@_dusin
|
Bütün anışlarım bana aittir; fakat bu ürpertili hatırlayışlar neyin nesi? Keyifli okumalar! -... ---. .-.. ..-- -- / -... .- .--.. .. Arkamda hissettiğim şey tam olarak insandı. Birisi arkamda bana temas ediyordu. Hızla arkamı döndüm. "Aa Ezgi, bende bardak almaya gelmiştim. Şuradan alayım." İsmini bilmediğim herif elini açtığım dolaba uzattı ve bir bardak alıp pişkince gülümseyerek mutfaktan çıktı. Sapık herif bardak bahanesiyle arkama geçip bana dokunmuştu ve ben hiçbir şey yapmamıştım. Başıma ilk defa böyle bir şey geliyordu. Nasıl tepki vereceğimi anlık olarak bilemesem de şimdi aklıma geliyordu. Yüzüm sinirden yanmaya başlamıştı. "Siktim oğlum senin belanı." diye mırıldandım. Gözümü kararttım ve elimi beline atıp silahımı tuttum. Öldürmesem bile vurarak korkutacaktım. Sonrasında da bu konaktan siktir olup gidecektim. Elim belimde ki silahımda, mutfak kapısına doğru ilerlemeye başladım. "Ezgi abla?!" Tam kapıdan çıkacakken karşıma dikilen Zehra ile durdum. O kadar sinirliydim ki kaşlarımı çatarak konuşmasını bekledim. "Abla Samet bir şey yaptı mı sana? İyi misin?" Çattığım kaşlarım hayretle kalktı. Elimi belimden çektim. "Yapmış, belli. Anlamalıydım zaten o sırıtışından. Gitme diyecektim ama belki bir umut yapmaz diye düşündüm." Kafasını utançla yere eğdi. Derin bir nefes alıp çenesini tuttum ve yüzüme bakmasını sağladım. "Zehra, sana da mı bir şey yaptı?" Zehra tekrar kafasını yere eğdi ve burnunu çekti. Şimdi daha da çok siktim seni Samet. "Söylemedin mi kimseye Zehra? Şikayet etmedin mi?" Hızla kafasını kaldırdı. "Kime söyleyeyim abla? Söylesem ne olacak? Namus der evlendirirler beni. Ben öyle bir adamla evlenemem. Öldürürüm kendimi daha iyi." Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. Böyle bir durumda bile iş evliliğe geliyorsa Samet'i vurursam iş kan davasına kadar giderdi. "Zehra sen şimdi sil gözlerini masaya geçelim. Ben bir şeyler düşüneceğim o piç için." Zehra şaşkın bir şekilde kafasını sallayıp önünde yürümeye başladı. Masaya geldiğimizde herkes normal bir şekilde yemek yiyordu. Samet denen insan müsveddesine baktım. Hiçbir şey yapmamış gibi yemek yiyor ve gülerek yanındakilerle konuşuyordu. Sesli bir şekilde sandalyemi çekip sertçe oturdum. Çıkan ses yüzünden Samet dahil bazıları bana baktı. Sol kaşımı kaldırıp ne var anlamında başımı salladım Samet'e. Omuzlarını kaldırıp indirdi ve gülümsemeye devam etti. Sülalesine kaymam için uğraşıyor yemin ederim. "Ee Vedat Bey, kızınız yok mu hiç?" Sessizleşen masaya attığım soru sayesinde masa tekrar canlandı. "Yok kızım. Üç oğlum var. İkisi yurtdışında." Başımı salladım. "Anladım, demek bu yüzden Samet Bey böyle." Zehra hızla bana döndü. Onu görmemezlikten geldim ve anlamamış gibi bakan Vedat Bey'e cevap verdim. "Yani güler yüzlü, her gördüğüne gülüyor. Kadınlar gibi, istediğini başkasına bırakmadan yapıyor. Su istiyor, benden önce gidip alıyor. Değil mi Samet Bey?" Samet'in yüzü bozulurken ben hafifçe sırıttım. "Çok istedim bir kızım olsun. Allah uygun görmedi demek ki, olmadı. Bende o yüzden oğullarımın bir istediklerini iki etmedim hiç. Ne isterlerse yaptım." Keşke yapmasaymışsın be dayı. Kafamı sallayıp sandalyeye yaslandım. Samet'in yüzü şekilden şekle girerken herkes Yemeğini bitirmişti ve salona geçmiştik. "Zelal, hayde bize kahve yap, içelim de keyfimiz yerine gelsin." Turan Bey'in, Zelal Hanım'a seslenmesiyle bende ayaklandım ve Zelal Hanım'a yetiştim. "Zelal Hanım, herkese kahve verin ama Samet'e vermeyin. Ona ben kendi ellerimle yapacağım kahveyi." Zelal Hanım başta anlamasada kafasını salladı. Sonra muzurca gülümsedi. Bu gülümsemenin anlamını biliyorum ama üzgünüm Zelal Hanım, yanlış anladın. Tekrar salondan içeriye girip yerime kızların yanına yere oturdum. Kapının yanındaki koltuklarda sırasıyla Kağan, İhsan ve Zeki oturuyordu. tam karşılarında da ben, Zehra ve Emine oturuyorduk. Samet denen it, teker teker herkese bakıyor sonra da tekrar sohbetle ilgileniyordu. Üstümde hissettiğim gözlerle bende oturanları izledim. Sırasıyla kadınlardan başlayarak erkeklere doğru ilerlerken Kağan'la göz göze geldik. Sol elini karnının üstüne koymuş sağ elini de sol elinden destek alarak çenesine koymuştu. Ara sıra alt dudağıyla oynuyordu. Yüzünden bir şeyler düşündüğü belliydi ama neden dik dik bana bakıyordu? Kafamı ne var anlamı da sallayıp göz kırptım. Yüzünde mimik oynamazken sadece omuzlarını kaldırıp indirdi. Çattık aga. Kafamı sol tarafa çevirdim ve yarı sesli şekilde bir tövbe çektim. O esnada içeriye giren Zelal Hanım'la yüzümden yaramaz bir gülümseme peyda oldu. Zelal Hanım, söylediğim gibi kahveleri herkese dağıttı ve Samet'i es geçti. Kahve tepsisi önünden her geçtiğinde almak için hamle yapan Samet hüsranla koltuğa yaslandı. Kimse araya girmeden ayağa kalktım. "Aa! Samet Bey, size kahve gelmemiş mi? Yaa hemen yapıp getireyim bekleyin." "Sağ ol Ezgi. Ama içinde şeker olsun ha." Diyip sırıttı ve göz kırptı. Yaptığı ima açıktı. İş attığımı düşünüyordu. Arkamı döndüm ve sinirle dişlerimi sıktım. "Sikik." Kimsenin duymayacağını umarak kapıya yaklaşırken mırıldandım. Kağan'dan gelen kıkırdamayla duyduğunu anladım ve tekrar ne var anlamında kafamı salladım. Hiçbir şey olmamış gibi bu kez gülümseyerek omuzlarını kaldırdı. Kapıdan çıkıp hızla mutfağa girdim. Zelal Hanım ve birkaç kız masa başında oturmuş kahve içiyorlardı. "Zelal Hanım, sıvı yağ nerede acaba?" Zelal Hanım sandalyesinden destek alarak ayağa kalktı. "Acıktın mı kızım? Ben hazırlayayım hemen bir şeyler. Rahat yiyemedin sen orada. Anladım ben zaten." Zelal Hanım'a gülümsedim. "Sağ olun Zelal Hanım ama aç değilim. Kızartma yapacağım sadece. Onu da ben yaparım yorulma sen. Teşekkür ederim" Zelal Hanım anlamazca bakıp kafasını salladı ve tezgaha doğru yürüdü. Alt kapaklardan birini açıp cam şişedeki yağı bana doğru uzattı. Dudağımın sol tarafı hafifçe yukarıya kalktı. Şişeyi alıp ocağın yanına bıraktım az önce kullanılmış olan ve tezgah lavabosunda duran kahve cezvesini aldım. Yağdan cezveye yeteri kadar doldurdum. Zehra Hanım ve kızlar susmuş beni izliyordu. Sanırım karışmak istemiyorlardı ama meraktan da içleri içlerini yiyordu. Ocağa yakın dolapları karıştırmaya başladım. Kahve büyük ihtimalle burada bir yerde olmalıydı. Birkaç başarısız denemeden sonra kahve kutusunu aldım ve cezvenin içine iki kaşık ekledim. Cebimden çıkarttığım çakmakla cezveyi koyduğum ocağı yaktım. Yağ ısındıkça kahve telvelerinden çıtırtı sesleri geliyordu. Ocağın altını biraz daha açtım. "Kızım..." Zelal Hanım sanırım daha fazla dayanamamış olacak ki konuşmaya başladı. Gülümseyerek arkamı döndüm. "Efendim Zelal Hanım?" Bir ocağa, bir bana baktı. "Kahve nasıl yapılır biliyorsun, değil mi kızım?" şiveli ve meraklı çıkan sesiyle güldüm. "Biliyorum tabii, bu şefin özel tarifi." göz kırpıp tekrar cezveye döndüm. "İstersen klasik kahve tarifimden yarın size yapayım?" Hanımlardan ses gelmeyince bardakların olduğu yerden fincan takımı aldım ve kızgın yağı dikkatlice fincana doldurdum. "Ben kaçar hanımlar. Malum kızartma yapacağım yağ soğumasın. Güzel kızarmaz sonra." Hızlıca mutfaktan çıktım ve salona doğru adımladım. Çalışanlar ve Zelal Hanım arkamdan geliyordu. Kapıdan içeri girer girmez Samet'e gülümsedim. Çapkınca gülümsedi ve kafasını salladı. Elimdeki fincandan hâlâ telvelerin çatırtısı geliyordu. Samet'in önünde durdum ve elimi ona doğru uzattım. Tam alacakken fincanı bıraktım. Ellerine teğet geçen fincan tam da hesap ettiğim yere, yani bana dokunduğu yere denk geldi. Bağırarak yerinden kalkan Samet'e, anneleri, kardeşleri ve babası da eşlik etti. Yanı sıra Turan Bey, eşleri ve çocukları da kalktı. Herkes bir ağızdan bir şeyler söylerken ben sırıtarak izliyordum. Samet bir eliyle pantolonunu çekiştirirken diğer elini de yelpaze gibi kullanıyordu. "Ne lan bu? Kahve değil bu!" Samet kükrer gibi bana bakarak sordu. Omzumu silkip umursamazca "Yağ." dedim. "Ezgi, kızım ne yaptın?" Turan Bey'in kırgın çıkan sesi konuşmam gerektiğini hissettirdi bana. "İzinsizce bedenime dokunan sapığa cezasını verdim Turan Bey." Salondaki herkes sustu. Bütün gözler bana dönmüştü. Salondaki tek hareket Samet'in kendini yellemesiydi. "Yanlış duymadınız." Samet durup nefret dolu gözlerini gözlerime dikti. "Ne diyor bu? Tanımam etmem. Yalan söylüyor. Ben kimseye izinsiz dokunmam. Gülümsedin bana hem. Sende istiyordun, rızan vardı." Ne ara Samet'in üstüne çıktım, ne ara onu yumruklamaya başladım hatırlamıyorum. Biri belimden çekiştirdiğimde Samet'i dövdüğümü anladım. "Bana bak it, değil burada, dünyada yan gözle bir kıza baktığını göreyim, duyayım hatta hissedeyim Allah çarpsın dünyanın öbür ucunda da olsam gelir seni öldürürüm." Belimde kimin eli varsa ittirdim. Turan Bey'e döndüm. Hâlâ hayal kırıklığı ve sinirle bana bakıyordu. Ancak hissettiği duygular bana mıydı emin olamıyordum. ""Densizliğim için beni affedin. Bana inanıp inanmamak sizin elinizde ancak..." Ben sözümü bitiremeden Zehra araya girdi. "Ezgi abla doğru söylüyor baba. Samet... b-ba..." Sesi titredi. Kafasını yere indirdi. Utanıyordu. Kağan, Zehra'nın çenesini tutup kafasını kaldırdı. "Abim, bir şey mi yaptı bu şerefsiz sana, ha? Korkma, söyle hadi." Zehra titreyen çenesi ve akan gözyaşlarıyla kafasını salladı. Kağan, Zehra'yı bırakıp Samet'e ilerleyecekken Turan Bey kolundan tuttu. "Vedat! Al piçini de bu konaktan defol git. Bir daha da sakın buraya adım atma." Turan Bey son noktayı koyup Kağan'ı geri çekti. "Hatice, siz yukarı çıkın! Cafer! Sen de bunları konaktan çıkart." Hanımlar ve Zehra yukarı çıkarken salonda sadece Turan Bey, Kağan, İhsan, zeki ve ben kalmıştık. Turan Bey tekli koltuğa oturdu ve bir süre düşündü. "Kağan, bunların piyasadaki isminin kökünü kazı. Zeki, sen Kağan abine yardım et. İhsan, sende yarın ilk iş karakola git bu kansızı şikayet et." "OLMAZ!" karakol kelimesi cümlenin içinde geçtiği anda beynim tehlike sinyalleri vermeye başladı. Merakla bakan dört çift göz ile açık verdiğimi anladım. "Karakol olmaz, Turan Bey," ani çıkışım beni zora soksa da toparlamaya çalıştım. "Yani, yaktım adamı. Üstüne dövdüm. Bende suçluyum." Turan Bey anlamıştı. Bunu çatılmış olan kaşlarının kalkışından anlamıştım. "Doğru, o zaman şimdilik sadece şirketlerinin çaresine bakın oğlum." "Baba, ne demek doğru? Çeksin cezasını işte." "Uzatma Zeki. Dediğimi yapın." Derin bir nefes aldım. Nefesimi tekrar dışarı verirken kafamı yere eğdim ve ellerimi fark ettim. Elimin üstünde, Samet'in kan lekeleri vardı. Aceleyle üzerime silmeye çalıştım. Geçmiyordu. Samet'in az önce yerde hareketsiz yatan hali gözlerimin önüne geldi. 'Güven de kanlar içinde böyle yatıyordu Ezgi.' Beynimin içinde fısıldayan sesle irkildim. 'İki günde iki insan Ezgi.' ses devam ediyordu. "Sus. Lütfen sus." ellerimi ovuşturmaya devam ediyordum. Derince nefes alıp kafamı kaldırmadan "müsadenizle" dedim ve hızla salondan çıkıp odama koştum. Bu durum gittikçe canımı sıkmaya başlıyordu. Aklım, bana karşı geliyordu. Ellerimi yıkayıp tekrar yatağa oturdum. Artık Kenan Albay'ı arama zamanı gelmişti. Kağan'ın aldığı yeni telefondan Kenan Albay'ı bulup aradım. Birkaç defa çaldı ve telefon açıldı. "Yüzbaşı Ezgi Börteçen, Kenan komutanım?" "Ezgi? Kimin telefonu bu, risk alma demedim mi sana?" "Komutanım telefon bana ait değil. Hat Turan Bey'in oğluna ait. Acil aramalar için kullanacağım. Bu evde sürekli uydu telsizini kullanmak biraz sıkıntılı." Kenan Albay, homurtulu bir nefes verdi. "Pekâlâ, bir sorun var mı? İşler nasıl orada? Turan'ın, geleceğinden haberi vardı zaten. Fazla bilgi verme." "Emredersiniz komutanım. Burada küçük bir olay oldu ama hallettim. Bir de komutanım, Güven meselesinin durumu nedir?" "Tuğgeneral Alparslan ile görüştüm. Geçmiş tarihli görev izin belgesi hazırlanacak. Ancak sorun çıkartacak kişiler var. Biliyorsun... Bekleyeceğiz bir süre daha. Ankara'ya döndüğünde savunmanı hazırlayacaksın. Tutanak tutulacak ve yazılı ifaden alınacak." Sormak istediğim bu değildi. Bunları tabii ki de biliyordum. Askeriyede her şey resmiyete dayalı yapılırdı. Gizli görevler hariç. "Bunlar prosedürler komutanım. Benim sorum Güven'in nasıl böyle bir şey yapabildiği." Albay sıkıntılı bir nefes verdi. "Lisedeyken katıldığı topluluklardan şüpheleniyoruz ama henüz tam bir araştırma yapmadık." Lise yılları mı? Güven lisedeyken asosyaldi. Dersler ve eğitimlerin dışında zamanını bilgisayarda geçiriyordu. O zamanlar teknolojik aletler şimdiki gibi tam donanımlı olmadığından saatlerce ne yaptığına anlam veremezdim. "Komutanım, Güven'in sosyal çevresi yok denebilecek kadar azdı. Gününü bilgisayar başında geçirirdi. Üniversiteye geçtikten sonra birden bilgisayarı bıraktı ve arkadaş edinmeye başladı. Yani böyle bir durum söz konusu ise üniversite yılları daha muhtemel." "Üniversite yıllarında olabileceğini bizde düşündük ancak o dönemlerde yurtta kalmış ve izin günleri dışında okuldan hiç ayrılmamış. Okul içinde de dijital mecralara da giriş yapmamış. Düşüncemiz, lise yıllarında katıldığı topluluğa üniversite yıllarında devam etmesi yönünde." Başım ağrımaya başlamıştı. Bir elimle telefonu tutup diğer elimle başımı ovuyordum. Güven yıllardır yalan mı söylüyordu? "Ezgi, bir sorun daha var..." Albay'ın konuşmaya devam etmesiyle elimi başımdan çekip kafamı kaldırdım. "Buraya geldikten sonra sana ve timine soruşturma açılacak. Önemli bir şey çıkmaz ancak tedbir amaçlı." Histerik bir kahkaha döküldü ağzımdan. Bunca yıl emrinde çalıştığım vatanım, istese gözümü bile kırpmadan canımı vereceğim vatanım bana soruşturma mı açacaktı? Hadi ben neyse de timdekilerin suçu neydi? Bizim gurumuz ne olacaktı? "Anlaşıldı komutanım!" Alacağım bilgileri almış vereceğim bilgileri vermiştim. Uzatmamak için resmi bir şekilde de telefonu kapatmak istemiştim. Tabii ki de soruşturma altına alınabilirdik ancak açılacak olan soruşturma, vatana ihanet adı altında açılacaktı. Gayet iyi biliyordum. Vatanını ve milleti için can vermeye hazır olan her asker için bu katlanılamaz bir ithamdı. Telefonu cebime koyup yataktan kalktım. Kafam çatlayacak dereceye gelmişti. Kapıdan açıp etrafa baktım kimse görünmüyordu. Belki birinden ağrı kesici bulurum umuduyla mutfağa doğru ilerledim. Şansıma mutfakta da kimse yoktu. En azından kendime kahve yapabilirdim. Yerini öğrendiğim kahve ve cezveyi alıp kendime sade bir kahve yapmaya başladım. Biraz olsun kafamı dağıtabilirsem belki içimde ki sıkıntı da geçerdi. Kahveyi yaptıktan sonra dışarıdaki kamelyalardan birine geçtim. Kar biraz dinmişti ama hâlâ erimemişti. Odadan çıkmadan önce cebime attığım sigara paketini çıkarttım. Tek dal sigaram kalmıştı ve ben burada çok sigara içecek gibiydim. Sigarayı dudaklarımın arasına yerleşitirdim ve sol elimle sigaraya siper yapıp çakmağı çaktım. Derin bir nefes alıp sigaranın çıkarttığı cızırtıyı dinlemeye başladım. Hava soğuktu ama içimde verdiğim savaş o kadar yakıyordu ki beni dışım da kavruluyordu. Başıma gelen onca şeye rağmen güçlüymüş gibi davranmak o kadar zordu ki... Timdekilere ne diyecektim? Nasıl söyleyecektim? Beni de suçlarlar mıydı? Güven olsaydı herkese sakince olanı biteni anlatırdı. Güldüm. Sesli bir şekilde güldüm hem de. Güven'e o kadar alışmıştım ki hain de olsa aklımdan çıkmıyordu. Hain olduğunu unutuyordum. Aptal kafam. Mutfak kapısından ellerimde battaniyelerle çıkan Dilber Hanım bütün dikkattimi dağıttı. Elimdeki sigarayı, yarım olmasına rağmen hızla söndürüp karların üstüne attım ve ayağımla bastırarak kara gömdüm. Sakince gelip yanıma oturdu. Geldiğimden beri hiç konuştuğunu duymamıştım. "Anlat bakalım kızım. Nedir senin derdin? Neden böyle kırık bakarsın yüzümüze?" Hafif Rumeli ağzıyla konuşmuştu. Sesi o kadar narin ve titrekti ki sanki konuşurken kırılacak gibiydi. Aramızdaki mesafeyi kapattı ve elini dizime koydu. Sesinin tonuna mı şaşırsam yoksa yüzümden ne hâlde olduğumu anladığına mı şaşırsam bilemedim. Duygularımı gayet iyi saklıyordum. Sonuçta ben bir askerim. Ancak, o nasıl anlamıştı? "Bir sorunum yok Dilber Hanım, gayet iyiyim. Teşekkür ederim, düşünüp sorduğunuz için." Kafasını sola yatırdı ve dudakalarını büzdü. "Var mı, yok mu demedim kızım. Anlat, anlat da rahatla dedim." Kelimelerini tane tane söylüyor, her söylediği kelimede de dizimi okşuyordu. "Gözlerin öyle derin bakıyor ki, insanın içine batıyor. Durup durup bir yerlere dalıyorsun, iç çekiyorsun. Sen farkında değil misin? Hele o kendinden geçişin... Gözümün önünden gitmiyor kızım. Zamanında, "insanın derdi ne kadar çoksa sesi de o kadar az çıkar." Demişti biri bana. Susma kızım. Susma ki derdin azalsın. " Söylediklerinin hiçbirini yaptığımı fark etmemiştim. İçimdeki sıkıntı kendini dışına vuruyordu. Bir yandan can yoldaşımın hain çıkması bir yandan da o 'can yoldaşımı' öldürmüş olmam içimi o kadar çok yiyordu ki... Titrek bir nefes aldım. Yaşadıklarımı yeni idrak ediyor gibiydim. Çenem titriyordu. Gözlerim yanıyor, burnum sızlıyordu. "Ben böyle olsun istemedim. Ben, bunu yapmak istemedim." Sağ gözümden bir damla yaş süzüldü. Dilber Hanım, elini dizimden çekip sırtıma koydu ve sıvazlamaya başladı. "Ben ne ypacağım Dilber Hanım? Ben nasıl dayanacağım bu acıya? Nasıl kabulleneceğim kardeşimin hain olduğunu? Ben babasına ne diyeceğim? Görev arkadaşlarıma ne diyeceğim ha? Ben... Ben, onu nasıl... Ben..." Cümlemi tamamlayamadan sarsılarak ağlamaya başladım. Sırtımdaki eli durur gibi oldu. Yavaşladı ve tekrar sıvazlamaya devam etti. "Allah, kulunun kaldıramayacağı yük vermezmiş. Dayan kızım. Sakın isyan etme. Sen, Allah'ın sana emrettiğini yaptın. Vatanını korudun." Dilber Hanım, asker olduğumu da anlamıştı, cümlemin devamını da anlamıştı. "Dizinize yatabilir miyim?" Aklımdan dahi geçmeyen ama dilimin birden bire söyleyiverdiği cümle beni şaşırttı. Dilber Hanım hafifçe sağa kaydı ve kendi dizine birkaç defa dokundu. Dizine kafamı koydum ve dizlerimi kendime çektim. Dilber Hanım, yanında getirdiği battaniyelerden birini benim, diğerini de kendi üstüne attı. Gözümden akan yaşlar hâlâ durmazken, Dilber Hanım omuzumu okşuyordu. Soğuk havaya rağmen Dilber Hanım'ın sıcak tavırların içimi ıısıtıyordu. Bilinçaltım yavaş yavaş yeni bir kabusa dalarken "Teşekkür ederim." Diye mırıldandım ve gözlerimi kapadım. -... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..- Selam! Bu bölüm biraz geç oldu. Bölümde yazım yanlışları varsa kusura bakmayın bilgisayardan yazdığım için yanlış tuşlara dokunmuş olabilirim, bazen fark edemiyorum da. Lütfen vote vermeyi unutmayın. Satır arası yorum yaparsanız da çok mutlu olurum. Umarım keyifle okumuşsunuzdur :)) |
0% |