@_coraline7
|
Millattan önce 1.yüzyıl/ Venüs krallığı/ tapınak Neydi bu hissettiği, heyecan mı? Yıllardır eski teknolojinin şuankinden daha iyi olduğunu savunuyor ve bunu kanıtlamak için araştırmalar yapıyordu. Şimdi ise kendini o geçmişte bulmuştu. Üstüne üstlük yıllardır iddia ettiği şeylerin doğru olduğunu da kendi gözleriyle görmüştü. Pekala korkuyor muydu? Fazlasıyla. 21.Yüzyıldan - büyük ihtimalle - millattan öncesine gelmişti. Göbeklitepe hâlâ sağlam olduğuna göre millattan önce olmalıydı, öyle düşünüyordu. Hangi yıldalardı ve burada ki yıl sistemi neye göre ilerliyordu? 2024'te ilerleyen sisteme göre ilerlemediklerini biliyordu, kullandıkları miladı takvim çok daha sonra çıkmıştı. Sormak aklına gelse de şüphe çekerdi büyük ihtimalle o yüzden bu düşünceyi aklından silmişti. "Eşyaların burada, endişelendiğim için o an onları almak aklıma gelmemişti." Venüs elinde ki kamera, çanta ve saatle hâlâ tapınağın girişinde duran Alya'ya doğru konuşmuş ve yanına ilerlemişti. "Yalnız," dedi elinde ki kamerayı havaya kaldırarak. " Bu modeli daha önce hiç görmemiştim, çok eski gibi..." Alya onun elindekileri hızla almış ve çantayı beline takmıştı. 'eski dediğin şey 2024'ün son modeli ne kadar ödedim biliyor musun!' diye içinden geçirse de gülümsemiş ve kafasını sallayarak onaylamıştı. "Evet, öyle zaten" bunları söyledikten sonra duraksamış ve kelimeyi hatırlamaya çalışmıştı. " Yadigâr! Evet, büyük büyük dedemden yadigâr" saati de havaya kaldırmış; " bu da öyle babam ve annem ölmeden önce bunu bıraktılar" profesyonel bir şekilde ayak üstü kırk yalan söylemişti. Özellikle 'anne ve baba' kısmını söylerken de sanki ölmüşler gibi sesini değiştirmiş ve başını yere eğmişti. O yere bakarken çenesinde bir el hissetmiş, irkilse de belli etmemeye çalışmıştı. Venüs, yüzünde ki üzgün bakışlarla Alya'nın yüzünü çenesinden tutarak hafif kaldırmış ve göz göze gelmelerini sağlamıştı. "Ben, gerçekten üzgünüm... Bilseydim sormazdım, gerçektende. Hem biliyor musun?" Demiş ve elinde ki gümüş üstünde küçük düğmeler olan bilekliği göstermişti. "Bak şimdi buna basacağım, sen de kafama bak tamam mı?" Hızlı hızlı konuşuyor, karşında ki daha dün tanıştığı kızın mutlu olabilmesi için her şeyi yapabileceğini düşünüyordu. "Hm, tamam mı?" Alya cevap vermediğin de tekrar etmiş etmiş, aldığı baş onaylaması ile - ne kadar utansa da - bileklikte ki kırmızı düğmeye basmıştı. Alya gördüğü şeyle kahkaha atarken, Venüs onun yüzüne bakıyordu. Onun güldüğünü görünce o da gülmüş ve yüzünde ki gülüşe bakakalmıştı. 'çok güzel gülüyor ' düşünceleri aklını sararken başını eğmişti. Alya'nın dizginlenen kahkahası Venüs'ün kafasının üzerine baktığında tekrardan artmış bu da Venüs'ün kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Aklına gelenle elini direkt bileğine atmıştı. Bileklik açık kalmıştı! "Bu da ne böyle?" Kahkaları arasından zar zor konuşan Alya'ya cevap vermek yerine daha fazla rezil olmamak için bilekliği kapatmıştı. "Senin, senin az önce kafandan duman sonrasında elleriyle yüzünü kapatan kızarmış yüzün mü çıktı yoksa ben mi yanlış gördüm?" "İkinci şeyi unut lütfen, görmedin onu" "Üzgünüm ama gördüm " "Lütfen şunu kapatabilir miyiz?" Sıkıntıyla konuşan Venüs'e kafasını sallamış ve gülüşünü durdurmuştu. "Tamam bak gerçekten dalga geçmeyeceğim. Sadece, nasıl yaptın bunu?" Vereceği cevap ne kadar utanç verici olsa da, saklamanın bir anlamı yoktu. "Ben küçükken - belki sen de görmüşsündür - ekranlarda bir çizgi film yayınlanıyordu. Orada ki erkek karakter sinirlendiğinde kafasından duman çıkıyor, utandığın da yüzü mor falan oluyordu. Bende onu görünce hep ona özendim benim de öyle dumanlarım çıksın istedim. Küçükken bir çok kez aynanın karşısına geçer sinirlenmeye çalışırdım ama ne kadar denesem de bir türlü kafamdan duman çıkmıyordu. Babam da beni öyle görünce böyle bir şey yaptırmış. Babam bana başta söylemese de o an olan duygularıma göre kafam da yuvarlak emojiye benzer yüzüm çıkıyordu." Aklına gelenle devam etmişti. "Tabi bu sadece bilekliği açtığım zamanlar için geçerli." Venüs bunları mırın kırın ederek anlatmış, Alya ise dinledikçe gülmemek için kendini tutmuştu. "Kendini biraz daha sıkarsan, ilk yaptığım telefon gibi patlayacaksın" Alya şokla gözlerini açmış ona bakıyordu. "Sen daha önce telefon mu yaptın?!" Onun sorusuyla Venüs saçlarını arkaya atmış - ne kadar atsa da saçı tekrardan alnına düşmüştü - havaya girerek konuşmuştu. "Tabii, kaç telefon yaptım biliyor musun? "Yani çokta iyi yapmamışın sanki hepsinin sonu bom!" Son kelimeyi söylerken sesini değiştirmiş ve gülmeye devam etmişti. Morali bozulan Venüs, "biri patladı diye hepsi patlamış olmuyor" kendini havalı göstermeye çalışırken, rezil olmuştu. Aklına birden gelen şeyle kaşlarını çatmış ve " bir dakika ya, adın ne senin?" Alya'ya en çok gerildiği zamanı sorsaydınız şüphesiz ki şu anı seçerdi. Ne demeliydi, hangi ismi söylemeliydi? Kendi isminin olduğunu da sanmıyordu, nasıl ve ne tür isimler vardı? ' pekala sakin ol, mantıklı düşün. Şimdiye kadar iki isim duydum ve ikisi de İngilizceydi. Yani günlük hayatta Venüs ve star diye isim duymadım ama olsun. Okuduğum klasik kitaplardan bir ismi hatırlayayım.' aklına gelen isimle gülümsemiş ve ondan cevap bekleyen Venüs'e bakıp konuşmuştu. "Juliet!" Düzgün bir isim bulmanın verdiği özgüven ve heyecanla hafif sesi yükselmiş ve ağzı kulaklarına verecek şekilde gülümsemişti. "Oh" diye bir ses çıkmıştı Venüs'ün ağzından. " tahmin etmeliydim, dünyanın yarısı Juliet" pekala, 'Romeo ve Juliet' romanının bir yerde ise yarayacağını hayatı boyunca hiç düşünmemişti. Ayrıca dünyanın yarısının Juliet ismine sahip olması garipti ancak bu çokta onun umrunda olmamıştı. "Ya ya öyle..." Sahte bir gülüş " benim annem ve babam da isim bulamayınca bu ismi koymuşlar zaten" son söylediği ile Venüs'ün yüzü buruşmuştu. "O kadar isim varken nasıl bulamamışlar? Bildiğin uğraşmak istememişler" "Olabilir, çokta önemli değil. Boş ver" buraya geldiğinden beri ciddi anlamda hayatında hiç söylemediği kadar yalan söylemişti. Kafasının ağrımaya başladığını hissettiğin de yere çökmüştü. Göbeklitepenin bir kaç adım uzağında duruyorlardı. Bütün taşları sağlamadı ve uzun bir giriş yolu vardı. İçinde çimen olmasa da tapınağın çevresi çimenlerle çevriliydi. Yürürken fark etmese de, şato'ya yürüme olarak beş yedi dakika sürüyordu ve şato büyük olduğu için buradan gözüküyordu. Etrafı ağaçlarla çevrili olsa da şatodan çıkıp dümdüz yürüdüğünde ağaçlar bitiyor ve şehir ortaya çıkıyordu. Uzun binalar, şeffaf ekranlar, garip giyimli insanlar, uçan araba ve motorlar, hatta yanlış görmediyse halının üstünde uçan insanlar bile vardı. Telefonlar ise... Ah o tam Alya'nın hayal ettiği gibiydi. Küçük - gerçekten küçük - yuvarlak bir düğme vardı. O düğmeye bastığında şeffaf bir ekran beliriyordu. Ancak Alya ne kadar uğraşsa da bir türlü ekrandakileri görmemişti. Sanki, sanki korunuyor gibiydi. "Venüs" bunu söylerken yere - çimenlerin üstüne - ayaklarını uzatmıştı. Onun oturduğunu gören Venüs ise çimenlere oturmaktan hoşlanmasa da onun için oturmuştu. "Hm" normalde de kalın ve derin olan sesi bu kelimeyi söylediğinde daha çok kalınlaşıp, derin oluyordu ve Alya buna inanamıyordu işte. "Ben şey diyecektim, gelirken gördüm de telefon da ekranda ki yazılar vs. Gözükmüyordu, sanki..." Onun sözünü Venüs devam ettirdi. "Sanki korunuyormuş gibi değil mi?"gülümseyerek ona bakıyordu. "Evet" "Mahremiyet Juliet, mahremiyet " Bu ismi böyle söylüyorsa kendi ismini nasıl söyleyeceğini düşündü. "Telefonlar ona göre ayarlandı. Çünkü bilirsin kimse yazıştığı veya çektiği fotoğrafların başkası tarafından gözükmesini istemez. O yüzden telefonun sahibi 'herkese etkinleştir' düğmesine basmadığı sürece telefon sahibi dışında kimse o ekrandakileri göremez " sonra aklına gelen şeyle devam etmişti. " Ve tabi ben dışında kimse göremez" duyduğu şeyle heyecanla ona dönmüş ve kolunu dürtmüştü. "Nasıl yani?" Venüs kralın oğluydu, bırakın koluna dokunmayı yanında kimse oturamazdı. O izin vermediği sürece kimse onunla konuşamaz, yüzüne bakamazdı. Ancak daha dün tanıştığı ve sadece adını bildiği kız, Venüs'ün bütün ayarları ile oynamış ve şimdiye kadar bir ilki başarmıştı. Venüs'e neden böyle davrandığını sorsanız, o da buna cevap veremezdi. "Sana 'telefon yaptım' derken şaka yapmıyordum. Sadece ilk yaptığım teknik bir hata yüzünden patlamıştı. Onun dışında şuan dünyada kullanılan o telefonları ben yaptım" daha sonrasında "ağzını kapat" diye dalga geçti Alya ile. "Gerçekten inanamıyorum, hem kralın oğlusun hem de telefon yapıyorsun" "Beni acayip pohpalıyorsun şu an. Yakında başına çıkarım " dalgayala konuşmuştu. "Ay aman kalsın " aynı şekilde o da dalga geçerek cevap vermişti. "Şimdi " derin bir nefes almış ve bağdaş kurarak Alya'ya bakmıştı. "Üzgünüm ama bunları sormak zorundayım" 'biraz daha yalan söylemeliyim' diye geçirdi içinden sıkıntıyla. O da bağdaş kurmuş ve -zaten baktığı - Venüs'ün yüzüne bakmıştı. "Buraya nasıl ve neden geldin?" 'bu kadar gelişmiş bir dünya da gelişmemiş uzakta kalmış bir köy var mıdır ki?' ne söyleyeceğini bilmiyordu. "Nerede yaşadığımı bende bilmiyorum ki, uzak ve kimsenin olmadığı ormanda ki kulüp de yaşıyordum. Ailem geçen yıl vefat etti ve iki güne kadar orada ki yemeklerle geçiniyordum. Yemekler bitince oradan çıkmak zorunda kaldım. Ormanda ilerleyince bir kaç insanla karşılaştım, biliyorum etik değil ama gizlice onların arabasına bindim ve işte buradayım" sonda sıkıntıyla nefes aldı, yalan söylemek istemiyordu. "Boy konusuna gelecek olursak ise, ailem beni evden çıkarmazdı ve hastanede doğmadım. Evde doğmuşum, o yüzden ne bir kimliğim var ne de yapılması gerek şeyler bana yapılmadı. Okuma falan da öğretmediler, dünyadan bir hayli uzak büyüdüm. Bunun nedenini hep merak ettim ama hiç sormaya cesaret edemedim. Daha sonra o şansım da kayboldu işte " hiç duraksamadan bu kadar yalan söylemesi onu ürküttü. "Orman mı, böyle bir şey mümkün mü?" Venüs'ün sorusuyla gerginlikle gülümsedi. "Yani beni gördüğüne göre mümkün değil mi?" Yanlış anlaşıldığını düşünen Venüs, telaşlı bir şekilde konuşmaya başladı. "Hayır hayır, beni yanlış anladın. Sana, dediklerine güveniyorum. Yalan söylemediğini biliyorum. Sadece şaşırdım tamam mı? Teknoloji bu kadar ilerlemiş kaçıncı yüzyıla gelmişiz ama hâlâ böyle insanlar var. Acilen ormanda ki bütün evlerin kontrol edilmesini isteyeceğim." 'en azından söylediğim yalan başkalarına yardımcı olacak' yalan söyleyip durması canını sıkıyordu, özellikle Venüs'ün bu sözlerinden sonra içi sıkıntıyla dolmuştu. "Boyun için bu yaştan sonra yapabileceğim bir şey yok maalesef" başta bunu dalga geçmek için söylediğini düşünse de, Venüs bir hayli mutsuzdu. "Ama eğer senin için bir sorunsa, bunu araştırabilirim. Bir ilaç, bir çözüm bulabilirim" "Sen delirmişsin" dedi tekrar onun omzuna vururken. Bunları söylemesi acayip bir şekilde hoşuna gitmişti. Öte yandan Venüs Alya'nın neden sürekli omzuna vurup durduğunu anlayamıyordu. Hoşuna gitmeyen bir şey mi vardı, gerçekten anlayamıyordu. Açıkçası sormaya da utanıyordu. Venüs'ün hâlâ ondan bir cevap beklediğini fark eden Alya, gülerek başını olumsuz anlamda sallamaktı. "Gerçekten böyle bir şeye gerek yok" "Sen öyle diyorsan" Alya, buraya nasıl geldiğini bilmiyordu ama şüphesiz ki yirmi üç yıllık hayatının en güzel gününü yaşıyordu ve burada kaldığı sürece yaşamaya devam edecekti. Geleceğe nasıl döneceği hakkında bir fikri yoktu ve şimdilik bunu düşünmek istemiyordu.
... Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz --> Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere, Coraline kaçar 👋 👋 |
0% |