Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

Keyifli okumalar dilerim.
________

Konferans salonu önünde öğrencilerin geçmesini bekliyorduk. Bana gülümsemeden kimse geçmiyordu. Başımı hafif kaldırıp, öğrencilere ters ters bakan, Yiğit'e baktım.

Yan profilini incelerken neden gülümsediğimi anlamamıştım. Gözlerini bana çevirdi. Çatık kaşları normale dönerken gülümsemişti.

"Merhaba." Yiğit'ten gözlerimi alıp, karşımda bana elini uzatan, takım elbiseli adama çevirdim. "Ben öğretmenleri, Cem." Yiğit benden önce davranıp öğretmenin elini sıkmıştı. "Çok memnun olduk. Buyrun geçin içeri." Başımı iki yana sallayıp arkalarından girdim.

Yiğit ile beraber sahneye çıktık. Konuşmayı kendisi yapacaktı. Ben sonlara doğru eklemeler yapmayı düşünüyordum. "Öncelikle belirtmek isterim ki burası lise değil, askeriye. Her girdiğiniz mekanda nizami oluşunuzla ve disiplininiz ile dikkat çekecekmelisiniz. En arkada oturup dinlememek diye bir şey yok. Otuz saniye içinde ön koltuklarda inci gibi dizilin. Hemen, şimdi!" Yiğit'in otoriter ses tonundan sonra tüm öğrenciler ön koltuklara hücum etmişlerdi.

Bir saat boyunca Yiğit, sıkılmadan mesleği hakkında konuşmuştu. Dinlemek keyifliydi. "Sorusu olan ya da merak ettiğiniz bir şey var mı?" diye konuya atladım. Bir saat boyunca kalkmayan eller, benim sorum ile havalanmıştı. "Sevgiliniz var mı?" dedi arkalarda oturan biri. Ben soru olarak bunu kastetmemiştim. "Evli misiniz?" diye sordu bir başkası. "Konumuz ile konuşalım." diye ikazda bulundum. "Birlikte çalışabilme olasılığımız yüksek mi?" Yiğit bir adım öne geçip sert bakışlarını yönlendirmişti. Havada olan eller inmişti.

"Yiğit Üsteğmen ile bir ilişkiniz mi var?" Bu defa ben kaşlarımı çattım. "Görünüşe bakılırsa mantıklı bir sorunuz yok. Çıkabilirsiniz." dedim. Öğrenci değil, magazin muhabirleri sanki.

Öğrenciler yavaştan çıkmaya başlarken son soruyu soran öğrenci yanıma geldi. "Özür dilerim, komutanım. Galiba ilişkiniz olduğunu kimse bilmiyordu. Pot kırdım." dedi. Ağzım bir karış açılmıştı. "Aynen öyle aslanım. Büyük pot kırdın." dedi Yiğit. Aynı şaşkınlıkla Yiğit'e döndüm. Gülümsedi.

"Fotoğraf çekebilir miyiz? Bugünü unutmamak için." dedi öğrencilerden biri. "Olmaz." dedi Yiğit. "Olur. Ama bir yerde paylaşılmaması şartıyla." dedim. "Paylaşmayız komutanım. Nazar olursunuz." dedi düşmanım olan öğrenci. Göz devirdim.

Tüm öğrenciler sıralanınca ortalarına geçtim. Yiğit'te arkalara geçmişti. "Komutanım, sevgiliniz olduğuna çok üzüldüm. Bu gece uyuyamam." dedi yanımdaki, sarışın. "Komutanımın sevgilisi olmasaydı bile sana mı bakardı?" dedi sol tarafımda duran. Güldüm. "Çekiyorum."

Öğrencilere veda ettikten sonra otobüse bindiler. "Çok verimli oldu. Çok teşekkür ederiz." dedi Cem. "Görevimiz." dedi Yiğit. Hayır benim cezam.

Otobüs ilerlemeye başlayınca öğrencilerden biri kafasını pencereden sarkıttı. "Söylemezsem içimde kalır. Çok güzelsiniz." Gülümsedim. "Biliyorum." deyip el salladım.

"Çok mütevaziyiz." dedi Yiğit, alay eder gibi. Omuz silktim. "İnsanın kendini bilmesi kötü bir şey mi?" dedim. Göz kırpıp saçlarımı savurdum.

Ortak alanımız olan dinlenme odasına geçtim. Okan ve Ömer çay içiyorlardı. "Afiyet olsun. Beni görünce kalkmanıza gerek yok." deyip koltukta oturdum. "Gitti mi öğrenciler?" diye sordu Okan. "Evet. Umarım bir daha böyle ceza almam. Ceza alacak bir şey de yapmadım ama neyse." dedim. Okan ve Ömer çok içten bir şekilde bana bakıp gülümsüyorlardı. "Çay içer misiniz, komutanım?" dedi Ömer. "Olur." dedim.

Ömer çay bardağını elime verdiği sırada kapı açılmıştı. Yiğit sırıtarak odaya girdi. Ömer ve Okan kalkmadığı için ben de kalkmamıştım. "Hayırdır?" diye sordu Okan. "Yok bir şey." dedi Yiğit. Yanıma oturmuştu. Arkama yaslanıp çayımı yudumladım.

"Öğrencilerin yanlış anlaşılmasına neden bir tepki vermediniz?" diye sordum. "Üstüne destek çıktınız." Kollarını göğüs hizasında bağladı. "İlk defa güzel görmüş gibi bakıyorlardı. Susmuş oldular." dedi. "Bir erkeği susturmak için başka erkeğin arkasına sığınmama gerek yok. Kendim halledebilirdim. Hem öğrenci onlar. Akılları haylazlıkta." dedim. "Haklısın ama birden oldu. Kusura bakma." dedi Yiğit. Neden bu kadar yumuşacık konuşuyordu? Konferans salonundaki Üsteğmen Yiğit ile yanımda oturan aynı kişi mi? Düşünmeden edemiyorum.

Çayımın son damlasını yudumlayıp ayağa kalktım. "Nereye?" diye sordu Yiğit. "Zehir'e bakacağım. Bugün hiç karşılaşmadık." dedim. "Ben de geleyim." dedi ayağa kalkarak. Kaşlarımı çattım. Geri oturdu. Önünde sonunda benden, isteyerek bir yumruk yiyecek. Az kaldı. Odadan çıkıp bahçeye indim.

Eğitim alanına doğru ilerledim. Zehir yine formundaydı. Engellerin üstünden takılmadan zıplıyordu. Zehir beni farkedince havlamaya başladı. Gülümsedim. Üzerime doğru koşmaya başladı. Eğildim. Yanıma gelince başını okşadım. "Volkan seni yormuyor, değil mi?" dedim, Zehir'e. Volkan'a bakıp havladı. "Zehir beni yorar ben onu yormam." dedi Volkan. Üstten bir bakış atınca esas duruşa geçip susmuştu. "Eğitimini bitir, öyle oynayalım." dedim. Havlayıp yerine geçti.

Arkama döndüğümde ilerideki bankta, beyaz önlüklü, siyah uzun saçlı bir kadın gördüm. Kahve içiyordu. Göz göze geldiğimizde ikimizde gülümsedik. Hemcinsimi göreceğime bu kadar sevineceğimi düşünmemiştim. Yanına doğru ilerledim. "Merhaba, oturabilir miyim?" dedim. Yana doğru kayıp "Tabii." dedi. Yanına oturunca elimi uzattım. "Üsteğmen Umay Yücesoy." Gülümseyerek elimi sıktı. "Doktor Öykü Aksoy." Kahvesine göz attım. Bitmek üzereydi. "Bir kahve daha içer misin?" dedim. "Asla hayır demem." dedi. Güldüm. Başımı çevirip etraftaki askerlerde göz gezdirdim. "Asker!" Sesim oldukça sert çıkmıştı. "Emredin komutanım." dedi. "Bize iki kahve getirir misin?" dedim, yumuşacık bir sesle. Sanki az önce sert bir şekilde bağırmamış gibi. "Emredersiniz komutanım." deyip alay binasına girdi.

"Yeni geldin galiba." dedi Öykü. "Evet. Birkaç gün oldu. Sen?" dedim. "Revirdeyim işte. İnsan içine fazla çıkamıyorum. Bazen yoğunluk çok oluyor." dedi. "Koca karargahta yalnız hissediyor olmalısın." dedim. Yüzünü astı. "Biraz öyle. Ama artık yalnız değilim gibi." dedi. Sona doğru gülümsemişti. Karşılık verdim. "Dedikodunun dibine vuracağız." Kahkaha attı.

Çok sıcakkanlı ve sevimli bir insandı. Timdekilerden sonra Öykü'ye de çok çabuk ısınmıştım. Ailem, zaman geçtikçe büyüyordu.

🐺

"Hâlâ askerler rahatsız ediyor mu seni?" diye sordum. İlk geldiği günden bahsetmişti. Askerlerin onu sık sık ziyaret ettiğini anlatıyordu. "Okan Teğmen'in uyarısından sonra artık sadece ihtiyaçları olunca geliyorlar." dedi. Gülümsedim. "Okan iyi biri." dedim. "Evet ama benimle konuşunca gözlerime bakmıyor. Bazı hareketleri garip." dedi Öykü. Allah Allah. Sırıttım. "Neden acaba?" dedim. "Çekiniyor galiba, kadınlardan." dedi. "Olabilir." dedim.

Kahvemi yudumladım. "Askerler konuşurken duydum. Teröristi diri diri yakmışsın." dedi Öykü. Bir saat boyunca konuştuğu gibi rahat konuşmamıştı. Çekinmişti biraz. "Birde kadınlara dedikoducu derler." deyip güldüm. Sahte bir gülüştü. Önüme döndüm. Tam karşıma bakıp devam ettim. "Yaptım. Sekiz yıl önce annem ve babam gönüllü olarak sınıra gittiler. Yaralılara yardım etmek için. Şehit oldular. Ben de bedelini ödettim." Elimin üstünde hissettiğim el ile Öykü'ye döndüm. "Başın sağolsun. Bilmiyordum. Konuyu açmak, aptallık oldu." dedi. "Vatan sağolsun." dedim. Gülümsedim. "Sorun değil. En azından durumu öğrendikten sonra yanımdan kaçıp gitmedin. Hareketlerimden korkan çok varda." Elimi okşayıp gülümsedi. "Güçlü kadınların müptelasıyız." dedi. Kıkırdadım. Öykü tam olarak deli biri.

Yanımıza bir asker yaklaştı. Tekmil verip bana baktı. "Yiğit üsteğmen sizi çağırıyor, komutanım." dedi. "Nereye?" dedim. "Odasına." dedi. "Tamam. Sen gidebilirsin." dedim. Asker selamı verip gitti. Ayağa kalkıp önüme döndüm. "İşler beklemez. Sık sık görüşürüz." dedim. "Bırakmam zaten seni." dedi. Gülümsedim. Kısa bir vedalaşmanın ardından alay binasına girdim. Yiğit'in odasına çıkıp kapıyı tıklattım.

"Gel, Umay."

Kaşlarım havalandı. Kapının önünde kamera mı var? Kapı kolunu indirip odaya girdim. "Benim olduğumu nerden anladınız, komutanım?" diye soru sordum. Arkasına yaslanıp gülümsedi. "Senden başka kapıyı dört defa tıklatan yok." dedi. Omuz silktim. "Beni çağırmışsınız." dedim. "Gittin gelmedin merak ettim." dedi. "Bu mu yani?" dedim. "Evet. Bir saati geçti." dedi. Kaşlarımı çatıp bir adım attım. "Bana bak! Keyfine göre beni istediğin yere çağıramazsın." dedim, sesimi yükselterek. Omuzundaki yıldızların üzerindeki hayali tozları elinin tersiyle atıp gözlerime baktı. "İstediğimi yapabilirmişim gibi geldi." dedi. Kömür karası gözlerine bakıp gülümsedim. Bugün kızasım yoktu. "Biz sadece Umay ve Yiğit olunca bir görüşelim." dedim. "Bu bir randevu mu yoksa?" dedi. Kahkaha attım. "Ne alakası var?" dedim. "Öyle anladım. Randevu defterime bakmam gerek. Boş bir vaktim olunca söylerim." deyip önündeki siyah kaplı defteri açtı. Sayfalarını hızlı hızlı çevirip gözlerime baktı.

"Umay hanıma her zaman müsaitim."

Cevap vereceğim sırada kapı açıldı. "Pardon." dedi Okan. Gülümsedim. "Sorun yok." dedim. "Albay toplantı odasına çağırıyor." dedi. "Geliyoruz." dedim. Okan çıktığında Yiğit'e döndüm. "Operasyon var galiba. Heyecanlandım." Göz devirip ayağa kalktı. "Umarım bu defa beni dinlersin." dedi. "Şartlar neyi gösterirse artık. Duruma göre bakacağız." dedim. "Umay!" dedi. "Emredersiniz komutanım." deyip burun kıvırdım. Çok beklersin.

Toplantı odasına girdik. Sol taraftaki ilk sandalyeyi çekip oturdum. Ömer benim yanıma oturmuştu. Yiğit ve Okan karşımızdaydı. Kısa bir süre sonra Albay'ın odaya girmesiyle ayaklanmıştık. "Oturun çocuklar." deyince anında oturduk.

Albay, baş köşeye yerleşince ters ters bana bakıp önüne döndü. Albay bana taktı. Eline kumandayı alıp karşısındaki dev ekranı açtı. Görsellerde kocaman kamyonetler vardı.

"Sınırda silah ve patlayıcılar için alışveriş yapacaklarını öğrendik. Sayıları çok fazla. Engel olamadığımız taktirde neler olabileceğini düşünmek bile istemeyiz."

Albay ana başlıkları bize bildirip odadan çıkmıştı. Kendi aramızda plan yapacaktık. "Bir fikri olan." diye sordu Yiğit. Elimi kaldırdım. "Dinliyoruz seni, Umay." Dudaklarımı ıslatıp sesimi düzeltmek için öksürmüş gibi yaptım.

"Bence alışveriş yapacakları alanı uzaktan bir inceleyelim. Bize kolaylık sağlar." dedim. "Katılıyorum. Ters bir durumda kaçabilecekleri yerleri öncesinden tespit etmek yararımıza olur." dedi Okan. "Devam et Umay." dedi Yiğit. "Mayın döşeyelim. Patlasınlar. Geberip gitsinler. Neden kendimizi yoruyoruz ki?" dedim. Ömer kahkaha attı. "Hayatımda hiç bu kadar mantıklı bir plan duymamıştım. Ben Umay üsteğmenime katılıyorum." dedi. Gülümsedim. "Bende mantıklı bir şey önereceksin diye bekliyorum." dedi Yiğit. "Gayet mantıklı." dedim. "Kesinlikle." dedi Ömer. "Almamız gereken her şey yok olur." dedi Okan. Ömer ile aynı anda arkamıza yaslanıp kollarımızı bağladık.

"Beğenmiyorsanız, sizin fikirlerinizi dinliyoruz." dedim. "Aynen. Sevgili Mantıklı Kişiler; sizi dinliyoruz." dedi Ömer. Kıkırdadım.

Yiğit ve Okan, gerçekten de çok mantıklı plan yapmışlardı. Ama benim plan bir kere kısa ve öz. Uzatmanın bir anlamı yok. Plan üzerinden bir defa geçmiştik sadece. Bizim için yeterliydi.

Üzerimi değiştirip mühimmat odasına geçtim. Hazırlanıyorlardı. Saçlarımı ördüm. Kaskımı takıp çantamı sırtlandım. İki silahım da yanımdaydı. Mini silahımı postalımın içine saklayıp aynanın karşısına geçtim.

"Beğenmediyseniz, kırmızı rengini getirelim." dedi Yiğit, alayla. "Beğenmemek elde değil. Üstüne üstlük aşık oldum." dedim, üzerimdeki üniformayı kastederek. Yiğit yanıma gelip aynadaki yansımalarımıza baktı. "Bende." dedi. Ömer şiddetli öksürmeye başladı. Arakama dönüp yanına gittim. "İyi misin?" dedim. Mataramı çıkarıp dudaklarına yaklaştırdım. Birkaç yudum alıp derin nefesler aldı. "İyiyim." dedi. "Birden ne oldu?" diye sordum. "Hadi çıkalım. Albay'ı bekletmeyelim." dedi Yiğit. "Çocuk az kalsın ölecekti." dedim. "Kendi eceliyle ölmezse ben öldüreceğim birgün. Az kaldı." dedi Yiğit. "Neden?" dedim. "Umay, çok konuşuyorsun. Yürü hadi." dedi. "Rahatsız olan kulağını kapatsın. Hadi çıkalım Ömer." deyip kapıya doğru ilerledim. "Ayıp lan. Hem senin yüzünden öksürdüm. Hemde hâlâ kötü davranıyorsun. Yazıklar olsun." dedi Ömer ve arkama takıldı. "Birdi, iki oldular." dedi Okan, gülerek.

Dışarı çıktığımızda Albay ile göz göze geldik. "Albay beni korkutuyor." dedim, fısıldayarak. Sessizce güldüler. "Bozkurt Timi!" dedi Albay, yüksek sesle. İnci gibi dizildik.

"Yeni bir vukuat istemiyorum. Burnunuz bile kanamayacak. Sağ salim gidip gelin." dedi. "Emredersiniz komutanım!" Karargâh içinde sesimiz yankılanmıştı. "Umay?" dedi Albay. "Emredersiniz komutanım." dedim. "Umarım öyledir." dedi. Gülümsedim. "Önce Allah'a sonra birbirinize emanetsiniz." Albay'ın dualarından sonra bizi bekleyen Ejder'e bindik.

Yolumuz uzundu. Bir saatlik yolun ardından helikoptere binecektik. Helikopter ile sınıra yakın bir yerde inecek, alışveriş yapılacak alanı yakınen inceleyecektik. Daha sonrasında karakollardan birinde konaklayacaktık. Sonraki gün; büyük gün. Kazasız belasız inşallah.

🐺

Ejder ve helikopter yolculuğumuz, operasyonu konuşarak geçmişti. Alışveriş yapılacak noktaya yakın bir yerde inmiş yürüyorduk. "Alan mayın döşemeye müsait. Niye uzatıyoruz ki?" dedim. "Albay'ın seni uyardığını hatırlıyorum." dedi Yiğit. "Uzun süreli görevleri sevmiyorum. Bir an önce bitsin istiyorum. Sekiz yıl boyunca şerefsizi beklediğim için artık sabrım kalmamış." dedim. "Geçti o günler." dedi Okan. "Öyle. Düşmanım olmak isteyen gelsin. Cebimde çakmaklar çok." dedim. "Komutanım imza verirsiniz sonra. Biraz hayranınız oldum da." dedi Ömer. Gülümsedim.

Yiğit ve Okan önde biz arkalarında ilerliyorduk. "Komutanım eliniz lezzetli mi?" dedi Ömer. Çok güzel omlet yaparım. "Öyle galiba." dedim. "Galiba derken?" dedi Yiğit. "Kimse bana yemek yapmayı öğretmedi. Bilmiyorum." dedim. "Bir şey de eksik olsun. Yeterince mükemmelim." diye devam ettim. Çaktırmadan gülüyorlardı. "Ben sana öğretirim." dedi Yiğit. "Hayır demem." deyip gülümsedim. "Menemen ve makarna yapmayı biliyor sadece." dedi Okan, Yiğit'e takılarak. "Onları biliyorum. O kadar da değil." dedim.

Yiğit, Okan'a ters ters bakıp önüne döndü. "Evimizin neşesi benim. Bu ikisi çok sert." dedi Ömer. "Belli oluyor." dedim, kıkırdayarak. "Çok konuşuyorsunuz. Böyle giderse yarın varacağız, karakola." dedi Yiğit. "Kıskandı." dedim. "Bencede." dedi Ömer.

"Aklıma ne geldi biliyor musunuz?" dedim. "Ne geldi, komutanım?" dedi Okan. "Benim lisedeki ingilizce öğretmenim beni çok kıskanırdı." dedim. "Neden?" dedi Ömer. "Ondan daha güzel ingilizce konuştuğum için." dedim. "Rezil etmediğin kimse kalmadı galiba." dedi Yiğit. "Ben bir şey yapmıyorum. Onlar sinirlerimi bozuyor." dedim. "Haketmişlerdir." dedi Ömer. "Evet." dedim. "Ben biraz belalıyım da." diye devam ettim. "Nasıl yani?" dedi Yiğit. "Bulunduğum yerde mutlaka bir olay olur. Çok yakın bir zamandan örnek verebilirim. Kahve içmek için dışarıya çıktım. Hırsız çıktı karşıma." dedim. "Bence sen gidip olaya bulaşıyorsun." dedi Yiğit. Omuz silktim. "Aynı şey."

Taşın altına kadar her yeri incelemiştik. Bugün ağzım iyice açılmıştı. Çok konuşmuştum. Timdekiler de büyük bir sabırlılıkla beni dinlemişlerdi. Şu an ise konaklayacağımız karakola doğru ilerliyorduk.

"Ben yoruldum." dedim. "Çok konuşmaktandır." dedi Yiğit. "Şaka yapmıştım. Yorulmam ben." Yalan. İki buçuk saattir yürüyorduk.

"Kara göründü." dedi Ömer, heyecanla. Güldüm. "Kırmızı halı yok. Neden yok?" dedim. "Neden olsun?" dedi Yiğit. "Umay Yücesoy geliyor çünkü. Ben herkes değilim." dedim. Omuzunun üzerinden dönüp bana bakmıştı. Kömür karası gözleri ile yeşillerim birleşme noktasına geldiği vakit, Ömer aramıza girmişti.

"İlişkinizi başka yerde yaşayın. Çok konuşuyorsunuz. Yoruldum." dedi Ömer.

"Anlamadım?" dedim, tek kaşımı kaldırarak. Gülümsedi.

"Yiğit çok konuşuyor, demek istedim." dedi.

"Duymadım. Bir daha tekrar eder misin?" dedi Yiğit. Ömer başını gökyüzüne çevirip bir şeyler mırıldandı.

"Ben çok konuşuyorum. Rahatsız ettim. Kusura bakmayın." Aramızdan çekilip ilerledi. Arkasından bakıp güldüm.

"Benim çocuğumu neden üzüyorsunuz?" dedi Okan. Ömer'in arkasına takıldı.

Gülümseyerek onları takip ettim. Kafamdaki kaskı çıkarıp saç örgümü açtım. Kaskı tekrar kafama geçirip yürümeye devam ettim.

Karakolun kapısına geldiğimizde kalabalıklaşmıştı. Kalabalık sevmem. Başımdaki kaskı çıkarıp saçlarımı arkaya itekledim. Tüm askerlerin gözü üzerim-izdeydi. Bize doğru uzun boylu, sarışın, yıldızlarına bakılırsa üsteğmen, geliyordu.

"Hoşgeldiniz. Üsteğmen Murat." deyip elini uzattı. Elini sıkıp gülümsedim. "Üsteğmen Umay. Hoşbulduk." dedim. Diğerleriyle de tokalaştı.

"Yiğit üsteğmenim!" Kadın sesi. Gözlerimi kısıp gelen kişiye baktım. Orta boylarda, esmer bir kadındı. Yiğit'in karşısına geçip tüm dişlerini göstererek gülümsüyordu. Seni sevmedim. "Özlemişim sizi." dedi Yiğit'e. Gülümsedi. Yiğit gülümsedi. Hain. Okan ve Ömer'e selam verip, sonunda gözleri beni buldu. Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş kaybolurken bir adım attı.

"Teğmen Aleyna." Elini uzatmıştı. Gözlerimi kendi yıldızlarıma değdirip karşımdaki elini uzatan kadına baktım. Dudağımın kenarı hafif kıvrılmıştı. "Ellerim dolu tatlım!" dedim.

"Yorulmuşsunuzdur. İçeri geçin." dedi Murat. Yiğit'e baktım. Önüme geçip yürümeye başladı. Aleyna'ya son bir bakış atıp Yiğit'in arkasına takıldım.

Murat'ın gösterdiği odaya girdik. Dört yatak ve iki dolap vardı. Son olarak Okan girip kapıyı kapattı. "Komutanım o ne hareketlerdi?" dedi Ömer, sırıtarak. "Fena bozuldu." dedi Okan. Omuz silktim. Çantamı dolabın içine koyup üzerimdeki ağırlıklardan kurtulmaya başladım. "Yaptığın ayıptı, Umay." dedi Yiğit. "Bizde üste el uzatmak diye bir şey yok. Haddini bilsin." dedim. Kısa bir sessizliğin ardından devam ettim. "Aranızı açtığımı düşündüyseniz, üzülmeyin. Yine gelir, ağzınızın içine kadar girer." Ömer ve Okan, güldükleri belli olmasın diye arkalarını dönmüştü. Yiğit ise gülümseyerek bana bakıyordu.

Yaklaşık bir saat geçmişti. Hepimiz kendimizi yatağa atmış dinleniyorduk. Kapı tıklatıldı. "Gir!" dedi Yiğit, sert sesiyle. Kapı açılınca doğrulup gelen kişiye baktım. Murat üsteğmendi. "Yemek saatini kaçırmayın. Buyrun." dedi. Yataktan hızlıca kalktım. Acıkmıştım. "Ne var yemekte?" deyip odadan çıktım. "Ya da boşver." Yemek yemektir. Bu benim için yeterli.

Yemekhane kısmına girmiştik. Yemeklerimiz masanın üzerinde hazır haldeydi. "Oturun." dedi Yiğit. Askerler hangi sıra ayağa kalkmışlardı? Gözümün başka bir şeyi görmediğinin kanıtı.

Çorbaya kaşığımı daldırıp yudumladım. Yanımda oturan, Yiğit'e baktım. "Senin Ezogelin çorban daha güzeldi." dedim, fısıldayarak. Gülümsedi. "Elim lezzetlidir." dedi. "Tarifini versene bir ara." dedim. "Tarifi mi?" dedi. "Evet." dedim. "Aklımda yok. Eve dönünce hallederiz." dedi. "Tamam." deyip yemeğime geri döndüm.

"Afiyet olsun." dedi Aleyna ve Yiğit'in sağ tarafındaki boş sandalyeye yerleşti. İnsan bir izin ister. Kalkıp saçını başını mı yolsam? Sakin ol, Umay. Sen askersin.

Aleyna, hararetli bir şekilde maceralarını anlatıyordu. Dinlemiyordum. Gereksiz bilgileri duymama özelliğim var. "Oturabilir miyim?" dedi Murat, karşımdaki sandalyeyi işaret ederek. "Tabii, üsteğmenim." dedim. "Yarın ki operasyon için her şey hazır mı?" dedi Yiğit. Sesi oldukça baskın çıkıyordu. "Ufak tefek eksiklikler var sadece, komutanım." dedi Murat. "Tamamlayalım." dedi Yiğit. Gözlerimi Yiğit'e çevirdim. Ters ters Murat'a bakıyordu. "Emredersiniz komutanım." dedi Murat. Sandalyesini geriye doğru itip yemekhaneden çıktı. Üzüldüm.

"Bordo bereli olmak nasıl bir his, komutanım?" dedi Aleyna. Kimseden ses çıkmayınca başımı kaldırdım. Bana soruyordu galiba. "Bir annenin, çocuğunu ilk defa kucağına almasındaki; heyecan, mutluluk, huzur gibi." dedim.

"Daha güzel anlatılamazdı." dedi Okan. Gülümsedim. "Mesleğinize aşık gibisiniz." dedi Aleyna. "Meslek olarak görmüyorum. Benim için belirli saatler içinde çalışıp karşılığında belirli miktarda para alınmasını ifade etmiyor. Nasıl bir insanın yaşaması için kalbinin atmasına ihtiyacı varsa, benim içinde bordo beremin olması kâfi." dedim.

"Evet, sayın seyirciler! Umay üsteğmen acımıyor..." dedi Ömer. Kıkırdadım. "Anladım." dedi Aleyna. "Sanmıyorum." dedim. "Tekrardan afiyet olsun. Murat üsteğmenin yardıma ihtiyacı olabilir." dedi ve gitti.

Yiğit'e döndüm. "Neden Murat üsteğmeni gönderdin? Yazık oldu adama." dedim. Kaşlarını çattı. "Sohbet edeceğine çalışsın. Sen niye Aleyna'yı gönderdin?" dedi. "Ben göndermedim. Soru sordu. Cevapladım. Anlamaya Iq'su yetmedi. Gitti." dedim. "Sizin sohbetinize doyum olmaz. Uyumaya gidiyorum." dedi Ömer. Kaçıp gitmişti. Okan bize bakıp gülümsedi. "Ben Ömer'e bir şey söylemeyi unuttum. Uyumadan yakalayayım." deyip arkasından gitti. Başımı iki yana sallayıp güldüm.

Ayağa kalktım. "Afiyet olsun." dedim Yiğit'e. Bir şey söylemesini beklemeden yemekhaneden çıktım. Hava almak istemiştim. Bahçeye adım attığım gibi geri dönüp kapıdan içeriye girdim. Fakat Yiğit'in kasları ile çarpışmıştık. Geriye çekilip burnumu sıvazladım. "Annen sana hamileyken, taş falan mı yedi? Burnum kırıldı." dedim. Gülümsedi. "Neden çıkman ile geri dönmen bir oldu?" dedi. "Çünkü soğuk. Bir daha hasta olmak istemem. En son hasta olduğumda senin yatağında gözlerimi açmıştım." dedim, fısıldayarak. Kahkaha atmıştı. "Bekle burada. Geliyorum." deyip gitti. Bekleyelim bakalım.

Kısa bir aradan sonra, elinde iki çay ve katlanabilen sandalyeler ile dönmüştü. Çayları elinden aldım. "Hadi çıkalım." dedi. Gülümseyip peşine takıldım.

En uç noktaya gitmiştik. Yiğit sandalyeleri düzeltti. Oturup çayını uzattım. Arkama yaslanıp gökyüzüne baktım. "İnsan olduğunu unutmamışsın." dedi. Çayımdan bir yudum aldım. "Alışmaya çalışıyoruz." dedim, gülerek. "Vay be." dedi. Soran gözlerle baktım.

"Ben mi? Üniforman mı?"

Birden bire sorduğu soru karşısında gözlerim şaşkınlıkla kocaman olmuştu. Üzerimdeki üniformaya bakıp ardından Yiğit'e baktım.

"Tabiiki üniformam."

Cevabım Yiğit'i memnun etmemiş gibiydi. Çayını yudumlayıp gökyüzüne döndü.

"Anladım."

Birde trip mi atıyor? İnanamıyorum. Gülmemek için yanak içimi ısırdım.

"Üniformam sürekli üstümde. Benimle beraber yani. Kaç yıl oldu sonuçta?"

Gece ile bütünleşen gözlerini bana çevirdi. Gözleri... Çok anlamlıydı.

"Bende üs-" Sustu. Cümlesini tamamlamamıştı. Gülümseyip önüne döndü. "Ne saçmalıyorum ben?" Kendi ile konuşuyordu. Kıkırdadım.

Çayımın son yudumunu da alıp bardağı yere bıraktım. Ay ve yıldızları izlemeye koyuldum. Dağları bu yüzden seviyordum. Gökyüzünün güzelliğini engelleyen hiçbir şey yok.

"Çok güzel." dedim, kısa bir sessizliğin ardından. "Senin gibi." dedi Yiğit. Gözlerimi ona çevirdim. Beni izliyordu. "Hı?" Dudaklarım arasından anlamsız mırıltılar çıkmıştı. Gülümseyince, gözlerim yanağındaki çukura kaymıştı. Gözlerimi kaçırıp önüme döndüm.

"Saçların ile aynı renk oldun." deyip kahkaha attı. Ters ters yüzüne baktım. "Sinirlerimi bozma benim. Yüzünü, patlıcan ile aynı renk yaparım." dedim. Daha fazla gülmeye başladı.

"Umay?" dedi, yumuşacık bir ses tonuyla. "Efendim." dedim. "Hiç." dedi. Gamzelerini göstere göstere gülümsüyordu. Neden her defasında, şu gamzeleri görünce içimdeki ses onu öpmemi istiyor? Ayıp. Zihnim terbiyesizleşmeden kalksam iyi olacak.

"Kalkalım artık. Sabah erken kalkacağız." dedim. "Tamam." deyip kalktı. Sandalyeleri katlayıp eline aldı. Cam bardakları aldım. Onları yerlerine bıraktık.

"Odamıza girebiliriz artık?" dedi. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. "Odamız mı?" dedim. Sırıtmaya başladı. "Bozkurt Timi'nin odası işte." dedi. Doğru. Ben neden garipsedim ki? Çok utanç verici bir durum.

Burnumu, işaret ve orta parmağının arasına alıp çekmişti. "Ne yapıyorsun ya sen?" dedim, telaşa düşerek. "Çok tatlı geldin, gözüme. Dayanamadım." dedi. Ardından sesli bir nefes vermişti. Bu adam beni öldürecek.

İlerlemeye başlamıştı ama ben olduğum yerden bir milim bile kıpırdamamıştım. Omuzunun üzerinden bana baktı. "Gelmiyor musun?" Nereye? Odaya. Başka neresi olacak? Başımı eğip hızlıca adımlar attım. Odaya sessizce girip yatağıma geçtim. Postallarımı ve üzerimdeki askeri gömleğimi çıkarıp battaniyenin altına girdim. Yiğit'e arkamı dönmüştüm. Ama gözlerinin üstümde olduğunu hissedebiliyordum.

Kalbim neden bu kadar hızlı atıyordu? Vatan aşkımdan sonra birine daha mı yer açılıyordu? Galiba öyleydi.

___________

Hoşçakalın.

Loading...
0%