7. Bölüm

7. BÖLÜM

Dusin
_dusin

​​​​​​Otopsiden çıktığım gibi gördüğüm "yeni bölüm ne zaman?" sorusuna (1kişi🥲) ithafen bu bölümü de yayınlamak istedim. Biraz da önceki bölümün geç gelmesine telafi olarak sayabiliriz bunu.

Lütfen bölümle ilgili görüşlerinizi benimle yorumlarda paylaşınn🌸

İyi okumalaaaarr:))

 

 

Nefes aldığın yerle boğulduğun yerin aynı oldupunu fark ettiğin anda başlıyor bu çıkmaz sokak....

-... ---. .-.. ..-- -- / -... .- .--.. ..

Karnımdan başlayan ağrı kendisini belimde hissettiriyordu. Aniden gelen ağrı dalgasıyla açamadığım gözlerimi daha çok sıktım. Oturduğum yerde dikleşirken gözlerimi açtım. Beyaz ve yeşil ağırlıklı bir hastane odasındaydım.

Ölmemiştim. İçimde öyle ağır ve karışık duygular yaşıyordum ki ne hissettiğimi kestiremiyordum. Mutlu muydum? Hayır. Üzgün müydüm? Hayır? peki neydi şuan hissettiğim?

Kapının sertçe açılmasıyla kendime sorduğum soruları rafa kaldırdım. Kafamı hafifçe çevirip gelene baktım.

"Ezgi?" İçeriye giren Muzaffer abiyle ağzım hayretle açıldı. Ağrılarım bir anda sis bulutu gibi dağıldı.

"Abi?" Muzaffer abi iki koca adımda yanıma gelip yatağa oturdu ve ellerini açıp dikkatlice sarıldı. Nasıl gelmişti buraya? Beni nasıl bulmuştu? Geriye çekilirken sinirle sordu;

"İyi misin? Nasıl oldu bu? Dışarıdakiler kim? Bu siktiğimin yerinde neden kimse bana açıklama yapmıyor? İlla ben mi öğreneyim?"

"Abi, bir sakin ol. Her şeyi anlatacağım. Sen beni nasıl buldun, onu söyle?"

"Seni aramıştım, durumun nasıl diye soracaktım. Açmadın, devam ettim aramaya en sonunda açıldı telefon. Dışarıdaki huysuz herifmiş. Seni tarif etti, vuruldu murukdu dedi, ameliyatta dedi."

Üzerini işaret etti ve devam etti.

"Ankara'dan nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum." üstünde kamuflaj vardı. "Uçaktan iner inmez buraya geldim. Saatlerdir uyanmanı bekliyordum abim. Çok korktum geç kaldım diye. Çok korktum, bir kardeşimi daha toprağa vereceğim diye." sesi titriyordu. Burnunu çekip gözlerime baktı.

"Sinirlendim de. Hem de çok. Salak mısın kızım sen? Ne diye milletin işine karışıyorsun? Dışarıdakiler biraz anlattı ne olduğunu. Bırak, kim nasıl hallediyorsa halletsin."

"Abi, bu insanlar bana evlerini açtı. Hem biz ne diyorduk, siviller her zaman için bir adım önde bizim için abi. Bunu en iyi sen biliyorsun." Muzaffer abiye laf anlatmak gerçekten çok zordu. Derin bir nefes almak istedim ama karnıma giren ağrı konuşmamı engelledi. İstemeden de olsa ağrı yüzümü buruşturmama sebep olurken Muzaffer abi telaşla ayağa kalktı.

"Bekle, hemen doktor çağırıp geleceğim." Bir şey dememi beklemeden hızla odadan çıktı. Çıkarken kapıyı da açık bırakmıştı. Az çok kapıdakileri görebiliyordum. Kağan, Zeki, Zehra, İhsan, Hatice Hanım ve Turan Bey kapıda dikiliyordu. Muzaffer Abinin çıkışı ile hepsinin gözü önce onu sonra beni buldu.

Turan Bey hızla odaya girdi.

"Allah'ıma şükürler olsun. Allah seni bize bağışladı kızım. Nasılsın, iyi misin?" Turan Bey hâlâ endişeliydi.

"İyiyim Turan Bey. Merak etmeyin. İlk değil." Turan Bey'in rahatlaması için söylediğim son cümle onu daha da tedirgin etti. Beti, benzi atarken içeriye Kağan girdi.

Kağan'ın sol gözü hafif morarmıştı ve memnuniyetsizce etrafa bakınıyordu. Yatağın yanına yaklaştı ve kollarını birbirine bağladı.

"Her ne kadar senden haz etmesem de, teşekkür ederim. Kardeşimi ve ailemi koruduğun için." Dedi. Sanki isteyerek değil de zorlandığı için söylüyor gibiydi. Cevap vermeme zamam kalmadam odaya bu kez doktor ve Muzaffer Abi girdi. Kağan'ın gözleri Muzaffer abiyi gördüğü anda sinirle parlamaya başladı.

"Ne işin var lan senin bu odada. Diğer gözünü de morartmadan siktir git buradan. Hadi!" Muzaffer Abi, Kağan'a tabiri caizse adeta kükredi. Demek Kağan'ın renkli gözü, Muzaffer Abi'nin eseriydi. Tiksinircesine ettiği teşekkür aklıma gelince hafifçe gülümsedim. İyi olmuştu Kağan'a. Keşke bir tane de ben vurabilseydim.

Kağan ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp Muzaffer abiye doğru tamamen döndü. Bir şeyler diyecek gibiydi ancak Doktor Hanım'ın ondan önce davrandı.

"Beyler bölüyorum ancak burası bir hastane ve sizde bu hastanede bir hasta odasındasınız. Buraya elinizi kolunuzu sallayarak giremezsiniz. Girdiniz diyelim..." Doktor, Muzaffer abiyi eliyle işaret ederek baştan aşağıya süzdü.

"Bu şekilde kimseyi tehdit edemezsiniz. Şimdi, lütfen, hastam dışında herkes dışarıya çıksın ve mümkünse izin almadan girmesin." Dedi her kelimesinin üzerine basarak.

Turan Bey, Muzaffer Abi ve Kağan odayı boşaltırken Doktor Hanım bana döndü.

"Merhaba Ezgi Hanım. Ben Şebnem. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?" Şebnem Hanım kolumdaki serumu kontrol ederken bir yandan da beni izliyordu.

"Aslında, normal hissediyorum. Sadece biraz ağrım var." Dedim sakince. Şebnem Hanım, ellerini beyaz önlüğünün ceplerine sokarak geriye çekildi.

"Anladığım kadarıyla ya askersiniz ya da öyle bir şey. Ameliyat esnasında da gördüğüm kurşun ve bıçak izlerine de bakarsak daha önce de yaralanmışsınız. Bu yüzden normal hissetmeniz gayet normal." Başımı sallayarak onu onaylıyordum. Gülümsedi ama hemen gülümsemesini bozup ciddiyetle devam etti.

"Vücudunuz gayet sağlıklı o yüzden birkaç güne sizi taburcu edebiliriz ancak buna güvenip kendinizi yormayın. Kurşun riskli bir bölgedeydi ve buraya gelene kadar çok kan kaybetmiştiniz. Takviyede bulunduk ama vücut bu sonuçta, hemen kendini toparlayamaz. Bir süre yemenize, içmenize dikkat edin. Ağrınız olursa diye de serumunuza ağrı kesici ekledim. Tekrar geçmiş olsun." Gülümseyip kapıya doğru adımladı.

"Teşekkür ederim Şebnem Hanım." Baş selamı verip odadan çıktı.

Ben neler yaşamıştım böyle? Hiç ummadığım zamanda hiç ummadığım şeyler gelmişti başıma.

Allah'ım ne olur, şu zamanlar da geçsin. Döneyim yine mesleğimin başına. Tayinimi isteyip bir kenara çekileyim.

Yanı başımda duran sürahiye baktım. O kadar susamıştım ki dilim kurumuştu ve bunu yeni fark ediyordum. Yavaşça uzanıp boşta duran bardaklardan birini aldım ve kana kana suyu içtim.

İçtiğim su, kurak bir toprağa can veriyormuş gibi vücuduma dağıldı. Bardağı tekrar yerine bırakıp arkama yaslandım ve tavanı izlemeye başladım.

"Ezgi, uygun zaman değil, biliyorum ama konuşalım mı biraz?" Muzaffer Abi, kafasını kapıdan uzatmış merakla bekliyordu. Yerimde hafifçe toparlanmaya çalıştım. Ancak kendimi her sıktığımda karnımda inanılmaz bir ağrı oluşuyordu. Hızla içeriye girip kapıyı kapattı.

Demek o sorgu anı gelmişti...

"Yorma kendini, nasıl rahatsan öyle kal." Başımı sallayıp koltuğu işaret ettim. Koltuğa oturmak yerine koridora bakan camın storunu kapattı ve koltuğa oturdu.

"Bak Ezgi. Bunu konuşmanın ne yeri ne de zamanı, biliyorum ama çıldırmak üzereyim kızım. Birgün Güven'le birlikte kayboluyorsunuz. Sonra duyuyoruz ki sen Güven'i vurup, sırra kadem basmışsın. Albay da karşı çıkmıyor söylenelere. Kimse bir şey bilmiyor. Sonra beni arıyorsun."

Ayağa kalkıp küçük hastane odasında volta atmaya başladı.

"Herkes senin hain olduğunu düşünürken, sen Güven haindi diyorsun. Diyorum ki, tamam, her şey karıştı bekleyelim. Ezgi yapmaz zaten. Sonra bir öğreniyorum, vurulmuşsun." Eliyle camın arkasını gösterip sert sesiyle hafifçe bağırdı.

"Hem de terörist olduğunu düşünen bir şerefsizin evinde!" Gözlerim irice açıldı.

"Ne diyorsun abi sen? Kim terörist olduğumu düşünüyor?" Kafam allak bullak olmuştu. Aklımda teker teker evdekileri geçiriyordum.

Turan Bey olamazdı çükü beni bizzat Kenan Albay göndermişti ve sürekli irtibat halindeydiler. Zehra'nın olabileceğini düşünmüyordum. Zaten yeterince olay yaşamıştı ve bunu düşünecek kadar gözü açık değildi. Keza Hatice Hanım da öyle. Dilber Hanım ilk günden bana kucağını açmıştı. bu yüzde onu da düşünmüyordum. Geriye Nurefşan Hanım, Emine, Zeki, İhsan ve Kağan kalıyordu.

"Kağan!" dedim sinirle. Geldiğim ilk gün de misafirlerden tiksinircesine bahsetmişti.

"Kağan'ı falan boş ver şimdi. Bana ne olduğunu anlat Ezgi. Anlat ki çıkış bulalım." tekrar koltuğa oturdu ve ellerini dizlerine dayadı. Başlamam için dikkatle yüzüme bakıyordu.

"Ankara'dayken, Albay çağırdı. Güven'le göreve gideceksiniz dedi, gizli dedi. Bilirsin abi gizli görevleri. Tamam dedik. Akşamına Suriye'ye, yola çıktık. Güven izleyecek, ben de girecektim. Girdim. İki terörist kendi aralarında konuşuyordu. Güven'le ilgiliydi işte."

Elimi gözlerime bastırıp akan gözyaşlarımı durdurmak istedim. Güven'in ölmesini daha doğrusu Güven'i öldürdüğümü kabul etmek istemiyordum.

"Haber uçmuş içeriye. Görev elimizde patladı. Dışarıda buluştuk, ileri geri konuştu. Silah çekti, git dedi, gitmedim. O ateş etmeden önce ben ettim abi. Ben kendimi korudum abi. Korurken de kardeşim dediğim adamı öldürdüm abi. Benim tanıdığım Güven böyle bir şey yapmazdı abi." Ağlamam şiddetlenmişti. Muzaffer abi yerinden kalkıp yanıma geldi ve kollarını etrafıma sardı.

"Şşt, senin suçu değildi. Sen kendini korudun. Bundan sonra düşmeden devam etmen gerekecek Ezgi. Sen düştükçe etrafındaki çakallar başına üşüşecek. Yapamazsın Ezgi. Sen bunu ne kedine ne de herhangi bir Türk Asena'sına yapamazsın. Kalk o düştüğün yerden! Ağzın bir defa kanla ıslandı, şimdi o kanın intikamının peşine düş."

Hâlâ ağlamaya devam ediyordum. Muzaffer abi haklıydı. İşin peşini bırakmayacaktım. Güven'i kim bu bataklığa çektiyse hepsini bulup soyunu kurutacaktım.

Biraz daha öyle kalıp başımı kaldırdım.

"Abi, Albay bir şey demedi mi oradayken?" Söylemekte zorluk çekiyormuş gibi yutkundu ve gözlerini kaçırdı.

"Başta bir süre odasından çıkmadı. Sürekli odasına kağıtlar gelip gidiyordu. Sonra..." sustu ve yüzünü sıvaladı.

"Sonra ne Muzaffer? Taksit taksit anlatma!"

"Sonra hiçbir şey olmamış gibi çayını kahvesini içmeye devam etti Ezgi. Sanki ekibinden kimse eksilmemiş gibi keyif çatmaya devam etti." İşte o anda kafamda bütün taşlar oturdu. Buraya geldiğim ilk gün Turan Bey beni görünce şaşırmıştı. Her ne kadar kadın olduğuma şaşırdığını söylese de, beni baştan ayağa süzmesinden şüphelenmem gerekirdi. Hem o gün Kağan ne demişti; elin herifleri demişti. Yani benden önce geleler de olmuştu ve kimse onları sevmemişti.

"Turan'ı çağır, Muzaffer." Muzaffer şaşkınlıkla yüzüme baktı.

"İkiletme Muzaffer! Kağan'ı da çağır!" Muzaffer hızla yerinde kalkıp kapıyı açtı.

"Turan Bey ve sen..." eliyle Kağan'ı işaret etti. "Bakar mısınız?" kapıyı açıp hafifçe geriye çekildi ve geçmelerine izin verdi.

"Şimdi," yerimde dikleşip Turan Bey'e ve Kağan'a baktım. "Size birkaç soru soracağım. Siz de beni yormadan cevaplayacaksınız."

Kağan güldü ve ellerini göğsünün üzerinde birleştirdi.

"Hangi sıfatla?"

"Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu, Yüzbaşı Ezgi BÖRTEÇEN, sıfatıyla Kağan Bey." dedim sakince. Yüzünün aldığı şaşkınlığı keyifle izledim. Elimle koltuğu gösterip devam ettim.

"Oturun, lütfen." Koltuğa geçtiklerinde deri bir nefes aldım.

"Turan Bey, Kenan Albay'ı nereden tanıyorsunuz?" eğer düşündüğüm gibiyse Turan Bey de tehlikeliydi.

"Askerlik arkadaşımdı." dedi sakince.

"Peki ne zamandır yanınıza asker gönderiyor?" Turan Bey'in cevap vermesini beklemeden Kağan sinirli bir şekilde araya girdi.

"Ne askeri? Hepsi bçitin uğursuzun önde gideniydi gelelerin. Hepsinin dosyası boyumu geçmişti. Ne askeri ha, ne askeri?" kaşlarım istemsizce çatıldı. Turan Bey de şaşırmış olacak ki sordu.

"Ne diyorsun oğlum? O çocukları bana Kenan gönderdi. Askerlerim dedi bana."

"O Kenan seni güzel kandırmış Turan Ağa." Muzaffer olanları alamıyormuş gibi kaşlarını çatmıştı.

"Sen nereden biliyorsun dosyalarının kabarık olduğunu?" Kağan, Muzaffer'e dönüp sorusunu yanıtladı.

"Evimize sürekli yabancı adamlar geliyordu. O evde anam, bacım var. Araştırdım kimin geldiğini, gittiğini." Demek oluyor ki, beni de araştırmıştı.

"Madem dosyaları kabarık, niye söylemedin babana?" Muzaffer bir mantıklı soru daha sordu.

"Söyledim ama dilemedi. Bende her gelen olduğunda evdekileri alıp diğer konağa gittim."

"Ben geldiğimde neden gitmediniz?" Küçümseyici bakışlarını tekrar takındı.

"Kadınsın. Senden mi koruyacağım ailemi?" Karnımdaki yarayı umursamayıp başucumdaki komodinde duran bardağı hızla aldım ve masaya vurup kırdım. Ardından aynı hızla yataktan kalkıp Kağan'ın üstüne çıktım. Karnım sızıyla yanarken kırılmış olan bardağın sivri ucunu boynuna yavaşça batırdım. Yüzüme endişeyle bakıyordu.

"Ben olsam korurdum." Diye fısıldadım. Muzaffer Abi elini yavaşça elimin üzerine koydu.

"İn." Bir süre daha bekleyip derin bir nefes aldım ve, kırık cam parçasını bıraktım. Parça yavaşça sürüklenip köprücük kemiğinde kaldı. Geri çekilecekken karnıma giren ani ve daha şiddetli sızlamayla dişlerimi sıktım. Büyük ihtimalle dikişlerim zarar görmüştü.

"Şimdi, doğru mu anladım? Kenan size, askerlerim diyerek birilerini gönderiyordu. Sizde evinizde misafir ediyordunuz." Turan Bey kafasını salladı. Kağan'a dönüp devam ettim.

"Sen de, gelenlerin suçlu olduğunu biliyordun, öyle mi?" Kağan tedirgince başını salladı.

Omuzlarıma ağırlık binmiş gibi hissediyordum. Göğsümde tarifi imkansız bir sızı vardı. Ben ne yapmıştım?

"Telefonunu ver!' Muzaffere dönmeden elimi uzattım. Muzaffer hızla telefonunu çıkartıp şifresini girdi. Rehbere girip kaydırmaya başladım. Burada bir yerde işime yarayacak biri olmalıydı.

'Ankara Albay Cengiz TEKİN' gördüğüm isimle durdum. Ankara'dan verilen tüm hareket emirlerini Cengiz Albay bilirdi. Zaman kaybetmeden isminin üzerine tıklayıp aradım. Telefon ikinci sinyal sesinden sonra açıldı.

"Muzaffer? Hayırdır?" Kulağıma dolan Cengiz Albay'ın sesiyle yatağın öbür tarafına adımlamaya başladım.

"İyi günler komutanım. Ben Yüzbaşı Ezgi BÖRTEÇEN. Olanları duymuşsunuzdur. Bu yüzden sizi Muzaffer'in telefonundan arıyorum."

"Ezgi? Olayların açıklamasını yüzyüze duymak istiyorum. Elbette bu yaptıklarının karşılığı olacak, biliyorsun, değil mi?" Derin bir nefes alıp devam ettim. Konuşulan her kelime benim için ölüm gibiydi.

"Biliyorum komutanım ancak şuan daha mühim bir mesele söz konusu. Komutanım, size herhangi bir gizli görev için bilgi geldi mi?" Sorduğum soru ile Cengiz komutan gür bir kahkaha attı.

"Bırak kaçak olmanı, vazife başında olsan da sana böyle bir bilgiyi söyleyeceğimi mi sanıyorsun Ezgi?" Haklıydı, ama ben sorumu yanlış sormuştum.

"Komutanım, demek istediğim Güven'in içinde bulunduğu bir görev emri geldi mi?" Cengiz komutandan kısa süre ses gelmedi. Sonra telefondan hışırtılar yükseldi.

"Hassiktir! Ezgi! Ne denildi sana? Görevin neydi?"

"Güven'le beraber gizlice Suriye'ye girecektik ancak bazı duyumlar aldım. Güven de bunları tastikler gibi konuşunca silah çektik birbirimize." Sesim fısıltı gibi çıkıyordu. Gözümden bir damla yaş süzüldü.

"Kenan Albay, MİT'ten istihbarat geldiğini ve olayın gerçek olduğunu söyledi. Ancak komutanım oturmayan taşlar var. Şimdi lütfen söyleyin; Güven için görev talimatı verilmiş miydi?" Sesim, aksini söylemesi için yalvarır gibiydi. Lütfen, lütfen görev talimatı verilmemiş olsun. Allah'ım, lütfen...

Hâlimi dışarıdan izleyen biri olsaydım oturup kahkahalarla izlerdim. Şu anda arkadaşımın hain çıkması için dua ediyordum çünkü gelecek olan olumlu bir cevabı kaldıramazdım.

"Verildi, Ezgi. Verildi."

-... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..-

Umarım buraya kadar keyifle okumuşsunuzdur :))

Bölümde yazım yanlışları varsa kusura bakmayın.

Lütfen oy vermeyi unutmayıınn!

Bölüm : 25.10.2024 23:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...