Yeni Üyelik
11.
Bölüm

ATEŞ (11) Yakmak ile Yanmak Arasında

@_ece_asena_

Hayat sen planlar kurarken yaşadıklarındır diyorlar. Belki de haklılar. Sanki her şeyi kontrol edebilirmişsin gibi planlar kurarsın kendince. Sonra saf saf kendi çizdiğin yolda gitmeyi beklersin. Bir de bir bakmışsın ki hayat sen kendi yolundan gittiğini sanarken seni kendi istediği yola sokmuş.

Ne acı ama. Değil mi?

Ben de trajikomik bir insan olma yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Daha ne kadar olabileceksem artık…

Kafamda oldukça net planlar vardı. İstanbul’a birkaç günlüğüne babamın karın ağrısını almak adına gelecek ve ardından tekrar İtalya’ya dönecektim. Olmamıştı. Babam burada kalmamı isteyen büyük bir nutuk çekmişti öncelikle. Sonrasında onun ısrarlarıyla katıldığım sosyetik müzayedede Alpaslan Kıraç ile karşılaşmış ve babama inat olsun diye onun hayatını kurtarmıştım. Ardından o da benim hayatımı kurtarmıştı. Sonrasında uçağımı kaçırmıştım ve burada kalmayı bir deneyeyim demiştim.

Amacım normal bir yaşantıydı. En azından olabildiği kadarıyla… Lise mezuniyetime kadar burada kalırım diye düşünüyordum.

Kendi iç sorunlarımla dolu hayatıma bir de çocukluk arkadaşım ve aşkım Bahadır dahil olmuştu. Onunla olan on beş yaşındaki ilişkim onun tarafından saklı tutulmuş ve şimdi de önüme sunulmuştu. Aramızda eskimiş şeyler vardı. Bu benim tarafımdan geçerliliğini yitirmiş birtakım duygu silsilesinden ibaretti. Ancak Bahadır Ata aramızdaki zaman aşımını anlaşılan o ki önemsemiyordu.

Yine de benim için bir sorun teşkil ettiğini sanmıyordum. Sonuç olarak melek sayılmazdım ve onunla flört ediyormuş gibi gözükmem nedeniyle beni suçlayamazdı. Altı üstü arkadaş gibi takılmıştım onunla. Arkadaşça…

Ve o tüm ihtimallerimi, planlarımı alaşağı eden yeni gelişme…

Alpaslan, baştan sona kadar babamla olan tartışmama şahit olmuştu. Duyduklarını canı istediğince kullanırsa başımız ağrırdı. Peki ne yapacaktım?

Şu an onunla aynı odada düştüğüm bu durumda ne yapacaktım?

Tespit bir: İşler açımdan kolay gidecekmiş gibi durmuyor.

Tespit iki: Benim için işler zaten hiçbir zaman kolay gitmedi.

“Şimdiki sessizliğini tarzından çok konuşacak bir şeylerinin olmamasına yoruyorum.”

Kendini yaslandığı yerden çektiğinde bir elimle alnımı kaşıdım hafifçe. Büyük pot kırılmıştı. Annemin öldüğünü öğrenmişti. Ne yapacaktım? Ne yapacaktım?

Yutkundum ve gözlerimi kırpıştırıp derin bir nefes çekmeye çalıştım içime. Kaşlarım çatılırken “Odama nasıl girdin?” diye hesap sorarcasına kelimeleri dudaklarımın arasından çıkardım. Şu an mevcut durumda belki de üstünlük taslayacak taraf ben değildim. Lakin karşısında ezilmek gibi bir çabam da yoktu.

Gözlerimiz birbirine kenetli bir haldeydi ve bu her bir saniye yerini bir diğerine bırakırken gerginliğimi hat safhaya çıkarıyordu. En son ayrılışımız fazla hayra alamet değildi. Depoya kaldırdığı düşmanını elinden kaçırmıştım ve o beni durdurabilecekken bunu yapmayıp yol kenarından sigarasını tüttürerek seyretmeyi tercih etmişti. A tabi bir de bana attığı tehdit içerikli mesajı unutmayalım. Ah! Kahretsin!

“Canım istedikten sonra giremeyeceğim yer, açamayacağım kapı yoktur Ferzan.” Dilini aheste bir şekilde alt dudağında gezdirdi ve başını hafifçe yana eğerek ekledi. “Tabi bir de kulaklarım iyi duyar, ardımdan gizli saklı fazla şey dönemez.” Duraksadı ve sırıttı. “Alışsan iyi olur.”

Burnumdan soludum. “Sana dair herhangi bir şeye alışmak isteyeceğimi zannetmiyorum. Acaba kendini fazla kaf dağında görmesen mi?”

Gülüşünü bozmadan yatağıma sanki kendi yatağıymış gibi oturdu ve sırtını yatağın başlığına yasladı. Ardından kafasını iki yana sallayarak mırıldandı. “Şu kuyruğunu dik tutma çabasını kessen çok iyi olur. Çünkü sadece kendini boşa yormuş oluyorsun.”

Alt dudağımı dişledim ve ellerimi belime yerleştirerek başımı dik tuttum. Yüzünde masum bir ifade yoktu. Bir haltlar karıştırmak istediği oldukça aşikardı ve daha fazla benimle laf oyununa devam etmesini istemiyordum.

“Sadede gelsene sen. Derdin ne? Her şeyi duyduğun apaçık ortada. Bir şeyler beklediğin de kesin. Söyle, ne istiyorsun?”

Ona tamamen teslim olmuş bir suçlu edasıyla bakarken, bir eliyle çenesini kaşıdı hafifçe ve beni işaret etti.

“Seni.”

Yüzüm anında buruşurken kullandığı kelimenin ağırlığı üzerime çöktü. Ağzından çıkanı kulağı duyuyor muydu? Umarım psikopat bir sosyopatın takıntısı olmamışımdır diye içimden geçirirken birden sırıttı ve o an benimle alay ettiğini anladım.

Oturduğu yerden kalktı ve aramızda bir adım mesafe kalacak şekilde karşıma geçti. Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne bakarken dudaklarını araladı. Gözlerim bir yandan kaşlarından birinde bulunan dikiş izine giderken konuşması tekrardan dikkatimi ona vermemi sağladı.

“Tırsma, senin gibi bir kıza kafayı takacak kadar aklımı kaybetmedim henüz. Benim derdim biraz başka.”

Kaşlarımı çattım. Ben gayet müthiş bir kızdım ve bana kafayı takması aklını kaybetmesi anlamına gelmezdi. Hey, bir dakika. Neden böyle demesine bozuluyordum ki? Durumun başka bir şey olması işime gelirdi.

“Sana sadede gel derken ciddiydim Kıraç.” Ona lafı uzatmamasını ima ederken kollarımı tıpkı biraz önce babamla tartışırken olduğu gibi tekrardan göğsümde birleştirdim. Gözlerim onun yeşillerinde sabit kaldığında burnunu çekti.

“Hayatıma hiç dahil olmamalıydın. Ama sen kafanın dikine gittin. Gittin ve belanı da benden bulacaksın Ferzan.”

Gözlerimi devirdim. “Ne yapacaksın öldürecek misin beni?” Umarsızlığım yüzümü inceleyen bakışlarını düşünceli bir tavra sokarken kafasını iki yana salladı yavaşça. “Bunu isteseydim bu anı beklemezdim.”

İç çektim. “Öyleyse ne istiyorsun, açık ol.” Tebessüm etti. “Kız kardeşin Lena’nın ve diğer herkesin annenizin öldüğünden haberi olmayışı fazla ilgi çekici doğrusu. Üstelik bir de anneni bizzat baban öldürmüş. Bu daha da trajik. Bu zamana kadar saklamış olmanız bu sırrın oldukça önemli olduğu izlenimini yaratıyor. Herhalde kimse duysun istemezsiniz?”

Omuzlarımı düşürdüm. “Cevabını bildiğin sorular sormayı kes.” Bana hay hay dercesine baktı ve ikimizin arasına bombayı pimi çekilmiş bir halde bıraktı.

“Öyleyse cidden sadede geleyim Ferzan. Bu geceden sonra artık benimle birliktesin. Sadece ikimizin arasında kalacak bu oyun dışarıdaki herkes tarafından bir ilişki yaşıyormuşuz gibi gözükecek.”

Dişlerimi birbirine bastırdım. “Saçmalıyorsun.” Başını olumluca salladı. “Evet saçmalıyorum. Bu oyunun etrafta yaratacağı etkiyi düşündükçe de içim içime sığmıyor.”

Ona ruhsuzca bakarken devam etti büyük bir keyifle. “Düşünsene, bu işten herkes nasibini alıyor. En başta Uras Ferzan, adam bu gelişmeyi duyduğunda hiç hoş olmayacak muhtemelen. Ondan sonra Bahadır Ata, ondan oldum olası hiç haz etmem sonunda onun için vurucu bir darbe olacak bu. Diğer benden hoşlanmayan kişiler için de güzel bir tat kaçırıcı eylem doğrusu.”

Aramızdaki bir adımlık mesafeyi biraz daha yanaşarak en aza düşürdü ve bir elini saçıma attı. Yüzüme sarkmış birkaç tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırırken fısıldadı iç yakan bir sesle.

“Ve sen. Lara Ferzan, dediğim gibi senin aksine benim güleceğim çok an olacak. Bu oyunun içine kendini atan sendin, tercihi sen yaptın ve belanı buldun. İstanbul’a geldiğine ve bana bulaştığına pişman edeceğim seni, hazırla kendini.”

Yüzünün yüzüme yakınlığı yüzünden nefes dahi alamazken sırıttı. “Nefes al Ferzan, bu kadar korkmana gerek yok.” Yüzümü buruşturdum ve aramızdaki yakınlıktan nefret etmişçesine ellerimi göğsüne yerleştirerek ittirdim onu geriye. “Senden korkmuyorum.” Tek kaşını kaldırdı. “Öyleyse yakınlığımız seni heyecanlandırdı?” Gözlerimi devirdim. “Daha önce de dedim kriterlerimi karşılayan birisi değilsin Alpaslan.” Hayal kırıklığına uğramış gibi dudaklarını büktü. “Tüh, hayallerimin kızıydın oysaki.” Sahte mimikleri canımı sıkarken yutkundum ve ardından hafifçe boğazımı temizledim.

“Neyse ne, bana dediklerinin hepsi bir saçmalıktan ibaret. Çocukça oyunların oldukça bayat.” Bu cesaret nereden geliyordu bilmiyordum. Ancak ona karşı başım dik olmak zorundaydı. Benim olayım buydu, çaresizliği sevmiyordum.

“Ne yani benimle anlaşmayacak mısın Ferzan? Kız kardeşin annenin öldüğünü öğrensin mi? Bunu mu istiyorsun?” Ne diyeceğimi kafamda tartarken bir kez daha konuşmaya başladı. “Bak ne diyeceğim sana çok kısa bir süre vereceğim düşünmen için.”

Aramızdaki mesafeyi tekrardan kapatmaya başlarken gergince gülümsedim ve ondan gelecek yeni hamleyi bekledim. Beni çok bekletmedi. “11 Ocak 23.59’a kadar süren var. Eğer bana gelmezsen, benim konuşacağım çok şey olacak. En başta Lena ile.”

***

20.38

Saate bıkkın bir bakış attıktan sonra oflayarak elimdeki telefonu sağ tarafımdaki komodine bıraktım. Yattığım yataktan beyaz tavanı izlerken kaşlarımı çattım. Başkaları için tavanı seyretmek rahatlatıcı olabilir ancak benim için fazla güzel değildi. Beyaz rengi sevmiyordum. Bence uğursuzdu beyaz. En azından benim için.

Dünden bu yana Alpaslan ile olan konuşmam kafamda cirit atarken aslında fazla da zihnimi yormamıştım. Bana saçmasapan bir teklifle gelmişti. Benden sadece ikimizin bileceği bir sevgililik oyununa dahil olmamı bekliyordu gerçekleri saklaması şartıyla. Eğer ona uymazsam büyük bir zevkle annem ile ilgili gerçeği Lena’ya anlatacaktı.

Gerçekten bunu göze alabilir miydim?

Lena’nın annemin öldüğünü öğrendiğinde yaşayacağı acıyı ve hayal kırıklığını biraz bile düşünmek başımı ağrıtırken bu ihtimalden uzaklaşmak istiyordum. Ne olursa olsun kardeşimdi. Birbirimizle sıkı fıkı değildik, dört yıldır görüşmüyorduk. Ancak yine de ona karşı içimde bir merhamet vardı başkası olsa zerresini koklatmayacağım.

Öte yandan sekiz yıldır babamla üzerine toprak attığımız bir sırdı annemin ölümü. Annem gibi onu da kaybetmemek için susmuştum başta. Sonrasında annemin ailesiyle aramız bozulmasın diye susmuştum. Ardından ister istemez Lena’yı düşünmüştüm. Belki de çok şey için susmuştum annemin ölümüne. Belki de içimde o kadar büyük bir acı vardı ki dışarıya haykıramayacağım kadar keskindi.

Şimdi sekiz yıllık bir suskunluğun sonu gelebilirdi. Alpaslan Kıraç bunu yapabilirdi. Her şeyi berbat edebilirdi. Babam mezuniyete kadar katiyen Lena’nın öğrenmesini istemiyordu. Eğer şimdi Alpaslan bunu yaparsa…

Lena, benim yüzümden öğrenmiş olacaktı. Benim yüzümden, babası tarafından değil de bir yabancı tarafından anlatılacaktı bir anda gerçekler. Sadece annemi değil babamı da kaybederdi. En azından öncelikle babamın ağzından duymalıydı zamanı gelince. Şimdi öğrenmesi hem onu hem de bizi bozardı.

Hem babam evlenecekti. Sanem’in gözünde iyi bir adam olarak var olmuştu. Ya Sanem onu terk ederse? Babam onu çok seviyor gibiydi.

Hiçbir zaman anneme gösteremediği o sevgi dolu bakışları, Sanem’e bakarken yakalıyordum…

Sanem babamın bir zamanlar karısını öldüren bir alkolik olduğunu öğrenirse işler babam açısından da daha karmaşık bir hal alırdı.

Ben ise… Ben ise giderdim. Her zaman en iyi bildiğim şeyi yaparak iyileşmek ve ardımdakileri bir başına bırakmak için giderdim.

Önümde iki seçenek vardı.

Ya her zamanki gibi bencillik edip önümde oluşacak kaosu seyredecektim.

Ya da yanan ben olacaktım.

Herkesi yakmaktansa, ben mi yanmalıydım bir defalığına da olsa? Buna vereceğim cevap her şeyin gidişatını değiştirirdi.

“Ne yapıyorsun?” Babamın uysal sesini duyduğumda yavaşça uzandığım yerde doğruldum ve omuz silktim. Dün baya öfkeliydi bana karşı. Şimdi ise kapımı biraz açmış kafasını içeri doğru uzatmıştı.

“Hiç, uzanıyorum öyle.”

Derin bir nefes aldı ve odaya girip kapıyı usulca örttü. Dünün öfkesini çoktan üzerinden atmış gibiydi. Zaten babamın öfkesi saman alevi gibiydi. Bir anda coşar bir anda sakinleşirdi. Kaynayan ben olurdum.

“Okula gitmedin bugün, hasta mısın?” Yatağın ucuna oturdu ve ateşim var mı diye elini alnıma uzattı. Bu sırada istemsizce güldüm ve başımı elinden kaçırdım. “Ya baba çek şu elini! Hasta falan değilim, gidesim gelmedi sadece.”

O da biraz tebessüm etti ve elini geri çekti. “Dün yüzünden mi gitmedin? Kavga falan ettik…”

“Alakası bile yok. Sadece yorgun hissettim kendimi biraz. Seninle her ettiğimiz kavga için depresyona girecek olsam odaya çakılı kalırım muhtemelen.”

Gözlerini kıstı. “Biraz uslu durursan kavga falan etmeyeceğiz kızım.” İç çektim. “Neyse, niye geldin sen? Boşuna gelmezsin yanıma.”

Bana kaşlarını çatarak baktı. “Hemen de bir cevap zaten. Neyse, birazdan bir yere gideceğim seni de götürmek istiyorum, sormaya geldim.”

Tek kaşımı kaldırdım. “Nereye?” Burnuna kısık bir soluk çekti. “Araf’ın mekanına. Birkaç adamla bir şey konuşacağım, senin de kafan dağılır diye dedim.” Dudaklarımı büktüm. Kafam çok dolmuştu. Belki de bu iyi bir fikir olabilirdi.

“Tamam, gidelim.” Babam yataktan kalktı ve mırıldandı. “Sen üzerini değiştireceksen değiştir, ben dışarıda bekliyorum.” Kafamı iki yana salladım. “Böyle iyiyim. Gidelim.”

Üzerimde siyah bir tayt ve siyah uzun kollu bir crop vardı. Babam göz ucuyla inceledi ve homurdandı. “Bari üzerine bir hırka al, üşürsün böyle.” Kafamı iki yana salladım ve yataktan kalkıp komodinin üzerindeki telefonumu elime aldım. Kredi kartım telefon ile kılıfımın arasındaydı. Lazım olursa oradan hallederdim.

“Yok ya bunalırım öyle, hadi çıkalım.” Kaşlarını çattı odadan çıkarken. Merdivenden inerken hemen arkasındaydım. Homurdanmaya devam etti. “Ocak ayında ne bunalmasıysa bu!”

Sırıttım.

Evden önümüzde ve arkamızda bir araba olacak şekilde üç arabayla çıkmamızın ardından bana uzun gelen bir yolculuğun sonunda Araf’ın İstanbul’un ara sokaklarından birinde yer alan mekanının önünde araba durduğunda ofladım ve arabadan indim.

Yan taraftaki uzun gişe sırasına göz ucuyla bakarken yanıma ulaşan babam elini belime koydu ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Yan yana kapıdan beklemeden geçtikten sonra loş ışıkların hakim olduğu koridora girdiğimizde babam kulağıma doğru eğildi. “Ben içeri girdiğimizde üst kattaki odalardan birinde olacağım, sen istersen aşağıda durabilirsin.”

Gözlerim istemsizce büyürken alayla babama döndüm. “Sanem ile ciddi düşündüğünü sanıyordum baba?” Aniden durdu ve bana kaşlarını çatarak baktı. “Yatak odasından bahsetmiyorum Lara. Araf o kata bazı toplantılar için de odalar ayarladı… Hem bir dakika? Sen o katı nereden biliyorsun? Ne işin var orada senin? Ne zaman gittin?”

Gözlerimi kırpıştırdım ve dilimle dudaklarımı ıslattım. “Geçenlerde geldiğimde Araf burada kalabilirsin demişti, o sıra anlatmıştı babacığım.” Yalan söylememiştim, hoş söyleyebilirdim de. Ancak şimdilik Bahadır’ın o geceki sözde sürprizinden ve Alpaslan ile olan o geceki karşılaşmamdan haberi olmasa iyi olurdu. Adam ikisine de fena kurulmuştu. Bahadır’a bile, samimi arkadaşının oğlu olmasına rağmen imtiyaz tanımıyordu.

“Ne münasebet ya? Burada kalmak da neymiş? Araf ile bir konuşayım ben bir daha öyle tekliflerde bulunmasın.”

Omuzlarımı düşürdüm. “Baba başlama şu ilgili ebeveyn hallerine lütfen.” Bazen odun tarafını dışarıya yansıtabiliyordu, şu an da o anlardan biriydi. Araf bir kere benim kötülüğümü istemezdi. Dün yaşadığımız tartışma ise birden gelişmişti.

“Oraya giren çıkan insanlar tekin değil. İstemiyorum ve konu kapandı.”

Babam kendince konuyu kapatıp yanımdan ayrıldığında omuzlarımı düşürdüm ve mekanın merkez kısmına giriş yaptım. Bugün de her zamanki gibi kalabalıktı. İstanbul’un biraz parası olan enerjik tayfası buraya dökülmüş gibiydi. Açık bıraktığım saçımın bir kısmını omzumdan geriye ittirdim ve bar tarafına doğru ilerlemeye başladım. kalabalığın arasından itiş kakış geçmemin ardından uzun tezgaha yaklaştığımda boş bar sandalyelerinden birine oturdum ve dirseklerimi tezgaha yasladım.

Telefonumdan saate baktığımda dudaklarımı büktüm.

22.14

Az kalmıştı. 23.59’a az kalmıştı.

Derin bir iç çektim. Aslında vereceğim cevap en başından beri belliyken sonuna kadar beklemeyi tercih etmiştim. Sanki bir şeyler değişebilirmiş gibi…

“Ne vereyim?” Benden iki üç yaş büyük duran barmen çocuk bana hitaben seslendiğinde dudaklarımı bilmem dercesine büzdüm. İçmekle fazla aram yoktu. İçmeyi bilirdim, ancak sevmezdim.

“Sen bize bir yetmişlik Chivas aç kardeşim.” Hemen yanımdan gelen sesle birlikte dalgınlık balonum patlarken yutkundum ve sağıma çevirdim başımı.

Alpaslan buradaydı. Hemen yanımda.

Sanırım onun birden ortaya çıkmalarına hiç alışamayacaktım. Beklenmedik zamanlarda birden sahneye çıkıyordu.

“Hemen hazırlıyorum.” Barmen yanımızdan uzaklaştığında gözlerimi kıstım. “Ne işin var burada senin?”

Üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Siyah kısa saçlarının asi duruşu zümrüt yeşillerini daha dikkat çekici kılıyordu. Bakışları üzerimde kısa bir an gezindi ve açıkta kalan bel kısmımı süzerek gözlerime tırmandı aheste bir şekilde.

“Ben çoğu zaman buralardayım, asıl sana sormalı?” Omuzlarımı düşürdüm. “Burası kuzenimin mekanı canım. Onun mekanı benim mekanım, okey?”

Hafifçe güldüğünde göğsü yukarı inip kalktı. Kafasını iki yana salladı ve okey diye karşılık verdi. Ardından kurnazca baktı. “Eee bana bir cevap verecek misin Ferzan? Sana verdiğim sürenin bitmesine az kaldı.”

Kaşlarımı çattım ve burun kıvırdım. “Henüz o süre bitmediğine göre seninle iletişim kurmayacağım tatlım, işine bak.” Derin bir nefes aldı. “Şu an işim sensin tatlım(!).”

Önümüze konan iki kristal viski bardağıyla birlikte birini can sıkıntımdan ötürü elime aldım ve hızla kafaya diktim. Boğazımı yakıcı bir his ele geçirirken Alpaslan’ın önündeki bardağı da elime aldım ve kafaya dikip tezgaha bıraktım. Ona baktığımda bana hafif büyümüş gözlerle baktığını gördüğümde sırıttım ve yüzüne yanaştırdım yüzümü.

“Ayık kafayla çekilecek adam değilsin. Şansına küs ki, kolay kolay sarhoş da olamıyorum canım.”

Oturduğum yerden kalktığımda barmene döndüm. “Şişeyi versene direkt.” Çocuk beni ikiletmeden cam şişeyi tezgaha bıraktığında sırıttım ve şişeyi elime alıp kalabalığın arasına karıştım. Alpaslan’a baktığımda oturduğu yerden beni seyrettiğini fark ettim. Bir kolu tezgaha yaslı bir halde bana bakıyordu. Diğer elinde de bardağını tutuyordu.

Bense sersemleşen bedenimi ayakta tutmaya çalışıyordum. Her gün içen birisi değildim ve içersem de tam içerdim. Belki de yanlış bir geceye denk gelmiştim. Ama ayık kafayla Alpaslan ile düzgün konuşabileceğimi sanmıyordum.

Dakikalarca olduğum yerde zıplayıp dans etmemin ardından elimdeki şişeyi tekrardan dudaklarıma yasladığımda gelmeyen içki ile birlikte kaşlarımı çattım. Bitmişti. Eh.

Kendi kendime sırıtıp kafamı kaldırdığımda Alpaslan’ın bana doğru geldiğini gördüm. Yüzü asabı bozulmuş gibi bir haldeydi. Yanıma ulaştığında elimdeki şişeyi umursamadan tutup yere attı. Arkamdan birileri sırtıma temas ederken gözlerini devirdi ve ellerini belime yerleştirip beni kendine çekti. Bu hareketiyle birlikte artık onun dışında kimseyle bir ilişiğim kalmazken siyah cropumun iki el tarafından aşağı çekiştirildiğini hissettim.

“Ocak ayında bunu giymek de neyin nesi?” Homurdanışını dibimde duyduğumda sırıttım. Aynı babam gibi konuşmuştu. Derin bir nefes aldım ve geri çekilmek için ellerimi tıpkı dün akşam olduğu gibi göğsüne yerleştirdim. Ama bu sefer beni sıkıca tuttuğu için eylemim geçersiz kalmıştı.

Mekanın içerisinde yeni bir şarkı çalmaya başladığında dikkat ettim. Adamlar grubunun Zombi isimli şarkısıydı. Müziğin karamsar havası içime işlerken kulağımda Alpaslan’ın sıcak nefesini hissettim. “Cevabını alayım.” Sabırsız sesini duyduğumda gülümsedim. Boynuna denk gelen burnum baharatlı bir parfümü duyumsadığında gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ve her ne kadar umrumda olmasa da kokusunu içime çekmek istedim. Saliselik bir kayboluşun ardından alt dudağımı dişledim ve parmaklarımın ucunda yükselip kulağına yanaştım.

“Henüz vakit dolmadı.” Burnundan sabırsızca soluyuşunu gördüğümde gülüşüm büyüdü. Bir şişe içkiyi bitirmeme karşın halen bilincim benimleydi ve görüş açım düzgündü. Ancak midem için aynı şeyleri söyleyemem.

“Sikerim vaktini. Yok vakit falan!” Seslice güldüm ve o anın verdiği bir hisle göğsünde duran ellerimi boynuna doğru çıkardım. Bu onun bakışlarını bile değiştirirken bedeni kasıldı.

“Diyorsun?” Yutkundu. Hareket eden adem elması dikkatimi çekerken bir yandan kulağımın dikkat kesildiği şarkı da nakaratına ulaşmak üzereydi.

İçli bir nefes bıraktım dışarıya. Ha şimdi, ha bilmem kaç dakika sonra… Vereceğim cevap belliydi öyle değil mi?

Yanmayı seçiyorum.

Gözlerim tesadüfen bir köşeden bizi elleri yumruk olmuş bir şekilde izleyen Bahadır’ı bulduğunda kaçamak bakışlarımı Alpaslan’ın gözlerine çevirdim.

“Oyun başlasın Kıraç.”

Ellerimi boynuna iyice sardıktan sonra tam da şarkının nakaratında parmaklarımın ucunda yükseldim ve dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım.

 

Loading...
0%