydım?" dedim. "Hastane diye bir şey var. Sen doktor musun, evine getiriyorsun?" dedi Ömer. Bu benim hiç aklıma gelmemişti. "Lan size ne? Defolun gidin. Evimin başka anahtarı varsa da bana getirin." dedim. "Yemedik lan evini. Başka anahtarda yok." dedi Okan. "Çok pis elime düştün. Benden kork bebeğim." dedi Ömer. Gülerek kendi evlerine gittiler. Kapıyı kapatıp odama gittim. Umay uyanmamıştı. Sağ tarafına uyumuştu. Yanına gidip uzandım. Ona doğru dönüp kolumu başımın altına koydum. Sağ elimi uzatıp yüzündeki saçlarını kulağının arkasına itekledim. Kıpırdanmaya başlayınca sırt üstü uzanmaya geçtim. Kolunu üzerime atıp yaklaştı. Başını göğüsümün üzerine koydu. "Burası çok güzel." Başımı eğip yüzüne baktım ama gözleri kapalıydı. Sol kolumu başının altından geçirip sardım. Sağ elimlede saçlarını okşadım. "Orası tamamen sen. Tamamen sana ait."  🔫 Umay'dan Neden bugün gördüğüm tüm rüyalarda Yiğit vardı? Gülümsedim. Şu an neredeysem çok güzel kokuyordu. Sıcacıktı. Elimi gezdirdim. Sertti. Kaşlarımı çatıp gözlerimi açtım. Çıplak bir bedenle bakışıyordum. Yutkunup başımı kaldırdım. Gözleri kapalı bir Yiğit vardı. Kolları arasındaydım. Kendim hızlıca geri çekilirken onu da itmiştim ve yere düşmüştü. "Ben senin-" Beni farkedince cümlesini yarıda kesti. "Alıştın sen." Yerden doğrulup kolunu sıvazladı. Etrafa baktım. Yerde kendi kıyafetlerimi görünce üzerime bakma ihtiyacı hissetmiştim. Başkasının kıyafetleri vardı. Gözlerimi kocaman açıp yatağın üzerindeki örtüyü aldım. Üzerimi kapatıp ayağa kalktım. Yiğit gülümsüyordu. "Üzerinde kıyafet var. Onunla kapatmaya gerek yok." dedi. "Sen neden çıplaksın? Benim kıyafetlerimi kim değiştirdi? Biz neden beraber uyuyoruz? Ne yaptın?" dedim, nefes almadan. Yerden destek alarak ayağa kalktı. "Gece böyle demiyordun ama." dedi, arsızca. Yatağın üzerinden alıp ona doğru attım ama havada yakalamıştı. "Ne diyorsun ya sen?" dedim. Kahkaha attı. Yatağa uzandı. Hâlâ gülümsüyordu. "Ben uyuyacağım. Gece uyutmadın." dedi. Ben neden bir şey hatırlamıyorum? Elimdeki örtüyü suratına attım. Daha çok güldü. Altımdaki şort bol olduğundan düşecek gibi oluyordu. Her iki tarafından tutup yukarı çektim. Yiğit başını yastığa bastırıp gülmeye devam etti. "Gülmeyi kesip bana cevap verecek misin? En son arabama bindik. Bende gerisi yok." dedim. Avucunu başına yaslayıp bana baktı. "Duymaya hazır mısın?" dedi. "Bana bak! Bu seferki yumruğum farklı bir darbe olur, sinirlendirme beni." dedim. "Şakadan hiç anlamıyorsun. Ateşin yükselince buraya getirmek zorunda kaldım. Evinin adresini bilmediğini söyledin. Başka bir şey yok yani." dedi. "Neden çıplaksın?" dedim. "Çünkü üzerime kustun." dedi. Yüzümü buruşturdum. "Benim kıyafetlerim?" dedim, sorar gibi. "Kendin değiştirdin." dedi. Gözlerimi kısıp baktım. "Birlikte niye uyuyorduk?" Çenesini sıvazlayıp gülümsedi. "Sen istedin. Üşüyorum, sarılır mısın? dedin. Ben de sarıldım." dedi. Yatağın ucuna oturup başımı kaşıdım. "Çok ağrı kesici kullandım ondan mı böyle oldu acaba? Hiçbir şey hatırlamıyorum." dedim. Yiğit'e baktım. Beni izliyordu. "Kusura bakma." "Sorun yok." dedi. "Doktorum olup iyileştirdiğin için de teşekkür ederim." dedim. Göz kırptı. Bendeki yeri hep ayrı olacaktı. Her şeyi ile. Ayağa kalktım. "Ben eve gitsem iyi olacak. Daha fazla rahatsızlık vermeyeyim." dedim. Yerinden kalkıp karşıma geçti. "Rahatsızlık vermedin. Evin yakın mı?" diye sordu. "Karşı apartmanda oturuyorum." dedim. "İyimiş." dedi. Üzerime bakıp kıkırdadım. Daha komik bir durumda olamazdım galiba. "Kıyafetlerim ıslak gibi. Ben bu şekil gitsem, yıkayıp getirsem sorun olur mu?" dedim. "Sende kalsın." dedi. Bana uyar. Telefonumu ve silahımı bana uzattı. "Ömer, Okan ve kendi numaramı kaydettim. Bir şeye ihtiyacın olursa ararsın." dedi. "Sen benim telefonumu mu karıştırdın? Şifremi nasıl çözdün?" dedim. "Parmağını bastırdım, açıldı. Sadece numaraları kaydettim. Başka bir şeye girmedim." dedi. Telefonuma girip isimlere baktım. Yiğit'e baktım. Tekrar telefona baktım. Güldüm. "Yakışıklı Üsteğmenimm. Hemde iki m'li." dedim. "Elim yanlışlıkla değmiştir." dedi. Ömer ve Okan'ı da; Akrep ve Kartal diye kaydetmişti. Ayakkabılarımı giyerken Yiğit'te kapıyı açmıştı. Karşı evinde kapısı açıldı. Ömer ve Okan, meraklı teyzeler gibi bize bakıyorlardı. Üzerimdeki kıyafetlere bakınca gülmemek için gözlerini kaçırdılar. "Döverim hepinizi." dedim. "Komutanım geceniz nasıl geçti?" diye sordu Ömer. Kaşlarımı çatıp elimdeki silahı salladım. Hızlıca eve girip kapılarını kapattılar. Gülümsedim. Yiğit'e döndüğümde o da gülümsüyordu. "Görüşürüz." dedim. "Görüşelim." dedi. 🐺 Ilık bir duşun ardından kıyafetlerimi değiştirip oturmuştum. Üzerimde hafif bir kırgınlık vardı ama iyiydim. Yiğit sayesinde. Mutfağa girip buzdolabı ile bakıştık. Açıkmıştım. Fazlasıyla. Üç adet sandviç yapıp yanına çayımı koydum. Sandalyeyi çekip oturdum. Dedem beni aramamıştı, son görüşmemizden beri. Kızgın mıydı? Peki umrumda mıydı? Hayır. Bundan sonra itaatsizlik yapmam. İlkti. Ama son olacak mıydı? Onu zaman gösterecekti. Sandviçleri yemiştim ama doymamıştım. Neyse sonra bir daha bir şeyler yerdim. Odama girip pencereyi açtım, hava alsın diye. Etrafıma bakarken gözüm karşı apartmanın penceresine takıldı. Yiğit'in odası. Odaya girdi. Beni gördü. Gülümsedi. Hemen ardından somurturak odadan çıktı. Yiğit'in saniyesinde değişen ruh halleri. Telefonumu yanıma alıp oturma odasına geçtim. Başımı yaslayıp oturdum. Gözlerimi kapattım. İki dakika sonra telefonuma art arda bildirimler geldi. Elimi uzatıp aldım. Akrep 'Bozkurt Timi Medar-ı İftiharları' grubunu oluşturdu. Kartal'ı ekledi. Sizi ekledi. Yakışıklı Üsteğmenimm'i ekledi. Kahkaha attım. Grubun ismine baktıkça daha çok gülüyordum. Akrep: Grubun yöneticisi olarak öncelikle bir açılış konuşması yapmak istiyorum. Kartal: Kısa kes! Akrep: Kıskanıyorsunuz beni. Akrep: Komutanım biz dışarı çıkacaktık. İyiseniz -ki iyileştiniz bence. Çünkü Yiğit gibi bir doktorunuz vardı. Akrep: Benim kollarım çok ağrıyor, doktorcuğum. Öpsene belki geçer. ;) Gülsem mi? Ağlasam mı? Bilemedim. Aradan beş dakika geçmişti. Ama kimse bir şey yazmamıştı. Tam yazacağım sırada Okan'ın mesajı düştü ekranıma. Kartal: Komutanım, geliyorsunuz değil mi? Ne oldu? Kartal: Ömer, Hakkın rahmetine kavuştu. Kıkırdadım. Yarım saate hazırlanır çıkarım. Kartal: Tamam komutanım. Bekliyoruz. Gülerek telefonu kapatıp olduğum yerden kalktım. Odama ilerledim. Biraz tanıyalım medar-ı iftiharları. 🐺 Kot ceketimi üzerime alıp evden çıktım. "Silahım?" Belime dokundum. Yanımda. "Telefon?" Pantolonumun arka cebindeydi. "Anahtar?" Çantama yeni koydum. "Aklım?" Yerinde. "Kalbim?" Başkasında. Tamamım. Merdivenlerden heyecanlı bir şekilde inip apartmandan çıktım. Okan ve Ömer bir arabaya yaslanmışlardı. Etrafa baktım ama Yiğit yoktu. "Ben geldim." dedim. "Daha gelmeseydiniz. Uyumaya gidiyorduk biz." dedi Ömer. Saatime bakıp güldüm. Okan da Ömer'in ensesine vurmuştu. "Hoşgeldiniz komutanım." dedi Okan. "Hoşbuldum. Yarım saate ineceğimi söylemiştim. Yirmi sekizinci dakikada indim. Erken geldiysen, senin sorunun." dedim. "Telefona bakmamışım ben. Kusura bakmayın. Yiğit bana on beş dakika süre verdi. Yani on beş dakikadır bekliyorum." dedi Ömer. "Telefonuna bakmayı hiç akıl etmedin mi?" dedim. "Aklı olmadığı için normaldir." dedi Okan. Kıkırdadım. "Yiğit Üsteğmen nerede?" diye sordum, çekinerek. Ömer sırıtarak yanıbaşıma geldi. "Çok yorgunmuş. Gece artık ne olduysa?" dedi. "Ömer!" dedim, uyarıcı bir ses tonu ile. Okan da bana bakıp gülümsüyordu. "Kendinize gelir misiniz? Hastaydım. Bana bakmış. Başka bir şey olmamış." dedim. "Olmamış?" dedi Okan, sorar gibi. "Hatırlamıyorum, hiçbir şeyi." dedim, dudaklarımı bükerek. Güldüler. "Konuyu kapatalım. Yiğit Üsteğmen gelmeyecek mi?" Yüzüm asılmıştı. "Aşk olsun komutanım. Yiğit gelmezse bizimle gezmeyecek misiniz?" dedi Ömer. "Hayır. Ne alakası var? Sadece merak ettim." dedim. "Niye merak ettiniz?" dedi Ömer. Göz devirdim. "Ömer. Benim elim ağırdır. Hatırlatırım." dedim. Yüzü ciddiye büründü ve geri çekildi. Gülümsedim. "Geldim. Nereye gidiyoruz?" Aramıza karışan sesin geldiği yöne döndüm. Yüzümdeki gülümseme daha içten bir hâle dönmüştü. Yiğit gelmişti. Galiba ben aklımı da kaybettim. _______ Hoşçakalın❣ |
0% |