Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. BÖLÜM

@_dusin

Bölümü yayınlamakta bayağı bir geciktim çünkü burada yayınladığımı unutmuşum :/ Siz de hiç yorum atıp hatırlatalım dememişsiniz, alacağınız olsun...

Bölüm içi yorumlarınızı bekliyorum. Okumak beni çok mutlu ediyor :))

Keyifli okumalar!

 

Kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun.

 

İncinme değil bu, insana olan inancını yitirme...

​​​​​​-... ---. .-.. ..-- -- / -... .- .--.. ..

Sisli havadan dolayı hafif loş olan odamda açtım yine gözlerimi. Sabah olmasına rağmen havaya karartı çökmüştü. Büyük ihtimalle yine kar yağacaktı. Elimi komodine uzatıp telefonu aldım. Saat yediye yaklaşıyordu. Yataktan kalkıp yeni bir eşofman ve tişört giydim. Banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım.

Birazdan herkes kahvaltıya inerdi. Bu sayede bende herkesin nabzını yoklardım. Hızlıca yatağı.toplayıp odadan çıktım. Çoktan kahvaltı masasına oturmuşlardı.

"Günaydın herkese." Dedim gülümseyerek. Aynı şekilde herkesten dönüş almıştım. Yerime geçip oturdum ve masadakileri incelemeye başladım. Turan Bey dikkatle önündeki tabağa bakıyor, sağ elinde tuttuğu çatalını başparmağı ile yavaşça okşuyordu. Dalgındı. Hatice Hanım üzgünce Zehra'ya bakıyordu. Zehra ise başını yerden kaldırmıyordu. Diğerlerinde de durum aynıydı. Ancak Emine ve annesi Nurefşan Hanım büyük bir iştahla kahvaltısını yapıyordu.

Ortam böyleyken yemek yiyebileceğimi sanmıyordum. Önüme konulan çayı içsem yeterli olurdu.

"Kağan, İhsan, Zeki..." Turan Bey'in konuşmasıyla birlikte herkesin gözü ona döndü.

"Siz bugün şirkete gelin. Dün söylediğim işi halledin. Soysuzlarla bağımız kalmasın. Hatice sende çalışanlara söyle Midyat'ta ki konağa temizliğe gitsinler. Bu haftayı orada geçireceğiz."

Güzeeel. Şimdi ben o kadar insanın içinde askeri teçhizatlarımı nasıl çıkaracağım Turan Bey? Burada da bırakamazdım. Üzerime zimmetliydi her şey.

"Ezgi, kızım sana da mahçup olduk. Daha geleli kaç gün oldu başına gelene bak. Valla ne kadar özür dilesek az." Çayımdan aldığım yudumu hemen yuttum. Kağan dik dik bana bakıyordu.

"Olur mu öyle şey? Estağfurullah." Turan Bey birkaç af cümlesi daha kurduktan sonra herkes ayaklandı. Nurefşan Hanım ve kızı Emine dışında kimsede iştah yoktu zaten. Masadakiler formaliteden oturuyordu.

Kahvaltının ardından Kağan, İhsan, Zeki ve Turan Bey şirkete gitmişti. Çalışanlar da diğer konağa gidince evde sadece altı kişi kalmıştık.

"O zaman Zehra bize kahve yapsın da içelim hanımlar, değil mi?" Neşeli bir şekilde emrivaki yapan Nurefşan Hanım, Zehra'yı mutfağa gönderdi.

"Haydi, salona geçelim biz de." Emir komuta şuan Nurefşan Hanım'daydı. Herkes sorgusuz sualsiz onu dinliyordu. Dilber Hanım bile. En büyük eş oydu. Fakat kimse onu dinlemiyordu. Herkes salonda bir köşeye geçti.

Birkaç dakika sonra Zehra kahveleri getirdi ve önce Dilber Hanım'a sonra annesine kahveyi verdi. Annesinin yanında oturan Nurefşan Hanım'ı atlayıp sonraki kahveyi bana uzattı. Nurefşan Hanım bu duruma bozulsa da, havada kalan ellerini indirdi ve sıranın ona gelmesini bekledi. Zehra geriye kalan kahveleri verip yerine oturdu.

"Ee Ezgi, kimsin, kimlerdensin, nerelisin, annen baban kim ç, tanıyor muyuz anlat hele?" Dedi Emine. Bu kızla aramda bayağı bir yaş farkı vardı ama inatla Ezgi diyordu bana. Üst dudağımı ısırıp bıraktım.

"Doğma büyüme Ankaralı'yım. Annemle babam sizlere ömür." Dilber Hanım'ın üzgün bakan gözleri biraz daha acıyla kısıldı.

"Vah vah çocuğum," dedi Hatice Hanım üzüntüyle ellerini birbirine vururken.

"İkisini birden mi kaybettin? Başın sağ olsun." Diye devam etti. Hatice Hanım'ın sıcak tutumu, hafif tebessüm etmemi sağlamıştı. Ancak annemle babamın ölümünü hatırlamak bana acı veriyordu.

"Evet, efendim." Dedim.

Ailemi 12 yaşındayken kaybetmiştim. Pikniğe gittiğimizi hatırlıyordum. Dönüşte annemle babam tuhaf davranıyordu. Arada bir arkamıza bakıp duruyor, eve farklı güzergahlardan gidiyorduk. Sonra babam birden arabayı durdurdu. Bana dönüp ne olursa olsun arabadan inmememi söylemişti. Sonrasını net hatırlamıyordum ama arabadan çıkartıldığımda etraf savaş alanı gibiydi. Arabamıza saldırı düzenlemişlerdi. Annemle babam ortalıkta yoktu.

Ahmet Amca'yla yani Güven'in babasıyla o zaman tanışmıştık. Babamla annemin görev arkadaşıydı. O günden sonra beni Güven'den hiç ayırmadı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Taa ki bu zamana kadar.

İçime çöken sıkıntıyla derin ve titrek bir nefes aldım. Hatice Hanım yerinden kalkıp yanıma geldi ve ellerimi tuttu.

"Oy kızım, bilirim anasız babasız olmak ne demektir. Bundan sonra bir anan da benim. Oldu mu yavrum? Bir derdin, sıkıntın olursa sakın çekinme e mi kızım?" Buruk bir tebessümle kafamı salladım ve tuttuğu ellerime baktım. Hatice Hanım derince bir nefes aldı. Ortamdaki kasvet beni germeye başlamıştı. Ölümden konuşulması, havanın rengiyle karışınca içimi sıkıyordu.

"Sizler nerelisiniz bu arada? Anladığım kadarıyla siz buralı değilsiniz. " Dedim, Dilber ve Hatice Hanım'a hitaben. Zaten Nurefşan Hanım'ın doğulu olduğu her halinden belli oluyordu. Sormama gerek bile yoktu.

"Ben Sinoplu'yum. Dilber abla de Edirneli kızım." Dilber Hanım'ın Edirneli olduğunu az çok tahmin etmiştim zaten ancak neden kendisi konuşmuyordu? Dün benimle gayet iyi konuşmuştu. Bakışlarımdan ne düşündüğümü anlayan Hatice Hanım açıklama yapma gereği duydu.

"Dilber ablam konuşmaz kızım. Kaç yıldır bu konağın geliniyim bir kere konuştuğunu görmedim." Halbuki benimle dün gayet iyi konuşmuştu.

"Dilsiz, dilsiz. Konuşamıyor Dilber." Dedi aşağılar gibi Nurefşan Hanım. Kaşlarım istemsizce çatıldı.

"Ağam o konuşmuyor diye beni aldı." Dedi böbürlenerek. Nurefşan Hanım 'a söylemek istediğim o kadar çok şey vardı fakat bunları söylemeye hakkım yoktu.

"Sende çok konuşuyorsun diye annemi aldı değil mi Nurefşan ana?" Zehra'nın sorusuyla dudaklarım o şeklini alırken başımı sola çevirdim. Nurefşan Hanım ve Emine renkten renge girerken sinirle konuştu;

"Bana bak Zehra, dilin fazla uzamış senin. Alırım seni ayağımın altına. Ne zamandır dilsizin avukatısın?" Dilber Hanım'a hâlâ dilsiz demesi sinirlerimi bozuyordu. Umutla Dilber Hanım'a baktım. Belki birkaç kelime söyler de Nurefşan'ı susturur diye. Ancak sadece gülümsemekle yetinmişti.

"Yine de sizi duyabiliyor Nurefşan Hanım. Bence bu sözleriniz onu üzüyordur da." Kibarca susmasını söylemiştim. Eğer bundan da anlamazsa çirkef yüzümü ortaya çıkaracaktım. Nurefşan omzunu silkip camdan dışarıyı izlemeye başladı.

"Bak hele Emine, bu araba kimin?" Emine yerinden kalkıp annesinin diğer tarafına geçti ve dışarıya baktı.

"Bilmiyorum ana. İlk defa gördüm. Misafirlerdir." Meraklanan Hatice Hanım ve Zehra da cama yaklaştı. Kendi aralarında merakla konuşurken bende ayağa kalktım ve cama yaklaştım.

Dışarıda bir değil iki araç vardı. Birkaç saniye sonra toplam sekiz kişi arabadan indi. Önce birbirlerine daha sonra da konağa baktılar. İçlerinden biri diğerlerine başını sallayarak birşeyler söyledi. En önde duran adamlardan biri hızla elini beline attı.

Bunlar misafir falan değildi. Adamlar konağı basmaya gelmişti. Camın önündekileri hızlıca kenarı ittirdim.

"Camlardan uzak durun!" Bağırmamla silah seslerinin yükselmesi bir oldu. Hanımlar çığlık atarak yere çökerken ben ne yapacağımı düşünüyordum. Yanımda sadece tabancam vardı. Yatak odama gidip ağır silahı almak zaman kaybı olurdu. Belimden silahımı çekip aldım ve jarjörüne baktım. 16+1'lik atış hakkım vardı. Kişi başı hata payı dahil iki mermi desek bir mermi yedeğim kalıyordu. Sorun değildi, idare ederdim. Jarjörü tekrar takıp Zehra'lara baktım.

"Sen onu nereden buldun?" Emine şaşkınlık ve korkuyla sordu. Ben şimdi sana oturup bunu mu anlatacağım gerizekalı? Başın daha mühim sorunlarla dolu olmalı şuan. Emine'nin sorusunu duymazdan geldim.

"Burada saklanabileceğiniz bir yer var mı? Mümkünse camsız ve akıla gelmeyecek bir yer. Oyalasa yeter." Silah sesleri azalırken Zehra heyecanla bağırdı.

"Kiler! Kiler var. Mutfaktan giriliyor." Cama doğru dikkatlice yaklaşıp dışarıya baktım. Sekiz adamdan sadece ikisi dışarıdaydı.

"Siktir!" Diye mırıldandım. "Hemen gidelim." Dışarıdaki adamlar şuan konağa girmişti muhtemelen. Kafamı salon kapısından uzatıp etrafa baktım. Henüz kimse yoktu. Gelmeleri için hızlıca arkamdakilere elimi salladım. Hızlıca merdivenlerden inerken silah sesleri tamamıyla kesilmişti. Mutfağa girdiğimizde Zehra önüme geçti.

"Eski kiler burası. Zelal Abla artık burayı kullanmıyor." Yerdeki halılardan birini kaldırıp tahta kapağı açtı ve diğerlerinin geçmesi için kapıyı tuttu.

"Zehra, abini arayabilir misin?" Telefonum yanımdaydı ama Kağan'ın numarası yoktu. Zehra kapağı geriye doğru bırakıp ceplerini yokladı.

"Telefonum yok, Ezgi abla!" Aşağıya eğilip diğerlerine de sordum.

"Telefonu yanında olan var mı?" Kimseden ses gelmeyince Emine konuştu.

"Aceleyle yukarıda bıraktık sanırım." Şu üç günde başıma gelmeyen olay kalmamıştı amına koyayım. Hayır, bed dua mı aldım, büyü mü yaptılar anlamıyorum ki. Bir türlü iki yakam bir araya gelmiyordu.

"Yukarıya çıkıp telefonlara bakacağım. Ben gelene kadar buradan çıkmayın."

"Bende geleceğim!" Arkamı dönüp dikkatlice mutfak kapısından etrafa bakarken Zehra bağırdı. Kafamı hızla geri çekip Zehra'ya baktım. Yürek mi yedi bu kız?

"Anlamadım?" Dedim sinirle.

"Bende geleceğim tek gitme. Ne olur ne olmaz." Tek olmak benim için daha iyiydi. Arkasını kollamam gereken biri bana ancak ayak bağı olurdu.

"Ne ben duydum, ne de sen söyledin bunu. Şimdi içeri..." Kapıdan duyduğum gıcırtı sesiyle cümlemi bitirmeden arkamı döndüm. Birisi geliyordu.

"Geleceğim!" Zehra'nın sesi, dışarıdan gelen sesi bastırıyordu.

"Sessiz ol." Dedim fısıldayarak. O esnada iri yarı, esmer bir adam mutfak kapısından içeriye girdi. Hızlıca silahımı çekip sağ omzuna ateş ettim. Adam elindeki silahı düşürürken acıyla bağırdı ve hızlıca üzerime doğru gelmeye başladı. Mesafeme girdiği anda hızla karnına sağlam bir tekme geçirdim. Bu onun nefesini keserdi. İki metrelik adam karşımda iki büklüm olurken yüzümü buruşturdum. Tekmenin acısı şuan bütün iç organlarında geziyordu muhtemelen. Başını eğip karnını tutan adamın ense köküne silahımın kabzasını geçirdim. Aldığı darbenin etkisiyle soluna doğru savruldu. Bayılmıştı.

Etrafıma göz gezdirdim. Adamı bağlayacak bir şey mutlaka olmalıydı. Kapının arkasında aslı olan mutfak önlükleri işimi görürdü. Aceleyle önlüklerden birini alıp yırttım. Adamı ters çevirip ellerini arkadan sıkıca bağladım. Ayaklarını da arkasına alıp bağladım ve iki bağlama noktasını farklı bir parçayla tekrar bağladım. Bu sayede hareket edebilecekti ancak ayağa kalkamayacaktı. Hızla Zehra'ya döndüm.

"Şimdi, ya sende aşağıya inersin ya da seni de bağlarım." Kaşlarımı kaldırıp kafamı salladım. "Yaparım!" Hızla kafasını sallayıp kilere indi. Kilerin kapağını kapatıp dikkatlice mutfaktan çıktım. İki adam dışarıda bekliyordu. Biri de mutfaktaydı. Geriye beş adam kalmıştı. Salona gitmeden önce odama çıktım.

Yatağı kaldırıp teçhizatlarımdan işime yarayacak şeylere baktım. Eşofmanla rahat edemiyordum. Hızla askeri pantolonumu giydim. Silahımı almayı her ne kadar istesem de bunu yapamazdım. Çantayı açıp yedek jarjörü aldım. Ayağa kalkacakken açık olan camından gelen sesle durdum.

"Abi, kimse yok evde. Rıfat'ta kayboldu." Cama doğru yaklaşıp dinlemeye başladım. Mutfaktaki adam Rıfat olmalıydı.

"Biz de bir şey bulamadık abi." Dedi başka bir ses. Camın ucundan baktığımda dışarıdaki dört adamı gördüm.

"Musa nerede?" Adamlar kendi aralarında konuşurken yanlarına iki adam daha geldi.

"Abi, yanlışlık olmasın. Evde kimse yok."

"Biz Ağa'nın dediğini yaptık Musa. Gerisi bizi ilgilendirmez." Bu şekilde gidemezlerdi. Hızla yatağımın altından silahımı alıp pencerenin pervazına dayadım. Sağlam ve hızlı altı atış yapmam gerekiyordu. Yapardım.

Hızla kapıya en yakın olanı hedef alıp bir el ateş ettim. Niyetim kimseyi öldürmek değildi. Etkisiz hâle getirsem yeterdi. Silah sesini duyan diğer beş adam etrafa dağılmaya başlamıştı hızlıca üçünü daha indirdim. Geriye kalan ikisi kendilerine siper bulmuştu bile. Yeterince hızlı olamamıştım. Sessizce beklemeye başladım elbet saklandıkları şeylerin arkasından çıkacaklardı.

Birkaç dakika sonra arabanın arkasından kumral bir adam başını uzattı. Bu şekilde ona nişan alamazdım. Tabancanın kabzasını pencerenin kenarına birkaç defa vurdum. Adam sesi duyup hızla arabanın arkasından çıktı ve olduğum yere silahını doğrulttu. Tetiğe dokunmasına izin vermeden silahımı ateşledim. Adam yere serilirken silahımı sağ omzumdan sol omzuma aldım. Bu sayede görüş açımı değiştirmiştim. Sıra diğer adamdaydı. Arkadaşının yere düştüğünü gören adam hızla yerinden kalktı. Fırsatı kaçırmadan onu da etkisiz hâle getirdim.

Buradaki işim bitmişti. Ancak burada altı adam vardı. Biri de mutfaktaydı. Kalan son kişi neredeydi? Silahımı tekrar eski yerine bıraktım ve etrafımı kontrol ederek salona doğru ilerlemeye başladım. Telefonlar salonda olmalıydı.

Salona girdiğimde şaşırmadan edemedim çünkü her yer birbirine girmişti.

"Aptal herif, ne aradın burada?" Diye söylenmeden edemedim. Zaten dağınık olan salonu telefonları bulabilmek için bir de ben dağıttım. Nihayet yastığın altına kalmış bir telefon bulduğumda hızla ekranını açtım. Telefon kimindi bilmiyorum ama şükür ki şifre yoktu.

"EZGİ ABLA!" bahçeden gelen çığlık sesiyle telefonu hızla cebime koyup cama yöneldim. Adamın biri Zehra'yı tutmuş çekiştiriyordu.

"Aptal, sana demedim mi çıkma diye?" Sinirle konuşurken hızla dışarıya doğru koşmaya başladım.

Dışarıya çıktığımda adam Zehra'yı çoktan arabaya bindirmişti ve arabayı çalıştırıyordu. Silahı, pantolonumun silah kısmına yerleştirdim ve arabaya doğru koşmaya başladım. Araba bahçe kapısına yaklaştığında kapının kenarında duran tabureye basıp arabanın kaputuna atladım. Aynı zamanda da silahımı çekmiştim. Araba yavaş ilerlediği halde ani bir frenle durdu.

"İn arabadan." Dedim sakince. Adamın elleri hâlâ direksiyonda dururken cama doğru eğildim.

"Sana in arabadan dedim!" Tekrar bağırdığımda adam hızla arabadan inip ellerini havaya kaldırdı. Kaputtan inip arabanın arkasına dolandım. Silahımı da gözlerimi de adamdan ayırmıyordum.

"İn Zehra!" Zehra ağlayarak arabadan indi.

"Sana çıkma demiştim." Dedim hala adama bakıyordum. Zehra daha çok ağlamaya başladığında onu arkama alarak konağa doğru geri geri yürümeye başladık. Adam hâlâ elleri havada duruyordu.

"Annenler nerede?" Zehra hâlâ ağlıyorken sorduğum soruyla burnunu çekti.

"Kilerdeler." Aptal kız, diye geçirdim içimden. Hayır, onlar oradayken sen ne halt yemeye çıkıyorsun ki? Bir bildiğimiz var da sana kal diyoruz, değil mi?

"Abla! Bilekliğim düşmüş!" Ne? Zehra hızla arkamdan çıkıp etrafa bakınmaya başlamıştı.

"Ne yapıyorsun? Öldürtmek mi istiyorsun kendini?"

"Orada! Benim için çok önemli o bileklik!" Zehra hızla ileriye koşarken bende arkasından koşmaya başladım.

"DUR!" Dağılan dikkatimizle adam hızla silahını çekti. Zehra'yı hedef alırken hızla önüne geçtim. Silahın sesi kulağımı doldururken bende silahımı ateşledim. Adam hızla yere düşerken etrafıma baktım. Zehra, dizlerinin üzerinde yüzüme bakıyordu.

"Abla.." diye fısıldadı.

"Zehra? İyi misin?"

Dizlerimin üzerine çöküp Zehra'ya baktım. Sapa sağlamdı. Peki neden yüzü bembeyazdı?

"Abla? Kan?" Dedi teker teker. Karnıma bakıyordu. Gözlerim karnıma kaydı.

"Siktir!" Beyaz tişörtüm hızla kırmızıya dönüyordu.

"Kalk!" Dedim. Zehra'ya.

"Kalk. Mutfağa gidiyoruz." Yavaş yavaş vücudumu kaplayan sızı bedenimi tamamen ele geçirmeden mutfağa gitmeliydik. Zehra'nın ayaklanmasıyla inleyerek bende ayağa kalktım. Zehra koluma girmişti.

"Özür dilerim, özür dilerim. Seni dinlemeliydim. Özür dilerim." Dedi ağlamaya devam ederken. Zehra'ya cevap vererek kendimi yormak istemiyordum. Mutfağa girdiğimizde Zehra'ya döndüm.

"Ağlama, toparla kendini. Kilere gir. Ben diyene kadar da çıkmayın. Sakın, aşağıdakilere de bişey deme. Birileri gelene kadar burada bekleyeceğim. Daha fazla canı tehlikeye atamayız tamam mı? Dışarıdakilerin devamı olabilir. "

Zehra hızla başını salladı ama hâlâ ağlıyordu.

"Ağlama dedim sana!" Diye dişlerimi sıkarak homurdandım. Eliyle gözlerini silip kafasını salladı.

"Tamam. Tamam, şimdi aşağıya İneceğim. Kimseye bir şey söylemeyeceğim. Sen iyisin. Bizde iyiyiz. Abimler gelecek." Dedi ve tekrarlamaya devam etti. Gözlerimle kilerin kapağını işaret edip gitmesini istedim. Yüzünü tamamen kurulayıp kiler kapağını açtı ve son kez bakıp içeriye girdi.

Nefes almak artık canımı yakıyordu. İki elimle de yarayı tutuyordum ancak yeterli gelmiyordu. Durmadan kanıyordu.

Artık birilerini arayabilirdim. Zorla yutkunup cebimde ki telefonu çıkarttım. Rehbere girip 'k' harfine kaydırdım. Telefon her kimse mutlaka Kağan'ı ismiyle kaydederdi. İlk sırada çıkan "Kağan Oğlum" yazısıyla hızla üzerine tıkladım. Telefon çalıyordu. Üçüncü çalıştan sonra telefon açıldı.

"Anne?" Dedi. Telefon Nurefşan Hanım'ındı anlaşılan.

"Kağan..." dedim nefes nefese. Konuşmak yoruyordu. Dilim, damağım kurumuştu.

"Ezgi? Annemin telefonu neden sende? Bir şey mi oldu? Bir şey mi yaptın annemlere?" Bir sus da konuşayım diye bağırmak istedim ama o gücü kendimde bulamadım.

"Sus... Dinle." dedim tekrar nefes nefese.

"Hemen... Eve gelmenizg erekiyor... Konağı bastılar... Herkes... iyi..." Yavaş yavaş parmak uçlarım uyuşuyordu. ''Siktir...' diye mırıldandım ağzımın içinde.

"Ne? Ne diyorsun sen? Hemen geliyoruz! Kimse dışarıya çıkmasın, sakın!"

"Herkes... Mutfaktaki kil-..." Ağzıma gelen kanla birlikte öksürmeye başladım. Vücudum kasılırken karnım sızlıyordu ve yaradan daha çok kan çıktığını hissediyordum.

"Ne oldu? İyi misin? Alo? Ezgi!" Kağan da benim gibi derin derin nefesler alıyordu.

"İyi miyim bil-miyorum."

"Yaralı mısın?" Diye bağırdı.

"Mermi... Dalağımı par-çaladı. Kan... Çok kan... Kaybe-diyorum." Nefeslerim sıklaştı. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Ölüm bu kadar yakın mıydı? Renkler soluklaşıyordu. Gözlerime perde inmiş gibiydi. Güven de ölürken böyle mi hissetmişti? Hissedecek zamanı olmuş muydu?

"Dayan! Ambulansı aradı Zeki. Hastane yakın biraz daha dayan!"

"Renkler... soluklaşıyor. Bacak-larımı hisset... Hissetmiyorum. Kulak-larım... uğul-duyor." Burnumu çektim. Gözlerim kapanmak için çabalıyordu.

"Ezgi! Bana bak! Dayan! Geliyoruz."

"Bütün kanım... Vücu-dumdan... B...boşalmış gi-gibi hissediyo-rum. Beş dakikaya... Bilincim kapa-nacak." Uzun uzun konuştukça nefesim sıkışıyordu.

"Turan Bey'e... Söyle, her şey için... Te- teşekkür ederim..." Elim artık telefonu tutamayacak kadar uyuşmuştu. Uzandığım yerde biraz daha destek alarak doğrulmaya çalıştım. Ağzımdan acı dolu bir inilti koptu.

"Bana hesap vermeden ölemezsin! Duydun mu beni? Kimdi gelenler? Senin yüzünden mi geldi?" Telefondan hâlâ Kağan'ın sesi geliyordu.

"Zehra.." dedim. Beni vuran herif Zehra'yı almaya çalışmıştı. Büyük ihtimalle onun için buradaydılar.

"Onu almaya... Çalıştılar... Vermedim..."

"Samet!" Dedi dişlerinin arasında. Cevap veremeden telefon elimden kayıp düştü. Gözlerim kararıyordu. Yavaşça oturduğum yerden kaydım. Nefesim seyrekleşmişti.

Gözlerimi kapatmadan önce mırıldandım.

"Öbür tarafta hesaplaşacağız Güven."

-... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..-

Umarım keyifle okumuşsunuzdur :)

Oy verip yorum yazmayı unutmayın lütfen. Yorumlarınızı okumak beni çok mutlu ediyor.

 

 

Loading...
0%