@_dusin
|
"Seni, her yıldızlı gecede anacağım..."
Lütfen kitap, karakterler ve olaylar hakkındaki o değerli düşünceleri benimle 'yorumlar' kısmından paylaşın 🥰 Keyifli okumalar! -... ---. .-.. ..-- -- / -... .- .--.. .. Şüphe. İnsanı zamanla yiyip bitiren, içten içe öldüren his... İki gündür atlatamadığım şüphem bugün daha da çok artmıştı. Dün geceden beri Güven'in hain olup olmadığı konusunda şüpheleniyordum. Beynimin içinde sürekli Güven'in gizli görevde olabileceği geliyordu. Gizli göreve çıktıysa bunu Kenan Albay ve istihbarat dahil kimse bilemezdi. İstihbarattan gelen bilginin güvenliği henüz teyit edilmemişti. Güven de, o durumdayken görevini açığa çıkartamazdı. Biz bunun için eğitim almıştık. Eğer şuan buradaysa yüzüne nasıl bakacaktım? Yine aynı şeyi yapar mıydım? Kafamı iki yana sallayıp koşanların arkasından ilerlemeye başladım. Beynim beni kandırıp Güven'i temize çıkartmaya çalışıyordu. Kendi kendimi manipüle edemezdim şuan. Güven'in yediği bok apaçık ortadaydı. Avluya ulaştığımızda birkaç kişiden oluşan insan topluluğu dağılır gibi oldu. Elim belimde dikkatlice ilerliyordum. Nefesim sıklaştı. Avuç içlerim terlemeye başladı. Tüylerimin hatta saçlarım bile diken diken olmuştu. Yanımdan geçen insanlar telaşla birilerine bağırıp ilk yardım malzemeleri istiyorlardı. Silahımı tutan elimi daha da sıktım. "Kim yapmış bunu Cemşit? Bu yarayla buraya kadar nasıl gelmiş?" Turan Bey'in sorusu, haberi getiren kişiyeydi. "Ağam siyah bir araba geldi, attı gitti." Örgüt getirmiş olabilirdi. Soysuzların ne yapacağı belli olmazdı. Eğer buraya getirdilerse tehlikedeydim. Hatta sadece ben değil tüm konak tehlikedeydi. "Görmediniz mi arabadakileri?!" Cemşit kafasını eğdi. "Göremedik ağam." Temkinli bir şekilde yerde yatan adamın yanına yaklaştım. Aramızda bir metre kadar ya var ya yoktu. Kağan, yerdeki adamın başını elleri arasına almıştı ve bir şeyler mırıldanıyordu. Sıklaşan nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum. kalbim o kadar hızlı atıyordu ki her an bayılabilirdim. Derin bir nefes alıp Kağan'ın arkasından yerde yatan adama baktım. Sivri burnu, sarı saçları ve ince dudaklarıyla tamamen Güven'in zıttıydı. İçimdeki şüphe kendini rahatlamaya bıraktı. Elimi belimden çekip derin bir nefes verdim. Yerde yatan adamın Güven olmamasına şükür ediyordum. Bir an büyük bir elektrik dalgası bütün vücudumu kapladı. Yerde bir sivil yatıyordu ve ben buna şükür ediyordum. Aramızda kalan bir metreyi de kapatıp hızla yanına çöktüm. Kağan, adamın açık yaralarına tampon yapıyordu. "Ne yarası?" Kağan'ın, adama sıkıca bastırdığı ceket yüzünden yaranın yerini ve ne yarası olduğunu anlayamıyordum. "NEREDEN BİLEYİM? NE İŞİNE YARAYACAK BİLMEK?" Bağırarak konuşması, zaten yüksek olan sinirimi daha da çok arttırdı. Sesimi yükseltmeden sakince ve duyabileceği bir tonda konuştum. "Ben o ağzını kırmadan önce sen sahip çıksan iyi edersin. Yardım etmeye çalışıyorum burada." Elleri bir an gevşer gibi oldu. Fırsattan istifade onu ittirip karnının sağ boşluğunda kalan yaraya baktım. "Varsa eldiven, havlu ve oksijenli su getirin. Oksijenli su yoksa alkol getirin lütfen. Bıçak yarası, derin değil ama mikrop kaparsa sıkıntı." dedim başımızda bekleyen kadınlardan birine. Güven denilen adamın başı hala Kağan'ın elleri arasındaydı. "Güven? Beni duyuyor musun?" Bilinci henüz kapanmamıştı. Ambulans gelene kadar da açık kalırsa hasarsız bir şekilde günü atlatabilirdi belki. Kaşlarını çatmasıyla devam ettim. "Kaç yaşındasın? "Otuz..." Kağan'dan gelen cevap ile kafamı kaldırıp çatık kaşlarla ona baktım. "Sana sormadım. Bilincinin açık kalması gerek. Güven tekrar soruyorum kaç yaşındasın?" Kağan hızla başını salladı ve Güven'e baktı. "O-otuz" nefesi titriyordu. Acaba kaç saattir bu haldeydi? "Güven acaba ne zamandır bu halde olduğunu biliyor musun?" Kafasını hayır anlamında yavaşça salladı. Bu sırada istediğim malzemeler gelmişti. Eldivenleri giyip havluya bolca oksijenli su döktüm. "Bu biraz acıtacak." hızlıca tamponu kaldırdım ve yırtık gömleğini iyice yırtıp havluyu yarasına bastırdım. Güven dişlerini sıkıp inlerken kulaklarıma ambulansın siren sesi doldu. Ellerimle yaraya tampon uygularken arkamı dönüp gelen ATT'ye baktım. "Sağ karın boşluğunda 8 cm kadar yatay kesik var. Büyük ihtimalle mutfak bıçağı. Fazla derin değil ama uzun zamandır bu durumda olabilir." Görevli kız başını sallayıp tamponu devraldı. Yerden kalkıp eldivenleri çıkardım. Kalkmamla birlikte Güven'i sedyeye alıp ambulansa bindirdiler. Ambulansın bahçeden çıkmasıyla bir kaç araç daha bahçeden çıktı. Gece yağmış olan kar parmak uçlarımı sızlatmaya başlamıştı bile. Bahçede sadece Turan Bey, Turan Bey'in 'eşleri' ve kızlar kalmıştı. Bir de bir kaç çalışan... Gözlerim ellerime kaydı. Daha dün, ellerimde başka bir Güven'in kanı vardı. Şimdi ise bambaşka bir Güven'in... Olanların farkına yeni varıyormuş gibi hızlıca nefes alıp vermeye başladım. Ellerim titriyordu. Şuan hiç de profesyonel değildim. Hızlıca yere çöküp ellerimi karla temizlemeye çalıştım. Titreyen ellerim komutlarıma uymuyordu. "Çık, ben yapmadım. Onun hatasıydı. O istedi çık! Çık işte çık." Ben dün birine zara vermiştim. Ellerimde suçu kanıtlanmamış bir insanın daha da önemlisi arkadaşımın kanı vardı. Ben onu... Ben onu öldürmüştüm. Ya suçsuzsa? Ya yalan söylemesi gerekiyorsa? "Sus, sus lütfen. Yalvarırım, sus." Beynimde dönüp dolaşan ses içimi daraltıyordu. Ellerimle kafamı tutup sıkıştırdım. O an omzumda hissettiğim elle geriye doğru düştüm. "İyi misin?" Turan Bey'in ikinci oğlu İhsan başımda dikiliyordu. Yutkunup sağa ve sola baktım. Ardından yutkunup yerden kalkmaya çalıştım. Herkes bana bakıyordu. Yaptığım hareketlere anlam vermeye çalışır gibiydiler. "İyiyim, sadece bir an öyle görünce... kötü hissettim kendimi." Şefkatli bir gülümsemeyle kafasını salladı. Gülümsemesi annesine benziyordu. "Odana kadar yardım edeyim?" kibardı da. Kafamı sallayıp kolumu tutmasına izin verdim. "İyi misin kızım? Bir isteğin var mı? Neden böyle oldu ki?" Dün gece beni kanlar içinde gördüğü için şuan sergilediğim hareketler tuhafına gitmişti sanırım Turan Bey'in. Haklıydı da. "İyiyim Turan Bey. Yalnız dayıma söylemezseniz sevinirim. Meraklanmasın." Kahvaltıda Kenan albayı kastederek dayımın arkadaşı olduğunu söylemişti. Şimdi de ona vurgu yapıyordum. "Nasıl istersen kızım." Dedi ve diğerlerine seslendi. "Hadi içeri girin sizde. Üşüteceksiniz." İhsan'ın desteği ile odaya girdim ve yatağa oturdum. İhsan odadan çıktıktan sonra kollarımı dizlerime yaslayıp kafamı ellerimin arasına aldım. Son iki gün içinde beynim bana sıkça oyunlar oynamaya başlamıştı. Bilinçaltım düşüncelerimi gerçekmiş gibi tekrar tekrar yaşamama sebep oluyordu. Başımı kaldırıp ellerime baktım. Yoğun olmamakla birlikte kanın kırmızı izleri hâlâ ellerimdeydi. Hızla kalkıp banyoya ilerledim. Musluğu açıp ellerimi kazırcasına yıkamaya başladım. Bir süre sonra sızlamaya başlayan ellerim artık durmam gerektiğini gösteriyordu. Musluğu kapatıp tekrar odaya döndüm. Üzerimdekileri çıkartıp yeni tişört ve eşofman aldım. Kirlileri, banyoda gördüğüm sepete attım ve odadan çıktım. Sürekli odada kalmak saygısızlık olurdu. Hem Güven'in durumunu da sorardım. Salona girdiğimde herkes bir köşeye çekilmiş sakince oturuyordu. Turan Bey beni görünce gülümsedi. "Geç kızım, otur şöyle. " Gösterdiği yere geçip oturdum. Herkesin yüzünü net bir şekilde görebiliyordum. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. "Tekrardan geçmiş olsun, acaba Güven Bey'in durumu nasıl?" Turan Bey gülümsedi. "Demin Kağan'la konuştum. İyiymiş durumu. Doktor ilk müdahalenin çok işe yaradığını söylemiş. Müdahale yapılmasaydı ameliyat zor geçermiş. Allah razı olsun kızım senden." Gülüm "Estağfurullah Turan Bey, kim olsa aynısını yapardı." Turan Bey kaşlarını çattı ve Emine'ye döndü. "Yapmazdı. Yapmadı da." Emine hızla başını eğip parmaklarıyla oynamaya başladı. İsteyerek yardım etmemişti. Bir insanı ölüme terk etmişti. Tıpkı senin gibi... Hayır ben bir insanı ölüme terk etmedim. Evet, sen arkadaşını ölüme terk ettin. İç sesim yine bir şeyler kuruyordu. Dikkatimi dönen sohbete vermeye çalıştım. "Ağam, Emine şaşırdığı için bir şey yapamadı. Yoksa-" Nurefşan Hanım kızını savunmaya geçmişken Turan Bey hiddetle bağırdı. "Ne şaşırması Nurefşan? Kenarda kılını kıpırdatmadan bekledi. Biz boşuna mı okutuyoruz? Boşuna mı seviniyoruz kızımız doktor olacak diye? Ha?" Bu vesileyle Emine'nin doktor adayı olduğunu da anlamış olduk. Şaşırması gayet normaldi tabii sonuçta ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordu anladığım kadarıyla. Ancak şaşkınlığını bir an önce üzerinden atıp müdahaleye başlaması da gerekirdi. "Kızım sen doktor musun? Maşallah Hızır gibi yetiştin, Allah razı olsun." Hatice Hanım'ın safça çıkan sesine gülümsedim. "Hayır Hatice Hanım, çalıştığım yerde ilk yardım bilgisi alıyorduk. Oradan kalmış aklımda." Askeriyede ki normal erler bile ilk yardım bilgisi almak zorundaydı. Hatice Hanım ve diğerleri kafasını salladı. Turan Bey ise hafif üzgün bir şekilde yüzüme bakıyordu. "Turan Bey, sizinle bir şey konuşmam gerek, eğer uygunsanız?" Bir an önce yeni bir telefona ve numaraya ihtiyacım vardı. Turan Bey yerinden kalkıp kapıyı gösterdi. O önde, bende onun arkasından mutfağa ilerlemeye başladık. "Turan Bey, size çok yük oluyorum ancak sizden istediğim birkaç şey var." Turan Bey kaşlarını kaldırdı. "O ne biçim laf kızım? Sen misafirimsin. Tabii isteyeceksin. Hem Güven oğlumun hayatını kurtardın." Minnettar bir şekilde gülümsedim. "Allah razı olsun. Sizden ricam bir telefon ve numara. Bu iş bittikten sonra size borcumu ödeyeceğim. Sadece bu sürede biraz gizlenmem gerek, o yüzden para çekmiyorum." "Allah hepimizden razı olsun. Lafı bile olmaz. Sen oldu bil o işi kızım." Elini omzuma koyup yavaşça birkaç defa vurdu. Turan Bey'e teşekkür edip odama gitmek için müsade istedim. Odama girip kapıyı kilitledim ve çekmecedeki telefonumu çıkardım. Komodinin çekmecesinde bulduğum kağıda hızlıca timin, Ahmet Amca'nın, Albay'ın ve Hamide Abla'nın telefon numarasını yazdım. Yeni numara geldiğinde ona geçirirdim. Hattı telefondan çıkarttım ve birkaç defa kırdım. Telefonu da kapatıp kamuflajımın yanına koydum ve kamuflaj çantasına koyduğum sigara paketini aldım. Yatağı indirip balkona çıktım. Sigarayı dudaklarımın arasına sıkıştırıp paketin içine koyduğum çakmağı aldım ve sol elimi, sönmemesi için siper ederek sigaramı yaktım. Dışarı verdiğim sigara dumanı, gri renkli gökyüzüyle karıştı. Sigaradan her nefes aldığımda kulağıma gelen cızırtı sesi bana zevk veriyordu. Sol elimi cebime sokup etrafa bakmaya başladım. Sanırım konak ilçe merkezine yakındı çünkü buradan, birkaç market ve bir sürü ev görünüyordu. Operasyon bölgesinden buraya yürüdüğüm mesafe, gecenin verdiği enerjiyle gözüme görünmemişti anlaşılan. Kapımın çalınmasıyla kapıya döndüm ve sigaramdan son kez nefes aldım. Tekrar verirken sigarayı balkon demirine bastırıp söndürdüm ve balkon kapısının dış köşesine koyup içeriye girdim. Kapıyı çalan her kimse gerçekten kırmayı planlıyordu sanırım. Belimi yoklayıp silahımı hissettim. İçimi rahatlatıyordu. Kilidini yavaşça çevirip kapıyı biraz araladım. Kağan kapının önünde bana bakıyordu. Kapıyı tam açıp karşısına geçtim. "Buyrun Kağan Bey, bir şey mi oldu?" Elindeki poşeti kaldırıp, uzattı. "Babamdan istediklerin. Bana söylemişti alayım diye. Şimdi de uyuyormuş. Ben getirdim o yüzden." "Teşekkür ederim, size de zahmet verdim." Poşeti alıp cevap beklemeden kapıyı kapatıyordum ki kapıyı tuttu. 'ne var' dercesine yüzüne baktım. "Bugün için teşekkür ederiz. Güven uyandı. Sayende..." Güven dedikçe aklıma kötü anılar geliyordu. Hızla kafamı sallayıp, "Rica ederim, geçmiş olsun." Dedim. Tekrar kapıyı kapatmaya yeltendim ama kapıyı yine tuttu. Bu kez merakla değil sinirle yüzüne baktım. Bir şey söyleyecek gibi oldu. Birkaç defa ağzını açıp kapattı. "Neyse, iyi geceler." Bir şey söyleyemeden arkasını döndü ve uzaklaştı. Omuzlarımı kaldırıp indirdim ve kapıyı kapattım. Yatağa oturdum ve telefon kutusunu poşetten çıkarttım. Kutuyu görür görmez büyük bir küfür ağızımdan kaçtı. "Ne yaptın insafsızın oğlu? Üç maaşım var burada." Aldığı telefon son model olanlardandı. Benim aylık aldığım maaşın üç katıydı. Anlaşıldı Ezgi. Bu durumdan kurtulup bir an önce tayinini doğuya aldıracaksın kızım. Anca böyle yiyecek paran cebinde kalır. Telefonu açıp yazdığım numaraları kaydettim. Artık mutfağa gidebilirdim. Sabah kahvaltısı doğru düzgün yapamamıştım. Öğlen yemeği saatini de odamda geçirdiğim için midem açlıktan guruldayacak duruma gelmişti. Odadan çıktım ve mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Çalışan kadınlar sürekli bir o yana, bir bu yana koşuşturuyordu. Mutfağa girdiğimde masanın üstünde yedi farklı tencere gördüm. Ezgi, bunlar akşam yemeğiyse yaşadık kızım. Tek yaşadığım için bu kadar çeşit yeöeği tabii ki de görmüyordum. Şimdiye kadar aynı anda gördüğüm çeşitli yemek sayısı tatlıyla birlikte en fazla dörttü. O da askeriyede ve timle çıktığımız akşam yemeklerindeydi. Ocağın başında yemekleri kontrol eden Zelal Hanım'a yaklaştım. "Kolay gelsin Zelal Hanım. Hayırdır, davet falan mı var acaba?" Bu kadar yemek konak için çoktu. Tabii pek bilgim yok burada kaç kişi yaşıyor ama yine de gördüğüm insanlara göre fazla. "Güven için geçmiş olsuna gelecekler Ezgi kızım. Haber verdiler, ağam da yemeğe davet etti." Zelal Hanım bir yandan bana cevap veriyor bir yandan da yemeklere kaldığı yerden devam ediyordu. "Ee, bende yardım edeyim o zaman." Canım sıkılıyordu. Hem yemeği beraber hazırlar birkaç lokma yer odama çekilirdim. "Zahmet olmasın sana kızım. Zaten bugün yoruldun." Sabahki durumu Zelal Hanım da görmüştü anlaşılan. "Yok canım ne yorulması. Hadi yapalım da bitsin. Zaten her şeyi hazırlamışsınız. Masayı kurayım bende." Çatal, kaşık, bıçak, tabak ve bardakların yerini öğrendikten sonra sırasıyla masaya yerleştirdim. "Zelal Hanım, masa tamamdır. Eğer ayıp olmazsa ben önden kendime bir tepsi hazırlayıp odama geçeyim. Kalabalık yapmayalım." Zelal Hanım kaşlarını kaldırdı. "Olur mu öyle şey kızım, ne kalabalığı? Ağam duymasın." "Neyi duymayayım Zelal?" Mutfağın girişinden gelen sesle, Zelal Hanımla aynı anda oraya baktık. "Diyorum ki ayıp olmazsa ben kendime bir tepsi hazırlayıp odama geçeyim. Kalabalık etmemiş olurum." Turan Bey, Zelal Hanım gibi kaşlarını kaldırdı. "Zelal doğru demiş. Duymamış olayım kızım. Sende bu evin kızısın artık. Kendini rahat hissedersen gel buyur. Çekinme sakın." Aslında birkaç yeni yüz görmekten zarar gelmezdi. "Peki o zaman." Kulaklarımızı dolduran tokmak sesiyle konuşmamız noktalandı. Mutfaktaki ve salondaki herkes kapıya gitmeye başladı. Turan Bey en önde durmuş gelenlere hoşgeldin ediyordu. Resmen bu konak sakinleri kadar gelen olmuştu. Turan Bey gelenleri yemek masasına yönlendirdi ve her zamanki yerini aldı. Turan Bey'in soluna eşleri, sağına oğulları ve kızları dizildi. Bende kızların yanına geçtim. Turan Bey'in karşısında gelen misafirlerin en büyüğü ve herkesin Vedat Ağa diye hitap ettiği adam oturdu. Aynı şekilde onun da soluna iki kadın sağına da genç kızlar ve erkekler dizildi. Sol tarafımda Zehra sağ tarafımda diğer iki kadın ve karşımda tanımadığım genç bir adam vardı. "Turan hayırdır, bu güzel kızımız kimdir? Yoksa kızındır?" Vedat Ağa'nın, Turan Bey'e şaka yollu sorduğu soruyla karşımdaki adam tuhaf tuhaf bakmaya başladı. "Kızımdır ya Vedat, kızımdır. Manevi kızımdır Ezgi. Bir arkadaşımın emaneti. Bir süre bizimle." Dedi Turan Bey babacan bir tavırla. Sadece gülümsemekle yetindim. "Nerelisin kızım sen. Buralı değil gibisin." Vedat Ağa'nın sorusu bu kez bana yönelikti. "Ankaralı'yım Vedat Bey. Tatil için geldim buraya. " "Bir ihtiyacın olursa çekinme gel kızım, bundan böyle benim de kızımsın." Mardin halkının sıcak kanlı olduğunu duymuştum ancak bu kadar olacağını sanmıyordum. "Sağ olun Vedat Bey." Gülümseyip tabağımdan bir lokma daha aldım. Karşımdaki adam hâlâ bana bakıyordu. Hissedebiliyordum. Artık bakışları rahatsız etmeye başlamıştı. Boğazımı yüksek sesle temizleyip gözlerinin içine baktım. Gözlerini kaçırmadan bakmaya ve sırıtmaya devam ediyordu. Birazdan gözlerini oyup önündeki çorbaya çeşit olsun diye atacağım senin. İnsan uyarıdan anlar. "Ezgi, bir bardak su getirir misin acaba?" Karşımdaki adamın ismimi söylemesiyle benimde dahil masada ki herkesin dikkati ona çevrildi. Hasta mıdır nedir? O kadar çalışan varken benden istiyor. Masada gözlerimi gezdirdim. "Sürahi Kağan Bey'e daha yakın." Kafamla Kağan'ın önünde duran sürahiyi işaret ettim. Kağan, sürahiyi adama uzatırken adam elini kaldırıp salladı. "O su soğuk, ben ılık istiyorum." Paşama bak hizmetçin var sanki. "Zelal getirsin. Çağırın Zelal'i." Zelal Hanım şimdi yemek yiyordur. Zaten tüm gün hazırlık yapmıştı. Bir bardak sudan bir şey olmaz. "Turan Bey, Zelal Hanım yemek yiyordur şimdi. Bir şey olmaz getireyim ben." Sandalyeyi geriye ittirip kalktım. "Ezgi abla..." Zehra'nın ismimi söylemesiyle ona döndüm. Gergin gibiydi. "Neyse, bir şey yok abla." Kafamı sallayıp mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Zehra'nın bana abla demesi nedense hoşuma gitmişti. Kendimi yabancı hissettiğim bu evde Zehra'nın ilk adımı içimde minik bir ateşi başlattı. Tezgahın önüne geçip dolapları karıştırmaya başladım. O kadar çok insan vardı ki kullanılacak bardak kalmamıştı. Ulan ismini bilmediğim adam, suyuna tükürmezsem adım Ezgi değil. Bardağı ararken ağzımda da tükürük biriktirmeye başladım. Üst dolaba bakmamıştım. Belki vardır diyerek yukarıya uzanmaya çalıştım. Arkamdan birkaç tıkırtı sesi geldi. Biri mutfağa girmişti. Sanırım Zelal Hanım'dı. Burnuma gelen parfüm kokusuyla durdum. Kokunun kaynağı yaklaşmıştı. Biriktirdiğim tükürük az kalsın boğazıma kaçıyordu. Gelen her kimse tam olarak arkamdaydı. -... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..- Selam. Buraya kadar okuyup beğendiyseniz lütfen oy vermeyi unutmayın tatlı bıdıklarım. Bir de bölüm içi yorum yazar mısınıız??? Okuyunca çok mutlu oluyorum, içime yazma isteği doğuyor da |
0% |