Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm

@_beyzanurcgrmn_

Keyifli okumalar dilerim.

_________

Yiğit, boylu boyuna yerde uzanmıştı. Ömer de Yiğit'in üstündeydi. Hemen diplerinde de parçalara ayrılmış vazo vardı. Vazodan çok Yiğit ve Ömer'in, yakın teması dikkatimi çekmişti. Yanak içimi ısırmaya başladım. Eğer gülmeye başlarsam, susmak zor olurdu.

Yiğit, kömür karası gözlerini bana çevirdi. "Biz gidelim, isterseniz?" dedim. Okan gülmeye başladı. "Kalksana üstümden, hayvan herif." dedi Yiğit. Ömeri üstünden atıp ayağa kalktı, hızlıca. Yanıma geldi. "Hayvan gibi adam." Ömer'i kastediyor olmalıydı. Gülümsedim. Kaşlarını çatıp Ömer'e baktı. Ömer ise parçalanmış vazoya bakıyordu. "Tutmak isterken bir anda kendimi Yiğit'in üstünde buldum. Nasıl oldu ben de anlamadım?" dedi Ömer. Biraz korkutmaktan zarar gelmez.

Yüzümü asıp derin bir nefes alıp verdim. "Dedemin kıymetli vazosuydu." Cümlemi bitirmem ile beraber karşımdaki üç çift göz aynı anda büyümüştü. "Paşa?" dedi Ömer sorar gibi. Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. "Çok mu önemliydi?" diye sordu Okan. "Hemde nasıl?" dedim. "Komutanım... Umay..." Ömer konuşamıyordu. "Aynısından bulamaz mıyız?" dedi Yiğit. "Antika olduğu için malesef hayır." dedim.

Ömer, Yiğit ve Okan'a sarılıp karşıma geçti. Uzattığı elini tutup sıktım. "Sizi tanımak güzeldi. Hakkınızı helâl edin." dedi, tek tek yüzlerimize bakarken. Daha fazla dayanamayıp kahkaha attım. Şaşkın ifadeyle beni izliyorlardı. "Kandırdın bizi." dedi Yiğit, onaylamı ister gibi. "Yüz ifadeleriniz çok komikti." dedim. "Kötüsünüz. Yüreğim ağzıma geldi." dedi Ömer. "Enerjiniz yerinizde." dedi Okan. Gülümsedim.

"Çay soğuyacak. Oturun siz, arkanızdan geleceğim." dedim. Okan ve Ömer, salona doğru ilerlemişti. Yiğit'e baktım. "Görürsün sen." dedi. Sırıttım. "Merakla bekliyor olacağım." dedim. "Kazak yakışmış." dedi. "Beğenmenize sevindim, Yiğit Cemil İpekçi." dedim. Yüzünü buruşturdu. Kıkırdadım.

Çömelip parçaları toplamaya başladı. "Sen servis yapmaya başla. Ben burayı hallederim." dedim. "Tamam. Dikkat et, bir yerin kesilmesin." dedi. "Bende o iş." dedim.

Parçaları hızlıca toplayıp elektrikli süpürgeyle üstünden geçtim. Banyoya girip ellerimi yıkadım ve salona girdim.

"Neden başlamadınız?" dedim. "Sensiz boğazımızdan geçmedi. Yiğit başlayacaktı ben engel oldum." deyip sırıttı, Ömer. Tam tersi olması daha inandırıcı. Gülümsedim.

Börek ve menemeni tabaklara servis yaptım. "Harika görünüyor. Ellerine sağlık." dedi Okan. "Afiyet olsun." dedim. "Kendi elleriyle açtı." dedi Yiğit. Ters ters Yiğit'e bakıp önüme döndüm. Elimde kalacak. "Sizi alan yaşadı." dedi Ömer. Pek emin olamadım.

"Kaç kardeşsiniz?" diye sordum. Tanımak istiyordum onları. "Ben tek çocuğum." dedi Okan. Tabağına bakarak konuşuyordu. Kötü bir olayı mı hatırlattım? "Ben de tek çocuğum. Birbirimizin kardeşi oluruz." dedim. Bana bakıp gülümsedi. Karşılık verdim. "Benim bir abim birde kız kardeşim var. İkisi de evli." dedi Ömer. "Sen evde kaldın yani." dedim. Burun kıvırıp çayını yudumladı. "Benim bir ablam var." dedi Yiğit. "Çok kalabalık değilmişsiniz." dedim. "Paşa ile beraber yaşadığını söyledin. Başka kimse yok muydu?" dedi Okan. "Hayır. Bir ben bir de dedem. Babam da benim gibi tek çocuktu. Babaannem, babam çocukken vefat etmiş. Annemin ailesi... Onlar zaten hiç olmadı." dedim. "Biz de varız." dedi Yiğit. "Biliyorum." dedim. "Ama ben hiçbir zaman kendimi yalnız hissetmedim. Bayrağım ve Vatanım her zaman yanımdaydı. Bayrağımın varlığı hiçbir zaman beni yalnız hissettirmedi."

🐺

Yiğit'ten

Tarih bugün iki Ekim'i gösteriyordu. Ve Umay'a olan haranlığım her geçen zaman diliminde artıyordu. Asena olduğunu söylemişti. Bozkurt, Asena'sını bulmuştu. Kendinden bahsettiği her detay, benim bir parçamı tamamlıyor gibiydi. Kaybolan puzzle parçaları birer birer yerine yerleştiriliyordu. Tamamlanmasına çok az kalmıştı.

Umay'ın arabasına yaslanmış çıkmasını bekliyordum. Operasyon, Umay'ın katkılarıyla kusursuz geçmişti. Deli biri ama fazlasıyla zeki ve güçlü bir kadın.

Okan ve Ömer görünmüştü. Bir yalnız bırakmadılar. "Taksiye binin gidin." dedim. "Taksiyi bekleyecek halim yok." dedi Ömer. Okan bana bakıp sırıtıyordu. "Çok hızlısın." dedi. "Senin gibi hoşlandığı kadından utansa mıydı?" dedi Ömer. Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. Okan kaşlarını çatıp Ömer'e baktı. "Konunun benimle ne alakası var? Kafanı kırarım senin." dedi, tehditkâr bir sesle. "Kavganızı sonra yaparsınız. Hadi gidin." dedim. "Çok belli ediyorsun. Böyle de olmaz. Kadınlar biraz kendilerine ters erkekleri sever." dedi Ömer. Ters ters baktım.

"Ben asla bir kadına ters davranmam. Özellikle sevdiğim kadına asla." dedim. Sevdiğim kadın. Gülümsedim.

"Hanımcı oldu bu." dedi Ömer.

"Olması gereken bu." dedi Okan.

"Sen de hanımcıydın değil mi ya?" dedi Ömer. Burun kıvırmıştı. Bana bakıp göz devirdi. "Resmen sırıtıyor. Adam gülmeyi bilmiyor diye psikoloğa götürmeyi planlıyordum. Şu hâle bak. Pişmiş kelle gibi sırıtmayı bırak." Aldırmayıp karargahın girişine baktım. Umay geliyordu. Ben şimdi bu kadını görünce nasıl sırıtmayayım?

Hafif esen rüzgâr, saçlarını uçuruyordu. Gözleri... Gecenin karanlığı ile bütünleşen yeşil gözleri... Sıradan bir yeşil rengi değildi. Viridian rengiydi. Dünya nüfusunun %2'lik dilimi yeşil göze sahipmiş. Ama Umay'ın gözleri eşi benzeri olmayan bir tona sahip. Sadece ona ait.

Dün gece biraz araştırma yapmış olabilirim.

Anahtarın düğmesine basmıştı. Ömer ve Okan arka koltuklara yerleşirken, ben karşına geçtim. "Ben kullanayım." dedim. Bir şey demeden anahtarı avucuma bırakıp ön koltuğa oturdu. Sürücü koltuğuna yerleşip arabayı çalıştırdım.

"Komutanım yarın kahvaltı için size geleceğiz değil mi?" dedi Ömer. Bu adamın ağzını kapatmak lazım. Umay'a baktım. Yorgun görünüyordu. "Başka zaman yaparız, Umay yorgun." dedim. "Sorun değil. Kahvaltımızı yapar oradan Karargâha geçeriz." dedi Umay. Hayır demeyi öğrenmeliydi. "Komutanım, börek yer miyiz?" dedi Ömer, heyecanla. "Getirirsen, yeriz." dedi Umay. Dikiz aynasından Ömer'e baktım. Şaşıp kalmıştı. Gülerek önüme döndüm.

Aramızda başka bir konuşma geçmemişti. Umay yolu izliyordu sessizce. Bende ara ara ona bakıyordum. Daha fazla bakmak için yolu mu uzatsam?

Arabayı park etmemle indik. Yolculuğumuz kısa sürmüştü. "İyi akşamlar, komutanım." dedi Okan. "İyi akşamlar." dedi Umay. Ömer'in, Umay'a trip atar bir hâli vardı. Umay gülümseyerek Ömer'e baktı. "Size kıyamıyorum. İyi akşamlar." dedi. Ben kıyacağım ama sana. "Böreği halledeceğim." deyip göz kırptı, Umay. Okan ve Ömer'in gitmesiyle, baş başa kalmıştık.

Hep böyle olsa keşke.

"Bir şey lazım mı?" dedim. Yardıma gidecektim. Düşünür gibi yaptı. "Bilmiyorum. Sabah evden çıkmadan ara istersen." dedi. Gülümsedim. Kalkar kalmaz ilk duyacağım sesin, karşımdaki hayran olduğum kadına ait olması...

Allah'ım sen konuyu biliyorsun.

"Tamam. İyi akşamlar." dedim. "İyi akşamlar." deyip apartmana doğru yürüdü. Girene kadar arkasından baktım. Apartman kapısı kapandıktan sonra kendi evime doğru yöneldim.

Asansöre binmemiştim. Basamaklardan yavaş yavaş çıktım. Aklımı kurcalıyordu, fazlasıyla. Hatta aklımı yok etmiş kendisi oraya yerleşmişti.

Eve girip kapıyı kapattım. Yatak odasına girdim. Silahımı yastığımın altına bırakıp üzerimdeki deri ceketi çıkardım. Pencerenin karşısına geçip karşı pencereye baktım. Ortalıkta görünmüyordu.

Gökyüzünü izledim bir süre. Aradan on beş dakika geçince gözüm pencereye takıldı. Umay, üzerinde bornoz ve havlu ile yatağına geçmişti galiba. Arka cebimden telefonumu çıkarıp mesaj attım.

"Öyle uyuma. Hastalanırsın."

Başımı kaldırıp karşıya baktım. Umay ile göz göze geldik.

"Beni mi izliyorsun?"

Evet. 

"Gökyüzüne bakıyordum. Birden gözüm kaydı. Ne alakası var?"

Sen yalan söylemezdin, Yiğit.

"Yalandan kim ölmüş? Ayıp ayıp."

Güldüm. Ayağa kalkıp perdeyi çekti. Daha çok güldüm.

"Umay!"

"Yanlış anladın."

Durumu düzeltmek lazım.

"Şaka yapmıştım. Korkmayın."

"Çok uykum var. İyi uykular."

Gülümsedim.

"İyi uykular. Üzerini iyi ört."

Görüldü olmuştu. Cevap gelmeyince uyuduğunu düşünerek telefonu yatağın üzerine bıraktım. Perdeleri çekip üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Banyoya girip soğuk suyun altına girdim. En son ne zaman sıcak bir duş aldığımı hatırlamıyorum. Soğuk su her zaman bana iyi geldi.

Benim hakkımda ne düşündüğünü fazlasıyla merak ediyordum. Operasyon sonrası elinin üzerine kondurduğum öpücük onun kızarmasına sebep olmuştu. Ama yine de emin olamıyorum.

Havluyu sarıp banyodan çıktım. Dolaptan tişört ve şort çıkarıp üzerime giydim. Yatağıma girip dizüstü bilgisayarı karnımın üzerine koydum. Arama motoruna girdim. Geçmişi görünce gülümsemeden edemedim.

'Viridian rengi.'

'Yeşil ve mavi karışımı.'

'%80 yeşil, %20 mavi'

'Dünyadaki yeşil göze sahip kişi sayısı'

'Aşık olduğunu nasıl anlarsın?'

🔫

Aynanın karşısına geçmiş saçlarımı düzeltiyordum. Siyah kot pantolonum üzerine siyah kazak giymiştim. Saçlar siyah, gözler siyah... Çok mu boğucu oldum? Yok ya. Siyah asil bir renktir.

Deri ceketimi giyip silahımı pantolonumun arkasına koydum. Umay'ın ismine tıklayıp arama tuşuna bastım. Kapanmadan son anda açmıştı.

"Efendim." dedi. Günün ayması böyle bir şeymiş. Sesi uykulu geliyordu.

"Hâlâ uyuyor olduğunu söyleme." dedim.

"Yok. Rabbimin adını zikrederek savaşa gidiyordum." dedi. Kaşlarımı çattım.

"Anlamadım?" dedim.

"Boşver." dedi. Siz bilirsiniz Umay Hanım.

"Yardıma gelecektim. Hazırlamaya başladın mı?" Başlamamış ol.

Beş saniye boyunca ses gelmedi. Bekledim.

"Başladım. Zeytinler haşlanıyor şu an." dedi. Yüzümdeki gülümseme yerini kahkahaya bırakmıştı.

"Gülmeyi keser misin? Yemediysen senin sorunun. Şahsıma ait bir tarif. Sizinle paylaşmaktan vazgeçtim. Çöpe atacağım." Ben de inandım zaten.

"Tamam tamam, sustum. Ne lazım?" dedim. Yüzümde koca bir gülümseme vardı.

"Sıcak ekmek ve poğaça, simit alabilirsin." dedi.

"Tamam. On dakikaya oradayım." dedim. Elimden gelse ışınlanırdım.

"Bekliyorum. Dikkat et." dedi. Şu an neden karnıma bir kramp girmişti?

"Ederim." dedim.

Telefonu kapatıp cebime attım. Derin bir nefes alıp verdim. Aynadaki yansımam ile bakıştım. Niye mal gibi sırıtıyorsun? Yüzüme ciddi ifademi yerleştirip evden çıktım.

Köşebaşındaki fırına girdim. "Hoşgeldin Yiğit oğlum." dedi Aptullah amca. "Hoşbuldum." deyip elime poşeti aldım. Aptullah amca beni oğlu gibi sever. Çok sık gelmezdim ama her geldiğimde kendim alırdım, ekmeğimi. Çeşit çeşit poğaça ve simit doldurup üç ekmek aldım. Ömer yalnız başına iki tanesini yiyor. "Hayırdır oğlum misafir mi var?" diye sordu Aptullah amca.

Yok. Gönlümün sahibi o.

"Yiğit?" Aptullah amcanın sesiyle kendime geldim. Gülümsüyordu. "Hayırdır?" dedi. "Hayırdır inşallah." deyip ah çektim. Parayı ödeyip evin karşısındaki markete gittim.

Umay'ın browni aşkını dün görmüştüm. Raflardaki browni keklere ters ters baktım. Birkaç tane alıp kasaya geçtim. "Yiğit abi sen kek yiyor muydun?" dedi Ozan. Mahallemizin çocuklarındandı. On yaşında olmalıydı. "Niye ben insan değil miyim?" dedim. Güldü. Elindekileri kasaya bıraktı. "Annem bunları yazsın dedi." Saçlarını karıştırıp aldıklarının içine birkaç çikolata ekledim. "Hepsi bana ait. Ne kadar?" dedim. "Yiğit abi olmaz. Annem geçen defa çok kızmıştı. Ne zaman karşılaşsak sen ödüyorsun?" dedi Ozan. "Yiğit abi adak adamış ondan ödedi dersin. Canın başka bir şey istiyorsa al. Cimcimeye bir şeyler al." dedim. Gülümsedi. "Bunlar yeterli." dedi. "Bak ben alırsam neler olacağını biliyorsun. Acelem var. Çabuk hadi." dedim. Zorla bir şeyler aldırıp evine göndermiştim. Parayı ödeyip marketten çıktım.

Apartmana girip merdivenlere yöneldim. Yaklaştıkça karnımdaki baskı artıyordu. Evinin önüne geldiğimde gözlerim çöplere takıldı. Hazır börek kutusu vardı. Gülümsedim. Kapıyı üç defa tıklayıp bekledim.

"Hoşgeldin." dedi, gülümseyerek. Her sabah gözümü açtığımda da görsem ya bu gülümsemeyi. "Hoşbuldum." deyip elimdeki poşetleri uzattım. Evli çift gibi hissetmem normal mi?

Ayakkabılarımı çıkarırken kapıyı kapattı. "Sen otur. Küçük bir işim kaldı." dedi. "Ne kadar küçük?" dedim. Önce gülümsedi. Ardından suratını astı. Ve yine gülümsedi. Umay beni korkutuyor. Kaşlarım havalanmıştı. Alt dudağını ısırdı. Tövbe tövbe. "Ömer börek isteyince, sabah sabah börek açtım. Diğerlerini de şimdi hazırlıyorum." dedi. Gözlerimi kaçırdım. Bozsam mı? Bozayım bozayım. Utanınca çok tatlı oluyor. "Gördüm paketini, çöplerin arasında. Ama o marka iyi değil. Bir dahaki sefere beraber alalım." dedim. Dudaklarını büzdü. Yapma Umay.

Arkasını dönüp mutfağa gitti. Ceketimi çıkarıp gittiği yolu takip ettim. "Üzülme." dedim. "Önümüze iki tane haşlanmış zeytin de koysan, yeriz biz." Güldüm. Omuzunun üzerinden ters bir ifadeyle baktı. Her türlü çekicisin. Normal bir yüz ifadeyi takındım. "Ellerimi yıkayıp geliyorum." dedim. "İyi." dedi.

Banyoya girdim. Ellerimi yıkayıp çıktım. Mutfağa girdim tekrardan. "Umay Şefim, ne yapıyoruz?" dedim. "Menemeni sana devrediyorum. Ben masayı hazırlayacağım. Ama öncesinde yapmam gerekenler var." dedi. "Tamamdır." dedim. Ocağın başına geçtim. Menemene göz ucuyla bakıp Umay'a döndüm. Üzerindeki kırmızı takımı fazlasıyla yakışmıştı. Bana bakınca göz göze geldik.

"Kırmızı?" dedim. "Kırmızı." dedi. Onaylayarak. Umay'a doğru bir adım attım. Kızarmaya başlamıştı. Bir adım daha attım. "Çok sevdiğim bir renk." dedim. "Olabilir." dedi. Gözüm saçımdaki kaleme takıldı. Elimi uzatıp kalemi çıkardım. "Ne yapıyorsun?" dedi, hayretle. "Yaramazlık." dedim. Ateş beni çağırıyor. Bıçağı bana doğrulttu. "Kan da kırmızı." dedi, tehditkâr bir ses tonuyla. Gülümsedim. "Bağlarım tekrardan." deyip arkasına geçtim.

Saçlarına dokunduğum gibi farklı bir hisse kapılmıştım. Mis gibi kokuyordu. "Saçların..." dedim. Anlatılmaz ki. "Ne olmuş saçlarıma?" dedi. "Yumuşacık." dedim. Ellerimi arasından geçirip saç tellerinin elime düşmesini izledim. Saçları harika ötesi bir şey. Dokunmak çok çok harika. "Hadi bağla. Masayı kuracağım." dedi. "Tamam." dedim. Toplayıp kalem ile tutturdum. Pek olmamıştı ama olsun. Ellerini yıkayıp mutfaktan çıktı.

Menemen pismişti. Altını kapatıp duvara yaslandım. Ellerimi cebime koyup Umay'ın mutfağa giriş çıkışını izledim.

Ekmek sepetini de götürüp geri gelmişti. Karşımda dikildi. "Yardım etmen için seni çağırmıştım. Beni izle diye değil." Gülümsedim. "Seni izlemek daha keyifli. Kırmızı bir daha giyinme." dedim. Kaşları havalandı. "Başkalarının yanında giymemelisin." diye devam ettim. Kaşlarını çattı.

Sinsi bir şekilde gülümsemişti. Yine aklından ne tür şeyler geçiyor, merak ettim.

Umay'ı kısacık zamanda tanıdığım kadarıyla inadıma gidip kırmızı giyinecekti. Zaten ben de bunu bildiğim için bilerek yaptım. Sırf kırmızı giyinsin diye.

"Çaydanlıkları masaya taşır mısın? Üzerimi değiştireceğim." dedi. "Tamam." dedim. Çaydanlıkları masaya bırakıp koltukta oturdum. Cebimdeki telefon titremişti.

Dişi Kurt: Çaylar soğuyacak. Neredesiniz siz?

Gelmesinler. Niye geliyorlar ki?

Akrep: İki dakika da oradayız, komutanım.

Kartal: Bir şey lazım mı, komutanım?

Dişi Kurt: Sivil hayatta komutanım demeye devam edecekseniz, evime almıyorum.

Dişi Kurt: Her şey var. Teşekkür ederim.

Ben buradayken size mi düştü, ne lazım diye sormak?

Akrep: Tamam Umay.

Kartal: Geliyoruz Umay.

"Gelmeseniz de olur."

Allah'ım ne olur kapılarının kilidi açılmasın da gelmesinler. Amin.

Kısa bir süre sonra kapı çaldı. Evin önünde mi yatıyorlar? "Ben bakıyorum." dedim, ayağa kalkarak. "Dilencileri gönderip geri geleceğim." diye devam ettim.

Kapıyı aralayıp kolumu pervazına yasladım. "Niye geldiniz?" dedim. "Kahvaltı yapmak için." dedi Ömer. Bu adam niye böyle salak? "Geri gidin." dedim. "Saçmalama Yiğit." dedi Okan. "Bir başbaşa bırakmadınız." dedim. "Biz bir timiz. Her an, her yerde, hep birlikte." dedi Ömer. Kaşlarımı çatıp ters ters baktım. "Açız. Evde hiçbir şey yok." dedi Okan. "Dışarda yersiniz. Hadi gidin." dedim.

İkiside aynı anda girmeye çalışınca, Ömer yay misali fırlayıp vazoya çarpmıştı. Kurtarmak isteyince birbirimize çarpmış yer ile buluşmuştuk. Ama bu işte yanlış bir şey vardı. Ömer neden benim üzerimdeydi?

Başımı arkaya doğru eğip varlığını hissettiğim kadına baktım. Bir bize bir vazoya bakıp gözleri bizim üzerimizde durdu. Gülecek gibiydi. "Biz gidelim, isterseniz?" dedi. Rezil olmak istediğim son kişi bile değilsin Umay. Ömer'in kafasına vurdum. "Kalksana üstümden, hayvan herif." dedim. Üzerimden itip ayağa kalktım. Umay'ın yanına doğru adımladım. Başlamadan bitmez değil mi? "Hayvan gibi adam." dedim, Ömer'i kastederek. Gülümsedi. Ters ters Ömer'e baktım. İyi bir dayağı haketti. "Tutmak isterken bir anda kendimi Yiğit'in üstünde buldum. Nasıl oldu ben de anlamadım?" dedi Ömer. Aptal herif.

"Dedemin kıymetli vazosuydu." Umay'ın ağzından çıkan üç kelimelik cümlesi bizi bozguna uğratmıştı. "Paşa?" dedi Ömer, onaylamasını ister gibi. Umay başını aşağı yukarı sallayarak onaylamıştı. Boku yedik. "Çok mu önemliydi?" diye sordu Okan. "Hemde nasıl?" dedi Umay. "Komutanım... Umay..." Ömer'in konuşamamasıyla, normal şartlarda alay ederdim ama şu an ben de olayın içindeydim. "Aynısından bulamaz mıyız?" dedim. "Antika olduğu için malesef hayır." dedi Umay. Demeseydin onu ya.

Ömer, ben ve Okan'a sarılıp Umay'ın karşısına geçti. "Sizi tanımak güzeldi. Hakkınızı helâl edin." dedi, tek tek yüzlerimize bakarken. Umay gülmeye başlamıştı. Kaşlarım havalandı. "Kandırdın bizi." dedim, onaylamasını ister gibi. "Yüz ifadeleriniz çok komikti." dedi Umay. "Kötüsünüz. Yüreğim ağzıma geldi." dedi Ömer. "Enerjiniz yerinizde." dedi Okan. Gülümsedi.

"Çay soğuyacak. Oturun siz, arkanızdan geleceğim." dedi Umay. Okan ve Ömer, salona doğru ilerlemişti. Bana baktı. "Görürsün sen." dedim. İntikamım fena olacak. Sırıttı. "Merakla bekliyor olacağım." dedi. Kıyafetine baktım. Kırmızı giyinmişti. "Kazak yakışmış." dedim. "Beğenmenize sevindim, Yiğit Cemil İpekçi." dedi. Yüzümü buruşturdum.

Çömelip parçaları toplamaya başladım. Ev sahibi sayılırım. "Sen servis yapmaya başla. Ben burayı hallederim." dedi. "Tamam. Dikkat et, bir yerin kesilmesin." dedim. "Bende o iş." dedi.

Salona geçtiğimde Ömer'in çatalını böreğe uzattığını gördüm. Ensesine yapıştırıp kendi yerime geçtim. "Beklesene. Sofra adabı diye bir şey var." dedim. "Umay dedi başlayın diye." dedi Ömer. "Kes! Seni boğmak için zaman kolluyorum zaten. Akşam eve gidelim o zaman görürsün." dedim. Omuz silkip arkasına yaslandı.

Kısa bir süre sonra Umay geldi. "Neden başlamadınız?" dedi. "Sensiz boğazımızdan geçmedi. Yiğit başlayacaktı ben engel oldum." deyip sırıttı, Ömer. Bu adam susmayacak.

Börek ve menemeni tabaklarımıza bol bol doldurmuştu. "Harika görünüyor. Ellerine sağlık." dedi Okan. "Afiyet olsun." dedi Umay. "Kendi elleriyle açtı." dedim. Eşi benzeri olmayan, yeşil gözlerini bana dikti. Ters ters bakıp önüne döndü. "Sizi alan yaşadı." dedi Ömer. Biliyorum.

"Kaç kardeşsiniz?" diye sordu Umay. Konuşmadan duramıyordu. "Ben tek çocuğum." dedi Okan. Aile konusunu konuşmayı hiç sevmezdi. "Ben de tek çocuğum. Birbirimizin kardeşi oluruz." dedi Umay. Yeryüzünde bir melek... Okan gülümseyince, Umay da gülümsemişti. "Benim bir abim birde kız kardeşim var. İkisi de evli." dedi Ömer. "Sen evde kaldın yani." dedi Umay. Sessiz bir şekilde güldüm. "Benim bir ablam var." dedim. "Çok kalabalık değilmişsiniz." dedi Umay. Evlenip kalabalık bir aile oluşturabiliriz. "Paşa ile beraber yaşadığını söyledin. Başka kimse yok muydu?" dedi Okan. "Hayır. Bir ben bir de dedem. Babam da benim gibi tek çocuktu. Babaannem, babam çocukken vefat etmiş. Annemin ailesi... Onlar zaten hiç olmadı." dedi Umay. Bilmem gereken çok şey vardı. "Biz de varız." dedim. Yalnız hissetmesini asla istemem. "Biliyorum." dedi. "Ama ben hiçbir zaman kendimi yalnız hissetmedim. Bayrağım ve Vatanım her zaman yanımdaydı. Bayrağımın varlığı hiçbir zaman beni yalnız hissettirmedi."

Vatanına aşık bir kadını, sevmek...

Hayır. Hayır.

Vatanına aşık bir kadına, aşık olmak...

İşte bu çok çok güzel.

Daldığım yerden beni Okan'ın sesi çıkarmıştı. "Çok şeker attın çayına." Elimin altındaki bardağa baktım. Bir sürü küp şeker erime yolundaydı. Ömer bardağı elimden alıp şekerliğin içine boşalttı. Şekerliği önüme koydu. "Böyle iç." dedi. Çaktırmadan gülüyorlardı.

Umay bardağı ve şekerliği önümden alıp masadan kalktı. "Umay'a bakarken bu dünyadan soyutlanıyorsun, farkında mısın?" dedi Okan. "Kendine gel ya." dedi Ömer. Umay'ın gelmesiyle susmuşlardı. Çayımı doldurup içine iki küp şeker attı. Gülümseyerek bardağı önüme koydu. Ben şimdi bu gülüşü görüp te nasıl dalmayayım?

Önüme dönüp sessiz bir şekilde kahvaltımı yapmaya başladım. Tabağımdaki yeşil ve siyah zeytinlere bakıp gülümsedim. Umay'ın ve benim göz rengim. Yakışıyorlar ya. "İyi misin, Yiğit?" dedi Ömer. "İyiyim." Galiba delirdim.

🔫

Kahvaltı faslı bitmişti. El birliğiyle topladık. "Kabanımı alayım çıkalım." dedi Umay. "Biz önden çıkalım. Siz beraber gelirsiniz." dedi Okan. Canım kardeşim. Umay bana baktı. "Olur." dedi. Ömer ve Okan, bir kez daha teşekkür edip gittiler. Ayakkabılarımı giyip ceketimi üzerime aldım.

Üzerinde beyaz ayı postu ile gelmişti. Gülümsemeden edemedim. Yanıma geldiğinde elimi sürttüm. Yumuşacık bir şeydi. "Kutup ayılarından mı kaçırdın?" dedim. Gülümseyip kabanına sokuldu. "Yumuşacık. Hem sıcak tutuyor." dedim. "Yakışmış." dedim. "Güzele ne yakışmaz?" dedi. Güldüm. Haklı.

Evden çıkınca asansöre baktım. "Bozuk, Allah'ın belası. Yediklerimi, şu asansör yüzünden eritiyorum. Ondan dolayı sürekli acıkıyorum." dedi. Bir asansör ile kavga etmediği kalmıştı. Gözlerim, kabanının içinde kalan saçlarına takıldı. Elimi uzatıp acıtmamaya dikkat ederek çıkarttım. Gözlerime bakıp gülümsedi. "İnelim hadi." dedim. Başını salladı.

Apartmandan çıkınca ilerde oynayan çocuklara baktı. "Ben olsam bu saatte uyurdum. Bunlar bu kadar enerjiyi nereden buluyor?" dedi. "Çocuk işte." dedim. Ozan bize dönmüştü. Bana bakıp gülümsedi. Ardından Umay'a baktı. Kaşları havalandı. Bana bakıp sırıtmaya başladı. Ozan ve Ömer kardeş olmalı.

Elindeki topu arkadaşlarına fırlatıp bize yaklaştı. "Yiğit abi?" deyip kafasını o yana bu yana salladı. "Ozan!" dedim, uyarıcı bir ses tonuyla. Göz kırpıp Umay'a baktı. Olayı anlamaya çalışır bir tavrı vardı.

"Merhaba. Ben Ozan." Elini uzatmıştı. Çocuklar neden bu kadar fena? Umay biraz eğilip Ozan'ın elini sıktı. "Merhaba. Umay ben de." dedi. "Saçlarınız çok güzel." dedi Ozan. Umay gülümseyip Ozan'ın başını okşadı. "Çok teşekkür ederim." demişti. "Yiğit abi, browni keki sana mı aldı?" dedi. Bu çocuk beni yakacak. Umay bana bakmıştı. "Oğlum senin okulun yok mu? Gitsene." dedim. "Öğretmen hastaymış." dedi. Tekrar Umay'a döndü. "Yeni taşıdınız galiba. Benim evimde bir alt sokakta." Umay büyük bir sabırla Ozan'ı dinliyordu. "Evet. Yeni taşındım." dedi. "Yiğit abi ile sevgili misiniz?" Ya Ömer ya da Ozan, biri benim elimde kalacak.

"Hayır. İş arkadaşıyım." dedi Umay. "Sen de mi askersin?" dedi Ozan, şaşkın bir ifadeyle. "Evet." dedi Umay. "Bu kadar soru yeter." dedim. "Başka zaman sohbet ederiz, Umay abla." dedi Ozan. "Olur." dedi Umay. "Kendine iyi bak. Yiğit abi çok iyi bir insan." Beni sebepsiz yere niye övdü şimdi bu? "Evet çok iyi biri. Sen de kendine iyi bak. Havalar soğudu. Fazla dışarda kalmamalısın." dedi Umay. Elini çantasına koyup bir şeyler yaptı. Ardından bir miktar para çıkarıp Ozan'a uzattı. "Arkadaşlarınla bir şeyler alırsınız." Ozan bir adım gerilemişti. "Yok, Umay abla. Sabah Yiğit abi bir şeyler almıştı." dedi Ozan. Her ne kadar deli bir çocuk olsa da fazlasıyla terbiyeli ve saygılıydı.

"Almazsan çok üzülürüm." dedi Umay. Ozan bana baktı. "Alabilirsin. Umay, yabancı değil." dedim. Umay'a bakıp elindeki parayı aldı. "Teşekkür ederiz." dedi. Umay yaklaşıp Ozan'ın yanağından öptü. "Görüşürüz ufaklık." Ozan kaçamak bakışlarla bana bakıyordu. "Görüşürüz." deyip kaçtı.

Umay ile arabaya bindik. "Ne kadar efendi bir çocuk?" dedi. "Mahalledeki tüm çocuklar öyle." dedim. "Çok çekingen ama." dedi. "İki yıl önce babasını kaybetti. Elimizden geldiğince yardım ediyoruz ama annesi kabul etmiyor. Yük olduklarını düşünüyorlar. Ozan da annesinden dolayı böyle." dedim. Yüzü asılmıştı. "Birgün ziyaretlerine gidelim." dedi. "Olur, gideriz." dedim. "Anne ve baba acısı zor." dedi. El freni üzerindeki elini tuttum. Bakışlarını yoldan çekip bana baktı. "Yerini doldurabileceğim bir şey değil ama ben her zaman yanındayım. Ve hiçbir zaman yalnız değilsin."

______________

Hoşçakalın.

Loading...
0%