@_denizornek_
|
Sonunda babam işten gelmiş ve artık merakla izlemek istediğim kaseti sonunda izleyebilecektim. Babama nasılsın bile diyemeden, “Babacım hoş geldin, hadi lütfen artık kaseti izleyelim.” Babam da anlamamış bakışlarla bana bakarak, “Hangi kaset?” Annem de babama gülümseyerek, “Ailemizin kayıp kasetini buldum da ona heyecanlanıyor.” Babam da bu habere çok sevinmişti. Ailecek sabırsızlıkla kaseti izlemek için görev dağılımı ile evi sinema ortamına çevirmeye başlamıştık. Annem koltukları televizyonun tam önüne yerleştiriyordu, babam içecekleri dolduruyor, ben ise çerezleri koyuyordum. Nihayet evimizi sinema ortamına çevirmeyi başarmıştık. Uzun zamandır televizyon izlemediğimizden dolayı kabloların hepsini yeniden takmak zorunda kalmıştık. Kabloları da bir güzel televizyona bağladıktan sonra artık keyifle ailemizin güzel anılarımızı izlemeye başladık. Videoyu izlerken annem ile babamın ne kadar güzel bir düğün organizasyonu yaptıklarını ve benim de ne kadar mutlu bir çocukluk geçirdiğimi görmüştüm. Mutlu bir şekilde çocukluk anılarımı izlerken annemin kendini tamamen duygusallığa bırakıp çocukluğumu gördükçe ağladığını fark etmiştim. Babam da videoyu benim gibi gülümseyerek izliyordu. Sanırım annelerin, bu konularda daha fazla duygusal olduğunu fark etmiştim. Tabii bu konunun kişiden kişiye göre değişen bir durum olduğunu da biliyordum. Annemin ağlamasına daha fazla dayanamadığımız için babamla bakışarak videoyu yarıda kesme kararı almıştık. Ben videoyu durdurup babam ise perdeleri açıktan sonra ikimiz de anneme sarılıp teselli etmeye çalışıyorduk. Annemin sakinleşemediğini anladığımda onu odamdaki balkona çıkmasını söylemiştim. Annem balkona çıkarken ben de annem ile ikimize kahve hazırlamış ve odamdaki balkona çıktıktan sonra annemin yanına oturmuştum. İkimiz de bir süre konuşmadan sadece manzarayı izliyorduk. Her zaman ki gibi sessizliği bozan yine ben olmuştum. “Anlatmak ister misin?” Annem hiçbir şekilde konuşmuyordu, sadece içindeki sesleri dinlemekle meşguldü. İçindeki sesleri daha rahat dinlesin diye annemi yalnız bırakmak için ayaklanmıştım ki annem elimden tutmuş ve ‘gitme’ dercesine bana masum masum bakıyordu. Annemi kırmak istemediğimden tekrardan yanına oturmuş, kahvemden bir yudum almıştım. O sırada annem, “Anlatacağım ama içimdeki sesi susturamıyorum.” Anneme gülümseyerek, “Acele etmene gerek yok annecim ama içini dökünce rahatlayacaksın, emin ol.” Annem gururlu bakışlarla bana bakarak, “Sen büyüdün de beni mi teselli ediyorsun?” Bu cümleden sonra yüzümde istemsizce tatlı bir tebessüm oluşmuştu. Anneme bu güzel cümlesine şöyle karşılık verdim, “Sanırım bu olaylardan sonra fazla erken büyüdüm. Bütün dertlerimi sana anlatınca hiçbir şeyim kalmıyor. O yüzden belki sen de bana anlatırsan rahatlarsın diye düşündüm.” Annemin göz yaşları dinmiş, yerine yüzünde çok tatlı bir gülümseme belirmişti. Hiçbir şey anlatmadan odamdan ayrılmış, ev işlerine devam etmek için aşağıya inmişti. Açıkçası derdi neydi merak ediyordum. Bunu düşünürken kahvemin son yudumunu da içtikten sonra üzerimdeki sıkıntılardan kurtulmak için sahilde biraz yürüyüş yapma kararı almıştım. Anneme haber verip evden çıktıktan sonra kulaklığımı takmış, müziğin tadını çıkara çıkara sahile doğru yürüyordum. Sahil her zaman ki gibi çok kalabalıktı. Sahilin bir ucundan diğer ucuna kadar yürümek istiyordum ama bu kalabalıkta, bu yürüyüşün tadını çıkarmam pek mümkün gözükmese de kendimi zamanın akışına bırakmaya çalışıyordum. O sırada her zaman ki gibi telefonum susmak bilmiyordu. Arayan sizce kimdi? Tabii ki de avukatım… “Alo…” Karşı taraftan ses gelmiyordu. “Alo! Orada mısınız?” Kulağıma hışırtılı sesler geliyordu. Karşı taraftan ses gelmemesine daha fazla dayanamadığımdan etrafı inletecek kadar yüksek bir sesle, “Alo!” “Alo Güneş,” Nihayet karşı taraftan ses gelmişti. “Buyurun…” “Seni yanlışlıkla aramışım, özür dilerim.” Avukatımın şu an yerine dibine girmek istediğine yemin edebilirim ama ispatlayamam. Yüzümde tebessüm oluşmasına engel olamadan, “Önemli değil, iyi günler,” diyerek telefonu kapatmıştım. Kapatmam ile kızların araması bir olmuştu. Susmayan bir telefonunuz varsa bol sabır diliyorum sevgili okurlarım… Can kızlarım, bugünün asıl programı için hazır olduklarını haber vermek için aramışlardı. Minik kahramanlarımıza destek adına ilanı veren derneğe doğru yürümeye başladım. Kızlarla derneğin önünde buluşacak, yönetimle planladığımız şeyleri teker teker anlattıktan sonra kampanyamızı uygulamaya başlayacaktık. Nihayet derneğe vardığımda, kızlar her zaman ki kapının önünde beni bekliyorlardı. Asya sabırsız bir şekilde, “Ayy, hadi girelim. Çok heyecanlıyım!” Gece de gülümseyerek, “Kız ne bu heyecan, az sakin…” Valla bu sefer Asya’ ya katılıyordum. Çünkü heyecan olunmayacak gibi değildi. Gece’nin nasıl bu kadar sakin kalabildiğini açıkçası çok merak ediyordum. Daha fazla dayanamayarak, “E ne bekliyoruz, hadi girelim!” Asya gülerek, “Kızlar sağ ayakla girelim.” Hepimiz dikkatli bir şekilde sağ ayakla içeri girerek dernek başkanının odasını bulmak için danışmadan yardım almıştık. İlk başvuruyu Gece yaptığı için dernek başkanın odasının nerede olduğunu da danışmaya o sormuştu. Gece önden gidiyor, Asya ve ben de Gece’yi takip ediyorduk. Uzun uğraşlar sonucunda odayı bulduktan sonra kapıyı tıklatıp içeri girdik. Dernek başkanının ne kadar temiz kalpli olduğu konuşmasından, hal ve hareketlerinden belli oluyordu. Zaten böyle bir kampanyayı ancak temiz kalpli insanlar organize edebilirdi, en azından ben böyle düşünüyordum. Kızlarla maddeler halinde yazdığımız düşünceleri teker teker dernek başkanına sunuyorduk. Planladığımız düşünceler başkanımızın hoşuna gitmiş olacak ki anında bizim planlarımızı hiç beklemeden harekete geçirmemizi istediğini şöyle dile getirmişti, “E, o zaman ne güne duruyoruz. İlk baş stant kurmak ile başlayalım. Malum şu an okullar tatil, okullar açılınca üniversite öğrencilerine de çorba dağıtırız. Görev dağılımı yapalım…” Hepimiz pür dikkat başkanımızın anlattıklarını dinliyorduk. “Güneş, senin sesin gür. Sen stantta bağırıp milleti standa doğru çekmeye çalışacaksın. Asya, sen enerjiksin. Sana broşür vereceğim, sen onları herkese dağıtacaksın, almayan olursa moralini bozma, elbet alan olacaktır. Son olarak Gece sen de idari bölümü yani kutuya toplayabildiğin kadar para toplayacaksın. Anlaşıldı mı kızlar?” Hepimiz bir anda, enerjik bir şekilde, “Anlaşıldı!” diye bağırmıştık. “Yarın sabah saat 9.00’da herkesi burada bekliyorum, sonra sahilde standımızı kuracağız. Şimdi çıkabilirsiniz.” Diyerek gülümsemişti. Hepimiz teker teker başkanımıza teşekkür edip odadan çıkmıştık. Çıktıktan sonra kızlarla mutluluktan ellerimizi çarpıp “Oley!” diye bağırmıştık. Fark etmeden fazla bağırmış olacağız ki diğer çalışanlar bize ‘Bunlar ne yapıyor?’ dercesine bakmışlardı. Bu bakışların üzerimizde olduğu inanın hiç umurumuzda değildi. Çünkü hepimiz mutluluktan ve heyecandan çıldırmak üzereydik. Aklıma çok güzel bir fikir gelmişti, “Kızlar, kafeye gidip bunu kutlayalım mı?” Kızlar da sanki yıllardır bu anı bekliyorlarmış gibi hiç beklemeden onay vermişlerdi. Hepimiz o kadar çok mutlu ve heyecanlıydık ki bu konudan başka hiçbir konu konuşmuyorduk, gündemimizde konuşulacak sadece bu konu vardı. İyi ki de sadece bu konu vardı. Çünkü minik savaşçılarımıza yardım etmek, hayatlarına güzel bir dokunuş yapmak kadar güzel bir şey yoktu. Kızlarla kafeye girmiş, içeceklerimizi sipariş etmiştik. Siparişlerimizi de beklerken de fikir alışverişi yapmaya devam ediyorduk. Siparişlerimiz geldikten sonra bir anda kafenin ışıkları kapanmıştı. Herhalde birisinin doğum günü kutlanacaktı ama hiç de düşündüğümüz gibi olmamıştı. Doğum günü pastası bizim masaya gelmişti ama bugün aramızdan kimsenin doğum günü değildi ki… Gece hepimize gülümseyerek, “Ee Güneş, bugünü kutlayalım demedin mi?” Kafedeki herkes bizi alkışlıyordu. Asya’nın da mutluluk ve heyecan duygusu ile birlikte ağzı bir güzel açık kalmıştı. Elimle ağzını kapatıp, “Hadi, mumları üfleyelim,” dedikten sonra kızlarla hep beraber mumları üflemiştik. Asya, “Gece, ne ara aldın bunu?” Gece hiç düşünmeden cevap verdi, “Önceden planlamıştım. Sizlere sürpriz yapmak istedim.” “Çok iyi düşünmüşsün, çok teşekkür ederiz.” Pastalarımız dağıtılır, dağıtılmaz Asya, sanki pastayı önlerinden alacakmış gibi hızlı hızlı yiyordu. Ben tabii ki de buna dayanamamıştım. “Asya, ne bu acele! Az yavaş ye, boğulacaksın.” Asya ağzı dolu bir şekilde konuşmaya çalışıyordu ama hiçbir şekilde dedikleri asla anlaşılmıyordu. Gece araya girerek, “Asya, bir ağzındakini bitir, öyle konuş. Şu an boşa konuşuyorsun çünkü dediklerin hiçbir şekilde anlaşılmıyor.” Ama Asya dediklerimizi hiç önemsemeden konuşmaya devam ediyordu. O sırada kafedeki insanlara göz gezdirirken bir bakmıştım ki masamızın çaprazında avukatım Doğu Bey oturuyordu. ‘Acaba selam versem mi?’ diye düşünmeye başlamıştım. En iyisi kızlar yanımdayken kızlara danışmaktı. Meraklı bakışlarla kızlara bakıyordum ama hiçbir şekilde konuşamıyordum. Gece bu meraklı bakışlarımı anlamayarak, “Güneş, bir şey mi oldu?” Asya, Gece’nin bu cümlesini duyasıya kadar benim kendisine baktığımı fark etmemişti bile… “Kızlar, avukatım burada, gidip selam versem mi?” Asya anında, “Hayır!” Asya’nın tepkisinden irkilerek, “Neden, sonuçta avukatım…” Gece, “Güneş, buna bir anlam yüklemeli miyiz?” Anlamamış gibi yaparak, “Nasıl yani? Asya, “Ya yeme bizi, sanki anlamadın,” diyerek sırıttı. Ben de inadımdan devam ediyordum. “Ya anlamadım…” Gece büyük bir kahkaha atarak, “Ya Güneş, sen bu avukattan hoşlanmış olmayasın…” Yüzümün kızardığını bile fark etmeden, “Yok canım, daha neler? Asya yüzümün kızardığını fark etmiş olacak ki, “Yüzünün nasıl kızardığının farkında değilsin galiba…” “Kızlar, öyle bir şey yok. O benim avukatım, ben de onun müvekkiliyim. O kadar, başka bir şey yok.” Tabii ki kızlar buna asla inanmamıştı. Ben bile kendime inanmıyordum, kızlar nasıl inansın? Hayır, hayır, gönlümü bu kadar kolay kolay kaptıramazdım. Bir an önce kendime gelmezsem kafayı yemekten korkuyordum. Her neyse, derin nefes alıp hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya başladım, daha doğrusu çalışıyordum ama nafileydi çünkü gözlerimi avukatımın üzerinden alamıyordum. Asya, bana bakarak, “Oy sen aşık mı oldun, yerim seni!” İstemsizce gülerek, “Yoo, alakası yok.” Gece gülerek, “Hadi, hadi…” Kafamı toparlamak için kafeden ayrılma kararı almıştım. “Neyse kızlar, ben kalkayım. Yarın görüşürüz, kendinize iyi bakın…” diyerek kafeden çıktım. İstemsizce gülümsememe engel olamıyordum. Bu durumdan da rahatsız değildim. Poyraz’dan sonra bu kadar rahat gönlümü kaptıramazdım ama benlik bir durum değildi. Ben değil, kalbim öyle istiyordu. Acaba anneme bu durumu anlatmalı mıydım, sonuçta ailemden hiçbir şey saklamıyordum. Bunları düşünürken bir yandan da bir an önce eve varmak istediğimden hızlı adımlarla yürüyordum. Kulağımda da en sevdiğim şarkı çalıyordu. Nihayet eve vardığımda kapıyı sevinçle açmış anında evde annemi aramaya başlamıştım ama tabii ki annem evde yoktu. Sanırım markete gitmişti. Odama çıkıp ani kararla günlük yazmaya karar vermiştim. Hızlıca günlüğümü elime almış, mutlulukla bugün yaşadıklarımın hepsini yazmaya başlamıştım. Hem SMA kahramanlarımıza yardım etmenin mutluluğu hem de kafede ansızın avukatımı görmenin mutluluğu yüzüm yansırken yazmaya devam ediyordum. Annem ise ansızın odama girmiş, “Ne yapıyorsun, canım kızım?” Hemen günlüğümün hızlıca kapatıp, “Hiç, günlüğümü yazıyordum.” Bu zamana kadar günlük yazmadığım için annemin yüzündeki şaşkınlığını görmem gayet normaldi. Hiç sormadan cevapladım, “Annecim, bugün ani kararla günlük yazmaya karar verdim. Hiçbir günü atlamadan yazacağım.” Annemin şaşkınlığı hâlâ yüzündeyken, “Nasıl karar verdin, kötü bir durum mu yaşadın?” “Hayır, aksine güzel şeyler oldu ama bilirsin ki günlüğe yazılan şeyler gizlidir, canım annem.” Annem gülümsedi ve başını sallayarak beni onayladıktan sonra odamdan çıktı. Anneme söyleyip söylememek arasında hâlâ kararsızdım. Sizce anlatmalı mıydım? Aklımdaki bu düşünceleri es geçerek günlüğümü yazmaya devam ediyordum. Yazmamı bitirdikten sonra günlüğümü odamdaki en gizli yere koyduktan sonra annemle konuşmaya ani bir şekilde karar vermiştim. Konuşmak için odamdan çıkmış, annemin yanına geri adımlarla gidiyordum. Söylememem için hâlâ vakit vardı ama emindim, söyleyecektim. Annemi mutfakta bulaşık yıkarken bulmuştum. Yavaşça yanına yaklaşıp, “Anne, biraz konuşalım mı?” Annemin benim bu hallerimi merak ettiğinden dolayı bir an önce öğrenmek için hızlıca ellerini yıkamış, benimle konuşmak için iki dakikada kahvelerimizi hazırlamıştı. Annem gülümseyerek, “Senin balkonunda oturmak çok güzel, orada oturup konuşalım mı? “Olur, konuşalım.” “Sen çık ben kahveleri getiriyorum…” Annemi onayladıktan sonra balkonumda oturmuş, manzarayı izliyordum. Çok geçmeden annem de yanımdaki sandalyeye oturmuş, benim konuşmamı bekliyordu. Bir an önce bu stres altındaki durumdan kurtulmak için pat diye söyledim, “Anne ben galiba avukatıma âşık oldum…” Annemin ağzı açık kalmış, bana bakıyordu. “Ne!” “Evet, bugün ben sahilde dolanırken beni yanlışlıkla aradı ama bilmiyorum. Çünkü kızlarla kafeye otururken çok geçmeden o da aynı kafeye gelmişti.” “E belki tesadüftür kızım, niye hemen anlam yükleme derdindesin?” “Anlam yükleme derdinde değilim. Baksana! Yanlışlıkla arıyor, sonra da kızlarla oturduğumuz kafeye geliyor. Bu nasıl tesadüf olabilir?” Bu dediklerimi anneme anlattıktan sonra annem bir süre düşünmüştü. Uzun uzun düşünmesini nihayet bitirdikten sonra annem, “Düşündüm de anlattıkların mantıklı gelmeye başladı ama Poyraz gibi olmanızdan korkuyorum.” “Anne, Poyraz başka biri, avukatım başka biri…” Söylediklerim doğru olduğu için annem ister istemez bana hak vermişti ama ben bu kadar hızlı sevmek istemiyordum. Sonuçta o benim avukatımdı. Ayrıca Poyraz’ın yaptıkları da aklımdan çıkmadığı için hâlâ korkmaya devam ediyordum. Hiçbir şey yapmadan sadece kendimi zamanın akışına bırakacaktım. Annemle konuşmamızdan kurtulmak için balkondan içeri girip yatağıma uzandım. Boş boş tavanı izliyor, düşüncelerimi dinliyordum. En sevdiğim şeylerin arasında bu olduğu için kendimi huzurlu hissediyordum. Tavanı boş boş izlemeyi neden bu kadar çok sevdiğimi sorgulamayın. Çünkü cevabını tam olarak ben de bilmiyorum. Annem ise benim yalnız kalmam için odamdan çıkmış, kalan işlerine devam ediyordu. Evde çok canım sıkılıyordu ama dışarıda da yapacak çok bir şey olmadığından ve dışarıya çıkmaya üşendiğimden dolayı evde kalmak daha mantıklıydı. Can sıkıntısından dolayı yine annem neler yapıyor, diye aşağı indim. O sırada kapı çalıyordu ama sanki kapıyı çalan kişi kapıyı kırmak istercesine çalıyordu. Hızlıca kapıya koştum ve kim geldi diye bakmak için kapıda ki dürbünden dışarı baktım. Gelen kişi, kapıda beni korumak adını görevlendirilmiş güvenlik görevlisiydi. Yavaşça kapıyı açtım ve, “Buyurun?” dedikten sonra avukatıma meraklı ve bir o kadar da sorgulayıcı bir bakış atmıştım. Güvenlik görevlisi ise oldukça ciddi ve sinirli gözüküyordu. Korkmaya başlamış olsam da korkumu belli etmemeye çalışıyordum. “Güneş Hanım, avukatınız az önce beni aradı. Çok önemli bir gelişme olmuş ve sizinle görüşmek istiyor ama size ulaşamadığından dolayı size haber vermemi istedi. “İyi de kapıyı neden kıracakmış gibi çalıyorsunuz? Ben suç işledim diye korktum.” Polis, karşımda sırıtıyordu. “Kusura bakmayın Güneş Hanım, mesleğimden alışkanlık haline gelmiş, sürekli suçlulara baskın yaptığımızdan dolayı…” “Anlıyorum, önemli değil. Ben avukatıma ulaşırım, teşekkür ederim haber verdiğiniz için.” Hızlıca telefona bakmak için odama çıktım. Telefonu elime aldığımda avukatımın beni 5 defa aradığını gördüm. Geri dönüş yaptığımda avukatım, “Hızlıca ofisime gelmeni istiyorum. Elime yeni bir dosya geldi, bu öncekinden daha da önemli. 26 Kasım günü duruşmamız var.” “Tamam şimdi yola çıkıyorum, iyi günler…” Hızlıca hazırlanıp avukatımın yanına gitmek için yola koyuldum. Acaba bu dosyada bu kadar önemli olan şey neydi? |
0% |