@_dusin
|
"Bazı insanlar birbirlerinin arkadaşı değil şansıdır"
Keyifli okumalar! -... ---. .-.. ..-- -- / -... .- .--.. .. Yattığım her o kadar rahatsız etmeye başlamıştı ki belim ağrıyordu artık. Soğuk hava, kapkalın battaniyeden bile kendini hissettiriyordu. Dilber Hanım da, bu soğuğa benim için katlanıyordu çünkü başımın altında hâlâ yumuşak bacağı vardı. Yavaşça kıpırdanıp kafamı kaldırdım dizinden. Dilber Hanım da uyukluyor gibiydi. Saat kaçtı bilmiyorum ama geç olduğu kesindi. Kıpırdanmalarım Dilber Hanım'ı da uyandırdı. "Kusura bakmayın sizi de burada esir ettim. Teşekkür ederim. " Dilber Hanım'ın gözleri arkama, yani mutfak kapısına kaydı. Sonra tekrar bana baktı ve gülümseyerek kafasını salladı. Battaniyeleri alıp kapıya doğru ilerledi. Toparlanıp bende kapıya doğru ilerledim. Emine kapının kirişine yaslanmış bana bakıyordu. Dilber Hanım'ın gördüğü de Emine'ydi. Başımla selam verip yanından geçip üst kata, kaldığım odaya çıktım. Kapıyı kilitleyip yatağın yanındaki komodini arkasına çektim. Kısa bir duş vücuduma iyi gelebilirdi çünkü her yerim hamlamış gibi ağrıyordu. Telefonu ve silahımı yastığın altına koyup banyoya girdim. Sıcak su, başımdan aşağıya dökülüp omuzlarımı gevşetirken gözlerimi kapattım. Gerçeklikten uzaklaşmış, rüyalar alemine dalmış gibi hissediyordum. Sanki şuan Mardin'de değil de Ankara'da gibiydim. Güven, canlı ve hain değildi zihnimin daldığı evrende. Kafamı ellerimin arasına aldım. "Düşündükçe kendine zarar veriyorsun aptal. Sen Ezgi'sin. Sen yüzbaşı Ezgi Börteçen'sin! Sana delirmek yakışmaz. Toparla kendini!" Kendime verdiğim gaz o kadar güçsüzdü ki umursayamadım bile. En ağır düşüncelerim uykuya dalmadan önce ve duşta beynime akın ediyordu. Daha fazla düşünce havuzunda boğulmamak için hızla saçımı yıkayıp duştan çıktım. Canım sigara istiyordu ama son kalan sigarayı da bitiremeden atmıştım. Dolaptan bulduğum erkek çamaşırlarını alıp hızlıca giyindim ve telefonu alıp balkona çıktım. Havadaki kömür kokusu bana Ankara'yı hatırlatıyordu. Acaba şuan Ankara'da durumlar nasıldı? Timdekileri gözümün önünden geçirdim kısa sürede. Cenk, Mehmet Abi, Ahmet, Dursun, Muzaffer Abi, Tarık... Ne yapıyorlardı acaba? Beni mi suçluyorlardı? Yoksa bana inanıyorlar mıydı? Dayanamadım ve telefonu çıkardım. Aklı başında birini ararsam bana durumları söyleyebilirdi. Eski telefondan geçirdiğim numaraları kaydırmaya başladım. Muzaffer Abi anlatırdı her şeyi. Benimle konuştuğunu da gizlerdi diğerlerinden, ağzı sıkıydı. Timde de Güven'den sonra en çok güvendiğim kişiydi ancak Güven bile hainken Muzaffer Abiye güvenerek ne kadar doğru bir iş yapmış olacaktım ki? İş işten geçmişti artık. Bundan sonra yapılacak olan her şeye hazırdım. En azından kendimi hazırlamaya çalışacaktım. Sesli bir kahkaha patlattım. "Şu işe bak amına koyayım, Muzaffer Abi yapmaz öyle şey bile diyemiyorum. Hepsi Güven yüzünden, it soylusu." Kendi kendime güldüğümü fark ettiğimde durdum. Havanın ayazı dudaklarımı kurutmaya başlamıştı, bu yüzden de gülerken canım acımıştı. Arkamı dönüp kapı eşiğine oturdum. Ayaklarım balkondan tarafta, kalçam içerideydi. Bu sayede hafif de olsa sırtım ısınıyordu. Numaraya dokunup sinyal sesini dinledim bir süre. "Alo?" Telefonda Muzaffer Abinin sert ve meraklı sesi yankılandığında bir süre konuşamadım. Ne diyecektim ki? "Alo?" Sesini daha da yükseltti. "Bana bakın puştlar, işletmek için beni arıyorsanız götünüzden kan alırım ona göre! CENK!" Sesi telefondan uzakta geliyordu. Büyük ihtimalle yanındakilere bağırıyordu. "Abi ben Ezgi. Yanında biri varsa çaktırma." Telefondan kısa süre ses gelmedi. Ardından hışırtı ve anahtar sesi geldi. "Buyrun Muzaffer Yiğit benim." Sesinde ki coşku sebepsizce mutlu olmamı sağladı. "Cenk kaybolma bir yere. Arayan bankaymış, konuşup geleceğim." Diğerlerinden yeterince uzaklaştığına karar verdiğinde merakla sordu. "Ne oldu Ezgi? Güven nerede? Gerçekten o... Gerçekten ihanet..." Muzaffer Abi de tamamlayamıyordu cümlesini. O da anlam veremiyordu olanlara. "Abi..." Ne diyeceğimi bilemiyordum. Muzaffer Abi beni duymamış gibi konuşmaya devam etti. "Ettin mi kızım? Gerçekten bize ihanet ettin mi?" Güven'de yaşadığım şokun daha da üstünü yaşıyordum. Kulaklarım yine uğulduyordu. Midem bulanıyor, gözlerim bulanıklaşıyordu. ' o öldü mü ya da ihanet etmiş mi?' sorusunu beklerken 'ettin mi?' sorusu kalbimin orta yerine koca bir ateş topu düşürdü. "Abi ne diyorsun? Kulağın duyuyor mu ağzından çıkanları?" Dişlerimi sıkarak bağırmamı engelleyebilmiştim ama sesim yine de bağırmak istediğimi yansıtıyordu. "Ben nasıl yapabilirim böyle bir şeyi Abi? İyi misin sen? Güvenmiyor musun bana hiç? Ha? Bunu aklın alıyor mu senin hiç?" Güvenmiyorum derse bile haklıydı ancak bunu duymak canımı fazlasıyla yakardı. Hem bunu ona düşündürten neydi? "Bizde şaşırdık kime inanacağımızı amına koyayım! Herkes farklı bir şey söylüyor Ezgi? Albay kaç saattir toplantı odasında. Çıkmıyor oradan. Siz izine diye çıkıyorsunuz. Bir bakıyoruz sen kaçaksın, Güven de öldürülmüş. Hem de Güven 'i öldüren can yoldaşı Ezgi. Nasıl yaptın kızım? Ha? Güven'in vücudundan çıkan kurşun senin silahına ait. Devletin sana verdiği silaha ait Ezgi! Ne düşünmemi bekliyorsun? Hadi operasyon hatası diyelim. Neredesin sen Ezgi? Neden kaçıyorsun abim. Niye ha? Esir düşmüş olmanı bile istedim biliyor musun? Bunun için bile dua ettim biliyor musun Ezgi?! Sırf silahını sen değil de başkası kullanmış olsun diye dua bile ettim Ezgi. O sikik silahı başkası kullanmış olsun diye dua ettim amına koyayım!" Haklıydı. Tek kelime söyleyecek cesaretim bile yoktu. "Ezgi... Ben yapmadım desen bile anlarım. Sormam neden diye. Ha? Nolur ben yapmadım de abim. Hadi." Diyemezdim ki. Ben yapmıştım. O da hak etmişti. "Diyemem" diye fısıldadım. "Ben yaptım Abi." "Siktir. Siktir siktir siktir. Ezgi anlat şunu doğru düzgün." Muzaffer Abi derin derin nefesler alıyordu. "Anlatsana Ezgi! Susma!" Muzaffer Abi bağırdığında titredim ve derin bir nefes aldım. "Albay gizli görev var dedi. Güven'le gidecektik, size söylemedik. Kılık değiştirip aralarına girdim. İki terörist, askeriyede hain olduğundan bahsediyordu. Dinledim abi. Güven'den bahsediyorlardı. Görev tamamlanamadan çıktık oradan. Güven'le karşılaştığımızda silah çekti. Bende çektim abi! Kardeşim bana silah çekti bende ona çektim abi. KARDEŞİM abi KARDEŞİM. Yapabileceğim başka bir şey yoktu. Yemin ederim yoktu. Ben böyle olsun istemezdim ki." "Ne diyorsun kızım sen? Dinlemedin mi Güven'i? Albay? Albay bir şey demedi mi? Niye kaçıyorsun suçun yoksa Ezgi? Çık savun kendini!" Başım zomklamaya başlamıştı. Muzaffer Abi neden beni anlamak için çabalamıyordu? "Abi herşeyden haberi var Albay'ın. Görevden önce istihbarat haber göndermiş, köstebek olduğuna dair. Bizim görev de kayıt dışı, yem görevmiş. Albay şimdi geçmiş tarihli hareket emri hazırlıyor. Bu süre zarfında da saklanmam gerekiyor. Abi ben istemez miyim Ankara'ya dönmeyi ha? Neden böyle yapıyorsun.?" Sesim artık yalvarır gibi çıkıyordu. Benim günahım neydi de böyle bir şeyle sınanıyordum? "Bilmiyorum Ezgi. Kafam o kadar karıştı ki... Güveniyorum da sana abim, yaptıysan bir bildiğin vardır ama bizi de anla biraz kızım be. Sizin yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmezdi. Söz konusu bir insanın canı..." Hiddetle telefona doğru bağırdım. "Ne canı lan? Vatana göz dikmiş puşta insan gözüyle bakmam ben Muzaffer! Uyarıyorum seni, sende bakma! Onlar insan gözüyle, can gözüyle baktı mı Ömer'e, Fırat'a, Sinan'a? Sende bakma Muzaffer!" Aramızda dört yaş vardı. Çok dert etmezdik hitap şekillerimizi. Görevde komutanım derdi bana, bende Muzaffer sonra sivilde Ezgi ve Muzaffer Abi olurduk. "Alışamıyoruz Ezgi, yadırgıyoruz! Zor amına koyayım, zor işte, zor!" "Alışırsınız, alışırız. Zorundayız!" Sağ tarafımdan gelen sesle o tarafa döndüm. Kağan elleri cebinde balkonda duruyordu. "Tamam abi, selam söyle yengemlere. Allah'a emanet olun, sıkmayın canınızı da. Ben dayımla konuştum bir ya da iki hafta kadar tatil yapıp döneceğim." Dayım; albay, yengemler de timdi. Tatilim de kaçaklığım... Kağan'ın bir şey anlamasını istemiyordum. "Müsait değilsin, anladım. Sende dikkat et. Kimseye güvenme. Bir şey olursa da hemen ara beni. Her neredeysen gelirim hemen abim." "Tamam abi. Görüşürüz." Telefonu kapatıp kapı eşiğinden kalktım. "Rahatsız ettim galiba." Dalga geçer gibi sırıtmıştı. "Odanı mı teftiş etmek istiyorsun yoksa bana laf yetiştirmek için mi çıktın balkona?" Onun gibi konuşmuştum. Mimiklerini taklit ediyordum. "Hava almak istemiştim sadece..." Gülüp balkon demirlerine ellerini koydu. "Hazır seni görmüşken de sorayım dedim. Kimsin sen?" Gözlerin kısıp çenesini sıktı. Bana bakmıyordu ama hafifçe şişen çene kasından anlayabiliyordum. Şüpheleniyordu benden, normaldi de. "Tanıştığımızı hatırlıyorum." Bilmiyormuş numaraları her zaman daha iyi olurdu. Dolgun sesiyle kahkaha atarak bana döndü. "Evet, tanıştık ama sen bize tanımamızı istediğin kişiyi tanıttın. Seni değil. Ben, sana Güven'i kurtaran kişiyi soruyorum. Ben, sana Samet'i döven kişiyi soruyorum. Ben, sana karakol denilince telaşlanan kızı soruyorum. En önemlisi ben, sana belinde silah taşıyan kızı soruyorum." Duygularımın beni ele vermesini istemezdim. Şuan da kendimi zor tutuyordum. Ben iyi saklandığımı düşünürken yakalanmıştım. Hadi ben yakalanmıştım da Kağan neden küçük denilebilecek detaylara takılmıştı? En önemlisi silahımı nerede belli etmiştim? Bir süre alık alık suratına baktım. Belki profesyonelce davranmam onu şüphelendirebilirdi. "Silah mı?" Akışına bıraktım. Bunların hiçbirini yapmamış biri gibi davranmak bir nebze olsun beni kurtarabilirdi. "Buna mı takıldın?" Güler gibi oldu. Kabullenmeye niyetim yoktu. "Diğerlerinin gerekçesi var tabii ki ama silah diyorsun. Silah. Nereden bulayım ben silahı?" Ellerini balkon demirlerinden çekip havaya kaldırdı ve dudaklarını büktü. "Bilmem, bende sana soruyorum." Nerede açık vermiştim? "Nereden çıkardın bunu?" Sonuna kadar inkar etmeye hazırdım. Aramızda olan iki metrelik mesafeyi kapatabilecekmiş gibi demirlerden destek alarak eğildi. Bir eliyle demirlere tutunmaya devam ederken diğer elini ağzına götürüp sır verirmiş gibi elini ağzına siper etti. "Benden sana tavsiye, birini döveceksen eşofman gibi hafif bir kıyafetle silahını gizlemeye çalışma. Diğerleri fark etmemiştir ama yine de haberin olsun." Hassiktir! Ben nasıl bunu atlamıştım? Kahrolası sinirim gözümü kör ediyordu. Şimdi ne yapacaktım? Kabul etmeli ve açıklama mı yapmalıydım yoksa inkar etmeye devam mı etmeliydim? Kabullenmek en doğrusuydu. "Baban verdi." Hızla doğruldu. Kaşları hayretle yukarıya kalktı. Yalandan kim ölmüş ki zaten? Bu ufak yalan beni bir süre idare ederdi. Hem Turan Bey'e soracak olursa, Turan Bey açığımı da vermezdi. Rahattım yani. "Babam mı verdi?" Kafamı salladım. "Doğru, verir. Ne de olsa sende onlardansın." Dedi tiksinircesine. Bu işte bir iş vardı ama hadi hayırlısı. Arkasını dönüp odasına ilerlemeye başladı. "Bitmediniz zaten amına koyayım." Mırıltısını duydum Ama uzatmak istemedim. Turan Bey, daha önce Albay'ın misafirlerini ağırladığını söylemişti. Belki de Kağan da vatan düşmanı bir itti ve askerleri sevmiyordu. Olabilirdi tabii. Gitmeden önce sırf bu yüzden Kağan'ı dövecektim. Puşt herif. Kağan'ın gidişiyle birlikte bende odama döndüm. Kendimi sırt üstü yatağa attım ve elimi yastığın altına atıp silahımı çıkardım. "Baktın ben seni unutuyorum, sen saklansana be oğlum. Salak mısın millete gösteriyorsun kendini?" Silahı göğsümün üstüne koyup ellerimi başımın üzerinde birleştirdim. "Sen de iyice delirdin Ezgi." Gözlerimi kapatıp bugün olanları düşündüm. Geldiğimden beri aksiyonlar bitmiyordu. Bıçaklanan adam, sapık herif, Kağan derken bugünü de akşam etmiştim. Yarın ne gelecekti acaba başıma? Kapattığım gözlerim bir daha açılmak istemedi. O kadar çok uyumak istiyordum ki göğsümün üzerindeki silahı bile zorlukla yastığın altına koydum ve gözlerimi bu kez tamamen kapattım. -... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..- Selam, umarım keyifle okumuşsunuzdur :)) Bölümde yazım yanlışları varsa kusura bakmayın. Lütfen vote vermeyi unutmayın. Satır arası yorum yaparsanız da çok mutlu olurum.
|
0% |