@_dusin
|
En yoğun duygularla savaşmanın sonu, hiçbir şey hissetmemek... Keyifli okumalaarr ☺️ Lütfen yorum yazmayı ve oy vermeyi unutmayınn! Kim bilir kaç dakikadır telefon kulağımda öylece bekliyordum, bilmiyorum. Zaten öyle beklediğimi de telefon kulağımdan alındığında fark ettim. "Muzaffer, ben ne yaptım?" Diye fısıldadım. Cevap vermeden tekrar sordum. "Neden yaptım? Nasıl yaptım? Hiç mi düşünmedim?" Fısıldamaya devam ediyordum. "Söylesene Muzaffer!" Bağırdım. Sanki bağırışım Güven'i geri getirecekmiş gibi bağırdım. "Sayıp, sövsene bana. Sen de sorsana Muzaffer!" Muzaffere doğru adımlayıp yakasına yapıştım. "Ha abi? Kızsana bana. Ben yeterince kızamıyorum kendime." Muzaffer, Cengiz Albay'la konuştuklarımızı net olarak duymamıştı ama anlamıştı. Kardeşimi anlamadan, dinlemeden nasıl öldürdüğümü anlamıştı. "Ezgi. Bak, iyi değilsin. Hadi yatağa geç. Yarana baksınlar tekrar hadi abim. " Hızla kafamı salladım. "Hayır! Ankara'ya gideceğiz!" Koltukta oturan ve ne olduğunu anlamaya çalışan Turan Bey'e döndüm. "Bana son bir iyilik yapın Turan Bey." Turan Bey hızla kafasını salladı. -İKİ SAAT SONRA KONAKTA- "Şimdiye kadar yaptığınız her şey için teşekkür ederim hakkınızı helal edin." Turan Bey'den gitmeden önce helallik almak istemiştim. "Helal olsun kızım." Dedi durgunca Turan Bey. Yaklaşık iki saat önce hastaneden çıkıp konağa gelmiştik. Kamuflajımı giyinip teçhizatlarımı almıştım. Şimdi de Muzaffer ile birlikte Ankara'ya gidecektik. Bunun için de Turan Bey'den son bir iyilik olarak bir araba istemiştim. Turan Bey de hemen arabalarından birini vermişti. Zenginlik böyle bir şeydi sanırım. Ne kadar hızlı gidersek o kadar iyiydi. Cengiz komutanı tekrar arayıp benimle konuşmadığına dair sıkıca tembihlemiştim. Arabanın yolcu koltuğuna geçtim. Muzaffer de şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. "Güven'in..." Başladığım cümlenin sonu getirmek içinden gelmiyordu. "Cenazesini getirdiler mi?" Derin bir nefes alıp camdan dışarıya baktım. Ne Muzaffer'in ne de bir başka askerin yüzüne bakacak yüzüm yoktu. Muzaffer sıkıntıyla bana bakıp nefesini bıraktı. "Getirdiler. Normal bir mezarlıkta." İçime düşen korun boyutu arttı. İçim artık kan ağlıyordu. Ağzımdan bir hıçkırık koptu. "Ben yaptım. Ben sebep oldum buna." -12 SAAT SONRA ANKARA- On iki saatin sonunda Ankara'ya girebilmiştik. "Muzaffer, önce Güven'e..." Muzaffer başını sallayıp direksiyonu çevirdi. Mezarlık zaten yakındı bulunduğumuz yere. Önce gidip kardeşimden özür dilemeli ve ona söz vermeliydim. Arabanın durmasıyla etrafıma baktım. Mezarlığa gelmiştik. Muzaffer arabadan inip kapımın olduğu tarafa ilerledi ve kapımı açtı. "Bana Güven'i gösterir misin?" Başını sallayıp yavaşça önümde adımlamaya başladı. Mezar taşı yeni yapıldığı belli olan bir mezarın önüne geldiğimizde başıyla mezarı işaret etti. Taşları yeni olduğu için henüz isim yeri boyanmamıştı ancak ismi mermere oyulmuştu. Muzaffere bakıp mezara yaklaştım. Mardin'den beri cebimde tuttuğum tabancamın kurşununu cebimden çıkartıp Güven'in mezarının üstüne koydum.. "Ne desem boş Güven, biliyorum ama yine de affetmeye çalış beni." Diye fısıldadım mezar taşına. Arkamı dönüp tekrar arabaya yürümeye başladım. Muzaffer de arkamdan geliyordu. "Karargaha Muzaffer." Bundan sonra halletmem gereken son bir iş vardı. Muzaffer arabayı çalıştırınca sordu. "Bundan sonra ne yapacaksın?" Hiç düşünmemiştim. "Bilmiyorum." Diye fısıldadım. "Sadece karargaha gidelim." Diye devam ettim. Uzun ve sessiz süren bir yolculuğun ardından karargaha gelmiştik. Yol boyunca ne ben ne de Muzaffer ağzını açmamıştı. "Konuşmam gereken biri var. Konuşur odama geçerim." Diyip cevap beklemeden arabadan indim. Muzaffer kiminle konuşacağımı iyi biliyordu. Ancak konuşmama engel olmuyordu. Kenan'ın yediği boku Muzaffer de anlamıştı. Güven'i, gizli görev içinde tekrar gizli bir göreve gönderip kardeşimi bana infaz ettirmişti. Bu gmreve beraber gideceksek mutlaka bana söylenmesi gerekiyordu. Bunu Cengiz Albay telefonda söylemişti. Kenan, Cengiz Albay'a söyleyeceğini söylemiş, bana da hiç bir şey anlatmamıştı. Geldiğimi gören bazı askerler hazır ola geçiyor bazıları ise şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kenan'ın odasına geldiğimde kapının önünde duran askeri beni görünce hemen arkasını dönüp kapıya yöneldi. Geldiğimi haber vermemesi için hızla önüne geçip kapının kolunu tutan elini yakaladım. "Git bize iki kahve getir. Sen yap ama." Kafasını sallayıp arkasını döndü ve uzaklaştı. Anlaşılan henüz kimsenin neler olduğundan tam anlamıyla haberi yoktu. Kapıyı sertçe açıp içeriye girdim. Kenan, ayaklarını masaya uzatmış koltuğunda uyukluyordu. Masasına yaklaşıp ayaklarını ittim. "Ne oluyor lan!" Hızla açılan gözleri odayı taradı ve bende asılı kaldı. "Ecelin geldi, Kenan. Eline kardeşinin kanını bulaştırdığın ecelin geldi." Korkuyla parlayan gözleri alayla kısıldı. "Nasıl yedin yemi?" Gür kahkahası kulaklarımı doldurdu. "Sen tam bir salaksın." Evet ben tam bir salaktım. "Asıl hain sendin değil mi? Güven görev gereği hain olacaktı. Gittiğimiz görevde de o kalacak, ben dönecektim değil mi?" Ellerini sertçe birbirine vurarak güçlü bir alkış yaptı. Oturduğu koltuktan kalkıp tam karşıma geldi. "Aferin, anlamışsın..." Ellerini havaya kaldırıp omuzlarını silkti. "Anlamışsın da, geç kalmışsın anlamakta be Ezgi." Yaptığım yanlışın farkındaydım ama bunu birinin söylemesi canımı o kadar çok yakıyordu ki... "Acahan konağı? Oraya gönderdiğin adamları ne için gönderiyordun? Hepsi birer suç makinası. Dağ için gönderiyordun değil mi? Sen buradaki suçluları bulup dağa adam topluyordun değil mi, it!" dedim dişlerimi sıkarak. "Konak, senin ve onlar arasındaki gizli emanetçinizdi." Kendi kendime açıklıyor giyibiydim. "Evet, gerizekalı. Sen de bunu yeni anlıyorsun." dedi keyfi yerindeyken. Hızla yakasına yapışıp dibine girdim "Bitireceğim seni. Bu hayatta senin gibi biri yaşamamış olacak. Sülaleni sikeceğim senin!" Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıyordu. "Sen... Bana.. hiçbir... Bok... Yapamazsın." Dedi tane tane. "Hayatını siktim senin. İsmin vatana ihanetten aranıyor. Sana mı inanırlar, bana mı?" Hâlâ umursamazca sırıtıyordu. Yakasını bırakıp gözlerinin içine baktım. Ardından elimi omuzlarına götürüp yakasını düzeltiyormuş gibi yaptım. Elimi cebime atıp Kağan'ın aldığı telefonu çıkarttım ve Kenan'ın görebileceği şekilde havaya kaldırdım. "Artık bana inanırlar." Yüzündeki sırıtış anında soldu ve hızla telefonu almak için hamle yaptı. Geriye çekilip dizine sağlam bir tekme geçirdim. Acıyla eğilip dizini tutarken, kamuflaj pantolonumun sol diz kapağının biraz üstünde duran bıçağı aldım. Kenan, bacağına yük vermeden topallayarak masasının arkasına geçti. Elini çekmecesine uzatacakken hızlı davranıp masa da duran elinin üzerine bıçağı geçirdim. O acıyla inlerken ben sadece onu izliyordum. Bıçağı oynatarak elinden çıkarttım. Bu ona daha çok acı vermişti. "Buraya nereden geldim biliyor musun? Güven'in mezarından geldim. Ona verdiğim bir intikam sözü var. Ve ben bu intikamı almadan ölmeyeceğim." Kenan, yüzünün aldığı korku ifadesiyle geriye doğru düştü. Sol elini göğsünde tutarken sağ eliyle geriye kaçmak için destek alıyordu. Sırtı duvara değdiği anda korkuyla irkildi. "İkinci kez mi katil olmak istiyorsun? Bırak o bıçağı elinden!" başımı iki yana sallarken gülüyordum. Delirmiştim artık. "Aslında doğru diyordun. Benim hayatım sikilmiş. Seni de öldürsem ne yazar, amına koyduğum?" Yanına yaklaşıp diz çöktüm ve bıçağı tam kalbinin üzerine koydum. Gözlerinin içine bakıyordum. Sağ eliyle ellerimi tutup ittirmeye çalıştı. Gülerek bıçağı biraz daha ittirdim. Yüzü acıyla buruştu ancak gözlerini hâlâ gözlerimden ayırmıyordu. Bıçağı biraz daha ittirdiğimde hırıltılı bir nefes aldı ve ağzından kanlar akmaya başladı. Bıçağı tamemen sokmuştum artık. Sağ eli ellerimi bıraktı ve yere düştü. İşimi sağlama almam gerekiyordu. Elimi uzatıp boynunu tuttum. Nabzı yoktu. Ayağa kalkmadan önce elimdeki kanı, onun paçasına sildim. Ardından hızla odadan çıkıp kendi odama doğru adımladım. Ruh gibiydim. Ne düşünebiliyor ne de hissedebiliyordum. Güven, beraber çıktığımız görevde beni gönderip kendi görevine devam edecekti. Ancak ben onun hain olduğunu düşüp acımadan ve dinlemeden tetiği çekmiştim. Ben nasıl bir insan olmuştum böyle? Gözüm o kadar mı dönmüştü. Geldiğim odanın kapısını açıp içeriye girdim. Masamın ve dolapların üstü tozlanmaya başlamıştı. Koltuğa geçip oturdum ve masanın çekmecesi açtım. Amacım, burada bıraktığım sigara paketini almaktı ancak çekmecede gördüğümüz fotoğrafla kalbimde bir acı hissettim. Güven ile çekildiğimiz nadir fotoğraflardan biriydi. Fotoğraf çekmeyi seven insanlardan değildik o yüzden bu fotoğraf benim için çok önemliydi. Çerçeveyi çıkartıp masanın üzerine koydum. Çekmeceyi kapatmadan sigarayı da alıp bir tane yaktım ve derin bir nefes aldım. "Seninle doğru zamanda, doğru yerde karşılaştık Güven. Ancak doğru zamanda ve doğru şekilde ayrılmadık. Ben senin için doğru arkadaş değildim." Sigaradan büyük bir nefes daha çektim ve ardından yavaşça verdim. "Yanlışları sıralayacak olsam liste uzar, gider. Hakkını helal edebilecek misin bana Güven?" Elimdeki sigaraya kaydı gözlerim. Sigarayı havaya kaldırırp fotoğrafa uzattım. "Hani hiç sevmezdin ya sigara içmemi... Son sözüm bu sana, içmeyeceğim artık bunu." Sigaranın kalan son küçük bölümünü de içime çekip yere attım. Gözlerimi kapatıp dumanı dışarıya verirken fısıldadım. "Bu dünyada herşey mütenahidir, Güven. Tıpkı hayatlarımız ve birbirimize olan güvenlerimiz gibi." Gözlerimi açmadan hızla silahımı aldım ve sol göğsümün üzerine koyup tetiği çektim. Vücudumu ince bir sızı kapladı. Her nefes almaya çalıştığımda kalbim yırtılmış gibi sızlıyordu. Demek Güven de böyle hissetmişti. Aklıma, Güven'in mezarına bıraktığım kurşun geldi. "Sözümü tuttum ben, Güven. Canını alanın canını aldım." -... ---. .-.. ..-- -- / ... --- -. ..- Selam, umarım keyifle okumuşsunuzdur :)) Birinci bölümden beri söylemek istediğim bir şey var; BU HİKAYEDE YANAN GÜVEN OLDU. Lütfen oy vermeyi ve yorum yazmayı unutmayınn!! |
0% |