10. Bölüm

10. Bölüm

KendisineYazar
_duygu

 

Sokağı döndüğüm gibi iki el ağzımı ve gözlerimi kapatıp beni geriye doğru çekti. __________________________________________

 

Çok korkuyorum. Yerimde çırpınmaya başladım ama nafile, eğer beni kim çekiyorsa çok kuvvetliydi. Çığlıklarım onun elleri arasında kaybolup gitti. O ise ilk başta hiçbir şey yapmadı, sadece sakinleşmemi bekledi. Ama beni durdurabilir mı? Asla, o durdukça ben direndim fakat en sonunda bana dayanamadım.

 

Bu boşluğumu fırsat bilip ilerledi. Hala gözlerim ve ağzım kapalıydı, çığlık atmaya devam etsem bile bir faydası olmuyordu. Birkaç adım attıktan sonra sola döndü ve durdu. Kalbim güm güm atıyordu.

 

Buraya kadardı demek ki, zaten tüm bu olaylardan sonra normal bir şekilde ölmem garip olurdu...

 

İki saniye kadar sonra eller üzerimden çekildi. Hemen arkamı dönüp beni kaçıran kişiye yumruklarımı yağdırdım. Altı yumruk, iki tokat, üç karna tekme, sekiz saç çekme, beş tane de kafadan darbe aldığında beni kaçıran şerefsiz ellerimi tutup ona vurmamı engelledi.

 

Ve, gördüğüm yüz ile kalakaldım.

 

Beni kaçıran kişi Çınar'mış!

 

"Çınar?" Yumuşak çıkan sesimi 'birazcık' yükselttim.

 

"GERİ ZEKALI SENİ! BENİ NİYE KAÇIRIYORSUN İT! BEN SENİN KANKAN DEĞİL MİYİM ŞEREFSİZ!"

 

"Kankamsın tabii ileri zeka! Direk vurcağına bir arkanı dön bak! San iyilik de yapılmıyor."

 

"Pardon ya, beni kaçırdığın için ilk etrafa bakıp, sonra seni nazik bir dille uyarmam gerekiyo-"

 

Cümlem yarıda kaldı çünkü Çınar beni arkaya bakmaya zorladı. Arkama baktığımda gördüklerime inanmadım.

 

Begül'ün evinin önündeydim. Bahçe balonlarla süslenmişti. Bahçenin ortasında temiz olan bir masa bulunuyordu. Üzerinde ise pasta. Eğilip pasta da yazan yazıya baktım.

 

'Hem Barbie

 

Hem Harbi

 

İyi ki Doğdun Kankii'

 

"Doğru, bugün doğum günümdü." diye mırıldandım.

 

Doğruluğumda Önce Begül'ün kocaman sırıtaran, sonra Çınar 'ın dayak yediği için somurtan yüzün baktım.

 

"Ben... teşekkür ederim ve." Çınar'a döndüm. "özür dilerim."

 

"Bir şey olamaz, zaten dayak yiyeceğimi bile bile kabul ettim."

 

Onlara yaklaşıp ikisine birden sarıldım, onlar da sarılışıma karşılık verdi.

 

"Bu arada, yazıyı hanginiz seçti?"

 

"Ben." dedi Çınar.

 

👻👻👻👻

Yapılan küçük kutlamadan sonra evin sokağına gelmiştim. Belki de istenmediğim evin sokağına. Sahi, beni neden bu eve kabul etmişlerdi ki? Gelip evin tüm huzurunun içine etmiştim. Onların yerinde olsam, yetimhanede büyüyen kızımı alır mıydım? Alırdım tabii ki de! Oğullarım kızımı evde istemeseler buna sessiz kalmazdım ama. Buğra'nın yaptığı kötülüklere karşı abim onu uyarmıştı. Fakat Uran'ın yaptığı kötülüklere kimse sesini çıkarmamıştı.

Uran, abimden büyük olduğundan onun bu işlere karışmamasına üzülmedim. Peki ya annem ve babam? Onlar neden görmediler? Ya da görmek istemediler. Yeni gelen bir kız için ilk göz ağrılarını savundular. Ve Buğra'yı.

Her ne kadar abim Buğra'ya kızsa da annem ve babamın abimden önce onu uyarması gerekiyordu. Yani, bence öyleydi. Onlara göre farklı da olabilirdi. Kim bilir, onlar için Uran ve Buğra haklıydı.

Ve ya ben saçmalıyorum. Benim olmadığım zamanlarda baş başa konuşmuş olabilirler. Ancak konuşsalar bile pek bir faydası olduğu yoktu. Hala aynı pisliği yapıyorlar. Uran biraz pişman gibi, ama biraz, gibi kelimelerini de ekledim. Pişman olduğunu hiç belli etmiyordu. Belki de pişman bile değildir. Sadece fırtınadan önceki son sessizlik de olabilirdi.

Ben tüm bunları düşünürken çoktan eve gelmiştim. Kapıyı çaldım, açan kişi abimdi.

"Niye geç kaldın birtanem?"

"Arkadaşlarla küçük bir kutlama yaptık da. O yüzden geciktim, kusura bakma." Artık salona geçmiş ve koltuğa yan yana oturmuştuk. O, kolunu omzuma atıp beni kendine doğru çekti.

"Ne kutlamasıymış o? Birisinin doğum günü partisi falan mı?"

"Hı hı."

"Kimmiş o doğum günü çocuğu. Kutladığına göre seviyorsun."

"Hem de ne sevmek... Bu hayatta en sevdiğim kişilerden biri."

"Kim kızım o? Heyecanlandırma beni."

"Ben."

Aldığı cevap ile afalladı. Yok, buna afallamak denmez. Bildiğin dönüp kaldı. Kafamı kaldırıp ona, abime baktım. O da bana baktı. Biraz daha öyle kaldıktan sonra sonunda bir tepki verebildi.

"Bugün, senin... doğum günün mü?"

Önüme döndüm, kafamı evet anlamında salladım.

"Güzelim, ben gerçekten bilmiyordum. Bilseydim kutlardım canımın içi."

O da, ben de yerimizde doğrulduk.

"Senin bir suçun yok abi. Ben bile unutmuştum. Onlar sürpriz yaptı. Yoksa haberim bile olmayacaktı." Biraz bekleyip ekledim.

"Hem sen hele bir seneye kutlama... O zaman bak noluyor."

"Tamam, tamam. Kesinlikle unutmam." dediği sırada içeriye Buğra girdi.

"Neyi unutmuyorsun oğlum?" Sözleri bittiği anda kendini tekli koltuğa attı.

"Sonay'ın doğum gününü."

"Ne zaman ki?" Lafa atlayıp Buğra'nın sorusunu ben yanıtladım.

"20 Şubat." Aldığı cevap karşısında bir iki saniye bekledi.

"E, 20 Şubat bugün." Ben ve abim kafamızı salladık.

"Yani." dedi Buğra.

"Neden anlamıyorsun? Bugün doğum günüm işte! Amma da abarttınız."

"Madem doğum günün bize niye söylemiyorsun?"

Allah'ım. Bana, öyle bir sabır ver ki...

"Seni ilgilendirmediği için. Doğum günüm olduğunu bilseydin ne yapardın ki? 'Keşke doğmasaydın Sonay!' falan diyecektin büyük ihtimalle. Şimdi de suçlu benmişim gibi konuşma!"

Sinirle koltuktan kalkıp odama gittim. Zaten iki dakika salonda falan otursam beni ister istemez odama gitmeye zorluyorlardı.

Saçma ve gereksiz olduğunu düşündüğüm ödevlerimi açtım. Bana hepsi aynı gelen soruları çözdüm. Aynı soruları farklı kelimelerle bize çözdürmelerinin bir anlamı yoktu bence.

👻👻👻👻

Tüm ödevlerimi bitirdim. Çok şükür ya rabbi!

Peki, şu anda ne mi yapıyorum? Bir şarkı açmış, odamın ortasında dans ediyorum. Hiçbir kareografi yoktu, kendi kafamdan uyduruyorum. Ve farklı dans figürleri bulmak gittikçe zorlaşıyor. Bu yüzden kareografili bir şarkı açtım.

Şarkı, şu sıralar popüler olan, yeni çıkmış türk kız grubu Manifet'in 'Zamansızdık' adlı şarkısydı. İnternette iki de bir karşıma çıktığı için nakarat kısmı ezberimde. Ezber yeteneğimin olduğunu söylemiş mıydım?

Yaradan öve öve yaratmış! Tü tü tü maşallah bana!

Dans ederken bir yandan da şarkıyı mırıldandım.

"Zamansızdık ilk baştan,

Sandım hep iyi kalcaz.

Yetmiyor hiç bir iltifat,

Hissettirmiyorsan..."

Kapı pat diye açıldığında ben çok kötü pozisyondaydım! İçeri öküz gibi giren birisinin öküzden farkı yoktu. Olduğum pozisyondan çıkıp doğruldum.

"Ne var Buğra?"

"İki şey diyeceğim. Birincisi, seni akşam yemeğine çağırıyorlar. İkincisi, neden çarpılmış gibi duruyordun?"

"İki cevap vereceğim. Birincisi, birazdan aşağıda olurum. İkincisi, bu seni ilgilendirmez."

Ağzında bir şeyler geveleyip odadan çıktı. Üzerimi ve saçlarımı düzelttim. Telefonumu da altımdaki eşofmanın cebine koydum. Aşağıya indiğimde masada bir tek babam ile annem yoktu. Köşeye oturduğumda yanımda Buğra, karşımda ise abim vardı. Aradan birkaç saniye geçtiğinde masada eksik olan iki kişi de oturdu. Babamın afiyet olsun diyen sözlerinden sonra yemek yemek zamanı başladı. Yediğimiz yemek mercimek çorbasıydı. Ben çorbayı karıştırırken Güneş, Buğra'ya bakıp konuştu.

"Abi, yemeği sen mi yaptın?"

"Evet abiciğim." dedi Buğra.

"Belli."

Güneş, son sözünü söylemesinin ardından yüzünü eşkitti. Birşey daha ekledi.

"Yine iğrenç yapmışsın abi."

"Gerçekten oğlum, hiç olmamış." Annem konuşurken ben de kaşığımı ağzıma götürdüm ama...

Gerçekten çok kötü! Mercimek çorbası değil zehir içiyorum sanki.

Abim, Buğra'nın yanında oturuyordu ve onun kafasına gelişi güzel bi' tane geçirdi.

"Niye vuruyon kafama!"

"Sus be! Aç kaldık senin yüzünden. Anla artık oğlum, sen yemek yapamıyorsun."

"Tamam. Bugünlük dışarıdan sipariş ederiz olur biter." dedi babam. Buğra hariç herkes onaylayan mırıltılar çıkardı. Buğra ise homurdanıyordu.

Hepimiz masadan kalkıp salona geçtik. Uran telefonu ile sipariş vermekle meşguldü. Ben, abim, Buğra aynı koltukta oturuyorduk. Annemle babam da aynı koltukta oturuyordu, Uran tekli koltuktaydı, kucağında her zamanki gibi Güneş prensesim vardı. Annem ile babam kendi aralarında konuşuyorlardı, abim Buğra'ya laf atıyordu, Güneş başını Uran'ın göğsüne yaslamıştı ve gözlerini kapamıştı, Uran hala sipariş veriyor olmalı ki telefonuyla uğraşıyordu.

Canım sıkılıyor!

Gözlerimi devirerek cebimden telefonumu çıkardım. Sosyal medyada gezinmeye başlamıştım ki annem bana seslendi.

"Kızım, haftaya benim ailem seninle tanışmaya gelecek. Geldiklerinden bir gün sonra da babanın ailesi gelecek."

"Ne?"

"Hahaha! Sonay'cığım, Allah yardımcın olsun." Buğra gülerek konuşarak benim sinirlerimle yine oynamayı başardı. Ona ters bir bakış gönderip anneme döndüm. Annem ise Buğra'ya onu öldürecekmiş gibi baktı. Terliğini Buğra'ya atarken bağırdı.

"Ne varmış benim ailemde Buğra?!"

Veeeyyyy! Bu kadının içinden ne çıktı böyle. Öyle bir cıraladıki... Keşke burada olsaydınız.

"Estağfurullah anam! Sizin aileniz en değerli, en şanlı, en asil ailedir!"

"He, anca kıvır, anca kıvır." dedi birtanecik abim.

"Neyse, önemli olan şey haftaya ailemin gelecek olması. Ama seninle de bu konuyu konuşacağız Buğra." Sözlerinin ilk başında bana bakan annem, son cümlesinde Buğra'ya bakıp işaret parmağını sallamıştı.

"Tamam da... nasıl olacak o iş?"

"Biraz ateşli, gürültülü, kavgalı... Anlayacağın senin ve bizim için zor olacak."

Annem bu sefer diğer terliğini çıkarıp Buğra'ya attı. Bamm! Tam on ikiden, yani kafasıdan. Şu an Buğra'nın acıtasyoları önemli değil, şu an önemli olan haftaya yaşanacaklar. Gıcık Buğra yüzünden biraz da korkmuştum. Neden öyle dedi ki?

"Ya sen bakma bu ileri zekalının dediklerine. Sonra ben sana anlatırım." derken gözleriyle Güneş'i işaret etti abim. O sırada Güneş şaşkınlıkla konuştu.

"Aaa, Buğra abi?"

"Efendim abicim."

"Sen, ileri zekalı mısın?"

Hepimiz kahkahayı bastık. Bu kız saatli bombaydı! Hiç olmadık yerlerde böyle davranıyordu. Bize çatık kaşlarıyla sorgulayıcı bakışlar attı.

"E Bulut abim öyle dedi, ileri zekalıymış." Kimse bunu nasıl açıklayacağını bilmediği için ben atıldım.

"Evet Güneş'ciğim. Neden gülüyorlar? Senin abin ileri zekalı, bunda gülünecek bir şey yok."

"O zaman bunu Meryem'e söyleyeceğim! Benim abim ileri zekalı diyeceğim." Buğra'nın gözleri her seferinde daha da açılıyordu.

"Hayır! Bu gizli, herkes abin gibi ileri zekalı olamadığı için abinin sırrını saklıyoruz. Tamam mı?" Güneş, beni başı ile onayladığında konu kapanmış oldu.

Bir Güneş'in bu yaşındaki hallerine bakıyorum, bir de ben onun yaşındaykenki hallerime bakıyorum. Ben o zamanlar 1+1= 11 sanıyordum.

Ama çok zeki olduğum için artık biliyorum. 1+1=2 eder!

Ayy çok zekiyim. Maşallah bana.

Kapı çaldığında ayağa kalktım. Kapıyı açtığımda siparişin geldiğini gördüm. "Teşekkürler." diye mırıldanıp siparişi aldım. İçeri geçip siparişleri yemek masasına koydum. Siparişin geldiğini görenler de masaya geldi. Herkes kendine bir tane döner aldı, ilk başta oturduğumuz yerlere geri geçtik. Döner gerçekten güzeldi ve hayır Sonay! Hayır! Ama kendime engel olamıyorum. İçimden o şarkıyı söyledim.

Beğenmediysen döneri,

Dön arkanı, bu bir öneri.

Tattırırız sana şaheseri,

Unutursun bütün dertlerini...

Döneri içimden bu şarkıyı söyleyerek bitirdim. Tekrardan salonda aynı şekilde oturuyorduk. Annem ile babam bahçede iş konuşacaklarını söylemişlerdi. Onlar birbirleriyle sohbet ederken ben telefonumla oynuyordum fakat abim bana seslendi.

"Öyle değil mi Sonay?"

"Hı?"

"Diyorum ki, öyle değil mi?"

"Ne dediniz, duymadım sizi."

"Doğum gününmüş ya hani, bize söylememişsin. Bugün doğum gününün, öyle değil mi?" dedi pislik Uran

"Evet, öyle. Ne yapacaktın bilseydin, hediye olarak peluş ayı mı alacaktın? Herhangi bir gün işte."

"Herhangi bir gün değil, senin doğum günün bugün." Bu sefer de Buğra konuşmuştu.

"Allah'ım, sen bana sabır ver. Ne yapacaksınız benim doğum günümü?! Sevmediğiniz, istemediğiniz kardeşinizin doğum gününü ne yapacaksınız?!"

Kimse sesini çıkarmadı, bir kişi hariç...

"İyi ki doğdun abla,

İyi ki doğdun abla.

İyi ki doğdun, iyi ki doğdun,

Mutlu yıllar sana..."

Güneş, Uran'ın kucağından inmiş, bana sarılarak doğum günü şarkısı söylemişti. Ben de ona sımsıkı sarıldım. Birtanem, sinirlendiğimi fark edince beni mutle etmeye çalışmıştı.

Herkes sertçe yutkundu. Güneş'in saçlarına bir öpücük kondurdum. Benden ayrılıp kucağıma oturdu ve diğerlerine bakarak sinirle konuştu.

"Ablam haklı. Neden onu sevmiyorsunuz? Ablam hiç kimseye zarar vermedi. Onu sevmediğiniz açık ama onu önemsiyor gibi davranıyorsunuz. Uran abi? Buğra abi? Siz böyle insanlar mıydınız? Siz kimseyi üzmezdiniz."

Güneş'in sözleri, özellikle son sözleri konuştuğu kişilerin kalbine bir bıçak gibi saplanmış olmalıydı. İkisinin de omuzları düşmüştü.

"Peki ya sen Bulut abi, sen doğum günlerine çok değer verirdin. Neden ablamın doğum gününü kutlamadın?"

Bu sefer abime çok sert konuşmuştu. Ama öyke miydi? Gerçekten sadece benim doğum günümü mü önemsememişti? Güneş hepsine tek tek ayıplarcasına baktı.

"Ben daha sizi tanıyamamışım."

Son sözlerini de söylemesinin ardından ayağa kalktı, benim de elimi tutarak bizi mutfağa götürdü. Ağzımı açıp ona ne yaptığımı soracaktım ki elini havaya kaldırarak susmamı işaret edince susmak zorunda kaldım.

Buzdolabının kapağını açtı, paramak uçlarına çıkarak dolaptan bir şey aldı fakat ne aldığını göremedim. Bana baktı ve "Ablacım, arkanı dönebilir misin?" dedi. Anında dediğini yaptım.

Haşur huşur sesler geliyordu. En sonunda tık tık diye sesler duydum. Az sonra bana bakabileceğimi söylediğinde vücudumu ona doğru çevirdim. Gördüklerim karşısında sağ yanağımdan aşağıya inen göz yaşıma hakim olamadım.

Hayır, bu her zamanki gibi acı göz yaşları değildi, ilk defa göz yaşlarımın sebebi mutluluktandı.

Güneş, bulduğu çikolatalı kekin üzerine, kırmızı bir mum koyup yakmıştı. Üfledikten sonra eğilip o temiz kalpli insana sarıldım. Sarılışıma karşılık verdi.

"Abla, neden ağlıyorsun? Kötü bir şey mi yaptım yoksa? Özü-"

"Güneş'im... sen o kadar güzel bir şey yaptın ki ben mutluluktan ağlıyorum."

"Abla, bu sadece kekin üstünde duran, yanmış bir mum. Senin için az bile."

İç çekmemin ardından onadan ayrıldım ama ellerim kollarını tutuyordu, onun elleri ise keki.

"Hayır, yanılıyorsun ablacım. Bu... bu benim için çok önemli."

Ona yaşadıklarımı anlatamam. O daha başımdan geçenleri öğrenmek için çok küçüktü. Ama ben onun yaşındayken acı çekmeye başlamıştım.

Buna şerefsiz hayatın adaleti diyoruz.

"Ee, yemeyecek misin minik pastamı?"

"Yiyeceğim elbette. Ama sadece seninle paylaşacağım, diğerlerine doğum günü pastası yok."

"Yok!"

Güneş'i kucağıma aldım. Tezgaha keki koymasını sağladıktan sonra bıçak çıkardım, bıçakla keki ortadan ikiye kestim. İki tane küçük tabağın üzerine kekleri koydum. Buzdolabını açtığımda sarı kola olduğunu fark ettim. Sarı kolayı alıp tezgaha bıraktım. Güneş de önüme ikimiz için bardak bırakmış. Sarı kolayı bardaklara boşalttım. Bardakları da tabağa koydum. Güneş kendi tabağını iki eli ile tuttu, ben ise tek elimle taşıdım.

Yemek masasına gidip yan yana oturduk. Keklerimizi, doğum günü pastamı miğdemize indirdik. Güneş oturmaya devam ederken ben hızlıca tabaklarımızı ve bardaklarımızı mutfağa götürüp temizledim. Geri geldiğimde Güneş bıraktığım gibi duruyordu. Az önce oturduğum yere tekrardan oturdum.

"Ee, senin doğum günün ne zaman bebikim?" dedim oturur oturmaz.

"28 Nisan."

"Hmm, ne istiyorsun doğum günü hediyesi olarak?"

"Geçen sene mum üflerkenki dileğim ablamın olmasıydı. İsteğim gerçekleşti, başka bir şey istemem."

"Peki, bir palyaço ablaya ne dersin?"

"Süper derim! Sahiden doğum günümde palyaço mu olacaksın?"

"Evet, senin için her şeyi yaparım prensesim."

"Teşekkür ederim kraliçem!"

"Ne yapıyorsunuz?" İçeriye girdiği gibi konuşmuştu abim. Güneş, kaşları çatık bir şekilde ona cevap verdi.

"Ablamla sohber ediyoruz."

"Ne oldu? Bana neden kızgınsın?"

"Sen, bugün ablamın doğum günü olduğunu bildiğin halde onun doğum gününü kutlamadın."

"Bak, ben gerçekte-"

"Bahane bulma abi. Geçen sene hasta olmana rağmen annemin doğum gününü kutlamıştın. Her zaman kutladın fakat konu ablam olduğunda hiç bir şey yapmadın." Abim, Güneş'in konuşmasının sonlarına doğru onun yanına oturdu.

"Yapacaktım Güneş, hatta pasta siparişi vermiştim her zamanki pastaneye. Ama geç öğrendiğim için pasta da gecikti. Yarın kutlayacaktım." Güneş, abimin savunmasına karşı öyle bir yanıt verdi ki hepimiz şaşırıp kaldık.

"Abi, pasta olmasına gerek var mıydı? Ya da o pastaneden olmasına gerek var mıydı?"

İkimiz de dilimizi yutmuş gibiydik.

"Bana verecek cevabın yok mu abi?" Güneş yine konmuştu.

Ve yine cevap bulamadı.

"Savunman da mı yok abi?"

Yoktu.

"O zaman suçunu anladın." Güneş son sözünü söyledi ve yukarı çıktı. Abimle bakıştık. Gözleri üzgün olduğunu haykırıyordu.

"Sonay, ben özür dilerim."

"Önemli değil." Ona sadece bunu söyleyip odama çıktım.

Üzerime kedicikli pijamamı giydim. Yatağımın içine girdim ve uyumayı bekledim.

Off, uyuyamıyorum!

Sırt üstü uzanırken elim yarağımın kenarındaki sehpahanın üzerindeki telefona gitti. Alıp biraz telefonla ilginenirken bildirim geldi.

*Selvi Boylum💙 kişisinden bir yeni mesaj*

Mesaja tıkladığımda gördüğüm yazı ile yerimde doğruldum.

Selvi Boylum💙: Pencereden aşağıya baksana Allah rızası için.

Siz: Allah rızası için pencereden aşağıya bakıyorum.

Yataktan kalkıp pencerenin önüne gittim, aşağıya baktığımda ikisini gördüm. Begül tam ağzını açıp bağıracaktı ki parmağımı dudağımın önüne getirip sus işareti yaptım. Üzerime ceket alıp aşağıya indiğimde salonda Buğra'nın olduğunu gördüm.

"Hayırdır, nereye gidiyorsun?"

"Arkadaşlarım kapının önüne gelmişler, biraz onlarla konuşacağım." dedikten sonra kapıya gittim ama o gerizekalı beni durdurdu.

"İzin aldın mı?"

"Kimden?"

"Benden."

"Neden alayım ki?"

"Senin büyüğünüm."

"Akıl yaşta değil baştadır."

"Senin iyiliğini istiyorum, bu saatte dışarısı güvenli değil Sonay."

"Bir, kendimi koruyabilecek yaştayım, karşında küçük kız çocuğu durmuyor. İki, sadece kapının önüne çıkacağım. Üç, yanımda iki tane arkadaşım olacak ve için rahatlasın istiyorsan birisi de erkek. Tüm bunları göz önünde bulundurursak dışarı çıkmamda ve senden izin almamamda bir sıkıntı yok."

Onun başka birşey demesine izin vermeden dışarı çıktım. Tabii bu asık suratımı görünce meraklandılar.

"Ne oldu bebeğim? Niye asık suratın?" dedi Begül.

"Şu aptal abilerden biri işte, Buğra gıcığı."

"Ne yaptı yine gerizekalı?" Bu sefer Bay Uzun Boy konuşmuştu. Bay Uzun Boy'un kim olduğu çok açık, bir zahmet anlayın kim olduğunu.

"Neymiş efendim, gece gece ondan izin almadan dışarı çıkıyormuşum. Ona ne ki?"

"Üff, neyse boş ver. Gereksiz tipleri konuşmak için gelmedik. Ama sen dersen ki gelmeseydiniz keşke def o-" derken Çınar'ın sözünü kestim.

"Begül'üm kalsın ama sen def olabilirsin Çınar."

"Ama sevgilim giderse ben de giderim."

"O zaman sen de def olabilirsin Begül." İkisi karşımda kıkırdarken onlara tiksiniyorum der gibi baktım.

Bu kadar sevgi fazla.

"Sonay'a baksana aşkım, bize nasıl da sevgiyle bakıyor." dedi Çınar. Begül ise kafa sallayarak onu onayladı. Dişlerimi öne çıkararak özürlü taklidi yaptım, daha da güldüler.

👻👻👻👻

Bizimkilerle biraz daha konuştuk, sonra herkes evine gitti. Her zamanki gibi uyuyamadım. Yatağımda bir o yana, bir bu yana dönüp duruyorum. Ama kapı üç kez tıklatıldığı anda yerimde doğruldum ve "Gel." dedim.

Kapı aralandığında Güneş'i görmeyi beklemiyordum.

"Abla."

"Efendim ablacım?"

"Şey... ben kabus gördüm de, seninle uyuyabilir miyim?"

"Tabii birtanem, gel bakalım."

Pıtı pıtı adımlarla yatağımın yanına kadar gelip yatağıma uzandı. O bana sarıldığında ben de sarılışına karşılık verdim. Saçlarının tepesine bir öpücük kondurdum.

"İyi geceler abla."

"İyi geceler Güneş'im."

 

BÖLÜM SONU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 10.04.2025 16:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...