@_ece_asena_
|
“Dün akşam biraz geç döndünüz?” Sanem’in normal çıkan ama içten içe merak barındıran sesi kahvaltı masasındaki sessizliği bozduğunda babamın onunla dün hakkında konuşmadığını anladım. Tabağımda duran bakışlarımı masanın başında oturan babama çevirdiğimde o da eş zamanlı olarak elindeki kahve fincanını tabağının yanına bıraktı ve bana baktı. Bakışlarında benim dün Alpaslan ve Bahadır ile sokakta ne haltlar karıştırdığımı sorgulayan emareler vardı. Üstelik biraz sinirli gibiydi de bana karşı. Gizli kapaklı işlerden hoşlanmadığı için ona fazla ters düşüyordum. “Görüşme biraz uzun sürdü sadece.” Konu babam tarafından kısaca kestirilip atılırken Sanem ısrarcı bir tavra bürünmek istememiş olmalı ki konuyu bana getirdi. Derin bir nefes aldım. Belki de Lena gibi kahvaltı öncesi bu evden sıvışmak en mantıklısıydı. “Hayat nasıl gidiyor Lara’cım? Alışabildin mi? Okula, arkadaşlarına falan?” Omuz silktim ve arkama yaslandım. Bana olan sahte ilgisini fark etmemek imkansızdı. Merak konusu olansa bana karşı bu artniyetinin nereden ve neden geldiğiydi. Lena’ya benden daha iyi davranıyor gibi bir hali vardı ve nedense içimden bir ses bunun onunla daha fazla vakit geçirdiği için olduğundan başka bir nedene bağlı olduğunu fısıldıyordu. “Her şey gayet iyi, asıl size sormalı? Düğün hazırlıkları nasıl gidiyor? Hazır Lena yokken bu konudan rahatça bahsedebilirim sanırım?” Düğün tarihini bile Lena’nın -bir diğer deyişle benim de- mezuniyetimden sonraya seçmeleri onu oldukça dikkate aldıklarının bir göstergesiydi. Bu dönemde üzerine gitmek istememeleri Lena’nın dengesiz sinir bozukluklarıyla karşılaşmak istememelerinden ileri geliyordu. Benim ise… Benim ise umurumda değildi. Burada kök salmak gibi bir niyetim yoktu. Gelecek şimdilik bulanıktı. Sadece babam bana git gide sinir olmaya başlarsa fazla göz önünde olmamı istemezdi ve bu da İstanbul’da kalma serüvenimi sona erdirirdi. Kafamda dün gece iyice oturan planlarımsa zaten bunu destekliyordu. Sanırım sevilmemek için uğraşan bir yanım vardı. Sevilmemeye alıştığım için. “Tüm hazırlıkların bitmesi için bolca vakit var. Bu yüzden her şey yavaş ilerliyor.” Sanem’in ses tonu konu düğüne gelince birden heyecanlı bir tınıya ev sahipliği yapmaya başladığında gülümsedim. “Güzel.” Derin bir nefes aldım ve oturduğum yerden kalkıp okul çantamı koluma taktım. “Artık gitsem iyi olur.” “Sana birkaç bir şey diyeceğim, ben de geleyim kapıya kadar.” Babam peçeteyle ağzını silip mırıldanırken omuzlarımı düşürdüm ve onu beklemeden evden çıktım. Arabaların park edildiği garaja doğru yürürken babam da arkamdan geldi ve bana yetişti. “Dün olanları kurcalamak istiyorum. Ama bu sadece beni yorar bunu da biliyorum.” Omuz silktim. “Belki de artık yaşlandın. Sadece kendi hayatınla ilgilenmeli ve diğer şeyleri boş vermelisin babacığım.” İç çekti. “Onlardan uzak dur.” Arabamın yanına vardığımızda kaşlarımı çattım ve ona döndüm. “Niye beni etraftan bu kadar soyutlamaya çalışıyorsun?” O da kaşlarını çattı. “Seni etraftan soyutlamaya çalışmıyorum Lara. Sadece altı üstü iki tane oğlandan uzak dur diyorum.” Hafifçe sırıttım. “Alpaslan’ı anlayabiliyorum. Ama Bahadır ile ne zorun var?” Ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirdi ve gayet mantıklı bir sebebi varmış gibi tek kaşını kaldırdı. “Sana yan gözle bakıyor.” Suratımı buruşturdum. “Diyelim ki öyle, bunda ne var ki baba? Birinin benden hoşlanmasını ya da benim hoşlanmamı dert etmezsin sanıyordum.” “Eğer bu kişiler gözümün tutmadığı birileriyse gayet de dert edinirim. Kaldı ki Bahadır’ı gözüm tutmuyor. Arkadaşımın oğlu ama bu umurumda bile değil. Sana beladan başka bir şey getirmez.” Bahadır hakkında bile böyle düşünüyorsa, Alpaslan ile bir ilişkimin olduğunu sandığında neler olacaktı? Derin bir iç çektim. “Bilemiyorum. Bu kadar mevzularıma dahil olma bence. Onun yerine git ve Lena ile uğraş. Onun Melih ile olan yakınlığıyla uğraş.” Kafasını iki yana salladı. “Onlar küçüklüklerinden beri birlikteler ve Melih’in tek bir yanlışını bile görmedim.” Arabamın kapısını açtım. Bu sırada babam konuşmaya devam etti. “Dediğim gibi o çocuklardan uzak dur.” Başımı olumluca salladım. “Tamam.” *** “Hep kahvaltı faslı uzun mu sürer sizin evde?” Dudaklarımı büzdüm. “Bilmiyorum. Onların uzun sürüyor demek ki. Kendim için bir şey diyemem henüz buralarda yeniyim.” Gözlerime düşünceli bir şekilde baktı. Ben ise yaklaşık bir saat önce babamın uyarılarını anımsamakla meşguldüm. Bana uzak dur demişti öyle değil mi? Hah. “Eee Kıraç? Şimdi ne olacak? Benim cephemde her şey kontrol altında. Peki senin çevren, gerçeği bilenler olacak mı?” Kafasını iki yana salladı ve Americano kahvesinden yudumladı. Bir kafeye gelmiştik ve teknik olarak okulu asmış bulunmaktaydım. “Hayır. Bu şeyi ben ve senden başka kimse bilmeyecek… Benim asıl merak ettiğim yavaş ilerlemekten kastın ne?” Dilimle dudaklarımı ıslattım ve gülümsedim. “Böyle şeyler çat diye olmaz canım. Biraz romantizm biraz yoğunluk gerek.” Bilmiş ses tonuma karşın sırıttı ve masada ellerini birleştirip “Nasıl olacak o?” “Kaçamak bakışlar, ufak tebessümler, küçük fısıltılı diyaloglar ve bam!” Parmağımı şıklattım. “Herkes inanır.” “Ya sen de inanırsan?” Duraksadım ve gözlerimi kıstım. Karşımda duran alaycı bakışlar adeta benimle eğlenirken kendi kendime sırıttım ve kafamı iki yana salladım. “Daha önce de demiştim, kriterlerimi karşılamıyorsun. Ben daha çok Bahadır gibi erkeklerden hoşlanırım.” Sinsi planlar çeviren yanımı saklamak için yüzüme esprili ve sevimli bir maske uydurmaya çalışırken hedefime ulaştığımı Alpaslan’ın gözlerindeki o bozulmuş ifadeden sezdim. Amacım Bahadır ile ilgilendiğimi sanmasıydı ve bu oyun ile birlikte Bahadır’ı üzeceğimi düşündüğüm için benim de üzülecek olmamı sanmasıydı. Böylelikle planını devam ettirirdi sıkılmadan. Fazla laubali ve istekli gözükmemek adına biraz moralim bozuk gibi bir hal aldım ve kollarımı göğsümde birleştirip derin bir nefes aldım sanki konu Bahadır’a gelince canım sıkılmış gibi. Alpaslan ise üzerindeki ölü toprağını atıp keyiflendi. “Tüh, desene hayallerinin çocuğunu ilerleyen günlerde çok üzmek zorunda kalacaksın. Dün bile bizi birlikte gördüğünde ki o hali kayda almaya değerdi. Canım sıkıldıkça izlerdim.” Kaşlarımı çattım. Her ne kadar biraz inanmış gibi olsa da düzenli aralıklarla onu tatmin etmek en mantıklısıydı. “İnsanların öfkeli ve mutsuz halleriyle eğlenmekten keyif alır gibisin? Fazla mı boş zamanın var?” Kafasını hafifçe yana eğdi. “Senin de benden pek farklı kalır yanın yok gibi Ferzan?” Dudaklarımı büktüm. “Ben yaparım. Bu karşımdakinin de yapacağı anlamına gelmez.” Bencil birisiydim ve bir şeyi yapıyor olmam başka birisinin de yapacağı anlamına gelmezdi. Bu konuyu dağıtmak amacıyla tekrardan dudaklarımı araladım. “Peki sen kendi kazdığın kuyuya düşersen ne olacak? Ya sen inanırsan bu oyuna?” Bir anlığına etrafa kaymış olan bakışları sesimle birlikte tekrardan bana döndüğünde dediklerim komiğine gitmiş olmalı ki dişlerini göstererek güldü. “İnanmamı isteyen bir yanın mı var Ferzan?” Dudaklarımın kenarları yukarı doğru kıvrıldı. Önümdeki kahvemden bir yudum aldım ve başımı aşağı yukarı salladım. “Evet.” Bu cevabı beklememiş olmalıydı ki bir anlığına duraksadı. Bense devam ettim. “Senin peşimde kuyruk olmanı keyifle izlerdim.” Gözlerini sırıtarak kapattı ve başını yavaşça iki yana sarstı. Bana katlanamıyor gibi bir hali olduğunu düşünüyordum bazen. “Gerçekten çok şımarık ve çizgisi olmayan bir kızsın. Hayatta bir yere tutunamayacak kadar savrulan birisi olman ne acı.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kendisi sosyopatın tekiydi ve abisi gibi başarılı bir iş adamının gölgesinde kalıyordu. Şimdi kalkmış bana felsefik bir şekilde laf mı atıyordu? “Düşüncelerini kendine sakla.” Somurttum ve çantamı kucağıma aldım. Bu sırada kaşlarıyla nereye der gibi baktı. Omuz silktim. “Okula gitmiyor muyuz? Muhteşem ötesi oyununu gözden geçirdiğimize göre?” “Hayır, bugün okula gitmiyoruz.” Kaşlarım havalandı. “Ne ara benim yerime karar verir oldun Kıraç?” Tek kaşını kaldırdı. “Teknik olarak tehdidime boyun eğdiğinden beri.” Derin bir iç çektim. Sandalyesini geriye ittirip ayaklandığında ben de ayağa kalktım ve peşinden yürümeye başladım. Kafeden ayrıldığımızda arabaları bıraktığımız çok katlı otoparka doğru kalabalık caddede yürümeye başladık yan yana. “Nereye gidiyoruz şimdi?” Elleriyle üzerindeki mavi kareli gömleğin yakalarını düzeltti ve rahat bir tavırla konuştu. “Çevremle tanışmaya.” Kaşlarımı çattım. “Çevren mi?” Nasıl bir çevreden bahsediyordu? “Kaan ve Asrın’dan bahsediyorum. Onlar benim en yakın arkadaşlarımdır. Onlarla yavaştan tanışmaya başlaman işleri hızlandırır.” Yutkundum. “Benden pek hoşlanacaklarını sanmıyorum.” Bahadır’ı onların ellerinden kurtarmam elbette ki hoşlarına gitmemişti. Kaldı ki onların yasaklı çevresinden biriydim. Bilirsiniz babam Uras Ferzan; arkadaşlarım Bahadır, Kuzey, Melih gibi Alpaslan ve çevresinin rahatsız olduğu kişilerden oluşuyordu. Her ne kadar yalnız gibi dursam da etrafımda olan insanlar kalabalık bir ortamdaymışım hissini yaratıyordu ve çoktan düşmanlarımı bile belirliyordu. “Bu benim problemim değil. Başının çaresine bakmak kendi sorumluluğun.” Kaşlarım havalandı. “Demek kendi sorumluluğum? Beni başıma her şeyin gelebileceği bir yere mi götürüyorsun Alpaslan?” Durdu ve yönünü bana döndü. Onunla birlikte bende durduğumda kollarımı göğsümde birleştirdim. “Benim yanımda olduğun her saniye zaten başına herhangi bir şeyin gelebileceği riskini taşımaz mı?” Yüzünü biraz bana yanaştırdı. “Benimleysen, bu risk hep vardır. Hiç benim hakkımda şehir efsaneleri dinlemedin mi? Bilirsin ben bu hikayenin kötü çocuğuyum.” Alt dudağımı dişledim. “Neyse.” Sırıttı ve geri çekilip yürümeye başladı. “Bence de neyse Ferzan.” Çok uzaklaşmadan yanına yetiştiğimde gözlerimi devirdim ve onun bu ben tehlikeliyim sinyallerine bıkkınlıkla soludum. Kendince beni korkutma politikası güdüyordu. Ama henüz benim kim olduğumdan bihaberdi. Aklınca ona aşık olacak saf bir kız sanıyordu beni. Aptaldı. Çünkü bu oyunda birisi birisine aşık olacaksa bu o olacaktı ve sonra benim işim bittiğinde Alpaslan Kıraç’ın hiçbir önemi kalmayacaktı. Onu beni tehdit ettiğine pişman edecektim. Bu kibirli halinden eser kalmayacaktı… Arabalarımızın yanına vardığımızda üzerindeki gömleği çıkardı ve gelişigüzel arabasının içine fırlattı. Üzerinde sadece yarım kollu siyah bir tişört kalırken kafasıyla kenarda duran asansörü işaret etti. “Hadi gel.” Kaşlarımı çattım. Bu sırada çantamı arabama koyup telefonumu elimde tutmaya çalışmakla meşguldüm. “Nereye gidiyoruz ya?” “Çatı katında bir parti var, çocuklar da orada. Oraya gidiyoruz süsün bozulmayacaksa.” Gözlerimi devirdim ve asansöre doğru yürümeye başladım. Bu sırada homurdanmakla meşguldüm. “Hep böyle kalitesiz ve merdiven altı yerlerde mi takılırsınız?” Derin bir nefes aldı. “Keyfimizin kahyasının senin görecelerine bağlı olduğunu bilmiyorduk Ferzan, pardon.” Burun kıvırdım. “Araf’a söyleyeyim de mekanında daha elit kişileri ağırlasın.” Asansöre bindiğimizde omuz silkti. “Araf ile yoğun bir ticaret alışverişimiz var. Benim ne derece elit olduğuma fazla takılacağını sanmam.” Oldukça büyük bir egosu vardı. Maddi olarak varlığıyla kibirleniyor ve her şeyi bununla ezebileceğini sanan bir yanı vardı. Of. Kalitesiz şey. “Gel bakalım.” Asansörden çıktığımızda girdiğimiz loş ve pis koridor müzik sesleriyle yankılanıyordu. Kim bir otoparkın çatısında pis bir partiden keyif alırdı ki? Tabi ki de işe yaramaz keşler. “Yanımdan fazla uzaklaşmamanı tavsiye ederim. Aksi takdirde seni herhangi bir sapıktan kurtaran kahramanın olmam.” Bıkkınca baktım ona. “Bir kahramana ihtiyacım yok canım.” Koridorun sonunda bir kapıdan içeri girdik. Ardından kendimi oldukça bana göre olmayan bir ortamda buldum. Alpaslan’ın yürümeye devam ettiğini gördüğümde ofladım ve ben de peşinden ilerlemeye başladım. Neredeyse karanlık olan ve içki kokan bu ortamda yürümek bile zahmetliydi. “Nerdesin lan sen!” Kaan’ın keyifli ve çakırkeyif sesini duyduğumda adımlarımı yavaşlattım. Alpaslan ile selamlaşmalarını izlerken yaklaşan Asrın ile göz göze geldim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Bakışları yüzümde gezinirken kaşları yanaştıkça çatıldı. Alpaslan’ı kolundan dürttü ve bakışlarını benden çekmeden homurdandı. “Bunun burada ne işi var?” Alpaslan omzunun üzerinden bana baktı gözünün ucuyla ve sonra da umarsızca Asrın’a döndü. “Sadece karşılaştık ve neden biraz takılmıyoruz ki dedik.” Kaan’ın da bana olan samimiyetsiz ve soğuk bakışlarını gördüğümde istemsizce sırıttım. Çok dışlayıcı gözüküyorlardı. Bir iki adım attım ve konuştum. “Arkadaşlar fazla mı kasıyorsunuz sanki? Carpe diem nedir bilmez misiniz? Deneyin, tavsiye ederim.” “İstemez.” Asrın’ın keskin bir şekilde benimle samimiyet kurma eylemini kestirip atması sessiz kalmamı sağlarken Kaan da ona katıldı ve kolunu Alpaslan’ın omzundan çekerek somurttu. “İşlerimizi bozan birisiyle fazla carpe diem takılabileceğimi sanmıyorum. Kaldı ki sen bu ortamın insanı değilsin, bence daha fazla burayı solumadan defolup gitmen en iyisi.” Ukala bir şekilde gülümsedim ve Alpaslan’a baktım. Sessizdi ve nasıl tepkiler vereceğimi merak ediyor gibiydi. Beni bir başıma bırakmışa benziyordu ki zaten dakikalar önce kendimi savunma konusunda yalnız olduğumu gayet iyi bir şekilde vurgulamıştı. “Boyunuzdan büyük önyargılarınız var beyler. Bırakın da buranın insanı olup olmadığıma ben karar vereyim. Hem özünde iyi birisiyimdir, iyi anlaşırız.” Kesinlikle buranın insanı değilim ve sizin gibi serserilerle iyi anlaşacak kadar düşük birisi sayılmam… “Alpaslan sen gelsene bir şuraya.” Asrın, Alpaslan’a köşede bir yeri başıyla işaret ettiğinde bunun bir sorguya çekme olayı olduğunu anladım. İkisi de Alpaslan’ın benimle ne işi olduğunu merak ediyor olmalıydılar. Sonuçta ikimizin yan yana olması fazla ihtimal dışındaydı ve normal olan birbirimizi hiç tanımamışız gibi devam etmekti. Ama inadına eder gibi buradaydık işte. Sahte bir ilişki oyunun tam ortasında… Üçü yanımdan uzaklaştıklarında derin bir nefes aldım ve üzerimdeki ince hırkayı çıkarıp koluma astım. Telefonumdan saate baktığımda daha sabahın onu olduğunu gördüm. Okula da gitmemiştim. Neyseki özel bir okuldaydım ve devamsızlık o kadar da mühim değildi. Hareketli şarkıyı kısaca dinledikten sonra bir kenara çekilip sırtımı duvara yasladım. Burada herhangi bir şey içmek istemiyordum. Muhtemelen fazla sağlıklı olmazdı. Biraz telefonumu kurcalayayım derken Merve’nin bir mesaj grubu kurduğunu gördüm. Grupta Esila, Lena ve Gül diye bir kız vardı. Açıkçası Lena benimle fazla aynı grupta durmazdı. Yakın zamanda çıkacağı için içten içe bunaldım. Ancak umursamadım. Gül’ün ise kim olduğunu henüz bilmiyordum. Sadece hatırladığım kadarıyla sınıfta ön sıralarda oturan bir kızdı. Bizimkilerle arkadaş olduğunu sanmıyordum. Merve: Of okul çok sıkıcı ve Lara! Yoksun, neredesin? Esila: Tepkilerini biraz daha gizli yaşar mısın Merve? Hoca fark edecek. Merve: Tamam be. Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim ve parmaklarımı klavyeye götürdüm. Ben: Biraz rahatsızdım, gelesim gelmedi. Esila: Asrın da rahatsızmış, sabah evde dinleneceğini yazdı. Herhalde salgın var, herkes hasta. Kaşlarımı çattım ve başımı kaldırıp bulunduğumuz büyük odanın en köşesinde duran üçlüye baktım. Asrın ve Kaan kaşları çatılı bir şekilde bir şeyler anlatan Alpaslan’ı dinliyorlardı. Bakışlarım Asrın’ın üzerinde dolanırken dudaklarımı büktüm. Esila’ya rahatsız olduğunu ve evde dinleneceğini yazmıştı. Ancak gayet iyi gözüküyordu ve şu an evde değil içkili bir çatı katı partisindeydi. Neler oluyordu? Okulun ilk gününü anımsadığımda gözlerim kısıldı. Teneffüs zili çalmıştı ve Kaan ile Merve eş zamanlı olarak imalı bir halde sınıftan ayrılmışlardı. Ortada çok karışık şeyler dönüyordu ve ne dönüyorsa artık bu kaosa ben de dahildim.
|
0% |