@_denizornek_
|
Kızların susması annem ile beni şüphelendirmişti. Bu sessizliğe daha fazla dayanamayarak, "Kızlar, siz bir şey saklıyor olabilir misiniz?" Kızların susmaya devam etmesinden anladığım kadarıyla bir şey saklıyorlardı. "Hadi kızlar, çıkarın ağzınızdaki baklayı. Benden bir şey saklıyorsanız, hele ki bu Poyraz ile ilgiliyse size gerçekten ama gerçekten küserim, bir daha da konuşmam. Asya'nın bu sözlerime dayanamayacağını elbette biliyordum ve evet tabii ki de yanılmadım. Asya'mın arkadaşlığımızı bitirme korkusundan konuşmaya başlamıştı. "Güneş, avukatın seninle konuşamayınca bizimle konuşma kararı almış. Bir şekilde Gece'nin telefonunu bularak bize ulaştı. Sana dediği gibi gerçekten çok ama çok önemli bir dosya eline geçmiş." "Ya dosyada ne var bana bu lazım, gerisi hikâye..." Gece, sırt çantasından dosyayı çıkararak bana uzattı. Dosyada Poyraz'ın hapishaneye telefon soktuğunun tespit edildiği yazıyordu. Bu da demek oluyor ki Poyraz dışarıdan bir adam tutup benim canımın tehlikede olduğuna işaret veriyordu. Evet, şu an evden çıkamadığım için kendimi ne kadar güvende hissetsem de aklıma o kadar çok kötü kurgular geliyordu ki, umarım düşündüğüm şeyler başıma gelmezdi. Korkulu gözlerle anneme bakarak, "Ben ne yapacağım! Evet, şu anda belki evde güvene olabilirim ama bence o bile mümkün değil. Evde bile güvende değiliz, ben ne yapacağım?" Kızlar böyle bir tepkimi vereceğimi tahmin edebildiklerinden dolayı hâlâ sessizce oturmaya devam ediyorlardı ama ben kızların bu kadar sessiz kalmalarına artık dayanamaz hale gelmiştim. Babamı çağırıp beni odama götürmesini, ardından kızların da odama gelip artık konuşmak istediğimi dile getirmiştim. Babam ise beni kıramamış odama çıkartmıştı, arkamdan da kızlar gelip odama bir güzel giriş yapmıştık. Babam, kızlarla rahat konuşabilmem için anında odamdan çıkmış, bizi yalnız bırakmıştı. "Evet, neden bu kadar sessiniz, anlatın bakalım..." Gece, kitaplığımdaki raftan bir kitap almış onu inceliyor, Asya ise telefonundaki mesajlara cevap vermek ile meşgul olup beni duymazdan geliyordu. Bu durumda bana ne yapmak düşüyordu, bağırarak irkiltmek... "Kızlar! Size diyorum ya, geldiğinizden beri ağzınızı bıçak açmıyor. Ne oluyor, bana bir anlatın ya!" Gece bağırmam ile korkmuş elindeki incelediği kitabı havaya fırlatıp düşürmüştü. Asya ise aynı şekilde elinde ki telefonu düşürmüş, ikisi de kendilerine çeki düzen vererek bana odaklanmışlardı. Nihayet konuşabilecektik. "Söyleyin bu sessizliğinizin sırrı ne?" Asya daha fazla dayanamayarak gözleri dolmuş bir şekilde anlatmaya başladı. "Güneş, sen nasıl bu kadar rahatsın? Sana bir şey olacak korkusundan biz Gece ile sürekli ölüp, ölüp diriliyoruz." Gece ise bakışlarıyla Asya'yı onayladığını anlatmaya çalışıyordu. "Ben çok mu rahatım, öyle mi düşünüyorsunuz? Ya siz içimde patlayan öfkeyi, üzüntüyü biliyor musunuz da böyle konuşabiliyorsunuz? Ben sürekli ölmekten korkan birisi haline geldim. Bu mu şimdi rahatlık?" Gece araya girerek, "Bak biz sadece seni çok merak ediyoruz. Düştüğünü duyunca o kadar korktuk ki sanki böyle birisi kalbimi sıkıyordu." Asya, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış, koşarak bana sarılmıştı. Gece, Asya'ya göre daha soğuk kanlı olduğu için ikimizi uzaktan izliyordu. Ortam sakinleştikten sonra annem de kızlara mis gibi kokan kahveleri getirmişti. Kızlarla uzun uzun bu olay hakkında ne yapabiliriz diye tartışmıştık ama bir sonuca ulaşamamıştık. Kızlar da benim en yakın arkadaşlarım olduğu için, onların da başına bir şey gelecek diye çok korkuyordum ama bir yandan da negatif düşünmemeye çalışıyordum. Her neyse, elbet bir şekilde bu sorunu çözebileceğimize inancım sonsuzdu. Kızlar olmasa tek başıma çözebileceğim bir sorun olduğunu asla düşünmüyordum. Tam bunları düşünürken aklıma başka bir şey takılmıştı: "Güçlü Kahramanlar!" Başıma gelenler yüzünden, düşünürken bile yüzümde tebessüm oluşturan o hayalim suya mı düşmüştü? "Kızlar, bizim güçlü kahramanlar için gönüllü olduğumuz iş ne oldu?" Gece, "Sen dün gelemeyince sokakta yapacağımız etkinlik sen iyileşesiye kadar ertelendi." İptal olmamasına çok sevinmiştim ama benim iyileşmeme daha çok olduğundan bu etkinliğin de ertelenmesine göz yumamazdım. Kızlara bensiz gitmelerini rica etmiştim ama tabii ki kabul etmediler. Asya hemen bu sözcüklerime patlayarak, "Ne, sensiz mi gideceğiz? Ben kabul etmiyorum!" "Asya, kabul etmemek ne demek ya? Ben olsam ne olacak, olmasam ne olacak? Onların bize ihtiyacı var. Bir an önce yapın da destek gelsin." Gece de bu söylediklerimi bir süre düşündükten sonra, "Evet, Güneş haklı... Onların bize ihtiyacı ve bizim desteklerimize ihtiyacı var. Çok zamanları yok." Asya mecburen bu fikirlere saygı duymak zorunda kalmıştı. Kızlar kahvelerini içtikten sonra artık eve dönmek için hazırlanıp çıkmışlardı. Ben ise yeniden babamı çağırıp mutfaktaki koltuğa oturmak için beni taşımasını istemiştim. Neden bilmiyorum ama bu koltukta oturmak bana huzur veriyordu. Ayağım sakatlanmadan önce de hiç dikkatimi çekmemişti bu koltuk. Çünkü bu koltuğa genellikle Luna oturuyordu. Bu koltuğu neden bu kadar çok sevdiğini şimdi anlamıştım. Neler oluyordu? Gün aymıştı, koltukta uyuya kaldığımı fark etmiştim. Üstümde de Luna uyuyordu. Annem ise yeni kalkmış, kendine su doldurup içiyordu. Gülerek ve meraklı bir şekilde "Anne akşam lahmacun falan mı yedin de bu kadar susadın?" "Hım evet, akşam yemeği fazla kaçırmışım. O da beni susattı." "Beni yatağıma götürmemişsiniz, ben hiç fark etmedim burada uyuduğumu..." "Uykun bölünmesin istedik, sen bu koltuğu çok sevdin galiba?" "Evet ama mutfaktan küçücük manzara görebiliyorum ama odamdaki manzara daha büyük ve daha güzel..." Annem, su bardağını masaya koyarken, "Konuyu nereye getirmeye çalışıyorsun?" "Bu koltuğu alıp benim odamdaki balkonun yanına mı taşısak?" Annem şaşırmış bir şekilde bana bakıyor, istediğim şey mantıklı mı değil mi diye düşünmeye başlamıştı. O sırada babam, uyanarak yanımıza gelmişti. Annem düşündüğü şeyin cevabını bulamayarak babama danışmak istemişti. "Güneş, bu koltuğu odasındaki balkonun yanına taşımak istiyor. Sence ne dersin?" Babam aslında bu fikrimi hemen beğenmişti ama belli etmemek ve benim de daha fazla heyecanlanmamı istemesinden odada düşünür gibi yaparak dolaşmaya başladı. Ben ise gülümseyerek, "Baba, onaylayacağını biliyorum, beni kandıramazsın." Babam gülümseyerek, "Tüh ya, yine kandıramadık bu kızı. Görüyor musun Peri Hanım..." Annem, bize yaklaşarak, "Bu kızı kandırmamız imkânsız gibi bir şey Hakan Bey, daha öğrenemediniz mi?" "Demek ki öğrenememişim..." Araya girerek, "Ya tamam, kararınız ne? Siz bana onu söyleyin..." Babam annemi yanına çekip sarılarak aynı anda, "Bu fikir bize uyar!" Bu karara o kadar çok sevinmiştim ki ayağa kalkıp zıplayabilirdim ama tabii ki böyle bir şey yapamayacaktım. Bu karara o kadar çok sevinmemin nedeni, bir yandan o eşsiz manzara karşısında kitap okumak, bir yandan da o koltuğa yayılmamın huzur verdiği mutluluktu. Babam beni kucağına alıp odamdaki yatağa taşırken, "O zaman çalışmalara başlayalım bakalım Güneş Hanım..." Babamın kucağındayken, "Yaşasın!" diyerek babamın kucağında zıplamaya başladım. Babam ise sevinçle gülerek, "Dur kızım düşeceğiz, maazallah bana da bir şey olacak. Sonra bak seni kaldıran birisi olmayacak," diyerek gülmeye devam ediyordu. Ben ise babamın sözünü dinlemiş, ikimizin de canını tehlikeye atmamak adına zıplamamı durdurmuştum. Babam beni yatağıma uzandırmış, koltuğu odama taşımasına yardım istemek adına arkadaşlarından birisini çağırmıştı. Ben ise her zaman ki gibi odamda baş ucumdaki kitabımı keyifle okuyordum. Diyeceksiniz ki ayağın hiç ağrımıyor mu? Tabii ki ağrıyor ama bunu size çok yansıtmak istemiyorum. Çünkü sizin benim için üzülmenizi asla istemiyorum. Ne de olsa, hayatta ne kadar çok zorluk olursa olsun pozitif kalmak, zorluklarla baş etme mücadelesini bir adım da olsun kolaylaştırıyor. Bu hayatta her zaman pozitif olmayı, her ne olursa olsun gülümsemeyi unutmayın. :) Kamu spotumdan sonra hikayeme devam edebiliriz... Babamın arkadaşları evimize gelmiş, koltuğu taşımak için hepsi seferber olmuşlardı. Peki bu koltuğun hikayesi neydi? Bu koltuk seneler öncesinden anneannemden kalan bir yadigârdı. Anneannem ben doğmadan önce her zaman bu koltukta otururmuş, hiç de kalkmazmış. Ama neden? Bu koltuk onun için ne ifade ediyor olabilirdi ki? Bu sorunun cevabını annemden öğrenecektim. Belki benim de bu koltuğu çok sevmemin nedenleri arasında anneannemden kalan bir yadigâr olması olabilirdi, bilmiyorum ama çok rahat olduğu kesindi. Babamlar koltuğu odama getirip çıktıktan hemen sonra annem odama gelmişti. "Koltuk odana çok yakışmış." "Teşekkür ederim, sana bir şey sorabilir miyim?" Annem yatağıma oturarak, "Tabii, nedir?" "Anneannem bu koltuğu neden bu kadar çok sevmiş. Özel bir nedeni var mı?" "Aslında hiç sormadım desem yeri ama rengini çok seviyordu. Belki de sevdiği rengin yanında olmak ona huzur veriyor olabilirdi." "Anne biliyor musun, benim de en sevdiğim renk yeşil, o renge baktıkça aklıma doğanın ne kadar da huzurlu olduğu geliyor." "Belki anneannen de aynı şeyi hissediyordur, çünkü o da çimmenler de oturmayı, doğa ile iç içe olmayı çok severdi. Biliyor musun, bizim önceden karavanımız vardı." Karavan sözcüğünü duyar duymaz gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. "Karavan mı?" "Evet ama bu yeni nesil olanlar gibi çok kapsamlı değildi tabii ama gezmemiz için bize çok iyi yol arkadaşı oluyordu." "Peki, ne oldu o karavana? Annemin yüzü düşerek, "Satmak zorunda kalmıştık." Annemi teselli etmem gerektiğini anlayarak, "Olsun, benim kendi işim olduğunda size alırım yeniden, olmaz mı?" Annem bu dediklerimi duyar duymaz yüzünde istemsizce bir gülümseme olmuş, bana sarılarak, "İyi ki doğurmuşum seni, iyi ki varsın benim Güneş'im..." Gülümsemesine karşılık vererek, "İyi ki sen de varsın annem benim..." Evet, bu kadar sevgi faslı benim için yeter, hatta artardı bile... Annem, babamların çaylarını tazelemek adına aşağıya inmişti. Ben de telefonuma gelen mesajları okumaya başlamıştım. Asya ve Gece grupta uzun uzun konuşmuşlardı ama şu an benim için önemli olan avukatım ile olan görüşmelerdi. Bu önemli dosyanın aslını yarın avukatımı evime çağırarak öğrenme kararı almıştım. Tabii ailem de onaylarlarsa ama bence onaylayacaklardı. Çünkü onlar da benim gibi işinin aslını merak ediyorlardı. Evde de yapacağım şeyler o kadar çok kısıtlanmıştı ki bir an önce bileğimin iyileşmesi için dua ediyor, gün sayıyordum. Gün saymak demişken, her gün takvime işaretleme yapıp gün sayabilirdim. Bu fikir neden daha önce aklıma gelmemişti? Tam bunları düşünürken kapımızın zil sesini duymuştum. Bu sıralar evimize gelen giden çoktu. Bunun yaşadığım olaylarla bir ilgisi var mıydı? Gelenin kim olduğunu duymaya çalışmak yine zordu. Çünkü yine odamın kapısı kapalıydı ama bu düşünme faslı çok uzun sürmemişti. Çünkü çok geçmeden avukatım Doğu Bey odama girmişti. Görür görmez şaşkınlıktan ağzım açılmış bir şekilde avukatıma bakıyordum. Onu yarın evime çağırmayı düşünürken o benim evime hatta odama gelmişti. Bu kader değil de neydi? |
0% |