@_beyzanurcgrmn_
|
İyi okumalar dilerim. __________ Gülümseyerek sağ tarafıma dönüp gözlerimi açtım. Karşımda bir çift kara göz görünce hâlâ gülümsediğimi farkettim. Bir an irkilip geri çekilmek isterken yer ile buluşmuştum. "Umay?" Dudaklarımı büzüp kalçamı sıvazladım. "İyi misin?" dedi Yiğit. Ranzanın tek katlı olduğuna mı sevinsem, canımın acıdığına mı üzülsem, bilemedim. Yiğit, gamzelerini sunmuştu. Gülmemek için alt dudağını ısırıyordu. "Komik mi?" dedim, ters bir ifadeyle. "Yüz ifaden komik." dedi ve elini uzattı. Kaşlarım çatık bir şekilde eline baktım. Odanın kapısı açıldı. "O ses neydi?" diye sordu Okan. "Komutanım neden yerde oturuyorsunuz?" dedi Ömer. Ayağa kalkıp gülümsedim. Ardından somurttum. "Çünkü yataktan düştüm." Yiğit'ten kıkırdama sesleri gelince dudaklarımı büzdüm. "Yapma öyle." dedi, fısıldayarak. Omuz silktim. "İyi misiniz?" dedi Okan. "Sorun yok. Siz çıkın. Üzerimi değiştirip geliyorum." dedim. Okan ve Ömer çıkınca Yiğit'e döndüm. "Sen çıkmayacak mısın?" Kendi yatağının üzerinden askeri gömleğini aldı. "Hazır değilim." dedi. Yani çıkmayacaktı. Gömleğinin düğmelerini iliklerken bana döndü. "Uykunda gülümsüyordun." dedi. "Olabilir." dedim. "Ne gördün rüyanda?" dedi. Bilmesine gerek yoktu. "Hatırlamıyorum." dedim. Bir an gözü ayaklarıma kaydı. Dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Neye gülümsediğini merak ettiğim için ayaklarıma baktım. Pembe, ayıcıklı çoraplarım ile bakıştık. "Çoraplarım kirlenmişti. Bunu giymek zorunda kaldım." dedim, utanarak. "Güzelmiş." dedi. Gülümsedim. "Teşekkür ederim." dedim. "Bu arada günaydın." dedi. "Ve yalnız değilsin." diye devam etti. Kömür karası gözlerine baktım. Karşımdaki adam gerçek miydi? Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Günaydın." diye fısıldadım. "Sana da bir şey söylenmiyor, güzelim. Hemen kızarıyorsun." dedi. Kaşlarım havalandı. "Güzelim mi?" dedim. "Şey..." dedi. "Ağız alışkanlığı." Kaşlarımı çattım. "Herkese güzelim mi diyorsun?" Niye sinirlenmiştim? "Okan ve Ömer'e. Başka insan yüzü görmüyorum." dedi. Omuz silktim. Yatağın üzerine oturup postallarımı giydim. Bileğimdeki tokamı çıkarıp saçlarımı gelişigüzel topladım. Dış fırçamı ve havlumu almak için dolaptan sırt çıntamı çıkardım. "Nereye?" dedi Yiğit. "Ihtiyaçlarımı gidereceğim." dedim. Odadan yalnız çıktığımı düşünmüştüm ama değilmişim. Yalnız değilsin demişti ama bedeninin de yanımda olması gerekmezdi. Er'lerin yanından geçerken hazır ola geçip selam veriyorlardı. Yiğit, birkaç adım arkamdaydı. Banyo ve tuvaletler biraradaydı. Kapı koluna tutunup açtım. Tüm gözler bize dönmüştü. Buraya da merhaba diyerek girilmez ki. Gülümseyip girdim. Lavabonun karşısına aynadan kendime baktım. Diğer askerlerin de yansımalarını görebiliyordum. "Hadi boşaltın burayı!" dedi Yiğit, sert bir sesle. Yaklaşık on saniye içersinde tüm askerler gitmişti. Diş fırçama, macunu sıkıp dişlerimi fırçalamaya başladım. Aynadan Yiğit'e bakıyordum. Kollarını göğüs hizasında bağlamış, beni izliyordu. "İşinizden alıkoymayayım." dedim boğuk bir sesle. Ağzımın içi köpük doluydu. "İşim yok." dedi. Gözlerimi yansımasından çekip işime devam ettim. Yüzümü bol suyla yıkayıp havlu yardımıyla kuruladım. Elimdekileri Yiğit'e uzattım. İtiraz etmeden almıştı. Tuvalet kapısını açtım. Omuzumun üzerinden kara gözlere baktım. Bana doğru dönmüştü. "Buraya da gir istersen." Tövbe tövbe. Kaşlarını çattı. Sonra gülümseyip dışarı çıktı. Deli galiba. İhtiyaçlarımı giderdikten sonra odaya dönmüş, üzerimi giyinmiştim. Bordo beremi başıma geçirip odadan çıkmıştım. Yemekhaneye doğru ilerliyordum. "Günaydın, Umay üsteğmenim." Başımı sağ tarafa çevirdim. Murat gülümseyerek yanıma geliyordu. "Günaydın." dedim, gülümsemesine karşılık vererek. "Nasılsınız?" diye sordu. "Teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız?" dedim. "İyiyim, sağolun." dedi. Beraber yemekhaneye girdik. Yiğit'in yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. "Karnını güzelce doyur. Sonrasında hemen çıkacağız." dedi ama gözleri Murat'ın üzerinde geziyordu. Sessizce kahvaltıma başladım. "Günaydın." Yiğit'i görünce mi bu kadar heyecanlı çıkıyor sesi? Ters bakışlarımı Aleyna'ya yönelttim. Yiğit'in karşısında oturmuştu. "Günaydın." dedi Yiğit. "Bu operasyonda beraber olacağımız için çok mutluyum. Ve buradaki son haftam. İstanbul'da görev yapacağım." Aleyna anlatmaya devam edecek gibi görünüyordu. "Merak etmiyoruz." dedim. "İzin verirsen kahvaltımı sessiz bir şekilde yapmak istiyorum." diye devam ettim. "Arkadaşlar beni dinlemeyi-" Cümlesini bitirmesine izin vermedim. "Karşında senin arkadaşların yok. Hepsi komutanın." Dudaklarını ıslattı. Bir şeyler söylemek istiyordu ama karşısında rütbeli biri vardı. Olmasa bile, bana cevap verecek niteliğinde biri değil. Ömer gülmemek için başını eğmişti. Okan ise gülümseyerek bana bakıyordu. Çay bardağını elime alıp birkaç yudum aldım. "Çok sertsiniz." dedi Aleyna. "Karşımdaki kişinin, kim olduğuna bağlı." dedim. Gözlerim yeşil zeytinlerin üstündeydi. "Sakin mi, olsan?" dedi Yiğit, fısıldayarak. Gayet sakinim. Arakama yaslanıp Aleyna'ya baktım. Dik dik bana bakıyordu. Gülümsedim. "İstanbuldaki en zengin iş adamlarından Mustafa... Soyadınızı hatırlayamadım. Neyse. Onun kızısın değil mi?" Gözleri büyümüştü. "Konumuzla ne alakası var, komutanım?" dedi. "Hâl ve hareketlerin ile çok alakası var." dedim. Ayağa kalkıp asker selamı verdi ve gitti. "Yanlış bir şey mi söyledim?" Aksine, az bile söyledim. 🐺 Operasyon hakkında çok kısa konuşup, hazırlanmak için odalarımıza çekilmiştik. Ve şu an zincir ile iç içe giren saçımla cebelleşiyordun. "Bana bak! Çık oradan yoksa kazıtırım seni." Yiğit, omuzlarımdan tutup beni kendine çevirdi. "Yardıma ihtiyacın var mı? Yoksa saçınla anlaşabilecek misin?" deyip kahkaha attı. Okan ve Ömer de kıkırdıyorlardı. Ellerinden kurtulup geri çekildim. Cebimden kasaturamı çıkardım. "Ne yapacaksın?" dedi hayrete düşmüş gibi. "Keseceğim." dedim. Kasaturamı elimden aldı. "Saçmalama. Bu saçlara kıylır mı?" dedi. Yaklaşıp saç tellerimi birer birer, acıtmadan çıkardı. Eğer amacı beni etkilemek ise bunu çok güzel başarıyordu. Saçlarımı örüp maskemi ve kaskımı taktım. Sırt çantamı ve silahımı omuzuma aldım ve odadan çıktım. Kısa bir süre sonra timimiz tamamlanmıştı. Veda edip yola koyulduk. Biz önden gidecektik. Murat üsteğmen ve timi de bir saat sonra bize katılacaktı. Hava yağışlıydı ama güzeldi. Seviyordum. Aramıza giren sessizliği ben bozmuştum. "Zaman böyle geçmez. Sohbet edelim." dedim. "İyi dayandın." dedi Yiğit. Bana takmış. "Komutanım sizin operasyon adınız var mı?" diye sordu Ömer. "Var. Duymuşsunuzdur mutlaka." dedim. "Merak ettim." dedi Ömer. "Dişi Kurt. Namı diğer; Asena." Asena olduğumu söylediğim gibi hepsi durmuştu. Yüz ifadelerini görmek isterdim ama maskelerinden dolayı mümkün olmamıştı. "Yalnız başına uyuşturucu çetesini çökerten, Asena mı?" dedi Okan. "Evet." dedim. "İki askerimizi terörist ininden burunları bile kanamadan kurtaran, Asena... Değil mi?" dedi Ömer. "O da benim." dedim. Yiğit'te beni övecek diye bekledim ama sadece yüzüme bakıyordu. Keşke şu maskeler olmasaydı. "Yiğit üsteğmene de Bozkurt derler." dedi Ömer. Kaşlarım havalanmıştı. Yiğit'e baktım. Bozkurt ve Asena. Gülümsedim. Ya da vazgeçtim. İyi ki şu maskeler vardı. Ömer yanıma gelip elimden tuttu. Beni Yiğit'in yanına kadar çekiştirip ortamızda durdu. "Ne yapıyorsun, Akrep?!" dedi Yiğit. "Kurt tutulması." dedi. Kıkırdadım. "Dilek dileyeceğim." Yiğit, Ömer'in kafasına vurmuştu. "Deli bir sevgilim olmasını istiyorum." Ömer yanımızdan ayrıldıktan sonra Okan karşımızda durdu. "Ben de dileyebilir miyim?" Kahkaha attım. "Delisiniz." dedim. Aramıza girip başını gökyüzüne çevirdi. "Allah'ım sen konuyu biliyorsun." deyip uzaklaştı. "Tövbe tövbe." dedi Yiğit. Gülümsedim. İlerlemeye devam ettik. "Dileklerinize bakılırsa sevgiliniz yok. Öyle değil mi?" dedim. "Yok, komutanım. Üç odun takılıyoruz. Ama birinin yakında başı bağlı olacak gibi çünkü adam sıyırdı. Diğeri Allah'a emanet. Sen ki on kişinin içine tek başına gir, korkma. Teröristlere kan kustur. Bir çift kara göz görünce eteklerin tutuşsun." Ömer'in cümlesinden sonra Okan yerden taş alıp kafasına fırlatmıştı. İkincisini anladık. Başı bağlı olacak kişi Yiğit miydi? Ona baktım. Hissetmiş olacak ki bana döndü. Akabinde Ömer'e baktı. "Sen dua et operasyonda bize lazımsın. Karargaha dönünce hatırlat. Anandan emdiğin sütü burnundan getirmezsem, bana Bozkurt demesinler." Sesi oldukça tehditkâr çıkmıştı. "Ben şaka yaptım. Yaşasın odunluk," deyip sahte olduğu tüm çıplaklığıyla belli olan bir gülüş sergiledi. Güldüm. Komik bir durumdu. "Sizin sevgiliniz var mı komutanım?" Ömer neden susmuyordu? "Hayır." dedim. Ellerini birbirine çarpıp "Kurtuldum." dedi. "Anlamadım?" dedim. "Gece uyuyamadı. Uyduruyor. Siz takmayın onu." dedi Okan. Ömer'in çelik yeleğinden tutup ileriye doğru çekiştirdi. Ama konuşmaya devam etti. "Neden sevgiliniz yok? Güzel kadınsınız." Her güzelin sevgilisi olmak zorunda mı? "Güzelliğimle ilgilenecek birini değil de kalbimdeki yaralarla beni kabul edecek birini bekliyorumdur belki." dedim. Yine durdular. Kıkırdadım. "Yalnız siz benim her lafıma şaşırıp duracaksanız, geç kalacağız." Önlerine dönüp yürüdüler. "Çok güzel laftı. Beğendim." dedi Ömer. "Umay komutanım ne kadar mutlu olmuştur. Sen beğenmeseydin çok üzülürdü." dedi Okan, alayla. Yüzümden eksilmeyen gülümseme daha bi' genişlemişti. Araya giren sessizlik canımı sıkıyordu. Neden hemen sustular? "Yiğit, bir şarkı patlat da dinleyelim." Hay dilimin olmayan kemiğine... On saniye araya giren sessizlikten sonra Okan ve Ömer gülmeye başlamıştı. Yiğit, omuzunun üzerinden bana bakıyordu. "Şaka," Otuz iki diş gülümsedim. Görmüyor ki beni. Ne yapıyorum ben? "Gülelim diye." Hâlâ gülen Okan ve Ömer'e baktım. Alt dudağımı ısırdım. Yiğit, başını iki yana sallayıp yoluna devam etti. "Komutanım siz şimdiye kadar neredeydiniz ya?" dedi Ömer, gülmeye devam ederken. "Ben bunu on yıl sonra hatırlar yine gülerim." Abartmaya gerek yok. Yiğit birazdan ben ve Ömer'i beraber boğacak. Ömer zorda olsa susmuştu. Araya yine sessizlik girmişti. Ve yine bozan ben olmuştum. "Nerelisiniz?" Umarım Yiğit, ağzımı kapatmak istemez. Cebinde bant taşımıyordur bence. "Ankara." dedi Ömer. "Sakarya." dedi Okan. "Hatay." dedi Yiğit. "Ben de İzmir." dedim. Tanışmaya bir yerden başlamak gerekir. Dilimin kemiği olsaydı kesin çoktan kırılmıştı. "Dedem en son görüştüğümüzden beri beni aramadı. Acaba beni evlatlıktan red mi etti?" Açtığım konuya bak. Zekan fazla sana kızım. "Koskoca Paşa sonuçta. İşleri vardır." dedi Yiğit. "Çatışma sırasında beni arayıp yemek yiyip yemediğimi sorduğunu hatırlıyorum. İşler ile alakalı değildir. Bana küsmüş olmalı." dedim. "Neden?" dedi Yiğit. "O iti dedem öldürmek istiyordu. Elinden aldım." dedim. Kendi kendime moralimi bozuyorum. "Neyse başka şey hakkında konuşalım." 🐺 Dün iki buçuk saatte geldiğimiz yolu, bugün üç saatte geri dönmüştük. Çok konuştuğum için olmalı. Yağmur durmuştu. Bir saat boyunca da diğer timin gelmesini beklemiştik. Yiğit'in elindeki dürbünü çekip alana baktım. "Ne yapıyorlar orada?" dedim. Kamera düzeneği vardı. Üç kişi de karşısında durmuştu. "Yayın yapacaklar muhtemelen." dedi. "Renklendirelim değil mi?" dedim, gülümseyerek. "Yapalım." dedi. "Biz yerimizi aldık. Emirlerinizi bekliyoruz." dedi Murat. Mikrofonuma dokundum. "Sessiz ilerleyeceğiz. Tek bir kurşun bile boşuna gitmeyecek. Yayın alanı şahsıma ait. Oraya kimse yaklaşmasın." dedim. "Komutanınızı duydunuz. Operasyon başlasın." dedi Yiğit. Görmese bile bakıp gülümsedim. "Dikkat et, Asena." dedi. "Emredersiniz komutanım." deyip yanından ayrıldım. Aşağı doğru ilerledim. "Çok kalabalıklar." dedi Aleyna. "Severiz." Biz gerçek bir timiz. Aynı kelimeyi kullanmıştık. Ömer'in gülüşü kulaklarımı doldurmuştu. Gülümsedim. Sessizce yayın alanına yaklaşmıştım. Sadece üç kişi vardı. Tenha bir yerdi. Diğer teröristlere göre uzaklardı. İşimi daha çok kolaylaştıracaktı. Silahımı onlara doğru doğrulttum. "Türk askeri bedelini öd-" Çok hayal kuruyorlar bunlar ya. Cümlesini bitirmesine izin vermeden alnının ortasına sıkmıştım. Diğer ikisini de indirdim. Kameranın önüne geçtim. Arkamda duran bez parçasını çıkartıp köşeye fırlattım. Kalbimin üzerinde olan cebimden Türk Bayrağımı çıkarıp üç defa öpüp alnıma koydum. Asıp yüzümü kameraya döndüm. "Gördüğünüz gibi bir bok yapamadılar. Yapamayacaklar da. Ben Asena. Tanıyan bilir. Tanımayan da tanımış oldu. Birgün ansızın karşınıza çıkacağım. Bekleyin beni. Buradan Türk Silahlı Kuvvetlerine selamlar söylüyorum. Operasyon başarıyla tamamlanmıştır." Beylik silahımı kılıfından çıkarıp kamera ekranına sıktım. Bu iş bu kadar. "Benim komutanım ya." dedi Ömer, havalı havalı. Kıkırdadım. Beylik silahımı yerine koyup piyade silahımı ellerim arasına aldım. Tamamlandı demiştim ama henüz bitmemişti. Silah sesleri yükselmişti. Nişan alıp arkası bana dönük iki teröristi öldürdüm. "Saat dokuz yönü. İndir, Asena." dedi Yiğit. "Hay hay." deyip silahımı dokuz yönüne çevirdim. Arada uzun mesafe olmasına rağmen ıskalamadan indirmiştim. Yavaş adımlarla ilerlerken ensemde bir baskı oluştu. "Bana dön, asker." dedi. Dönelim bakalım. "Ne var mal?" dedim. Kaşlarını çattı. "Sen kadınsın." dedi. "Asena kiminle konuşuyorsun?" dedi Yiğit. "Sorun yok. Siz devam edin." dedim. "Yanına geliyorum." dedi. "Kiminle konuşuyorsun?" dedi karşımdaki şerefsiz. "Babanla." dedim. Silahın kabzasını kaldırıp bana vuracakken ondan önce davranıp yüzünün ortasına yumruğumu geçirdim. "Terörist olmak için ilk madde akılsız olmak, değil mi? Bu zeka ile nasıl yaşadığınızı bile anlayamıyorum." Alnına sıkıp yoluma devam ettim. "Şu an bile nasıl eğleniyorsunuz, komutanım?" dedi Aleyna. "Çünkü o bayrağına ve üniformasına aşık biri." dedi Yiğit. Gülümsedim. "Kalbimden vurdun." dedim. O sırada karşımda belirmişti. Yanıma geldi. "İyi misin?" diye sordu. "İyiyim." dedim. "Gidelim." dedi. Gidelim. "Bunlar hemen ölüyor. Çok sıkıcı." dedi Ömer. "Bir an önce bitsinler ki karargâha dönelim." dedi Okan. "Niye? Seni bekleyen biri mi var?" dedi Ömer, imâlı imâlı. "Elimde kalırsın." dedi Okan. "Akrep! Kartal! Kendinize gelin." diye uyarıda bulundu, Yiğit. "Emredersiniz komutanım." "Burası temiz. Mühimmatlar güvende." dedi Murat. "Bozkurt timi! Bu işi bitirilerim." dedi Yiğit, tok bir sesle. Çatışma kısa sürmüştü. Etrafı kontrol ediyorduk. "Bir aksiyon yaşamadan bitti." dedi Ömer. On dakikadır hayıflanıyordu. "Yeter Akrep!" dedi Okan. Ömer omuz silkip yanıma geldi. "En sevdiğim komutanım, nasılsılsınız?" dedi. "İyiyim, en sevdiğim asker arkadaşım. Sen nasılsılsın?" dedim. Güldü. "En çok beni sevdiğinizi tahmin etmiştim." dedi. "Ömer! Almayayım seni ayağımın altına. Bi' sus!" dedi Yiğit. "Bu adam ünlemsiz cümle kurmayı bilmiyor." dedi Ömer, fısıldayarak. "Katılıyorum." dedim. "Bırak!" Aleyna'nın sesi ortamda yankılanırken, koşuşturmuştuk. Boynuna bir terörist kolunu dolayıp başına silahı dayamıştı. Arkasına saklanarak, kamufle olmuştu. "Hepiniz çekilin!" dedi şerefsiz herif. "Bırak beni, canımı acıtıyorsun." dedi Aleyna. "Silahlarınızı indirin." dedi it kılıklı. "Sen bırak. Buradan canlı çıkamazsın." dedi Murat. Yüzümdeki maskeyi çıkarıp koltuk altıma bıraktım. Yiğit'e bakıp gözlerimi yumup açtım. Silahını indirmişti. "Herkes silahını indirsin." dedi. Askerler tereddüt etse bile Yiğit'in emrine uyup indirmişlerdi. Öne doğru bir adım attım. "Aslında varya öldürsene." dedim. Aleyna gözlerini fal taşı gibi açıp bana baktı. "Ne saçmalıyorsun sen?" diye cırladı. "Bu kıza, komutanıyla nasıl konuşabileceğini öğretemedim bir türlü. Sık ya kafasına. Çok konuşuyor. Ailesine çatışmada öldü deriz. Büyük bir yükten kurtarmış olursun." dedim. Terörist başını, saklandığı yerden çıkarıp bana baktı. Beylik silahımı çıkarıp tam alnının ortasına sıktım. Aleyna'nın çığlığı, yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Yiğit'e doğru koşup sarıldı. Kaşlarımı çattım. "Kahraman olan benim ama Bozkurt'a sarılıyor. Anlayan varsa, zahmet olmazsa bana da anlatsın." dedim. Ortamda gülüşmeler çoğaldı. Yiğit, Aleyna'dan kurtulup uzaklaştı. Aleyna, sinirli bir şekilde, gözlerime bakıyordu. "Tehlikeli bir kadınsın." dedi. İçten bir şekilde gülümseyip başımı omuzuma yatırdım. "Ben tehlikeli değilim. Ben tehlikenin ta kendisiyim." dedim. 🐺 "Ben tehlikenin ta kendisiyim." Ömer, binince kez, kurduğum cümleyi tekrarlamıştı. Karşıma çıkınca durmak zorunda kalmıştım. "Parti kurun, oy verelim." dedi. Göz devirdim. "Ömer! Elimde kalacaksın. Yeter artık." dedim. Gülümseyip yürümeye devam etti. Aleyna'yı kurtarmamın üstünden bir buçuk saat geçmişti. Mühimmatları teslim etmiştik. Diğer tim ile vedalaşıp yola koyulmuştuk. Yarı yola kadar bizi de bırakmalarını söylemiştim ama isteğim yerine getirilmemişti. Kaderimde sürekli yürümek te varmış. Yiğit yanıma yaklaştı. "Acıktın mı?" diye sordu. "Ben hep açım." dedim, kıkırdayarak. Gülümsedi. Gamzelerine dalmamak için gözlerimi başka yöne çevirdim. Görüş alanıma Browni kek girmişti. Alt dudağımı ısırdım. Başımı kaldırıp Yiğit'e baktım. "Alsana." dedi. Keki elinden alıp büyük bir dikkatle paketini açtım. Paketi burnuma yaklaştırıp gözlerimi kapattım. Kokusuna ölüp ölüp bitiyorum. Gözlerimi açıp keki ikiye böldüm. Yarısını Yiğit'e uzattım. "Bence hemen al. Şayet kararımdan hemen vazgeçebilirim." dedim. Eliyle almak yerine yüzünü yaklaştırıp tek lokmada ağzına almıştı. "Browni öyle yenmez, komutanım." dedim. Minik bir parça ısırıp damağımda beklettim. Başımı bir o yana bir bu yana sallıyordum. Gerisini de mideme yollamak için ağzıma attım. "Şunu yerken kendimden geçiyorum." Acaba içinde bağımlılık yapan maddeler mi vardı? Yiğit'e döndüm. "Teşekkür ederim." Tüm yorgunluğum bir kek ile geçmişti. Ama o kek değildi. O başka bir şeydi. "Dudağının kenarında kalmış." dedi. Dudaklarımı yaladım. "Geçti mi?" dedim. Gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. "Bozkurt!" Okan'ın uyarı niteliğindeki sesi, Yiğit'i kendine getirmişti. "Geçti." dedi ve yanımdan uzaklaştı. Kek paketine gülümseyerek bakıp burnuma yaklaştırdım. "Komutanım, ne yapıyorsunuz?" dedi Ömer, gülerek. Yakalanmıştım. "Çok güzel." dedim. "Bu arada komutanım atladığım bir nokta oldu." dedi. Kek paketini cebime atıp merakla Ömer'in söyleyeceklerini bekledim. "Atışınızın iyi olduğunu biliyorduk ama bu farklı bir şeydi. Tereddüt bile etmeden sıktınız. Başarılı olduğunu bir kez daha dile getirmek isterim." Ömer'in cümleleri egomu okşamıştı. "Keskin nişancılık alanında uzmanım. Tereddüt etmemeyi annemden öğrendim." Elim kolyeme gitmişti. Araya giren telsiz cızırtıları ortamın havasını dağıtmıştı. "Ankara Garnizon Komutanlığı, selamınızı almıştır. Başarılarının devamını dileriz, Asena ." Gözlerim şaşkınlıkla büyürken aynı zamanda gülümsüyordum. Telsiz frekansımı nerden bulmuşlardı ki? "Şırnak Jandarma Bölge Komutanlığı; aleyküm selam. Tebrik ederiz." Ve devam mı ediyordu? "1'inci Komando Eğitim Tugay Komutanlığı-Manisa. Selamınız yerine ulaşmıştır. Sizinle gurur duyuyoruz." Birazdan ağlayacağım. Başımı telsizden kaldırıp beni izleyen tim arkadaşlarıma baktım. Yiğit, kaşlarını çatmıştı. Ömer ve Okan ise gülümsüyordu. Birkaç komutanlıktan da tebrik almıştım. Son bulduğunu düşünerek telsizi yerine koydum. "Ünlü oldunuz." dedi Okan. Kıkırdadım. "Herkes birgün Umay Yücesoy'u tanıyacak." dedim. "Bu başkalarının hoşuna gitmeyebilir." dedi Ömer. "Başkaları kim?" diye sordum. Okan, Ömer'e bakış atıp bana baktı. "Başarınızı kıskananları söylüyor olmalı." dedi Okan. Omuz silktim. Umrumda değil. Hızlı adımlar atarak Yiğit'e yetiştim. "Komutanım bir sorun mu var?" Bakışlarını bana çevirip gülümsedi. "Hayır, sadece yorgunum." dedi. "Herkes beni tebrik etti ama olmadı ya. Bir daha mı kamera karşısına geçsem? Bozkurt Timi'nden bahsederim." dedim. "En çok senin emeğin vardı. Tebrikleri en çok sen hakettin." dedi. Omuz silktim. "Tebrik almak için yapmıyorum ki. Egomu yükseltiyorlar ama olmasa da olur. Kendi kendime bile egomu yükseltebilirim." dedim. Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. "Nasıl?" diye sordu. "Aynanın karşısına geçiyorum. Çok güzelsin diyorum. Hemen ardından yok sen daha güzelsin diyorum. İki defa kendime iltifat etmiş oluyorum." dedim. Kahkaha attı. Telsizim kendini belli edercesine sesler çıkarınca elime aldım. "Dişi Kurt?" Fatih'imdi. "Birtanem?" Yüzünün gülümsediğine yemin edebilirdim. "Ben sana demedim mi, kimse seni görmeyecek? Kamera karşısına geçip havalı havalı cümleler kurmakta neydi? Sen bizim gizli hazinemizsin. Kimsenin bulmasına izin veremem." Malesef. "Bunları telsiz aracılığıyla konuşmak zorunda mıyız? Biri duyacak şimdi." Sinsi bir şekilde güldü. "Duysunlar. Afferin asker!" Hazır ola geçtim. "Sağol! Öpüyorum." Konuşmayı sonlandırıp telsizi yerine koydum. Helikopterin bizi alacağı bölgeye gidinceye kadar kimse konuşmadı. Helikopter henüz gelmediği için kayaların üstünde oturmuştuk. Yiğit ile yanyanaydık. "Yalnız çok iyi yönettiniz operasyonu. Muhteşem ikili oldunuz." dedi Ömer, gözlerini üzerimizde gezdirirken. "Siz de iyi bir ikilisiniz." deyip Okan'ı işaret ettim. Yüzünü buruşturarak Okan'a bakması gülmeme sebep olmuştu. "Ayrıca kıskanma bizi. Bozkurt ve Asena farkı." Yiğit bana hak verircesine başını salladı. "Birde çak bir beşlik yapın da tam olsun." dedi Ömer, kinayeli bir ifadeyle. Yiğit sol elini havaya kaldırdı. Avucunun içine yumruğumu vurmuştum. Gülümsedi. "Pardon." deyip sağ elimi kaldırdım. Yiğit'in, beşlik çakmasını beklerken, nazik bir şekilde elimi tutup tersine dudaklarını bastırmıştı. Yeşillerim, kömür karası gözlerle bir araya gelmişti. Şaşkın bir biçimde ona bakıyordum. Göz kırpıp elini çekti. Bu adam neler yapıyor böyle? Daha ne kadar beni etkilemeye çalışacak? Dur be adam! Başımı karşıma çevirince Okan ve Ömer aynı anda kafalarını başka yöne çevirdiler. Gülmek hissi içimde oluşsa da utancımdan, vazgeçmiştim. Şu an kafamın içinde neden 'Gir Kanıma' şarkısı çalıyordu. Terbiyesiz! Kendine gel Umay. Helikopter sonunda gelmişti. Usul usul ayağa kalkıp ilerledim. "Gir kanıma hani bekarlık sultanlık derdin yetti canıma yaşarım ben senle gir kanıma..." "Kes be!" Kafamın içindekine gereğinden fazla tepki vermiş olmalıydım. Çünkü etrafımdakilerin bana bakmasının başka açıklaması olmazdı. Başımı eğip helikoptere bindim. Acaba havalanınca kendimi aşağı mı atsam? Ben bu utançla yaşayamam. Helikopterin uçuşu sırasında kafamdaki kaskı çıkardım. Saç örgümü bozup saçlarımı karıştırdım. Gözlerim bir an Yiğit'e kaydı. Ona bakınca, bende olan gözlerini kaçırdı. Saçlarımla yüzümü kapattım. Aklımdan başka türlü şarkılar geçmemesi için dua ediyor, aynı zamanda tövbe ediyordum. Karargaha varınca Albay'ın tebriklerini almış, diğer günün öğle vaktine kadar izinli olduğumuzu öğrenmiştik. İşte bu iyi haberdi. Kıyafetlerimi giydikten sonra çantamı toparlayıp çıktım. Yiğit, Okan ve Ömer beni bekliyorlardı. Biz birlikte gelmiştik değil mi? Umarım o anları hatırlatacak bir imâda bulunmazlardı. Anahtarın düğmesine basıp arabamın kilidini açtım. Araba onlarınmış gibi bir şey söylemeden bindiler. Yiğit karşımda durdu. "Ben kullanayım." deyip anahtarı elimden aldı. Yorgunum zaten kullansın. "Komutanım yarın kahvaltı için size geleceğiz değil mi?" dedi Ömer. Ben güzellik uykumu planlıyordum oysaki. "Başka zaman yaparız, Umay yorgun." dedi Yiğit. "Sorun değil. Kahvaltımızı yapar oradan Karargâha geçeriz." dedim. "Komutanım, börek yer miyiz?" dedi Ömer, heyecanla. "Getirirsen, yeriz." dedim. Ömer dumura uğramıştı. Kıkırdadım. Okan ve Yiğit gülüyordu. Kısa ve sessiz geçen yolculuğun ardından Yiğit'in arabayı park etmesiyle inmiştik. "İyi akşamlar, komutanım." dedi Okan. "İyi akşamlar." dedim. Ömer küsmüştü. Gülümseyince o da gülümsemişti. "Size kıyamıyorum. İyi akşamlar." dedi. "Böreği halledeceğim." deyip göz kırptım. Okan ve Ömer'in gitmesiyle, baş başa kalmıştık. Sakıncalı. "Bir şey lazım mı?" dedi. Sen... diyemedim. "Bilmiyorum. Sabah evden çıkmadan ara istersen." dedim. Bana yardıma gelecekti. Çok sakıncalı. "Tamam. İyi akşamlar." dedi. "İyi akşamlar." deyip apartmana doğru yürüdüm. Bozuk asansöre içimden saydırıp basamakları ikişer, üçer çıktım. Evime kavuşmanın verdiği huzurla gülümseyip odama ilerledim. Silahımı, yastığımın altına koyup banyoya girdim. Ilık bir duş, çok iyi gelmişti. Bornozumu üzerime alıp havluyu saçlarıma sardım. Banyodan çıkıp telefonumu çantamdan çıkardım. Yatağıma uzanacağım sırada mesaj sesiyle titremişti, avucumdaki telefon. Mesaj Yiğit'tendi. "Öyle uyuma. Hastalanırsın." Doğrulup pencereden karşıma baktım. Yiğit tam karşımdaydı. "Beni mi izliyorsun?" Yüzüne kınarcasına baktım. "Gökyüzüne bakıyordum. Birden gözüm kaydı. Ne alakası var?" Burun kıvırdım. "Yalandan kim ölmüş? Ayıp ayıp." Ayağa kalkıp güneşliği çektim. "Umay!" "Yanlış anladın." Kıkırdayıp yatağıma girdim. Çok uykum vardı. "Şaka yapmıştım. Korkmayın." "Çok uykum var. İyi uykular." Bir cevap beklemeden telefonu kapatıp gözlerimi yumdum. 🐺 "Yaşasın ırkımız Hızlı bir hareketle silahımı yastığımın altından çıkarıp ayağa kalktım. "Allah! Allah! Hücum!" Etrafıma bakınca gözlerimi kırpıştırdım. Yeni kafama dank edince yatağımın üstündeki çalan telefonuma baktım. Bu sesi değiştirmeliyim. Her sabah savaşa gider gibi uyanılmaz. Arayan kişiye bakmak için telefonumu elime aldım. 'Yakışlı Üsteğmenimm' "Efendim." Gülümseyerek açmıştım. "Hâlâ uyuyor olduğunu söyleme." dedi. Söylersem ne olur acaba? "Yok. Rabbimin adını zikrederek savaşa gidiyordum." Doğruydu. "Anlamadım?" dedi. Ben de çok anlamış değilim. "Boşver." En iyisi uzatmamaktı. "Yardıma gelecektim. Hazırlamaya başladın mı?" Aynadaki yansımama baktım. Saçlarım dağılmıştı. Bornozum hâlâ üstümdeydi. Silahımın namlusunu şakağıma dayayıp kaşıdım. "Başladım. Zeytinler haşlanıyor şu an." dedim sırıtarak. Beni düşüncelerimden ayıran Yiğit'in şen kahkahası olmuştu. Dudaklarımı büzdüm. Sabah sabah ne içtin, kızım? "Gülmeyi keser misin? Yemediysen senin sorunun. Şahsıma ait bir tarif. Sizinle paylaşmaktan vazgeçtim. Çöpe atacağım." Çok güzel yalanını da uzatıyorsun. Harikasın. "Tamam tamam, sustum. Ne lazım?" Sen. "Sıcak ekmek ve poğaça, simit alabilirsin." Birde gamzelerinden yarım ponsiyon. "Tamam. On dakikaya oradayım." Hiç acele etme. "Bekliyorum. Dikkat et." Kocasını ekmeğe yollayan, yeni evli gibi hissettim bir an. "Ederim." Aramayı sonlandırıp silahımı ve telefonumu bıraktım. Koşarak banyoya girip ihtiyaçlarımı karşıladım. Dolabımın karşısına geçip kırmızı kısa tişörtümü ve takımı olan şortumu giydim hızlıca. Saçlarımı tarayıp masamın üzerindeki kalem ile topladım. İnşallah fırında sıra vardır. Yiğit hemen gelirse rezil olurum. Koştura koştura mutfağa girdim. Derin dondurucu da hazır börek vardı. Kendim yapamıyorsam, alırdım. Tepsiye yerleştirip fırına attım. Böreki ben açtım diye kandırabilirdim. Ondan dolayı geciktim. Çok mantıklı. Buzdolabından kahvaltılıkları çıkarmaya başladım. Off! Nerden çıktı bu kahvaltı işi? Dışarıda ısmarlasaydın işte. Ne yapmayı biliyorsunda insanları evine davet ediyorsun? Menemen. Ah, evet! Menemen malzemelerini çıkarıp hızlıca doğramaya başladım. Galiba duam kabul olmuştu. Çünkü Yiğit hâlâ ortalıkta yoktu. Kötü kötü sırıtırken birden kapı çalmaya başladı. Göz devirip elimdeki bıçağı bıraktım. Acaba açmasam, çalar çalar gider miydi? Çok saçmaladın sen. Dün yediğim kekte bir şey olmalıydı. Ne olduysa ondan sonra oldu. Kapıyı açıp geri çekildim. "Hoşgeldin." dedim, gülümseyerek. Çünkü gülümsememek elde değildi. Karşımdaki gamzelere suratsız bakmak mümkün müydü? "Hoşbuldum." deyip elindeki poşetleri uzattı. Aldım. İçindekileri kontrol ederken browni kek ile göz göze geldik. Aynen onunda gözü var zaten. Yutkundum. Hain. Seni yemeyeceğim. Beynimi yok ediyorsun. Yiğit içeriye girip ayakkabılarını çıkardı. Kapıyı kapatmıştım. "Sen otur. Küçük bir işim kaldı." dedim. "Ne kadar küçük?" dedi. Gülümsedim. Ardından suratımı astım. Ve onun ardından yine gülümsedim. Yiğit hayretler içinde bana bakıyordu. Alt dudağımı ısırdım gülmemek için. "Ömer börek isteyince, sabah sabah börek açtım. Diğerlerini de şimdi hazırlıyorum." dedim. Gözlerini kaçırdı. Gülmemek için zorlanıyor gibiydi. "Gördüm paketini, çöplerin arasında. Ama o marka iyi değil. Bir dahaki sefere beraber alalım." dedi. Buda mı gol değil? Bir şey demeden mutfağa girip menemen yapmaya devam ettim. "Üzülme." dedi. "Önümüze iki tane haşlanmış zeytin de koysan, yeriz biz." Gülüyordu. Omuzumun üzerinden ters ters baktım. Gülümsemesini durdurmuştu. "Ellerimi yıkayıp geliyorum." dedi. "İyi." dedim. Önüme dönüp kıkırdadım. Menemeni pişmeye bırakıp peynir çeşitlerini çıkardım. Yiğit yanıma geldi. "Umay Şefim, ne yapıyoruz?" dedi. "Menemeni sana devrediyorum. Ben masayı hazırlayacağım. Ama öncesinde yapmam gerekenler var." dedim. "Tamamdır." deyip ocağın başına geçti. Peynirleri dilimlerken Yiğit'e baktım. Beni izliyordu. "Kırmızı?" dedi, sorar gibi. "Kırmızı." dedim, görmüyor musun kör der gibi. Bana doğru bir adım attı. Çok çok sakıncalı. Bir adım daha attı. "Çok sevdiğim bir renk." dedi. "Olabilir." dedim. Elini uzatıp saçımdaki kalemi çıkardı. Saçlarım ahenkle omuzuma dökülürken Yiğit'e bakıyordum. "Ne yapıyorsun?" dedim. "Yaramazlık." dedi. Bıçağı ona doğrulttum. "Kan da kırmızı." dedim, tehditkâr bir ses tonuyla. Gülümsedi. "Bağlarım tekrardan." deyip arkama geçti. "Saçların..." dedi. Gerisi gelmemişti. "Ne olmuş saçlarıma?" dedim. "Yumuşacık." dedi. Uğraşmaya devam ediyordu. "Hadi bağla. Masayı kuracağım." dedim. "Tamam." deyip, bir şeyler yapmaya çalıştı. Ellerimi yıkayıp mutfaktan çıktım. Salonumdaki yemek masasını hazırlayıp mutfağa geri döndüm. Yiğit duvara yaslanmıştı. Elleri pantolonunun ceplerindeydi. Kahvaltılıkları salona taşıyordum. O da beni izliyordu. Menemen hazır olunca onu da masaya koydum. Börek te çok güzel görünüyordu. Hâlâ yerinden kıpırdamayan, Yiğit'e döndüm. "Yardım etmen için seni çağırmıştım. Beni izle diye değil." dedim. "Seni izlemek daha keyifli. Kırmızı bir daha giyinme." dedi. Kaşlarım havalandı. "Başkalarının yanında giymemelisin." diye devam etti. Kaşlarımı çattım. Buna kendisi mi karar veriyordu? Biri bana bir şeyi yapmamamı söylerse inadına daha çok yaparım. Sinsi bir şekilde gülümsedim. "Çaydanlıkları masaya taşır mısın? Üzerimi değiştireceğim." dedim. "Tamam." dedi. Odama geçip telefonumu elime aldım. Gruba girdim. "Çaylar soğuyacak. Neredesiniz siz?" Kısa sürede cevap gelmişti. Akrep: İki dakika da oradayız, komutanım. Kartal: Bir şey lazım mı, komutanım? "Sivil hayatta komutanım demeye devam edecekseniz, evime almıyorum." "Her şey var. Teşekkür ederim." Akrep: Tamam Umay. Kartal: Geliyoruz Umay. Yakışıklı Üsteğmenimm: Gelmeseniz de olur. Son mesaja gülümseyip telefonu bıraktım. Dolabımdan siyah pantolonumu ve kırmızı v yaka kazağımı çıkardım. Üzerime giyip saçlarımı taradım. Açık bırakıp bandanamı taktım. Hafif bir makyaj yapıp ayağa kalktım. Kapı çaldı. "Ben bakıyorum." dedi Yiğit. "Dilencileri gönderip geri geleceğim." diye devam etti. Allah'ın delisi. Kazağımı düzeltirken içeriden yüksek bir ses çıkmıştı. Odamdan çıktım, ne olduğuna bakmak için. Ama gördüğüm manzara karşısında alt dudağımı ısırıp bakışlarımı kaçırdım. ______________ Hoşçakalın. |
0% |