Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@_dusin

Şeytan en büyük günahı işleteceği zaman

önce bunun sevap olduğuna inandırır...

 

Keyifli okumalar!

-... ---. .-.. ..-- -- / -... .- .--.. ..

Açtığım kapıyı arkamdan kapattım. Karşımdaki masada oturan Kenan Albay'a selamımı verdim.

"Beni çağırmışsınız komutanım."

"Çağırdım Yüzbaşım, çağırdım. Rahatta dinle." Elimi indirip kalçamın biraz üstünde diğer elimle birleştirdim. Eş zamanlı olarak ayaklarımı da bir omuz genişliğinde açtım. Albay, kahverengi büyük koltuğunda arkasına yaslanarak bir elini koltuğunun kenarına koydu.

"Operasyon var Yüzbaşım. Suriye içinde, sınıra yakın bir yerde. Ancak timinle gidemezsin. Kayıtdışı bir görev. Üstler biliyor, ancak herhangi bir resmi belgesi olmayacak. Yanına sadece bir kişi alacaksın, Güven... Güven'i de alıp toplantı odasına gel. Detayları konuşacağız."

Hızlıca ayaklarımı kapatıp başımı aşağı indirip kaldırdım.

"Emredersiniz komutanım."

Odadan çıktım ve kantine doğru ilerledim. Adımlarım her ne kadar kararlı olsa da içimde anlamlandıramadığım bir duygu çatışması vardı. Göreve çıkacağım için mutlu muydum, mutsuz muydum? Korkuyor muydum yoksa sadece heyecanlı mıydım? Çözemiyordum.

Kantin kapısından timin oturduğu tarafa doğru seslendim. Kafasını benden tarafa çeviren tim ve bazı askerler hazır ola geçerken elimi kaldırdım.

"Rahatınıza bakın arkadaşlar. Güven! Toplantı odasına!" Herkes eski yerine oturuken Güven hızla ayağa kalktı. Yanı sıra Cenk'te.

"Komutanım, operasyon mu var? Hazırlanalım mı biz de?"

"Yok Cenk. Rutin toplantı işte..." Kayıtdışı bir görevdi. Tim dahil kimsenin bilmemesi gerekirdi. Güven yanıma gelirken çoktan ayaklanmış olan Kartal timine çevirdim bakışlarımı.

"Oturun arkadaşlar. Operasyon yok."

"Emredersiniz komutanım!"

Güven'in yanıma gelmesi ile birlikte arkamı döndüm ve toplantı odasına doğru adımlamaya başladık.

"Görev var Güven. Kayıtdışı. Sadece sen ve ben gideceğiz. Detayları Albay anlatacak." Derin bir nefes aldı ve ellerini cebine soktu. Sırıtarak, beyaz floresan lambalı tavana dikti gözlerini.

"Ahh, demek bu görev özgürlüğüm olacakmış, he Ezgi?"

"Ne?"

"Belki son görevim olur." Kendini şehit olmaya programlamıştı sanırım. Aptal herif.

"Saçma sapan konuşma Güven. Görevimizi yapıp döneceğiniz. Ne sana ne de bana bir şey olmayacak." Omuz silkmekle yetindi sadece.

Toplantı odasının kapısını tıklatıp birkaç saniye bekledikten sonra yavaşça açtım. Selamımı verip Albay'ın işaret ettiği koltuğa oturdum. Güven de karşıma geçip oturdu. Uzun ince masanın başucunda Albay oturuyordu. Karşısındaki beyaz duvarda projeksiyondan yansıtılmış Suriye haritası vardı.

"Tell Beydar." Çenesinin ucuyla harita da işaretlenmiş küçük bölgeyi gösterdi.

"İstihbarattan aldığımız bilgiye göre yarın orada, PKK terör örgütü ve DEAŞ arasında orta çaplı bir sevkiyat gerçekleşecek. Silah sevkiyatı. PKK, Mardin üzerinden silahları yurda sokmayı planlıyor büyük ihtimalle. Bu yüzden Tell Beyar'ı seçtiler. Bu sevkiyatın gerçekleşmesine engel olacak kişiler sizsiniz." Ayağa kalktı ve projeksiyonun aydınlattığı beyaz duvarın önüne geldi.

"Bu operasyon kayıtdışı bir görev çocuklar. Üstlerimiz böyle istiyor. Akşam helikopter kalkacak. Mardin sınırında inip yürüyerek Tell Beyar'a geçeceksiniz. Koordinatlar önünüzde ki dosyalarda var." Albay tekrar koltuğuna oturdu, önce Güven'e daha sonra da bana baktı.

"Sorusu olan?" Dedi gür sesiyle. İkimizden de ses çıkmazken Albay hareketlendi.

"O halde akşam saat tam sekizde helikopter pistinde olun!" İkimizde ayaklanıp aynı anda bağırdık.

"Emredersiniz komutanım!"

Toplantı odasından çıkıp hangara doğru ilerlemeye başladık. Güven'den de benden de çıt bile çıkmıyordu. Sessizliği bozan Güven oldu.

"Sence yarın neler yaşayacağız, Ezgi?" Sesi mutlu gibiydi.

"Her zamanki gibi başarıyla döneceğiz Güven. Başka ne olabilir ki?" Tıslar gibi güldü.

"Evet, evet, evet. Biliyorum, tabii." Geçiştirmek için mi söylüyordu bunları? Bazen Güven'i anlamıyordum. Şuan da öylesi anlardan birindeydik. Bazen böyle saçma salak konuşurdu. Bu konuşmalarda sanki Güven'le değil de bir hainle konuşuyormuş gibi hissederdim kendimi. Sonra da Güven'le birlikte askeri liseden ne zorluklarla mezun olduğumuzu ve birlikte zorla kazandığımız MSÜ yıllarını hatırlayıp kendimden utanırdım. Arkadaşıma, kardeşime nasıl böyle iğrenç bir benzetme yaptığımı anlayıp utanırdım. Şuan olduğu gibi.

Kafamı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Kafam bu aralar çok karışıktı. Güven'in bu halleri ile de iyice karıştırıyordu.

"Aileni ara da haberleri olsun. Ahmet amca meraklanıyor sonra. Yazık adama." Konuyu dağıtmak istedim.

"Bugün kesin ararım. Gözünde hayırlı bir evlat gibi görünmem lazım." Deyip göz kırptı ve hangar kapısını açtı.

"Ağır silah almasam mı acaba? Yük olmasın. Ya da alayım Mardin'de bırakırım, alayım."

Kaşlarım hayretle havalandı. Kendini neyle savunmayı planlıyordu aptal herif?

"Taşak mı geçiyorsun benimle Güven? Zaten derdim başımdan aşkın. Bir de senin bu umursamaz hallerini çekemem."

Elinde ki HK416 model silahı bıraktı. Dolapların yanın konulmuş sandalyelerden birine oturdu.

"Ezgi yaa, bozma beni. Moda sokmaya çalışıyorum kendimi. Her gün ölüme gitmek kolay değil." Sandalyeye iyice yayıldı ve kafasını duvara yasladı.

Sadece kafasını boşaltmak istiyordu. Bense onun hakkında saçma düşüncelere kapılıyordum.

"Doğru diyorsun. Dönünce sana mükemmel bir yemek ısmarlayacağım. Başarı ödülün olarak." Gülümseyerek kamuflaj çantamı hazırlamaya başladım.

"Köpek miyim kızım ben? Ne o öyle ödül maması gibi." Üzgünüm arkadaşım, bu senin ödül maman değil, senin hakkındaki düşüncelerim için habersiz bir özür yemeği.

Kafasıyla duvar arasına koyduğu ellerini göğsünün üzerinde birleştirdi ve sağ bacağının sol bacağının üstüne attı.

"Küsüyorum sana."

"Aman bee. Küsersen küs. Sanki yarın operasyonda tutuşmayacak bir tarafların."

Omuz silkti ve yerinden kalktı. Çantasını hazırlamaya başladı.

"Ezgi?" Zorlukla doldurduğum çantamın fermuarını kapatıp kafamı Güven'e çevirdim ve 'ne var' anlamında kafamı salladım.

"Şey ya, ya da neyse boşver. Sonra söylerim." Çantasının fermuarını kapattı ve hangar kapısının yanına bıraktı. Sol elinin işaret ve orta parmağını birleştirip geriye kalan parmaklarını kapattı ve elini kaşının köşesine değdirip indirdi.

"Ben kaçar, buralarda olurum yine de. Akşam görüşürüz."

Cevap vermemi beklemeden hızlıca hangardan çıktı. Kalan işlerimi tamamlayıp bende hangardan çıktım. Çay ocağına gidip bir bardak çay aldım ve tekrar dışarıya çıktım. Askeriyenin bahçesinde duran çardaklardan birine oturdum. İçimdeki karanlık his hâlâ duruyordu. Hatta giderek büyüyordu da. Elimi kamuflajımın büyük cebine attım ve sigara paketini çıkardım. Sık sık içmesem de ara sıra canım istiyordu.

Sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirip sol elimi ucuna siper ettim ve çakmağın ucundaki ateşin sigarayı daha hızlı yakmasını sağladım. Derin bir nefes alarak sigaranın sert ve yakıcı dumanını ciğerlerime gönderdim. İçimi kaplayan ılık dumanı def ettim ve çayımdan bir yudum aldım.

Kafamın içinde düşüncelerin birbirine girdiğini hissediyordum. Bir yandan Güven'in davranışları, bir yandan operasyon, bir yandan da tayin durumum vardı. Tayin durumunu bir şekilde göz ardı etsem de Güven ve operasyonu aklımdan silemiyordum. Düşünmeyi bırakıp telefonumu çıkardım ve karşı komşum olan Hamide Abla'nın numarasını çevirdim. Birkaç defa çaldıktan sonra telefonu açtı.

"Hamide Abla nasılsın?"

"Ahh kızım," dedi tonton sesiyle.

"Nihayet arayabildin. Neden aramıyorsun beni yavrucuğum? Merak ettim seni. Evine de geldim yoktun. Kaç defa aradım da. Öldürecek misin beni meraktan kızım?"

"Sorma Hamide Abla, bu aralar biraz yoğunum. Malum askeriye, sağı solu belli olmuyor."

Sigaradan bir nefes daha çektim. Yeni yeni yağmış olan karın üstüne külleri silkeledim ve tekrar bir nefes daha çektim.

"Bilmez miyim kızım. Allah yardımcınız olsun kızım."

"Sağ olasın Hamide Abla. Ben seni çiçekler için rahatsız etmiştim. Ben birkaç gün daha gelemeyeceğim eve. Sana zahmet olmazsa benim çiçekleri biraz daha üstlensen olur mu?"

"Ne demek kızım, sen sağ salim dön de hayırlısıyla. Gözün arkada kalmasın. Yavrularına gözüm gibi bakarım. Yalnız kızım sende dikkat et olur mu kendine. Aklım da duam da hep sende. Bir saniye çıkmıyorsun aklımdan." Derince bir iç çekti.

"Seni düşündükçe fena oluyorum yavrum." Beni, küçük yaşta vefat eden kızı Gülsüm'ün yerine koyardı hep. Bende onu annem yerine koyardım.

"Merak etme Hamide Abla'm. Allah'ın izniyle gidip geleceğim hemen. Duanı esirgeme sen yine de."

Biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattım ve odama geçtim. Ankara'nın sert ayazından sızlayan ellerimi birkaç dakika boyunca camın önündeki kalorifer peteklerinde ısıtmaya çalıştım.

Gözüm masamın üzerindeki küçük dijital saate kaydı, 19.37 yazıyordu minik ekranında. Ellerimi petekten çekip masama doğru ilerledim ve koltuğuma oturdum. Kenan Albay'ın bahsettiği görev dosyası masamın üzerinde duruyordu. Dosyayı alıp incelemeye başladım.

Kenan komutanın da dediği gibi PKK ve DEAŞ arasında yapılacaktı sevkiyat, tabii biz izin verirsek. Akşam 20.45 ya da 21.00 gibi Mardin'de olurduk. Sabahı beklemeden akşamdan operasyon içinde yola çıkardık. Sabaha karşı da sorunsuz bir şekilde görevimizi tamamlayıp dönerdik.

Kafamda kurduğum saat planını beğenmiştim. Eğer her şey yolunda giderse yarın akşam da yatağımda rahat bir uyku çekerim.

Yerimden kalkıp üstüme çeki düzen verdim ve masamın küçük çekmecesine uzandım. Çekmecenin içinde duran ve sadece görevden göreve kullandığım cüzdanımı aldım. İçine kimliğimi, askeri personel kartımı ve ne olur ne olmaz diye mutlaka yedekte tuttuğum kredi kartını koydum. Yeşil ince ipi boynumdan geçirip cüzdanı kamuflajımın içine attım. Son kez arkama bakıp odadan çıktım ve hangara doğru yürümeye başladım.

"Allah'ım sen yardımcız ol. Kazasız belasız gidip gelmek nasip et." Kısık sesle söylediğim duaya gelen 'amin' sesiyle irkildim.

"Amin Yüzbaşım, Allah yardımcınız olsun." Kenan komutana yüzümü döndüm ve hazır ola geçtim.

"Sağ olun komutanım!"

Kenan komutan önüme geçip ilerlemeye yürümeye devam etti. Bende onu takip etmeye başladım.

Helikopter pistine çıkıp hangar kısmına ilerledi k beraber. İkimizden de ses çıkmıyordu. Kenarları düz, üstü yuvarlak hangar kapısından içeri girdiğimizde Güven hızla hazır ola geçti.

"Rahat Güven. Hazır mısınız?" Güven ile aynı anda bağırdık.

"Evet komutanım!"

"Allah yardımcınız olsun çocuklarım. Yaralı ya da şehit istemiyorum. Birbirinizin gözü kulağı olun. Vatan size güveniyor. Ben size güveniyorum."

"Emredersiniz komutanım."

Aynı anda söylediğimiz cümleden sonra Kenan komutan gelen helikoptere yöneldi. Bizde arkasından dışarı çıktık. İçim kıpır kıpırdı. Göğüs kafesimin altındaki yumru nefes almamı ve düşünmemi zorlaştırıyordu. O yumru, içime kötü bir his doğuruyordu.

Kenan Albay'ın 'helikopter bin' komutu ile selam verip helikoptere bindik ve helikopter yavaşça havalandı.

--- .--. . .-. .- ... -.-- --- -. / .- -. ..

Üstüme giydiğim bej rengi şalvarın bel kısmını yukarıya doğru çekiştirdim. Boynumdaki puşiyi iyice ağzıma çektim. Hem havanın ayazını yumuşatıyor hem de yüzümü gizliyordu. Oturduğum yerden kalktım. Kulağıma taktığım kulakiçi mikrofonunu aktif hale getirdim.

"İçeriye giriyorum." Güven'in pusuda beklediği yerden beni gözetlediğine emindim. Cevap vermesini beklemeden hızlı adımlarla buluşma alanı olarak planlanan terkedilmiş inşaatın içine girdim. Buraya örgüt üyesi olarak gelmiştim. Şuan için istediğim yere elimi kolumu sallayarak girebilirdim.

İleriden gelen seslerle yavaşladım. İki erkek bozuk Türkçeleriyle kendi aralarında konuşuyorlardı.

"Şimdi kampta olup kaççak çay içmek vardı la. Nerden çıhtı bu iş?"

"He vallah hewal iş sıkkıntı. Baskın yemeyek de T.C'den."

Merak etme sen hewalim, canını yakmayacağım senin. Şimdilik...

İkisini bırakıp yavaşça ilerlemeye devam ettim. Hâlâ sesleri geliyordu.

"Ne baskını hewal. T.C'nin eskeri haber gönderdi ya, haberleri yoh diye."

Duyduğum son cümle dikkatimi çekmişti. İçimizde hain mi vardı? Yanlış duymuş olmalıydım.

"Hangisidir o la?" Kaç tane var itoğlu it?

"Yav şu Güven midir nedir var ya hani... Ankara'daki."

Yok. Yok, yok. Yanlış duydum. Güven değil. Ankara'da bir tane mi Güven var? Güven yapmaz. Kardeşim yapmaz.

"Haaa şu dağ da esir aldık dediğimiz."

Son çıktığımız görev aklıma geldi. Görevde Güven'i almışlardı. İki gün sonra da baskın düzenleyip kurtarmıştık onu. Baskın gayet kolay olmuştu. Elimizle koymuş gibi bulmuştuk Güven'i.

"He ya hewal. O gün de toplantıya geldiydi. Söyledi o zaman, şimdilik karargah sakin dediydi."

Kulaklarım artık işlevini yitirmişti. Sadece uğulduyordu. Yanaklarım yanıyor, karnıma sancılar giriyordu. Allah'ım sen beni neyle sınıyorsun? Duvardan aldığın destekle bir adım attım. Bacaklarım da kulaklarım gibi işlevini yitirmişti. Yürüyemiyordum. Olduğum yere çöktüm.

Güven'in, Ankara'da söyledikleri teker teker beynimde canlandı. Söyledikleri, benim düşündüklerim, Kenan Albay'ın söyledikleri. Kulaklarım çınlıyordu. Kafamı ellerimin arasına aldım. Taşlar yerine yavaş yavaş oturuyordu.

"Hayır, hayır, hayır. Yalan. Yanlış duydun. Hayır!"

Dilim, beynimi kandırmak istiyordu. Nefes alışverişim sıklaştı. Kendimi sakinleştirmem gerekiyordu. Şerefsizlerin sözüne inanıp kardeşimi bırakamazdım. Birkaç saniye daha nefesimi düzenlemek için oturdum. Yavaşça yerimden kalktım. Takasın yapılacağı yere doğru ilerlemeye başladım.

İnşaat devam etseydi muhtemelen salon olacak olan odada birkaç adam vardı. Boş odaya bir masa ve iki sandalye konulmuştu. Sandalyelerde oturan kişiler elebaşı olmalıydı.

Girdiğim kapıdan içeri bir adam daha girdi ve doğrudan sandalyede oturan adamın yanına geldi.

"Hewal asker gelmiş. Takas iptal. Güven haber gönderdi. Asker içeriye girmiştir. Hemen çıkmamız gerek ha."

Kulağımdaki aletten ince bir hışırtı geldi.

"Ezgi, çık oradan! Kapının önü adam doldu. Üç dakika içinde seni görmezsem içeriye gireceğim."

Beynim allak bullak olmuştu. Hem haber sızdırıp hem beni kurtarmaya çalışıyordu. Gerçi bilgi sızdırdığından emin değildim henüz. Şuan yaptığımı bile yanlıştı. Düşmanımdan duyduğum şeylere nasıl ihtimal verebilirdim ki? Hele de söz konusu Güven'se.

"Siktir. Güven puştu şimdi mi haber veriyi?" Karşısındaki adama döndü ve bir şeyler mırıldandı ardından ikisi de hızlıca hareketlendi ve odadan çıktı. Ben de peşlerinden hızlıca inşaatın dışına çıktım. Burası gerçekten de adam kaynıyordu. Gözlerimi etrafta gezdirip Güven'in pusuya yattığı yeri aradım. Yoktu. Beynimin içindeki şüphe tohumları filizlenmeye başlamıştı. Eli silahlı kalabalıktan yavaşça ve dikkat çekmeden uzaklaşıp mikrofonu açtım.

"Güven! Neredesin?"

Güven itinden cevap beklerken inşaat alanından çıkmıştım. Yaklaşık beş dakika geçmişti.

"İnşaatın batısına 300 metre." Kulağıma gelen sesle kısa süre duraksadım ve yürümeye devam ettim.

Alçak hem üç dakikaya çıkmazsan geleceğim diyordu hem de kaçıyordu. Filizlenen şüphe tohumlarım da büyüyordu.

Birkaç dakika sonra söylediği yere geldim. Güven yerde pusuya yatmış sessizce bekliyordu.

"Ağzını burnunu kırmadan önce bana anlatmak istediğin bir şey var mı, orospu çocuğu?" Şuan söylenen her şey gerçekmiş gibi Güven'e saldırıyordum. Bana ne saçmaladığımı sormasını istedi canım. Bağırıp çağırıp ne dediğimi sorsa keşke. Kendimi onun hain olduğuna inandırmıştım. Ankara'da söyledikleri ve burada duyduklarımdan sonra beynim bu kanıya varmıştı ve Güven'e olan güvensizliğim gün yüzüne çıkmıştı. Şu andan itibaren tek dileğim Güven'in ne saçmalamadığımı sormasıydı.

"Öğrendin demek?" Kulaklarım sadece damarlarımda akan kanın sesini duyuyor bir nevi uğulduyordu. Yaşadığımız bu anı sanki gerçekte değil de rüyada yaşıyormuşuz gibi hissediyordum. Ya da en azından rüyada olmayı umut ediyordum. Kelimenin tam anlamıyla kendimden geçtim ve Güven'e sağlam bir yumruk attım.

"Bağırsana bana, karşı çıksana, ne saçmalıyorsun desene!!"

Çenesini tutup birkaç defa ağzını açtı ve kapattı.

"Yalan mı söyleyeyim Ezgi? Öğrenmişsin işte. Uzatmaya gerek de yok. Arkadaşımsın diye çıkmana izin verdim oradan."

"Siktir lan. Sen benim değil arkadaşım, düşmanım bile olamazsın bu saatten sonra. Orospu çocuğu seni."

"Uzatma Ezgi. O ağzını da topla!"

Bir anda, tırnaklarımla yüzünü kazıma isteği kaplamıştı içimi.

"Annene yazık. Hain!" Tiksinircesine tısladım.

Belindeki silahı çıkardı ve bana doğru uzattı.

"Uzatma dedim Ezgi. Şuan hayattaysan eski yılların hatırına. Şimdi sessizce git buradan. Yoksa ben seni öbür tarafa göndereceğim."

Aynı tabaktan yemek yediğim adam beni öldürmekle tehdit ediyordu. Allah'ım sen bana dayanma gücü ver. Uzattığı silahtan çekinmeden bir adım attım.

"Nasıl Güven? Nasıl yaptın? Hiç mi düşünmedin babanı, beni, görev arkadaşlarını? Ha? Gözümüzün içine baka baka nasıl yalan söyleyebildin? Vatanına nasıl yaptın bu itliği? Güzel kandırdım enayileri dedin mi arkamızdan? Söyle, nasıl yaptın? Kaç şehidin kanı var elinde ha?"

Bana doğrulttuğu silaha karşılık sol elime aldığım SAR9 METE model tabancayı ona doğrulttum.

"NASIL VATANINA İHANET EDEBİLDİN ŞEREFSİZ?!" Her hâlinden şerefsizlik akan sırıtmasını silmeden ellerini havaya kaldırdı, eş zamanlı olarak sol kaşı da alaylı bir şekilde havalandı.

"Gerçekten üç kuruş için 'şehit' olacağımı mı sandın, seni aptal?" Şehit kelimesini o kadar basit söylemişti ki içimde fırtınalar kopmuştu. Kulaklarım uğulduyor, -8 derecelik havada bile, damarlarımda gezen kan, vücudumu yakıyordu.

"Şuan kazandığım paranın yanında senin kazandığın para çerez parası bile değil. Üstelik ölümle burun burunasın." Kahkahası kulaklarımı doldurdu. Şuan ölümle yaşam arasındaki o ince çizgideydi ama bunun farkında bile değildi.

"BU SEVDA, PARA SEVDASI DEĞİL VATAN SEVDASI, HAİN KÖPEK! SEN NE ANLARSIN?"

Sesim, yeni yeni kar yağmaya başlamış dağın eteklerinde yankılandı. Tabancayı biraz daha sıktım. Bütün nefretimi, sinirimi ve en önemlisi kandırılmışlığımı silahımla gidermeye çalışıyordum.

"Güldürme beni Ezgi. Geç artık bu vatanım ayaklarını. Vatanın elden gidiyor. Albay'ına söyle, ne vatanınız umrumda ne de leşleriniz..."

Silahın kabzasını sıkmaktan beyazlamış parmak boğumlarım rahatladı. Vücuduma büyük bir serinleme çöktü. Az önce uğuldayan kulaklarıma silahımın sesi ilişti. Yüzümde damla damla soğukluklar hissettim. Hayır, yağmur ya da kar yağmıyordu. Yüzümdeki soğuk damlacıklar, karşımdaki soysuzun kanıydı. Az önce karşımda kanlı canlı duran soysuzun leşi yerde uzanıyordu. Göğüs kafesinin solunda ki kurşun deliğinden akan koyu kırmızı kan, yeni tutmaya başlayan karın üstüne akarak ince bir yol oluşturuyordu. Yere düşen silahını ayağımla uzağa ittirdim ve kulağına yaklaştım. Hala canlıydı ve son anlarını yaşıyordu.

"Bizde vatanı için ölene 'Şehit' denir, 'Mehmetçik' denir. Ancak senin gibi soysuz, kansız, itlerin ölülerine leş denir. ANLADIN MI BENİ? HA? ANLADIN MI?"

-... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..-

Selam.

Bu platformdaki ilk kurguma hoşgeldiniz.Daha öncesinde başka bir uygulamada yayınladığım hikayeme- uygulamanın Türkiye'de yasaklanması dolayısıyla- buradan devam etmek istiyorum. Umarım beğenir ve bol bol yorum yaparsınız...

İlk 10 Bölümü seri şekilde buraya atacağım sonrasında yeni bölümleri yazdıkça buradan paylaşmaya devam edeceğim.

Yazım yanlışları varsa kusura bakmayın lütfen :)

 

Loading...
0%