Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM

@_dusin

Yaslanmam gerek sana.

Güçsüzleştim, halsizleştim...

 

Keyifli okumalar!

-... ---. .-.. ..-- -- / -... .- .--.. ..

Güven'in leşinden yaklaşık olarak 7 km uzaktaydım. Büyük ihtimalle it soyluları başına toplanmışlardı bile. Henüz Kenan Albay'la irtibata da geçmemiştim. Sadece sınırı geçmekle ilgileniyordum.

Beynim işlevini yitirmiş gibiydi. Attığım her adımda Güven'in sikik sesi kulaklarıma çarpıyordu.

"Sus artık sus! Yeter şerefsiz."

Hafif çukurda kalan ağacın altına geçip çöktüm ve kafamı ellerimin arasına alıp sıkıştırdım. Başım ağrımaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım ve Güven'i o halde bırakmadan önce yanıma aldığım askeri çantayı açtım. Burada üstümü değiştirip bir şeyler yiyebilirdim. Hızlı olmalıydım. Peşimde birileri olabilirdi.

Çantayı açıp kamuflaj pantolonu çıkardım. İçeriye sızmadan önce sırt çantamı ve silahımı Güven piçine vermiştim. Herşeyden habersiz yanıma getirerek de bana ölmeden önce bir iyilik yapmıştı.

Kamuflajın üstünü de giyip montumu da üstüme geçirdim. Kafama da operasyon kaskını taktım.

Parmak uçlarım üşümeye başlamıştı. Aldığım nefes soğuk havanın etkisiyle genzimi yakıyordu. Avuçlarımı birkaç kez birbirine sürttüm. Mola vermişken Kenan Albay'la iletişime geçebilirdim.

Uydu telsizini açtım. Soğuktan uyuşan parmak uçlarımla karargahı aradım.

"Ankara *** Hareket Merkezi. Şuan TSK kodları içerisindesiniz. Bu bir yasa-"

Telsizden konuşan askerin uyarısını keserek bağırdım.

"Yüzbaşı Ezgi Börteçen. Hemen Albay Kenan Oktay'ı bağla!"

"Emredersiniz komutanım. "

Kararan hava ve hızlıca düşen hava sıcaklığı artık vücudumu titretmeye başlamıştı. Çantanın küçük gözünde duran çikolatalardan birini açtım. Albay hatta gelene kadar mideye indirirdim. Isınmam için vücuduma enerji de verirdi.

"Albay Kenan Oktay. Ezgi? Durum nedir?"

Çikolatanın ağzımda kalan son lokmasını da yuttum. Boğazımdan aşağıya zorla inen çikolatanın ardın bir de yumru oturdu boğazıma. Üç saat önce yaşadığım şeyleri tekrar yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Vücudum yanmaya başladı. Sırtım soğuk soğuk terliyordu.

"Komutanım... Sevkiyatı yapamadılar. "

"Güzel." Sesi nötrdü. Sevinmiş gibi değildi. Sevinmesi gerekirdi çünkü istedikleri olmamıştı.

"Komutanım yalnız..." Dilim söylemeye varmıyordu.

"Söyle yüzbaşım." Sesi az önceye göre daha canlı gelmişti. Sanki duymak istediği başka bir şey vardı.

"Komutanım içimizde hain var. Vardı. Güven Topal."

Söylediklerim bana o kadar yabancı geliyordu ki yaşadığım halde, acıyı en derinde hissettiğim halde sanki rüyadaymışım gibiydi. Kenan Albay bir kaç küfür mırıldandı.

"Gerçekmiş demek ha?"

Albay biliyor muydu? Neden bana da söylememişti? Hayır, ben yanlış anlamışımdır.

"Anlaşılmadı komutanım."

"Anlaşılacak bir şey yok Ezgi. İstihbarattan haber geldi. Şüphelerimiz vardı. Ancak yanlışlık olduğunu düşünüyorduk. Görev, yem görevdi. Detayları Ankara'ya dönünce anlatacağım. Güven'in suçu belli artık. Onu buraya getir."

Sadece benim haberim yoktu. Aptal yerine konuldum, aylarca belki de yıllarca.

"Komutanım... Ben..."

"Emrimi tekrarlatma asker!"

Güven'in ölüsü ve göğsündeki delikten yeni yağmış karın üzerine akan koyu kırmızı kanı aklıma geldi.

"Komutanım, Hain Güven Topal etkisiz hâle getirildi." Oyalamanın anlamı yok diyerek söylediğim cümleyle tüylerim diken diken oldu. Bir zamanlar kılına zarar gelse dünyayı yakacağım insanın şimdi ölüsüyle ilgili rahat bir şekilde konuşuyorum.

"Ne dedin? Nasıl oldu? Kendini yakacak bir şey yapmadın değil mi Ezgi?"

"Hayır komutanım. Hain olduğunu öğrenince silah çekti. Ben yapmasaydım o yapacaktı komutanım."

Bencil miydim? Asla! Kendi refahı için ülkesini satan ite karşı asla kendimi bencillikle suçlayamazdım.

"Bu olmadı Ezgi. Bu iş hiç olmadı. Operasyona dair hiçbir resmi belge yok. İzinde görünüyorsunuz. Gizli görevdi denilirse Güven'in şehit olduğu düşünülür."

"Asla komutanım! Asla Güven'in şehitlik mertebesine ulaştığını söyletmem!"

Gebermeden önce söylediği sözler sanki bir dizinin alt yazısı gibi gözümün önünden geçti.

"Biliyorum Ezgi. Buna bende izin vermem ancak şuan Ankara'ya dönemezsin. Üstlerle toplantı ayarlayacağım. Bir şekilde yolunu bulacağım. Dediğim gibi şuan buraya gelemezsin. Ben sana gidecek bir yer bulacağım. Sen şimdilik sınırı geçmeye odaklan."

"Sınırı geçmem için yaklaşık yarım saatlik yolum kaldı komutanım. "

"Yarım saat içinde seninle irtibat kuracağım. Uydu telsizin açık olsun."

"Emredersiniz komutanım!"

"Allah yardımcın olsun Yüzbaşım."

"Sağ olun komutanım."

Uydu telsizini montumun göğüs cebine koydum. Oturduğum yerden kalkıp çantamı sırtıma geçirdim ve karın üstünde bıraktığım izleri ayağımla gelişi güzel bozdum. Az önce yediğim çikolatanın ambalajını da karı kazıp gömdüm.

Sınırı geçmeme çok az kalmıştı ancak Albay hâlâ aramamıştı. Kafamda da tilkiler dönüp dolanıyordu. Eğer Güven'in hain olduğu resmi bir şekilde kanıtlanmazsa hain ben mi oluyordum? Ya da herşey kanıtlanana kadar kaçak hayatı mı sürecektim? Bu süre ne kadar uzun olacaktı?

"Yüzbaşı Ezgi Börteçen. Ben, Albay Kenan Oktay."

Telsizin sesiyle hemen elim sol göğüs cebime gitti. Gözlerimle etrafı tararken telsizi ağzıma yaklaştırdım.

"Yüzbaşı Ezgi Börteçen. Emredin komutanım."

"Ezgi bir süre Mardin de kalacaksın. Bir tanıdığımın evinde. Ben haber gönderdim. Merak etme. Bundan sonrası bende. Bit an önce görüşmeleri düzenlemeye çalışacağım."

"Anlaşıldı komutanım, sınırı geçmek üzereyim. Tam konum verir misiniz?"

"Acahan Konağı, Ezgi. Gideceğin yer orası. Koordinatları sana uydu telefonundan ileteceğiz."

"Emredersiniz komutanım."

Telsizini kapatıp elime uygu telefonunu aldım ve tekrar yürümeye başladım. Sınır nihayet görünmüştü ve şansıma devriye atan herhangi bir tim de yoktu. Uydu telefonuna düşen koordinatı onaylayıp gitmem gereken yola baktım. Nusaybin'in az ilerisinde bir yerdeydi.

Yarın yokmuşcasına yürümeye başladım. Açlık ve susuzluk hissim artmadan daha da önemlisi soğuktan donmadan önce o konağa varmak istiyordum.

.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.

Saat gecenin 3'ü olmuştu ve ben bahsi geçen konağın tam kapısında duruyordum. Saati umursamadan yarım daire şeklindeki kapının tokmağını bir kaç defa tıkladım. Bir elim ne olur ne olmaz diye sürekli silahımda duruyordu.

Büyük kapı yavaş ve gıcırdayarak açıldı. Bir kaç adım gerileyip boşta kalan elimle de silahımı tuttum ve hazır bir pozisyon aldım.

"Hele dur asker. Seni Kenan göndermedi mi?"

Karşımda duran, hemen hemen Kenan albayla yaşıt olan adama baktım. Karanlıktan seçebildiğim kadarıyla kafasının yarısı hafif gel sakalları beyazlamış hilal bıyıklı adam bir elini bana doğrultmuş dur işareti yaparken diğer eliyle de konağın kapısını tutuyordu.

"Evet, yalnız siz kimsiniz?"

"Ben Turan. Turan Acahan. Kenan dostum olur. Aradı, misafirin var, gözün gibi bak Turan dedi. Anladım asker göndereceğini. Ancak misafirimin kadın olduğunu söylemedi. Artık misafir değil kızımsın. Geç içeri kızım, hava soğuk."

Silahımı bırakıp adamın önünden geçerek konağın bahçesine girdim.

"Sağ olun efendim. Bu saatte rahatsızlık verdiğim için üzgünüm. Ancak şartlar bunu gerektirdi."

Adam sevecen bir tavırla gülümsedi. Bahçeden geçip konağın içine girdik. Anında vücudumu konağın sıcaklığı kapladı.

"O ne demek öyle? Duymamış olayım kızım. Sen bana Kenan'ın hediyesisin. Telefonda sakla makla dedi de anlamadım. Sizin işleri de pek anlamam. Yalnız kızım başında bir bela varsa söyle biz de yardım edelim."

Turan Bey'in samimi yaklaşımı içimi ısıttı. Babacan tavrı Kenan Albay'ı hatırlatıyordu.

"Çok sağ olun efendim. Kenan Albay'ın da dediği gibi bir süre sessiz sakin bir hayat geçirmem gerek. Asker olduğum belli olmamalı."

Kafasını sallayıp takip etmem için işaret etti.

"Gel kızım seni kalacağın odaya götüreyim."

"Turan Bey, benim bu kıyafetleri değiştirmem lazım. Eğer kızınızın ya da gelininizin eski kıyafetlerinden birkaç parça varsa verir misiniz?

Size de zahmet veriyorum tekrar kusura bakmayın."

"Kenan arar aramaz sana bir oda hazırlattım kızım. Odanda kıyafetler var. Yalnız askerim gelecek diyince ben erkek sandım. Ona göre kıyafetler koydurttum. Kusura bakma kızım."

Adam o kadar hazırlık yapmıştı bir de özür diliyordu.

"Estağfurullah efendim. Allah sizden razı olsun." Başını sallayıp omzuma dokundu.

"Allah hepimizden razı oldun." Arkasını dönüp ilerlemeye başladı.

"Turan Bey!" Gitmeden önce konuşmamız gereken bir mühim konu daha vardı.

"Buyur kızım."

"Asker olduğumu ve neden burada olduğumu kimse bilmezse çok sevinirim."

Yumuşakça gülümsedi. "Nasıl istersen kızım."

Tekrar baş selamı verip yanımdan uzaklaştı. Yavaşça kapıyı açıp içeriyi kolaçan ettim ve lambayı yaktım.

Oda, hiç eşya yok denilebilecek kadar sadeydi. Balkon olarak tahmin ettiğim kapının bir metre ötesinde beyaz örtülü çift kişilik yatak vardı. Yatağın hemen karşısında beyaz bir kıyafet dolabı ve hemen yanında yatak ve dolap ile aynı renkte tuvalet aynası vardı.

Sırtımdaki çantayı yatağın kenarına yere bıraktım. Kafamdaki kaskı da çıkarıp komodinin üzerine koydum. Dün evimde uyuma hayali kurarken şimdi tanımadığım birinin benim için hazırlattığı odayı tanımaya çalışıyordum.

'Ne oldum değil ne olacağım diyeceksin' dedi içimdeki ses.

Oda kapısının arkasında kalan diğer kapıyı açtım. Şansıma, odada tuvalete ve banyo vardı. Aynanın karşısına geçtim.

Yüzümde minik minik kan damlacıkları vardı.

Güven'in kanı...

Alelacele suyu açıp yüzümü yıkamaya başladım. Ellerim titriyordu. Bedeninin yere yığılışı, hareketsizce yatarken gözleriyle beni takip etmesi ve gülümsemesi gözlerimin önünden gitmiyordu.

Suyun çıkardığı ses sayesinde bir anda gerçekliğe döndüm ve musluğu kapattım. Banyodan yatağa oturdum. Ayağımdaki askeri botta yer yer kırmızı lekeler yer yer de çamur lekeleri vardı. Bağcıklarını açıp botu çıkarttım. Dar ve hava almayan bottan kurtulduğum anda büyük bir ferahlık hissettim ve ayaklarımı bir kaç defa sağa sola oynattım.

Sıra kamuflaj ve hücum yeleğindeydi ama öncelikle giyecek başka şeyler bulmam gerekiyordu. Dolabın önüne geçip aynalı kapağı açtım. Askılığın olduğu kısımda çoğunlukla erkek gömleği ve pantolonu vardı. Diğer dolap kapağını açtığımda birkaç tane tişört ve eşofmanla karşılaştım. Siyah bir tişört ile gri bir eşofman aldım ve yatağın üstüne attım. Kamuflajımı çıkartıp eşofmanı ve tişörtü giydim. İri bedenim kıyafetleri kısmen doldurmuştu.

Çıkarttığım kamuflajı katladım ve hücum yeleğiyle birlikte sırt çantama yerleştirdim. Sıra şimdi bunları saklamakta.

Etrafıma göz gezdirip saklayacak yer aradım. Fakat oda, o kadar küçük ve sadeydi ki nereye koyarsam koyayım kesinlikle asker yeşili çok sırıtırdı.

Yatak bazası?

Beynimd aniden akın eden fikirle yatağa baktım. Azıcık şansım varsa baza açılır.

Yatağın ucuna geçip tutacak yer aradım. Elime gelen klipsle gülümseyip bazanın üstünü yukarıya kaldırdım.

Doldurduğum çantayı bazanın içine attım. Yanına da botları ve kaskı koydum. Bazayı kapattığım gibi kendimi yatağa attım.

"Allah'ım, sen bana dayanma gücü ver. Sen aklıma hakim ol. Beni ve tüm silah arkadaşlarımı doğru yoldan ayırma."

Komodinin üstüne bıraktığım bel tabancamı emniyetli bir şekilde yastığımın altına koydum ve gözlerimi kapadım.

. .-. - . ... .-..- / ... .- -... .- ....

Yetişkin insanlar ortalama sekiz saatlik uykularında dört kez derin uykuya dalar. Bu derin uykuya Rem dönemi denir. Rem döneminin dışında kalan ve uykunun en hafif olduğu döneme ise Nrem dönemi denir. Bu dönemde insanlar uykunun ilk evresine döner, yani insanlar bu dönemde ekstra hassas olurlar. Bende şuan Nrem dönemindeydim.

Dışarıdan duyduğum sesleri bilincim anlamaya çalışıyordu. Birisi kaldığım odanın kapısını zorluyordu. Yataktan hızlıca kalktım. Kalkarken yastığımın altındaki silahı alıp dün akşam açtığım emniyetini kapattım ve silahı ateş etmeye hazırladım. Sessiz adımlarla kapının arkasına geçtim ve dışarıyı dinlemeye başladım.

"Ağam durun! Girmezsiniz. Turan Ağa'mın kesin emri var. Misafirimizi kimse rahatsız etmeyecekmiş." Konuşan kadının sesi ağlamaklı çıkmıştı.

"Ne demek girmezsin Zelal Hanım? Çalışma odam orası. Daha dün oradaydım. Ne ara misafir odası oldu?" Adam yarı öfkeli yarı şaşkın sesiyle konuştuğunda ne olduğunu kısmen anlamıştım.

Kaldığım oda misafir odası değildi. Ben geleceğim diye alelacele hazırltılmış bir odaydı. Bu yüzden oda bu kadar sadeydi.

"Vallahi bizde anlamadık Ağam. Turan Ağam dün gece bütün eşyaları odanıza gönderdi. Yerine de yatak odası takımı getirtti. "

"Babamın bitmek bilmeyen misafir sevdası beni öldürecek. Elin heriflerini toplayıp eve getiriyor. Aş evi sanki burası." Başlarda yüksek olan sesi yavaşça azaldı. Gidiyordu.

Silahın emniyetini kapatıp beline yerleştirdim. Allah'tan eşofmanın bel kısmında ip vardı. Hızlıca yatağı toparladım ve banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp ıslak ellerimle saçlarımın ön kısmını avuçlayıp hafifçe yukarıya kaldırdım. Ense kısmını da yatışması için okşayıp bıraktım.

Aynada kendimi incelerken tişörtün dışına çıkan künyelere baktım. Benimki ve Güven'inki. Güvenin künyesini özellikle almıştım. O soysuz itin leşini bulduklarında "şehit" demelerini istemiyordum.

Künyeleri tişörtümün altına gönderip banyodan çıktım. Telefonum nereye koymuştum acaba? Operasyondan önce almış mıydım yanıma? Gerçi alsam da almasam da fark etmiyordu. Bu saatten sonra yeni bir telefona ve yeni bir numaraya ihtiyacım vardı.

Odaya son kez göz gezdirip odadan çıktım. Ne tarafa gitmeliyim? Sağdan mı, soldan mı?

"Günaydın, beni Turan Ağa'm gönderdi. Kahvaltıya çağırıyor sizi." Alık alık etrafıma bakarken arkamdan gelen kadınla dikkatim ona döndü.

"Sağ olun, bende nereye gideceğimi düşünüyordum. Buyrun lütfen." Elimle önümü işaret edip yürümesini bekledim. Başını eğip O önden, ben arkadan yürüyordum.

Oyma işlemeleri olan büyük kare bir kapıdan geçip kahvaltı masasının oldu yere geldik. Masada Turan Bey'in dışında üç kadın ve benim yaşlarımda iki kız iki de erkek vardı. Turan Bey masanın baş ucunda oturuyordu, kadınlar ve kızlardan biri de Turan Bey'in sol tarafında oturuyordu. Sağında kalan kısımda ise ilk sandalye boş geriye kalanlarda ise erkekler ve diğer kız oturuyordu.

"Günaydın, beklettiysem kusura bakmayın lütfen." Dedim hafifçe gülümserken. Turan Bey geriye yaslanıp yanında ki boş sandalyeyi gösterdi.

"Yok kızım, ne bekletmesi? Geç otur hele. Bizim büyük oğlan da gelmedi daha zaten."

Gösterdiği yere geçtim ve masada oturanlara baktım. "Tekrardan günaydın herkese."

Üzerimde gezen meraklı gözler yavaş yavaş rahatsız etmişti.

"Bakmayın öyle. Ezgi kızım bundan böyle bizimle yaşayacak. " Karşımda oturan kadınlar gözlerini kısarak bakarken sağımda oturan ikinci erkek gülümsemeye başladı.

Birader biraz daha böyle bakmaya devam edersen kafanı masaya geçireceğim.

Turan Bey tekrar bana döndü ve yanımdaki ilk erkeği gösterdi.

"Benim ikinci oğlan ihsan. İhsan'ın anası Dilber." Dedi soldaki kadınlardan ortadakini göstererek.

Başımı salladım. "Memnun oldum Dilber Hanım." Gülümseyerek başını salladı. Turan Bey bu kez sırıtan gevşeği gösterdi.

"Bu da üçüncü oğlum Zeki'yle onun kardeşi Zehra." Sağ tarafıma dönüp gülümsedim ve başımla selam verdim. Turan Bey üçüncü sandalyede oturan kadını gösterdi.

"Onların anası da Hatice."

Dilber Hanım'a yaptığım gibi başımı salladım ve memnun olduğumu söyledim.

"Emine, ikinci kızım. Kağan'la Emine'nin anası Nurefşan." Dedi sol tarafında oturan kadını ve kızı gösterek.

"Çok memnun oldum efendim. Ezgi ben de." Dedim. Turan Bey ismimi söylemişti ama yine de söylemek İstemiştim.

"Sabah şerifleriniz hayırlı olsun Acahan ailesi." Sabah ki duyduğum sesle elim belime gitti.

"Benim çalışma odasını taşıtmışsın Turan Ağa. Hayırdır? Tuttu mu yine misafir sevdan?" Dalga geçer gibi konuşan adamı dövmek istedim bir an.

Turan Bey boğazını temizleyip kafasıyla beni işaret etti.

"Birader en yakın zamanda kendine yeni bir yer bul. Çalışma odama tekrar geçeceğim."

Büyük ihtimalle ense tıraşım ve giydiğim kıyafetlerden dolayı beni erkek sanıyordu. Kafamı yarım çevirip cevap verdim. Susarsam içimde kalırdı.

"Uzunca kalmayı planlamıyorum. En kısa sürede gideceğim. Rahatsızlık verdiysem kusura bakmayın. Sizden ricam birkaç gün işlerinizi odanızdan yürütmeniz." Masada ki tüm gözler arkamdaki adama dönerken ben önüme döndüm ve oturmaya devam ettim. Adam masanın etrafından dolanıp Turan Bey'in karşısına oturdu.

"Kabalık etmek istememiştim. Yanlış anlama oldu. Kusura bakmayın. Kalabilirsiniz tabii ki. Sadece babamın normal bir misafir için odayı izinsiz değiştirmesine kızdım. Sabah da kapınızı zorladım haliyle. Gerçi duymamışsınızdır ama neyse..." Ağzından çıkanlar kelime değil adeta ego parçalarıydı. Bir yandan özür dilerken bir yandan da yerin dibine sokmaya çalışıyordu. Ellerimi masanın üzerinde birleştirip çenemin altına koydum.

"Normal bir misafir değil, Kağan. Ezgi kızım bana can kardeşimin emanetidir. Laflarına dikkat et." Cevap vermeme gerek kalmadan Turan Bey noktayı koymuştu. Ancak dediğim gibi susarsam içimde kalırdı.

"Kızgınlığınızı, aş evi açarak geçirebilirsiniz. Zira bence Turan Bey öyle yapıyor."

Turan Bey'in masadakileri tanıtırken bahsettiği Kağan, namı diğer büyük oğlan sandalyesinde geriye yaslandı ve gözlerini kısarak bakmaya başladı.

"De haydin afiyet olsun." Turan beyin başlamasıyla herkes bir şeyler atıştırmaya başlamıştı. Karnım çok açtı ancak henüz tanımadığım bir yerde rahatça yemek yiyebileceğimi sanmıyordum. Turan Bey'i çaktırmadan izlemeye başladım. O ne alırsa bende onu alıyordum. Dikkat çekmemek için bazen daha önce yedikelerimden alıyor Turan Bey'in yediği şeyi değiştirmesini bekliyordum. Kahvaltı bittikten sonra herkes konağın büyük salonuna geçti. Bende peşlerinden yürüyordum.

Salona girdiğimizde Turan Bey tekli koltuğa oturdu. Kadınların üçü divana dizilirken Turan Bey'in çocukları da yer minderlerine dizildi. Bu sıralamada benim nereye geçmem gerekiyordu?

"Gel kızım, böyle geç. Dikilme orada." Sağ çaprazında kalan tekli koltuğu işaret etti. Ben gelmeden önce burada Kağan'ın oturduğuna adım kadar emindim neredeyse. Masada da Turan Bey'in karşısına oturmuştu. Büyük ihtimalle Turan Bey'den sonra en çok hürmet gören oydu. Umursamayarak koltuğa geçtim. Kardeşlerinin yerine oturuversin. Minder batmaz bir yerlerine.

"Ee kızım anlat bakayım. Kimsin, necisin, kimlerdensin?" Hatice Hanım'ın meraklı yüzüne karşılık gülmek istesem de neden burada olduğum beynime oradan da dilime akın etti.

"Ben tatil için geldim efendim. Oldum olası Mardin'i, yemeklerini, mimarisini merak etmişimdir. Kısmet bugüneymiş." Turan Bey'e açık vermemesi için baktığımda gayet sakin bir şekilde gülümsedi. Sanki söylediğim yalandan haberi var gibiydi.

"Buraya geleceğini duyunca bizde kalsın diye ısrar ettim dayısına. Kırmadı beni. Kızımızı otellerde süründürecek değiliz şükür."dedi böbürlenerek Turan Bey. Helal len Turan. Yapıyorsun bu sporu.

"Doğru düşünmüşsün ağam, kız sonuçta, ne olur ne olmaz." Dedi Nurefşan Hanım. Oğlu gibi küçümseyerek konuşuyordu. Turan Bey Kağan'ın annesi demese de ana oğul olduklarını kolaylıkla anlardım.

"Ne iş yapıyorsun? Parmağında yüzük de yok. Evli de değilsin." Emine'nin sorduğu soruyla kafamı yere doğru çevirdim.

"Ben şuan çalışmıyorum ve evli değilim." Gülümsemeye çalıştım. Yalan değildi. Şuan çalışmıyordum. Herkes susmuş anlamışcasına kafalarını sallıyordu. Birden kapalı olan salon kapısı gürültüyle açıldı. Kısa boylu, boz bıyıklı ve kasketli bir adam içeriye daldı.

"Ağam! Güven geldi. Eli yüzü kan içinde. Bahçede yığıldı."

-... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..-

Selam.

İkinci bölüme hoşgeldiniz. Umarım beğenir ve bol bol yorum yaparsınız...

Yazım yanlışları ve mantık hataları varsa kusura bakmayın lütfen bu bölümü kontrol etmeden atıyorum :)

 

Loading...
0%