@_denizornek_
|
Bir an önce avukatımın ofisine varıp şu önemli olan dosyaya bir an önce kavuşmak istiyordum. Hızlı adımlarla yürürken bir anda çok güzel bir şekilde ayağımın birini burkmuştum. Acıya aldırış etmeden hızlıca yürümeye devam ettim ama nasıl burktuysam ağrıdan üzerine basamayacak duruma gelmiştim. Ayakkabım da bir süre sonra sıkmaya başlamıştı. Bir kenara geçip avukatımı aradım. Sesim acıdan dolayı titreyerek, "Alo Doğu Bey..." "Güneş? Bir şey mi oldu, sesin kötü geliyor." "Doğu Bey, ayağımı burktum. Üzerine de basamıyorum, hızlı hızlı geleyim derken oldu." "Tamam olduğun yerde kal, ben yanına geliyorum. Tam olarak neredesin?" "Ben de tam bilmiyorum ki, konum atsam size olur mu?" "Tabii, olur." Aramayı kapatıp konum attıktan sonra Doğu Bey'in gelmesini acı çekerek beklemeye devam ediyordum. Geldiğinde acele ile beni kucağına alıp arabasına bindirmişti. İstikametimiz hastaneydi. Doğu Bey bana bir şey olacak korkusundan gaza iyice yüklenmeye başlıyordu. Çok geçmeden hız göstergesinde 210 km/h yazdığını görmüştüm. Yani neredeyse bir uçmadığımız kalmıştı. "Doğu Bey az yavaş gidebilir miyiz, o kadar da kötü değilim." Doğu Bey dediklerimi asla önemsememiş bir şekilde yoluna devam ediyordu. Kaza yapmadan arabadan inersek şükredecektim. Artık bu hıza daha fazla tahammül edemeyerek, "Doğu Bey!" diye çığlık atmıştım. O kadar yüksek ses ile bağırmıştım ki Doğu Bey ani fren ile yavaşlayarak, "Ne, ne oldu?" Anlamsız bakışlarla bakarak, "Deminden beri yavaşlamanızı söylüyorum, duymuyorsunuz veya takmıyorsunuz." "Hastaneye yetişmemiz lazım ya Güneş..." "İyi de alt tarafı bir burkulma, sadece üstüne basamıyorum." Yola devam edip çok geçmeden hastaneye geldiğimizde nihayet Doğu Bey, arabayı park ettikten sonra bakışlarını bana çevirerek, "İyi ya, şimdi iyileşeceksin," dedikten sonra arabadan inmiş, hastanedeki personellerden tekerlekli sandalye istemişti. Doğu Bey beni kucağına alıp sandalyeye oturtmuştu. Hastaneye girerken Doğu Bey çantamdan kimlik kartımı çıkartmamı istemişti. Kimliğimi aldıktan sonra sıra numarası almak için kısa süreliğine yanımdan ayrılmış ve hasta kayıt için gerekli işlemleri yaptırıyordu. Ben ise öylece hiçbir şey yapmadan hastanede gelen giden, oturan, ayakta duran, kısacası herkese göz gezdiriyordum. Doğu Bey yanıma geldikten sonra, "Güneş, hasta kaydını tamamladım. Hemşireler seslenince gireceğiz, muhtemelen önümüzde 5 kişi var." Doğu Bey'i onaylamak için başımı sallamıştım. Sıramı beklerken çantamdan okuma kitabımı çıkarmış, okuyordum. Doğu Bey de o sırada diğer müvekkillerinden gelen telefonları cevaplıyordu. Kısa bir süre sonra sıra bize gelmişti. Doktor beni sevgiyle karşılamış az da olsa korkumu biraz olsun dindirmişti. Evet yanlış duymadınız, hastaneden azıcık korktuğum doğrudur. Doktor beni muayene etmek için sedyeye uzanmamı istedi. Biraz güçlükle de olsa sedyeye yatmayı başarmıştım. Doktora şikayetimi söylerken ağrıyan yerimi öyle bir bastırıyordu ki bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Avukatımın ise bana acıklı gözlerle baktığını hissedebiliyordum ama şu an ona bakacak durumda değildim. Acıdan gözlerim yaşarmış akmamak için zor duruyordu. Doktor bu halimi fark edip beni yatıştırmaya çalışıyordu ama benim tek isteğim o acının bitmiş olmasıydı. Doktor, "Bileğinde çatlak var, sen nasıl dayandın bu acıya?" "Hayat acı Doktor Bey..." Doktor bu sözüme hiçbir şekilde yanıt verememiş, anında konuyu değiştirmişti. "Tamam sana alçı uygulayalım, sonra da evine gidip dinlenebilirsin." Avukatım, tekrardan doktorun yardımı ile beni sandalyeye almış, alçının odasına doğru götürmeye başlamıştı. Alçı için yine sıra bekleyecektik. Avukatım sıra numarasını alıp yanıma geldikten sonra, "Güneş, üzgünüm ama alçı sırasında daha çok bekleyeceğiz. Önümüzde tam 10 kişi var." Gülümseyerek, "Sıkıntı değil, kitap okuyunca zaman hızlı geçiyor." Tam kitap okumaya başlıyordum ki, "Güneş sana bir şey sorabilir miyim?" "Tabii ki..." "Sen neden doktorun yanında hayat acı dedin?" "E çünkü öyle, bence bu yaşadıklarımı kim yaşasa benimle aynı düşüncede olur." "Doğru, haklısın." "Peki sizce hayat sizin için nedir? Size acı olmadığı kesin..." "Benim için hayat her ne olursa olsun vazgeçmemektir." İçimden, "Vay canına!" dedikten sonra kitabıma geri döndüm. Alçı odasındaki çalışanlar artık tedaviyi nasıl uyguluyorlarsa, işlemleri aşırı yavaş sürüyordu. O yüzden anladım ki hastaneden çıkmamıza daha çok vardı. Tam böyle düşünürken beni muayene eden doktorum geldi ve alçı odasındaki personellere şu an işlem yapılan hastadan sonra beni almalarını söylemişti. Bu durumda kendimi şanslı hissetmeli miydim? Tam ne güzel odaya girerken, sırasını doktorum sayesinde kaptığım kişi, "Hop, hop! Ne oluyor? Benim sıram..." Avukatım bu söze hiç aldırış etmeden beni odaya bir güzel daldırmıştı. Eğer daldırmasaydı söylemek istediğim bir çift laf vardı ama kursağımda kalmıştı. Alçı için yeniden sedyeye uzandığımda sedyenin soğukluğunu ruhuma kadar hissetmiştim ama bir yandan da iyi geliyordu acıma... Alçı işlemi de tamamlandıktan sonra nihayet eve gidebilecektim. Tekerlekli sandalyeden inip kalmaktan ne kadar çok bıksam da mecburdum. Neyse ki bu son binişimdi. Arabaya biner binmez Doğu Bey'i şimdiden uyarmak istemiştim, "Doğu Bey acelemiz yok, lütfen sakin sakin gidelim." Doğu Bey ise yine dediğimi takmamıştı. "Olmaz, bir an önce eve gidip dinlenmen lazım." Eyvah, yine mi uçacaktık? Hayır, bir kez daha bunu kaldırmazdım. "Doğu Bey, uçmaktan midem kalkıyor. Eğer arabanıza kusmamı istiyorsanız, yüklenin gaza." Doğu Bey'in arabasına ne kadar çok önemsediğini şimdi anlıyordum. Arabasına bir şey olacak korkusundan uyarmamı dikkate almış, sakin bir şekilde evime gidiyorduk. Sonunda rahat bir yolculuk geçirebilmiştim. Evime vardıktan sonra Doğu Bey evimizin kapısını tıklatmış, beni kucağına alması için babamdan yardım istemişti. Babam anında arabaya doğru koşmuş, beni kucağına alarak odama götürmüştü. Annem ise bana neler olduğunu, neler yaşadığımı bir an önce öğrenmek istiyordu. Babam beni odamdaki yatağa bırakarak Doğu Bey'i geçirmişti. Annem ise hiç konuşmadan bana öylece bakarak neler yaşadığımı anlatmamı bekliyordu. Ben de gerekeni yapmaya başladım. "Doğu Bey avukatım, biliyorsun. Önemli dosya eline geçmiş ve bir an önce gelmemi istiyordu. Ben de otobüsten indikten sonra hızlı adımlarla yürürken ayağımı burktum ama umursamadan hızlı yürümeye devam ettim. Sonra acımdan yürüyemez hale geldim ve avukatımı aradım. O da geldi, beni hastaneye götürdü. Gerçi hastaneye giderken kaza yapmadığımıza dua ettim. Her neyse, çok yardımcı oldu, sağ olsun. Doktor bileğimde çatlak olduğunu söyledi ama iyiyim. Sonra da eve geldim işte." "Ah be kızım! Az dikkat etsene, ne acele ediyorsun?" "Dedim ya, önemli dosya için acele ettim." Annem bu halimi daha fazla görmek istemediğinden odamdan çıkmış beni yalnız bırakmıştı. Ben de ağrıma aldırış etmeden kitabımı okuyordum ama ben böyle aynı yerde sürekli durmaktan sıkılıyordum, yürüyemiyordum da... İyice kafayı yemek için kendimi hazırlamalı mıydım? 7/24 yatakta en fazla ne yapabilirdim, diye düşünürken babam odama girmiş ve hiç beklemediğim bir cümle kurmuştu, "İşten sen iyileşesiye kadar izin aldım canım kızım... Yatakta canın sıkılacak biliyorum." "Evet baba, çok sıkılıyorum. Tüm gün yatakta ne yapacağım?" Babam sinsice gülümseyerek, "Diyorum ki, odanın güzel manzarasına bakan şu kocaman, piyasaya yeni sunulan salıncaklardan alsam... Böylece kitabını okurken, yemek yerken o güzel manzaranın çıkartırsın. Böylece canın da sıkılmış olmaz." Ah canım babam, nasıl da düşünürmüş beni ya! "Olur, babacım," diyerek gülümsedim. Babam böyle bir fikir sunmasa kafayı yemek için kendimi gerçekten hazırlayacaktım. Babam, anneme yemeğe yardım için aşağı inmişti. Ben de yine kitabımı okumaya devam ediyordum. Çünkü şu an en mantıklı yapabileceğim aktivite buydu. Saatler sonra kapımızın zil sesi kulaklarımda yankılanmıştı. Yürüyebilseydim, kimin geldiğini görmek için merdivenlerden koşarak inerdim ama şu an sadece aşağıdaki sesleri dinleyerek kimin geldiğini tahmin edebilirdim. Odamın kapısı da kapalı olduğundan, sesleri güçlükle duyuyordum. Büyük ihtimalle kızlar gelmişti. Onlardan başka gelecek yoktur herhalde... Ne! Bir dakika, bu kızlar değildi, bir adamın sesi geliyordu. Avukatım da olmazdı, ses onun sesi de değildi. Kimdi ki? Ailemin odaya gelmesini beklemekten başka şansım yoktu. Meraktan çatlayacaktım ama yapabileceğim bir şey yoktu. Yoksa var mıydı? Tek ayağımla sekerek yürümeyi denemek için kendimi hazırlamıştım. Zor olacaktı ama bunu başarabilirdim. Yatağımın yanındaki dolaptan tutunarak sekmeye başladım. Şu anlık güzel gidiyordum ama umarım nazar değmezdi. Dolaptan ayrılmış, duvardan tutunarak ilerlemeye devam ediyordum. En zor kısma gelmiştik: Merdivenler! Başaracağıma inanıyordum. Merdivenlerin korumalıklarından tutmuş tek tek iniyordum ama asla ayağımı çarpmamam gerektiğini de biliyordum. Gayet güzel bir şekilde ilerlerken sektiğim ayak bir basamak inmek yerine ikinci basamağa gitmiş, dengemi toparlayamayarak merdivenlerden düşmüştüm. Ayağımın acısı iki kat daha artmış. Acıdan nefesim hızlanmıştı. Evet, tam olarak korktuğum şey başıma gelmişti. Annemler anında yanıma koşmuş, babam ise beni kucağına alıp arabamıza götürüp bindirmişti. Annem ise arabada yanıma oturmuş, başımı dizlerinin üstüne almıştı. Yine bir hastane yolculuğu başlıyordu. Acıma daha fazla dayanamayarak gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Annem ise gözyaşlarımı silerek ve benimle konuşarak sakinleşmeme yardımcı olmaya çalışıyordu. Nihayet hastaneye gelmiştik. Evet, yine tekerlekli sandalyeye mahkûm kalmıştım. Hızlıca acilin kapısından giriş yapmış, doktorumun gelmesini bekliyorduk. Doktor beni yeniden sedyeye yatırıp bileğimi kontrol ettikten sonra acımı biraz olsun hafifletmek için ağrı kesici vermişti. Doktorum bana gülümseyerek, "Demek ki yaramazlığın sonucu bu oluyormuş, bundan sonra iyileşene kadar yürümek yok. Çok gezmek istersen tekerlekli sandalye ile gezmek zorundasın. En azından iyileşene kadar…” Bu söz bana biraz ağır gelmişti. Sonuçta iyileşesiye kadar tekerlekli sandalye kullanmak zorundaydım ve doktorumun bunu yüzüme vurması bana kırıcı gelmişti. Çok geçmeden ilaç etkisini göstermeye başlamış, ağrımın hafifletmesinin yanında uykumu da getirmişti. O yüzden serumum bitesiye kadar biraz uyuma kararı almıştım. Annem ile babam da birbirlerine kahve almış benim serumumun bitmesini sabırla bekliyorlardı. Bir saat sonra uyanmıştım ve babam beni kucaklayıp hiç sevmediğim tekerlekli sandalyeye oturtmuş hastaneden çıkışımızı yapmıştık. Yolculukta yeniden uyumuştum. İlaç neden bu kadar uykumu getirmişti, anlamıyordum. Sanırım yan etkisi olmalıydı. Eve vardığımızda babam beni yeniden kucağına alıp odamdaki yatağıma yatırmıştı. Babam bana gülümseyerek, "Kesinlikle senin keyif alacağın bir şey bulmalıyız. Yoksa böyle devam edersen başımıza iş açacaksın, benim küçük yaramazım." "Ya baba, kim geldiğini çok merak etmiştim. Polisleri görünce de heyecanlandım, düştüm. Sahi neden gelmiş polisler?" Babamın o gülümseyen yüzü düşmüş yerine mutsuz bir ifade yer almıştı. Bu hali beni meraklandırmıştı. "Ne, bir gelişme mi var? Bir şey mi oldu?" Babam hiçbir şey demeden odamdan çıkmıştı ama ben bunu öğrenecektim. Çünkü ben Güneş Aydoğan’dım. Telefondan avukatımı aramaya karar vermiştim ama açmıyordu. Çıldırmak üzereydim. Bu kadar kötü ne olabilirdi diye düşünüyordum ama bulamıyordum. Aslında aklıma bir şey geliyordu ama o olursa şuracıkta oturur hıçkıra hıçkıra ağlardım. Aklıma gelen düşünce: "Serbest bırakılmış olabilir miydi?" Bence olamazdı, bu kadar büyük suçlara rağmen serbest bırakılsa gerçekten diyeceğim tek şey "Adaletin bu mu dünya?" Şu ana kadar kafayı yemediysem gerçekten güçlü bir kız olduğumu fark etmeye başlamıştım. Çok geçmeden bu kötü düşünceler tamamen kafamdan silinmiş odada yalnızlığın tadını çıkarıyordum. Çünkü düşünürsem bir şey değişmeyecekti, bunu bildiğimden oluruna bırakma kararı almıştım. Aynı yerde oturmaktan sıkıldığımdan dolayı babamı çağırıp bana biraz olsun iyi gelmesi için beni mutfağa götürmesini istemek için babamı odaya çağırmıştım. Babam hiç düşünmeden beni kucağına almış, mutfaktaki koltukta oturmama yardım etmişti. Bu zamanlar bana ne kadar zor gelse de ailemin desteği ile güçlü durabiliyordum. Annem, canımın sıkıldığını fark etmiş, bana güzel bir kahve hazırlamıştı. Luna ise koltuğumun önüne gelmiş kucağıma gelmek için kuyruğunu sallayarak istediğini dile getirmeye çalışıyordu. Luna'mın yanıma gelesi için işaret verdim, hiç beklemeden kucağıma yatmıştı. Ailemin benim için seferber olması çok hoşuma gitmişti. Sıcacık, yumuşacık kahvemi yudumlarken karşımdaki pencereden de dışarıyı seyretmek bana çok iyi geliyordu. Evet zor günler geçiriyordum ama sevdiklerim yanımda olunca bu zor günler biraz olsun iyiye gidiyordu. Bir diğer ailem olan canım arkadaşlarım Asya ve Gece beni merak etmiş olacaklar ki kapımızın zilini çalanlar bu sefer onlardı. Neyse ki şu an mutfakta olduğumdan dolayı merdivenlerden düşme gibi bir imkânım da yoktu. Kızlarım yavaş yavaş içeri girmişlerdi. Gece'nin elinde bir demet çiçek vardı. Üzerinde de 'Geçmiş olsun!' Dileği yazan bir kart vardı. Yavaşça bana verdikten sonra gülümsemişti. Asya ise hiçbir şey demeden sadece etrafı inceliyordu. Gece Asya'yı bir şey söylemesi için dürtmüştü. Asya dürtülmek ile kendine gelmiş ve boğazını temizledikten sonra, "Geçmiş olsun, seni çok merak ettik. Nasılsın?" Kızlarımın geldiğine o kadar mutlu olmuştum ki mutluluğun yüzüme çok güzel yansıdığını hissedebiliyordum. "İyiyim, teşekkür ederim. Ayakta kaldınız oturun lütfen..." Kızlar otururken ben ise anneme kızlara da kahve yapması için sessizce işareti vermişti, annem de mesajımı hemen almış, hızlıca kahveleri hazırlamaya başlamıştı. Kızlar ise hiç konuşmuyor, annemi kahve hazırlarken izliyorlardı. Sanırım ilk defa gerçekten evimizde misafir olduklarından dolayı böyleydiler. "Kızlar neden konuşmuyorsunuz, bildiğiniz bir şey mi var?" Kızlar susmaya devam ederken annem de bu sessizliği merak etmişti. Yoksa bu sessizliğin sırrı Poyraz ile ilgili olabilir miydi?
|
0% |