Yeni Üyelik
14.
Bölüm

ATEŞ (14) Maskeler Düştüğünde

@_ece_asena_

İyi birisi miydim? Hayır.

Hiçbir zaman iyi denilebilecek kadar masum olmamıştım. Bencildim, bencil olduğum kadar başkalarının canını sıkmayı da severdim. Göze batmak bir ihtiyaç, mutsuz etmekse bir hobiydi benim için. Neden diye sormayın. Nedenini bilecek kadar akıllı olsaydım kötü olmazdım zaten.

Dışarıdan babasının şımarık ve ergen kızıydım. Aptal ve istediği olmayınca canı sıkılan bir imaj çiziyordum. Aslında şımarık olduğumu es geçmeyecektim. Şımarıktım.

İstediğim şey olmalıydı. Olmama gibi bir ihtimal olamazdı.

Ancak tek bir şey yanlışsa o da aptal olduğum önyargısıydı. Aptal olmayacak kadar zeki, ergen olmayacak kadar dik duruşlu ve yalnızlığıyla bile muhteşem gözükebilecek kadar asil bir güzelliktim.

Biraz da kibirli…

Biraz da ortalık karıştırmaya bayılan…

“Ay kızlar ben size bir şey diyeceğim, ben şu an bir partideyim!” Büyük bir heyecanla şakıdım. Bir yandan da saniyeler öncesinde sırtımı yasladığım duvardan uzaklaşmakla meşguldüm. Bakışlarım Alpaslan, Kaan ve Asrın’daydı. Onlara doğru yürüyor, aynı zamanda Merve ve Esila ile telefonda grup konuşması gerçekleştiriyordum. Sonuçta onlar benim kız arkadaşlarımdı ve ben şu an onlara nerede olduğumdan bahsetmeliydim değil mi?

“Ne partisi Lara?” Esila’nın sorgulayıcı sesini duyduğumda çoktan erkeklerin yanına varmıştım. Alpaslan’ın yanında oturan Kaan’ı küçümseyen bir tavırla yana itekledikten sonra kendimi koltuğa bıraktım. “Bildiğimiz parti işte Esila. Sadece biraz daha varoş bizim yerlere göre o kadar.”

Asrın, Esila’nın adını duymasıyla birlikte oturduğu koltukta hızla dikleşti ve bana kaşlarını çatarak baktı. Dudağımın bir kenarı yavaşça yukarı kıvrılırken bir bacağımı diğerinin üzerine bıraktım ve eteğimin bir karış yukarı çekilmesini dert etmedim. Sağ elim telefonu kulağıma yaslı bir halde tutarken sol elim ise koltuğun arka kısmında ilerleyerek Alpaslan’ın ensesini buldu. Ufak dokunuşlarla ensesindeki saçlara dokunurken onun da gerildiğini hissedebiliyordum. Ancak bunu dışa vurmayacak kadar soğuk ve profesyonel gözüküyordu. Asrın’ın ise öyle olmadığı kesin. Çünkü şu an karşımda, Esila’ya onun burada olduğunu söylememden çekinen bir tavırla duruyordu. Eh, sanırım sadece Esila’yı kandırabiliyordu. Ona evde hasta yattığından bahsetmişti öyle değil mi?

“Lara cidden neredesin sen? Bizim dışımızda kiminle takılıyorsun o varoş dediğin yerde?”

Dudaklarımı büktüm ve tek kaşımı kaldırdım. “Alpaslan’la takılıyorum Merve. Hatta beni arkadaşlarıyla tanıştırdı.”

Asrın’ın dikkatli bakışlarına artık Kaan da eşlik ederken yanağımın içini dişledim. Bu sırada Esila şüpheli bir ses tonuyla konuştu. “Alpaslan ile birliktesin ve seni arkadaşlarıyla tanıştırdı? Hayır, sadece bizimle kafa buluyorsun bunun başka bir açıklaması olamaz.” Dudaklarımı büktüm. “Neden öyle dedin şimdi? Sen de Asrın ile birlikte değil misin? Bu durum seni biraz bu arkadaş grubunun sempatizanı yapar sanıyordum. Meğersem yanılmışım. İçten içe birlikte olduğun çocuğun çevresinden rahatsız olduğunu bilmiyordum. Ne yazık, Asrın denen şu çocuk için biraz üzüldüm. Zavallıca bir durum.”

Asrın’a sinsi bir şekilde bakarken amacıma çoktan ulaşmıştım. Elleri yumruk halini almıştı ve kendini zor tutuyordu. Ellerini oturduğu koltuğa bastırmıştı yanlardan. Ancak halen burayı terk etmiyordu. Çünkü telefon konuşması henüz bitmemişti.

“Lara saçmalama tamam mı? Asrın zavallı falan değil. Üstelik onun çevresine de bir noktada saygı duyuyorum. Ben şu an senin Alpaslan ve çevresine yakın olmanı sorguluyorum. Çünkü siz ikiniz… Olmaz tamam mı? Son olanları duydum ve pek de iç açıcı değildi.”

“Of uzun uzun konuşmayı kesin de sadede gelin. Lara orada kimler var? Alpaslan’ın çevresi dediğin ne ki zaten. Kaan ve Asrın.” Merve konuşmaya bir bomba bırakırken asıl istediğim noktaya varmıştık ve komik olansa Merve Esila’dan kat be kat daha zekiydi. Sanırsam çocukların çoktan burada olduğunu sezmişti ve sadece sevgilisinin evde hasta yattığını düşünen Esila’yı kırmaktan imtina ediyordu.

Kısa bir an duraksadım. Ardından sırıtarak konuştum. “Hayır, onlar yok. Hem Esila zaten sen Asrın evde hasta yatıyor dememiş miydin?” Asrın’ın gerilen bedeni onu ele vermememle birlikte biraz gevşerken dilimi alt dudağımın altında yavaşça gezdirdim. Bu sırada Esila’nın sesini duydum. “Evet, evet. O evde. Çok hasta olmalı. Okuldan sonra yanına gitmek istedim. Ama o istemedi.”

Başımı olumlu anlamda salladım ve mırıldandım. “Pekala. Artık kapatsam iyi olur.”

“Lara, her neredeysen orayı bir an önce terk eder misin? Kendimi çok huzursuz hissediyorum. O manyak herifin yanında kalma.”

“Görüşürüz kızlar.” Telefonu kapattıktan sonra sırıttım ve elimi Asrın’a doğru uzattım. “Bence yeterince kaynaştık. Ne dersin?” Dişlerini sıkarak homurdandı ve ona uzanan elime tiksinircesine baktı. “Sen ne çeşit bir manyaksın bilmiyorum. Ama Esila ile arama giremezsin!”

Asrın neredeyse bana saldıracak gibi bir gerginlikle bakarken neredeyse Esila’ya yalan söylediği ortaya çıkacak diye bir hayli strese girmişti. Neyseki karşısında fareyi bir anda salıverecek bir kedi yok.

Yanımda oturan Alpaslan’dan çıt çıkmazken bunun bir gözlem yapma olduğunu sezdim. Sınırlarımı görmeye çalışıyordu. Korkularımı, gerginliğimi ve arkadaşları karşısında ne kadar tedirgin olabileceğimi… Keyif alacaktı. Evet. Korkmamdan ve ona sığınmamdan keyif duyacaktı. Ancak beni tanımıyordu. Tanıdığında ise onunla işim bitecekti.

“Aranıza girdiğim falan yok canım. Sen o arayı kendin açacak gibi duruyorsun.”

Özgüvenli duruşum besbelli asabını bozarken sabır çekercesine soludu ve Alpaslan’a döndü. İşaret parmağıyla beni gösterdi. “Bu kızla ne hevesin varsa git ötede gör Alpaslan. Her zaman diğerleriyle nasıl gözden uzakta takılıyorsan bununla da aynı şekilde takıl. Çünkü bir saniye daha katlanmayacağım.”

Beni alenen aşağılayışı dudaklarımı büzmeme sebep olurken dudaklarımı araladım. Ama bu sefer benden önce davranan sessizliğini bozan Alpaslan oldu.

“Sinirlerimi bozacak sözler etmeyi kes ve ona ‘bu’ diye hitap etme. Gözden uzakta takılacak olsaydım sizinle tanıştırmazdım.”

“Alpaslan, Asrın haklı…” Kaan sonunda sesini çıkartabildiğinde Alpaslan ofladı ve ikisini de kovarcasına homurdandı. “Bir gitsenize siz! Son bir saattir can sıkmaktan başka bir işe yaramıyorsunuz!”

Önce Asrın bir hışımla, ardından da Kaan kafasını iki yana sallayarak yanımızdan ayrılırken müzik sesinden ötürü ağrımaya başlayan kafamı elimle ovuşturdum. Bu sırada yanımda sıcak bir soluk hissettim. Küçük bir açıyla kafamı sola doğru çevirdiğimde Alpaslan’ın bana doğru eğildiğini gördüm. Kısık bakışları yüzümde gezinirken belirsiz bir ses tonuyla mırıldandı.

“Nasıl bir şeytansın sen?” Gözlerimi kırpıştırdım. “Şeytanca davrandığımı gösterecek bir şey yapmadım.” Ruhsuzca güldü ve kafasını iki yana salladı. “Asrın’a pençelerini geçirmeye çalıştığını göremeyen katıksız salaktır.” Devam etti. “Başkası olsa korkardı. Ama sen, sen onun seni aşağılamasına rağmen ona üstten bakmayı başarabildin. Aferin. Bu iş gitgide güzel bir hal alacak sanırım.”

Kaşlarımı çattım ve biraz kendimi geri çektim. “Biricik arkadaşlarına benim hakkımda ne bahsettin? Kimseye gerçeği söylemediğini anlatmıştın.” Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Onlara dikkatimi çektiğinden bahsettim.” Tek kaşımı kaldırdım. “Ee yani?” Dudağını büktü düşünürcesine. “Yanisi şu ki bu onlara bir uyarıydı. Artık hayatımda olduğunun ve bizim içimizde olacağının bir göstergesi.”

Kafamı iki yana salladım. Saldırgan arkadaşlarını üzerimden yeterince çekememişti ne yazık ki. Üstelik Alpaslan’ın bana kıymet verdiğini bilmelerinin hiçbir etkisi olmamıştı. Bir de her şeyin sahte bir oyundan ibaret olduğunu bilseler ne yaparlardı kim bilir? Belki de Alpaslan planlarının hiçbir şekilde sekteye uğramaması için yakın çevresi de dahil olmak üzere kimseye güvenmemeyi tercih etmişti.

“Arkadaşlarına ön uyarı yapmanın hiçbir etkisi olmadı ama. Yüzüme karşı hırlamaktan geri durmadılar.” Kaşlarını çattı. “Arkadaşlarıma köpek mi demeye çalıştın sen biraz önce?” Yüzümü buruşturdum. “Hayır, ben hakaret etmeyi sevmem. Sadece içinde bulunduğum durumu daha iyi betimleyemezdim o kadar.”

Derin bir soluk çekti içine. Ardından bulunduğumuz şu saçma partinin aksine ciddi bir şekilde yüzüme baktı. Konuyu değiştireceğini anladığımda yanağımın içini dişledim. “Yavaş olmaktan kastını az çok anladım Ferzan. Ama bilmende fayda var ki ben aceleci birisiyimdir. Bir şeyin yavaş gitmesine tahammülüm yok. Kaldı ki buna gerek de yok. Tek işime yarayacak şey herkesin özellikle de babanın sinirlerinin bozulması. Bunun için de illa herkesi bir şeylere yüzde yüz inandırmaya gerek duymuyorum.”

Gözlerimi kıstım. Aceleci ve biraz da vurdumduymaz bir profil çizmeye çalışıyordu. Ama hayır. O akıllı bir adamdı ve sadece psikopat düşüncelerinin üzerini örtmek için beni kandırdığını sanıyordu. “Zeki birisine benziyorsun. Ancak bunun aksine bana kendini daha aptal birisiymiş gibi göstermeye çalışıyorsun. Bu ne şimdi? Sana karşı bir hata yapıp yapmayacağımı görmek için yem mi atıyorsun?” Yeşil gözleri sinsice gözlerime kenetliyken başını hafifçe eğdi. “Aptalı oynamayı sevdiğim doğrudur. Ama bir noktada yanılıyorsun. Sana hiçbir zaman hata yapma fırsatı sunmuyorum Ferzan. Hata payın sıfır. Hata yaparsan telafi için bir şansın olmayacak.”

Kaşlarımı çattım. Hazır aklıma gelmişken sorgulamak istediğim bir konu daha vardı. Burada oturmuş yarım saattir konuşuyorduk ve anladığım bir şey varsa o da Alpaslan’ın ağzından çıkan her bir kelimenin altında farklı anlamların yattığıydı. Gelecekte işime yarayabilir şeyler kopartabilirdim o dudaklardan.

“Bahadır’ı kurtaracağımı nereden anladın peki?” Güldü. Bir anlığına kendimi salak gibi hissetmeme neden oldu bu gülüşü. “Anlamadım, sana onu kurtarma seçeneğini en başından sunan bendim zaten.”

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Tabi ya! O gün onun evinde ödevi yaparken telefonla konuşmuştu ve kitabın üzerine adresi yazmıştı. Oysaki önemli bir adresi gözümün önünde yazmayacağını fark etmem gerekirdi. Resmen bilerek aptalı oynamıştı! Biraz önce kendi ağzıyla dediği gibi.

Ne yapacağımı görmek istemişti. Belki de onun insanları tanıma yolu buydu.

“Hatan kendini fazla akıllı sanman değil, senin hatan beni aptal yerine koyman Ferzan. Seni tanımadığımı lanse ediyorsun, ama benim de kim olduğum hakkında hiçbir fikrin yok… Söylesene, Bahadır için tehlikeli adamların olduğu bir yere giderken aklından ne geçiyordu? Bencil bir kızsın, peki öyleyse neden kendini riske attın? Canım seni öldürmek isteseydi şayet oradan sadece ölün çıkardı.”

Gözlerimi kırpıştırdım ve omuz silktim. Bence olayı yanlış yorumluyordu. “Bence bencillik bir güven çemberinin içerisinde olmaktan ibaret değil. Bence bencillik canının istediğini yapabilmek ve ardını düşünmemek.”

Bakışları yüzümü yakarken dudakları aralandı ve fısıldadı. “Canın Bahadır’ı kurtarmak mı istedi yani?” Kaşlarımı çattım. “Birkaç gün önce ne yaptığım açıkça ortada değil mi?”

Derin bir nefes aldı ve yüzünü benden uzaklaştırıp arkasına yaslandı. Ruhsuzca gülümsedi. “Onu kurtarmak istemenin sebebi ne? Cidden seviyor musun onu?”

Başımı olumluca salladım düşünmeden. “Evet.” Ardından ekledim. “Ona değer veriyorum.” Kaşları çatıldı. “Dört beş yıl sonra İstanbul’a dönen birisi için etrafındakilerle fazla haşır neşir değil misin sence de? Sanki hiç gitmemişsin gibi davranıyorsun bazen.”

Yutkundum. “Bakıyorum da iyi araştırılmışım.” Gülümsedi. “İşe yarar şeyleri bilmekte fayda var.” Gözlerimi kıstım. “Röportaj sırasında telefonla konuşurken kast ettiğin de bendim değil mi?”

İç çekti. “Evet.” Tam susacaktı ki merakla bana baktı. “O gün orada ne işler karıştırmaktı amacın? Daha sonrasında biraz bilgi edindim ve röportaj alan kişinin başka birisi olduğunu öğrendim.”

Dudaklarımı büktüm. “Kuzenimin ricası üzerine oradaydım.” Kaşları havalandı. “İnsanlara yardım eder miydin sen ya?” Yüzümü buruşturdum. “Kötü birisi değilim.” Hayret ifadesi arttı. “Sen? Sen ve kötü olmadığını iddia etmek?” Derin bir iç çektim. “Ara sıra iyi gibi gözüken bir kötüyüm desek daha doğru olur.”

Yüzündeki hayret söndü ve laubali bir hal aldı. “Ben de yine nasıl olayı ukala bir tarafa çekeceksin diyordum.” Omuz silktim. “Ben buyum canım.” Peki dercesine baktı ve ardından kendini tutamadan seslice güldü. Boğazı kurumuş olmalıydı ki boğazından hırıltılı bir ses geldi. Koltuğun kenarındaki birayı aldı ve yavaşça yudumladı. Ardından bana yandan yandan bakarak “Beni abim sanman komikti.” diye mırıldandı. İlk defa sesi bana karşı daha yumuşak çıkarkan bir anlığına kendimi boşlukta gibi hissettim. Alışık değildim onun bu ses tonuna.

“Ama başka bir şeyler görmemi de sağladı sanki.”

Tek kaşımı kaldırdım. “Ne gibi şeyler?” Başını arkaya yasladı ve bana baktı. “Senin ilgilendirmeyen şeyler Ferzan.”

Boğazını temizledi ve yaslandığı yerden kopup ayaklandı. Kalabalıkta gözlerini gezdirirken kalkmam için eliyle işaret verdi. “Burada daha fazla kalmanın gereği yok, çıkalım.”

Durgunca kısa bir an ona baktıktan sonra başımı olumluca sallayıp ben de ayağa kalktım ve çıkışa giden yolda onun hemen arkasından yürümeye başladım.

***

“Senin derdin ne! Bu yaptığın şeyin intihara kalkışmaktan farkı ne söyler misin Allah aşkına?”

Merve’ye oturduğum koltuktan kayıtsızca bakarken omuz silkmekle yetindim. O ise dakikalar önce şekil verdiği saçını sanki dağılmış gibi düzeltmekle meşguldü. Bir yandan da bana hesap sorduğunu es geçmeyelim.

Annesinin doğum günü için organize edilen bir maskeli balonun hazırlıklarında fazla ciddi konulardan bahsediyorduk.

Evet. 

Maskeli bir balo var bu akşam.

“O çocuk tehlike. O çocuk tam anlamıyla zararlı. İnsanların sağlığı için üzerine uyarı levhası asmak gerek… Ah, bir de seni uyardığımı düşünüyordum? Lara sen şaka mısın kızım? O takılabileceğin birisi değil. Çok takılmak istiyorsan Bahadır gibi bir beyaz atlı prens var kapında kul köle olabilecek.”

Kafamı iki yana salladım. “Fazla önyargılısın Merve. Dediğin kadar ölümcül birisi değil Alpaslan.” Kaşlarını çattı. “Onun hakkında ne biliyorsun ki daha? Hangi sebep, onunla bilmediğin bir yere gidip eğlenmeni haklı çıkarır? Ya sana istemediğin bir şey yapsaydı, ya içtiğin bir şeye ilaç koysalardı? Hiç bunları düşünüp tedirgin olmuyor musun?”

Bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim. Tabi ki de risklerin farkındaydım. Tabi ki de Alpaslan’ın beni korumadığının farkındaydım. Ama onunla aramızda gizli bir anlaşma vardı. Beni sürüklediği oyunda bana ihtiyacı vardı. Bana zarar veremezdi. En azından şu an ki planları doğrultusunda. Dışarıdan vurdumduymaz ve aptalca duruyordum muhtemelen.

Ama babama yanında tutmak isteyecek kadar parlak bir evlat olmadığımı gerektiğince izah edebilmeliydim. Bunun yolu da saçmasapan davranmaktan ve Alpaslan gibi biriyle çıkar ilişkisi kurmaktan geçiyordu.

Üstelik her ne kadar Lena’yı düşünmüyor gibi dursam da bazı şeyleri böyle tatsız bir şekilde öğrenmesi ilk tercihim değildi. Ona hiç ablalık yapamamıştım. Yapmamıştım. Belki bu bazı şeyleri telafi edecek türden bir fedakarlık olurdu onun için.

“Neden susuyorsun Lara bir şeyler desene? Yoksa ne kadar tutarsız davrandığının farkına varabildin mi?”

Gözlerimi devirdim. “İşlerime karışmayı kes. Böyle hesap sormaları sevmiyorum Merve. Lütfen.”

Omuzlarını bıkkınlıkla sarstı. “Sen beni sinirden çıldırtacaksın! Keşke bugün bizi aramandan hemen sonra Uras Amca’ya haber verseydim! Benim aptallığım!”

Kaşlarımı çattım. İnsanların her şeye maydanoz olma gibi bir huyu vardı ve bu çok irrite ediciydi. Mayına bastıkları nokta ise benim gibi birisine bulaşmalarıydı.

“Her şeyi bu kadar açıkça ve dürüst yaşadığından haberim yoktu canım arkadaşım. Herhalde yanlış anlıyorum bazen seni.”

Öfkeli hali sekteye uğrarken yutkundu ve boğazını temizledi. “Ne saçmalıyorsun sen?” Dudaklarımı büktüm. “Bilmem sadece düşüncelerimi söylüyorum.” Derin bir nefes aldı. “Lara o aklından neler geçiyor?” Omuz silktim. “Aklımdan neler geçtiğini dışarıya vurmam sadece senin zararına olur Merve. Bence fazla irdeleme. Zararlı çıkan sen olursun.”

Yüzünü buruşturdu. “Sadece senin iyiliğini düşünüyorum ve senin konuyu getirdiğin şu noktaya bak. Belki de diğerleri gibi sana biraz mesafe koymalıyım. Bir bildikleri varmış.”

Kollarımı göğsümde birleştirdim ve ona rahatça baktım. Bu sırada sabırsız bir halde kapıyı gösterdi. “Artık odamdan çıkar mısın Lara? Son hazırlıklarımı yapmam gerek. Annemi ve diğer davetlileri bekletmek istemiyorum.”

Hay hay der gibi bakıp odadan ayrıldıktan sonra koridordaki aynanın karşısına geçtim ve elimdeki maskeyi gözlerimin olduğu kısma taktım. Maskenin iplerini saniyeler içerisinde bağlarken çoktan üzerimi süzmeye başlamıştım.

Üzerimde güzel bir askılı kırmızı elbise vardı. Makyaj olarak sadece kırmızı ruju tercih etmiş ve saçlarımı açık bırakıp hafif bir maşa yapmıştım. Ufak maske sadece yüzümün yukarı kısmını kaplıyordu.

Güzeldim.

Her zamanki gibi…

“Kendini kontrol etmene gerek yok, her zamanki gibi göz kamaştırıcısın.”

Arkamdan gelen sesle birlikte aynadan arkama doğru baktım. Bahadır’dı. En son Araf’ın mekanının önünde fazla iyi konuşmamıştık. Eh.

“İltifat? En sevdiğim.” Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümserken yönümü ona doğru döndüm. O da bana doğru birkaç adım atmıştı. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Henüz maske takmamıştı. Gözleri yüzümde gezinirken hafifçe öksürdü ve alnını kırıştırarak konuşmaya başladı.

“Son zamanlarda olanlar için üzgünüm. Böyle olsun istemezdim. Seni kırmak istemiyorum. Özür dilerim.”

Derin bir nefes aldım. “Beni kırmadın ama özür dilemen yerinde oldu. Açıkçası bana biraz terbiyesizlik yapmadın desem yalan olur Bahadır.”

Sırıttı ve sırtını dikleştirdi. Sonra da durulup “İyi miyiz kar tanesi öyleyse?” dedi. İç çektim. Kar tanesi?

Bana çok küçükken böyle seslenirdi.

O zamanların üzerinden çok zaman geçti…

“Bahadır bak…” Sözümü kesti hızlıca. “Alpaslan şerefsizini kafaya takmayacağım en azından sana değer verdiğim için. Sessiz kalacağım ama kılına zarar gelirse ölüm fermanını imzaladığını bilse iyi olur.” Ekledi. “Bu arada bu dediklerim onunla ne işin olduğunu önemsemediğim anlamına gelmez. Bu işin peşini bırakmayacağım. Halen desteklediğim düşünce senin onunla bir işinin olamayacağı.”

Dilimle dudaklarımı ıslattım. “Pekala… Bu dediklerini aklımda bulunduracağım ve… Aramız fena değil desem yeter mi sana?” İç çekti. Bir şeyler deyip dememek arasında kalırken yanımızda Kuzey belirdi.

“Siz ne yapıyorsunuz burada? Aşağıda şampanya açmak üzereler, kaçırmayın.” Bakışları beni buldu. “Tabi sen alkol almıyordun değil mi Lara? Doğru.” Omuz silktim. “Büyük ihtimalle içmeyeceğim sanırım.” Peki dercesine baktı ve boğazını temizledi. “Babanlar aşağıda bu arada. Onları fazla bekletme derim. Etraf kalabalıklaşıyor belki Uras Amca seni merak eder.”

Bize son bir bakış attıktan sonra Bahadır’a hınzırca baktı ve Merve’nin odasına doğru yürümeye başladı. “Ben bir prensese bakayım.”

Kaşlarımı kaldırıp indirdim ve merdivenlere doğru yürümeye başladım. Bu sırada arkamdan Bahadır’ı da duyabiliyordum. “Şu şerefsizle burada da dip dibe olursan kendime hakim olamamaktan korkuyorum. Uras Amca da fazla iyi karşılamayabilir.”

Birden durdum ve omzumun üzerinden ona baktım. “Hani sessizdin Bahadır Ata? Ne şimdi bu tripler? Ne oluyoruz?”

İçinde büyük çatışmalar yaşıyordu ve beni elinden kaybetmemek için mücadeleler veriyordu kendince. Ben onun hiçbir zaman elinde olmamıştım ki oysaki. Esasen avcunun içerisinde kaybolmasından korkacağı kar tanesi de olamazdım nihayetinde.

Onunla arama mesafe koyup geniş ve kalabalık bahçeye çıktığımda kısıkça soludum. Balo Merve’nin ailesinin evindeydi ve bu evde bir hayli büyüktü. Babamın kat be kat daha fazla parası olmasına karşın böyle şaşalı bir hayat anlayışı ise yoktu. Bense Sicilya’da bir odalı bir dairede yaşamaya alışmış birisiydim.

Elbisemin geniş ve yere süzülen eteğini kibarca tutup kalabalığın içerisinde yürümeye başladım. Bu sırada papyonlu bir garson elindeki tepsiyi bana doğru uzattı içecek almam için. Onu kibarca reddettikten sonra Ferzan’ların olduğu ayaklı masaya yürümeye başladım. Bir yandan da Alpaslan’ı arıyordu gözlerim. Bahadır’ın dediğine göre burada olacaktı. En son beni evin yakınına bırakmıştı öğlen şu dandik parti çıkışı. Bu balo ise çok ama çok ani olmuştu. Yani benim için. En son benim haberim olduğu için biraz ani olmuştu.

Şimdi ise buradaydım işte…

Allah aşkına burada ne yapıyordum ben? Sanki çok önemliymiş gibi… Merve’nin annesini doğru düzgün hatırlamıyordum bile. Doğum günü ise zaten umurumda değildi.

“Ailenin büyük kızı da teşrif edebildi nihayet!”

Mehmet amcamın içten ve sarmalayıcı ses tonu ‘sen de ailedensin’ der gibi çıkarken bu tavrın birkaç kişinin hoşuna gitmediği belliydi.

Kimden bahsettiğim ise fazlasıyla açıktı bence.

Sanem, Bade hala ve Mehmet amcamın eşi Füsun yenge. Peh.

“Hoş geldin. Az daha arayacaktım nerede kaldın diye.” Babam da konuştuğunda yukarıyı işaret ettim. “Merve’nin yanındaydım baba.”

“Okuldan sonra onunla birlikte mi geldin buraya?” Bakışları beni denercesine bakarken gözlerimi kıstım. Ona dürüst davranmama gerek yoktu. Suyu bulandırmam gerekiyordu ki babamın dikkatini çeksin.

“Evet baba. Okuldan sonra eve uğramak istemedim fazladan yol giderek.”

Okula gidip gitmediğimden normal şartlarda haberi olmazdı. Bütün gün şirkette olduğu için de eve girip çıkmam haberi olacağı bir durum değildi.

Ama geçen gün ki sokak tartışmasında kafayı Alpaslan’a ve Bahadır’a taktığı barizdi. Bir şeyler karıştırıyorsam o şeyleri öğrenmek isterdi ki bakışları bunu açıkça ortaya seriyordu.

İstediğini verecektim ona. Yavaş yavaş. Ama aniden.

Şu an ise okula gitmediğimden haberi olmalıydı. Eve uğradığımı da biliyordu herhalde.

“Allah allah bugün evde seni gördüm oysaki. Acaba bir hayal miydi ne?” Sanem iğneleyici bir tarzda konuştuğunda iç çektim sanki yakalanmış gibi. Babamın bakışları yüzümden gitmezken herkesin içinde uzatmak istemezcesine kestirip attı. “Neyse. Sonra konuşuruz bunu.”

“Lena nerede abi?” Bade halanın meraklı sesine karşın babam omuz silkti. “Bilmiyorum. Yani bugünlerde genellikle Melih ile spor salonunda oluyor. Böyle yerleri de pek sevmez. Kafa dağıtıyordur muhtemelen.”

“Bu Melih ile de iş iyice ciddiye gidiyor sanırım?” Babamın kaşları aniden çatıldı. “Saçmalama Bade. Daha yaşı kaç kızın? Şimdilik kimsenin ciddiye binebilecek bir mevzusu olamaz. Daha lise bile bitmedi.” Birkaç saniye durup devam etti. “Çocukların yanında böyle şeyler konuşma normalmiş gibi.”

Konuşmasında sanki beni de uyaran bir ton vardı. Yıllardır gözü önünde büyüyen Lena ve Melih’e bile kafayı takıyorsa bana hayli hayli takardı. Çünkü doğum günümde kafama silah dayayan bir sosyopatla sözde ilişkim olduğunu anlaması an meselesiydi.

Bade halanın yüzü biraz düşerken düşünceli gözüküyordu. Ara sıra onun masum bir kadın olduğunu zannederdim. Yani öyle bir imaj çizerdi. Çok kısa bir an. Sadece çok kısa bir an. Ama tek gerçek, zengin bir ailenin elite kadını olmasıydı. Ukala ve artniyetli kadını…

“Kızın…” Bakışları bana kaydı. “Kızların küçücük çocuklar değil artık abi. Biraz medeni mi olsan?” Babamın kaşları çatıldı. “Sesini kıs biraz, canımı sıkıyorsun Bade. Düşüncelerini de kendine sakla. Halen ergenlikten çıkamadığını düşünmeye başlayacağım.” Kendimi tutamadım ve güldüm. Babam da sırıttığında Mehmet amca da bize eşlik etti ve ekledi. “ Bazen halen gençmişiz gibi geliyor. Oysa yıllar ne hızlı geçti.” Babam başını aşağı yukarı salladı. “Öyle abi. Öyle.”

“Bu kadar iç bayan konular konuşmasak mı acaba? Sözde maskeli bir doğum günü partisindeyiz.” Füsun yenge memnuniyetsizce konuşurken Mehmet amca onun karın ağrısını almak adına kolunu onun beline doladı ve mırıldandı. “Gel hadi senle şu köşede kurulan bar kısmına geçelim biraz. Stresini atarsın.” İkili yanımızdan ayrılırken Füsun yengenin arkasından baktım. Mehmet amcaya karşı başka bir kadındı. O da Bade hala gibiydi. Bazen iyiydi. Çoğunlukla kötülerin kraliçesi…

Sanırım kimlere çektiğim besbelli ortadaydı.

Kafamı önüme çevirip ellerimi masada birleştirdiğimde Sanem ile göz göze geldim. Üzerindeki beyaz elbisesiyle şık duruyordu. Gülümsemeye çalıştım. O da sanırım fazla gerginlik çıkarmamak adına aynı şekilde karşılık verdi. Aramızda babam olmasaydı şayet konuşacağım dil başka olurdu.

Eğik bir açıyla başımı arkaya çevirip etrafa bakınmaya başladığımda bahçenin diğer tarafındaki bir masada duran Alpaslan ile bakışlarımız kesişti. Gözleri benim ona bakmamın ardından beni bulmuştu elindeki kadehten yudumladığı esnada. Bardaktan biraz içti. Ardından yavaşça kadehi masaya bırakıp üzerimi süzmeye başladı. Bir eliyle çenesinin kenarını kaşırken bakışları dudaklarımda durdu ve dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı sanki hoşuna gitmiş gibi.

Serseri şey…

Hemen yanında duran adama dikkat ettiğimde ise ilk görüşte onun Kerem Kıraç olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Zira Alpaslan ile aynı enerjiyi yayıyordu adeta.

Özgüven, ego ve kibir. Hepsi bir arada…

Onun da saçları kısa ve siyahtı. Ten rengi açık ve gözleri de sanırım yeşildi. Alpaslan’dan sadece birkaç yaş büyük olduğu belliydi. Ancak gençti. Genç bir girişimci olmasıyla tanınıyordu zaten.

Şu her şeyin başladığı yeri unutmak mümkün değildi. Röportaj mevzusunu… Neyse.

“Dans müziği açıyorlar.” Sanem mırıldandığında önüme döndüm. Babam ruhsuzca omuz silkti. Önündeki kadeh halen dopdoluydu. Alkolle arayı açalı baya oluyor olmalıydı. “Hayatım, dans bana göre değil biliyorsun. Hele hele onca kişinin içinde… Boş ver. Ama biz bize özel bir günde sözüm olsun.”

Sanem bariz bozulurken, babamsa oldukça kibar olmaya çalışıyordu aslında. Yutkundum ve tamamen arkama döndüm.

Ya şimdi ya da hiç.

Kulağıma çalınan hafif bir tango ezgisi, arkamda babam ve müstakbel eşi, karşı tarafımda Alpaslan, muhtemelen yakınımda bir yerde Bahadır ve diğerleri… Pekala.

Ne demiştim. Yavaş yavaş. Ama aniden.

Alpaslan ile tekrar göz göze geldiğimde siyah maskesinin altındaki bakışları net bir şekilde seçebiliyordum. Üzerindeki siyah takım elbisesi bir yana tıpkı benimkine benzeyen maskesi de bir o kadar uyumluydu onunla.

Gözlerimi kırpıştırdım ve ikimizin arasında kalan büyük boşluğu işaret ettim. Hani şu dans edilen yer vardır ya, oradan bahsediyorum. Herkesin çevrelediği o orta kısım.

Maske olmasaydı tek kaşını kaldırdığını görebilirdim. Ancak enteresan bir şekilde görmesem de hissediyordum. Yanağımın içini dişledim ve öne doğru adımlamaya başladım. Eğer gelmezse salak gibi tekrar arkama dönmek zorunda kalacaktım ve babam bana ‘derdin ne senin’ der gibi bakacaktı.

Ama öyle olmadı.

O da bana doğru yürümeye başladığında kalbim küt küt atmaya başladı. Neler oluyor ya? Yutkundum. Yetmedi tekrar yutkundum. Gözlerimi kırpıştırdım ve ciğerlerime derin ve soğuk soluklar çektim. Evet sakinim ve bir dakika? Biz saniyeler öncesinde bakışlarımızla mı anlaşmıştık? Maskelerden ötürü mimiklerimizi bile idrak edemeden? Peki. İmkansız değil sonuçta.

Kimsenin ne düşündüğünü önemsemeden sahnenin ortasına vardığımda Alpaslan da yanıma varmıştı. Bizden başka kimse yoktu.

Elini bana uzattı. Elimi avucunun içerisine bıraktım.

Diğer eli belimi kavrarken beni kendine çekti usulca. Engel olmadım ve boşta kalan elimi kaldırıp omzuna bıraktım. Hafifçe hareket etmeye başladığımızda mırıldandı. “O aklından neler geçiyor yine senin?”

Dilimle alt dudağımı ıslattım. “Zamanı geldi Kıraç.” Dudakları yavaşça aralandı. “Kast ettiğin zamanın, tüm sosyetenin içerisinde olduğu bir partide geleceğini sanmıyordum Ferzan?” Ekledi. “Bu fazla cüretkarca.” Gülümsedim. “Kırmızı olmak bunu gerektirir.” Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. “Peki mevcut durumda zümrüt yeşili olmak neyi gerektirecek?”

“Önce dans. Tabi edebiliyorsan?” Belimi hafifçe sıktı ve ani bir hareketle beni geriye yatırıp kısa bir andan sonra yukarı kaldırdı tekrardan. “Lisenin başında bir program için tango dersleri vermişlerdi. Az buçuk biz de bir şeyler biliyoruz herhalde. Dağdan inmedik Ferzan.” Sırıttım. “Pekala.”

Bir yerde okumuştum. Bir kelebeğin ömrü ne ayları ne haftaları ne de günleri hesap eder. Kelebek sadece an’a odaklı ve anda yaşamayı bilir yazıyordu. Şimdi ben de kendimi bir kelebek gibi hissediyordum. Midemde kelebekler uçuşmuyordu direkt kendimi bir kelebek gibi hissediyordum. Öncesi ve sonrası yoktu. Şimdi vardı. Şu an vardı. Dakikalar sonra ne olacağıyla ilgilenmeyecektim. Çünkü anı yaşayan bir kelebek, planını gerçekleştiren kurnaz bir tilki olmalıydım.

“Herkes buraya bakıyor.” Derin bir nefes aldım. “Ne hoş.”

“Yaklaşık birkaç dakika sonra maruz kalacağın her şeye hazır mısın Ferzan?” Gülümsedim ve iç çektim. “Bir şeylere maruz kalmak hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı desem?” Sinsice bana bakarken ekledim. “Son noktayı da koymazsak olmaz.”

Başını hafifçe yana eğdi. Devam ettim. “Zümrüt yeşili olmak neyi gerektirecek diye sormuştun ya hani Kıraç?” Yüzümdeki hain parıltılara karşın yüzündeki maskeyi çıkardı ve cebine sıkıştırdı. Derin bir nefes aldım. Başta Bahadır olmak üzere herkesin inanması gereken gerçeğe son noktayı koymalıydık.

“Öp beni.”

 

Loading...
0%