@_ece_asena_
|
Hayatımızda asla unutmayacağımız anılar olur. İşte ben de bu anı öyle ya da böyle hiç unutmayacağım. “Öp beni.” Kendimden emin tavrım onu sekteye uğratırken kaşlarımı kaldırıp indirdim ve “Hadi.” diye fısıldadım. Şimdi olmazsa şayet bir daha yelteneceğimi zannetmiyordum. Elindeki fırsatı ya şimdi kullanacaktı ya da bir daha bu kadar ön ayak olmazdım olur biterdi. Bana yavaş olmak istemediğini ve babam başta olmak üzere herkesin canını sıkmak istediğini söylemişti. İstediği oluyordu. Sadece, beni öperse işlerin ne kadar da ciddi olduğunun biraz daha altı çizilmiş olurdu. Yüzünü benimkine yaklaştırırken içimden bir ses tam da şu an onu itip buradan gidebileceğimi bas bas bağırıyordu. Göze aldıklarım ve kaybedeceklerim, kazanacaklarımdan ağır basabilirdi ve bu riske girmeye değer miydi? Bunun altından kalkabilir miydim? Sıcak dudakları dudaklarıma temas ettiğinde tüylerim diken diken oldu. Yabancı bir adamla herkesin önünde öpüşmek… Belki de fazla iyi bir fikir değildi. Daha ne kadar dibe batabilirim diye düşünürken kendimi Alpaslan’a karşılık verirken buldum. Ellerimiz birbirinden koparken boşta kalan elimi de omzuna koydum ve oradan da boynuna kaydırdım. Onun da elleri belimi kavrarken dünyadan soyutlanmış gibiydim. Hiçbir şey hissetmediğim birisi için ne denli samimi duygular yaşıyordum öyle? Üstelik o benim iyiliğimi de istemezken. Tüm bu işler bittikten sonra ne yapacaktım ben? Kalbim buzdandı bir şey olmazdı fakat beynim bana doğruları söylerken gerçeklerden nasıl kaçacaktım? Yaşanan şeyler geriye alınamazdı ve bizimle kalırdı. Bazı yaşanılanlarsa geriye alınamadığı gibi bir de geleceğimizi yakardı. Alpaslan Kıraç ile bu tehlikeli yollarda yürümek geçmişim yeterince enkaz değilmiş gibi bir de geleceğimi mi yıkacaktı? Tam olarak tutuşturduğum alevler ne zaman bana sıçrayacak? İşte tüm mesele bu aslında. Müzik sona erdiğinde ve etrafta sadece insanların konuşma sesleri kaldığında gözlerimi kırpıştırarak geri çekildim biraz. Alpaslan’ın sıcak nefesi yüzüme vururken ben de ondan farksızdım. “İstediğin oldu sonunda.” Ekledim. “Rahatladın mı?” Sitemkar ses tonum kulaklarına ulaşırken ellerimi yavaşça omzundan kaydırdım ve çektim. Dış dünyaya geri döndüğüme göre insanların tepkileriyle ilgilenebilirdim artık. Alpaslan’a bakmazken onun mırıldanışını duydum. “Henüz malum kişilerin kudurduğunu görmeden mi? Peh.” Gözlerimi devirdim. Aklı fikri ortalık karıştırmaktaydı. E, biraz benziyoruz sanki. Arkamı döndüğümde babamların masasının boş olduğunu gördüm. Gitmişler miydi? Oldukça bozulmuş olmalıydı. Evde beni iyi şeyler beklemiyordu. “Gitmem gerek.” Onu beklemeden evin içerisine doğru yürürken Bahadır’ın bana doğru geldiğini gördüm. Yüzünden öfke akıyordu. Evin salonuna girdiğim anda kolumdan tuttu ve beni kendine çevirdi. “Sen kafayı mı yedin!” Sesi büyük bir yankı yaparken Alpaslan da gelmişti bir anda yanımızda. “Bir daha ona bağırma.” Bakışları kolumu tutan ele kaydığında kaşlarını çattı ve beni ani bir hamleyle Bahadır’ın kıskacından kurtarıp arkasına çekti. “Ve bir daha asla ona dokunmaya kalkışma.” Koruyucu erkek arkadaş figürünü sergilerken bir hayli iyi gidiyordu açıkçası. Yine de arka planda kalmak hoşuma gitmedi ve ikisinin görebileceği bir konuma geçtim. Bahadır bana hayretle karışık bir delirmişlikle baktı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun Lara! Aklını mı kaçırdın sen!” “Çocuklar bağırmayı kesin annem görürse iyi olmaz!” Merve’nin ani uyarısı ortaya düştüğünde derin bir iç çektim. Yanımıza gelmişti ve yanında Kuzey de vardı. Kuzey anlayışlı bir şekilde Bahadır’ın kolunu kavradı ve “Yeri değil Bahadır. Burada olmaz. Biraz sakin ol.” dedi. Bahadır bir hışımla geriye bir adım atarken eliyle bizi gösterdi. Bu sırada Alpaslan ellerini pantolonunun cebine yerleştirmekle meşguldü. Üzerinde vakur bir tavır hakimdi ve bunu daha önce de görmüştüm. “Kuzey bana sakin ol deme! Bana sakin ol deme!” Sesli bir soluk çekti içine. “Nasıl öpüştüklerini görmedin mi!” Kuzey bana kafasını iki yana sallayarak baktı onaylamazca. Ardından ona döndü tekrardan. “Tamam sakin ol, gördük. Ama kocaman kıza kalkıp da bir şey diyemezsin. Kendine gel.” Alpaslan’a baktı. “Bunun gibi birine yanaşmak kendi hatası. Bizi bağlamaz.” Merve iç çekti. “Lara seni kaç kere uyardım ve sen resmen şununla öpüştün. Gerçekten de daha fazla yapabileceğimiz bir şey yok.” Sesi odasındaki küçük tartışmamıza rağmen halen yumuşak ve benim için üzülür bir halde çıkıyordu. İyiliğimi istediğini biliyordum. Ancak hiçbir şey göründüğü gibi değildi. “Sizden bir şey yapmanızı bekleyen de yok zaten.” Alpaslan nihayet konuştuğunda Bahadır ileri atıldı ama Kuzey onu tuttu zar zor. “Halen konuşuyor şerefsiz!” Bir elimle alnımı ovaladım ve ardından kafamı iki yana salladım. “Hiç kimseye hesap vermek zorunda değilim. Hiçbirinizin benim için bir anlamı yok tamam mı? Altı üstü birkaç hafta önce buraya geldim ve hiçbirinizin benim hakkımda bir şeyler iddia etmeye hakkı yok. Bir rahat bırakın artık.” Alpaslan’ın elini tuttum ve çıkışa doğru çekiştirdim. Bu sırada da Bahadır’a son kez baktım. “Bitip gitmiş şeyleri ısıtıp önüme koymayı da kes artık. Hiçbirimiz o küçük çocuklar değiliz. Benimle eskisi gibi olacağını düşünüp bana suçluluk aşılamayı bırak.” Alpaslan ile onlara ardımızı döndüğümüzde elini elimden çekti ve kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Bu onun lügatinde sahiplenici bir tavırdı sanırım. Çıkana kadar ses etmedim. Soğuk hava bedenimi sarmalamaya başladığında bir hışımla onu ittirdim ve hızlıca yürümeye başladım. “Hey nereye?” Esprili sesini duyduğumda adımlarımı hızlandırdım. “Cehenneme Alpaslan, Cehenneme!” Arkamdan gelen gülme sesleri asabımı bozarken devam etti. “Ne güzel, günün sonunda döneceğin yer yine benim yanım demek!” Durdum ve aniden arkamı döndüm. Elleri cebinde bana doğru yürüyordu. Karşıma geçtiğinde omuz silktim. “Al işte her şey istediğin gibi. Herkesin tadı kaçtı. Herkesin canı sıkıldı. Başta babam ve Bahadır kafayı yedi. Tamam işte. Bu akşamlık her şey olması gerektiği gibi oldu. Bir sal da kafamı toplayıp eve öyle gideyim.” Kaşlarını çattı. “Uras Ferzan erken ayrıldı partiden.” İç çektim. “Fazla öfkeli çünkü. İnsanlara o şekilde gözükmek istememiş olmalı ki eve dönmüşlerdir.” Dudaklarını büktü. “Oysaki öpüştüğümüz sırada bana bir yumruk patlatmasını bekliyordum.” “O gece ki gibi mi?” Alnı kırıştı kaşları yüzünden. “O gece?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “İstanbul’a geldiğim gece. Yolumuzu kesen sendin değil mi? Babam sana yumruk attı ve ertesi günü yüzünün bir kısmının mor olması da bu yüzdendi. Anlamak için dahi olmaya gerek yok.” Bana sahte bir gururla baktı. “Şimdi de Agatha Christie rolüne mi bürünüyorsun Ferzan?” Gözlerimi devirdim. “Neyse ne işte. Eve gitmeliyim Kıraç. Babamla durumları toplayayım ki patlak vermesin.” Durgunca baktı birden. “Ya sana bir şey yaparsa?” Sırıttım. “Bunu direkt beni tehdit etmeden de düşünebilirdin sanki? Şimdi mi soruyorsun başıma bir şey gelip gelmeyeceğini?” Duraksadım ve ardından yorgunca mırıldandım. “Babam öfkeli bir adam. Yani dışarıdan az buçuk belli. Belki döver, belki öldürür diye mi korkuyorsun şimdi?” Kaşlarını çattı. “Yapmaz. Yani seni seviyor gibi duruyor. Yapmaz öyle bir şey. Müzayede gecesi kafana silah dayadığımda sana nasıl endişeli baktığını gördüm.” Kafamı iki yana sarstım. “Sevgi her zaman öfkenin önüne geçmez Alpaslan. Sevgi hiçbir zaman kırılmayacağının garantisi değildir.” Omuzlarımı düşürdüm ve gitmek için arkamı döndüm. Bu sırada kolumu tutarak durdurdu. “Gitme.” Gözlerimi kıstım ve ona baktım ne var dercesine. Boğazını temizledi. “Yani işleri yarına bırakırsan baban daha sakin olur ve daha aklı selim konuşursunuz. Hem böylesi daha iyi bence.” Yeşil gözleri bana ikna edici bir şekilde bakarken olumsuzca konuştum. “Hayır.” Devam ettim. “Babamla kavgaları sıcağı sıcağına etmeyi severiz. Gitsem iyi olur.” *** Evin bahçesinde korumaların bakışlarını önemsemeden kapıya doğru yürürken boğazımı temizledim ve soğuk havanın beni rahatlatmasını umdum. Babamla ne büyüklükte bir kavga edeceğimi kestiremiyordum. Ancak şiddetinin büyük olacağı kesindi. Partideyken Bade halaya söyledikleri bile çizgisini apaçık ortaya seriyordu. Ona göre henüz lise bile bitmemişti ve bu onun için yeterde artardı. Kızlarının sadece kendilerine odaklanmaları için. Lena bir noktada yırtar mı derseniz eğer, yırtardı bence. Melih ile ne noktada bir ilişkisi vardı bilemiyordum ancak arkadaşlıktan öte olduğu barizdi. Melih nihayetinde yıllardır babamın gözü önündeydi ve klasik örnek çocuktu. Bence babamın onları kabullenmesi daha kolaydı. Benim için ise bir umut yoktu. Çünkü babam defalarca Bahadır ve Alpaslan’dan uzak durmamı vurgulamıştı. Bense önce Bahadır ile arama belirsiz hisler sokmuş, sonra da Alpaslan’ın tehdidini kabul edip onunla saçma bir oyuna girmiştim babamın canını sıkmak ve buradan gitmek için haklı bir sebep yaratabilmek adına. Büyük evin kapısının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım ve zile bastım. Evin içerisinde yankılanan zil sesi kulaklarıma ulaşırken saniyeler sonrasında bir çalışan tarafından kapı açıldı. Orta yaşlı kadın çalışana tek kaşımı kaldırarak baktım ve mırıldandım. “Babam nerede?” Günlerdir burada olmama karşın adını hatırlamadığım kadın gülümsedi ve “Sanem Hanım ve babanız salonda.” diye yanıtladı beni. “Pekala, teşekkür ederim.” Kapıdan geçip içeri girdiğimde kapının kapanma sesi beni kendime getirdi. Kaçacak bir durum yoktu. Kaldı ki bunu isteyen de bendim. Ateşi tutuşturan benken yakmasından korkmamalıydım. Parlak ve temiz zeminde adımlarımı atarken topuklu ayakkabılarımın çıkardığı ses aklımın başka yerlere kaymasını önlüyor ve beni anda tutuyordu. Bedenim ise çoktan buz kesmiş olmalıydı. Taksiyle gelmiş olsam da kısa süreli dışarıda kalışım soğuğun işlemesine neden olmuştu. Hemen birkaç adım atmamın ardından salona varışım duraksamama sebep oldu. Gözüme ilk çarpan Sanem oldu. Oturduğu koltukta beni görünce dikleşti ve iç çekti dudaklarını birbirine bastırıp. Sanırım babamın öfkesi biraz huzurunu kaçırmıştı. Normalde canımın sıkılması işine gelirdi ve babamla aramın kötü olacak olması hoşuna giderdi. Ancak şu an babamın öfkesinden de çekiniyordu. Neden? İncinmem onu sevindirmez miydi? Belki de işlerin düşündüğü kadar şımarıkça ilerlemeyeceğinin farkına varmıştır kim bilir? Gözlerim babama kaydığında geniş camların oradan bahçeyi seyrettiğini gördüm. Sırtı bana dönüktü. Ancak tabi ki de geldiğimi anlamıştı. Tam ona seslenecektim ki ellerini pantolonunun ceplerinden çıkardı ve bana doğru döndü. Siyah gömleğinin üstten birkaç düğmesini açmıştı bunalmışçasına. “Sanem bizi yalnız bırakır mısın?” Gözleri kısık bir şekilde burnundan soluyarak bana bakıyordu. Birazdan iyi şeyler olmayacaktı ve ben bunu hissediyordum. Kötü şeyleri hep önceden hissederdim zaten. “Uras bence bu iyi bir fikir değil. Burada olsam daha iyi.” Sanem kısık sesle konuştuğunda babam tekrar baskın bir şekilde homurdandı. “Sanem bizi yalnız bırak dedim.” “Ben de ailenin bir parçasıysam burada kalmak hakkım. Kız geldiğinden beri hep onu kıyıda köşede sıkıştırıyorsun. Bence şu an burada olmam sorun olmamalı.” Babam sinirle baktı ona. Ardından da eliyle beni gösterdi. “Sana aileden değilsin demeye çalışmıyorum Sanem. Dışlamıyorum da. Sadece kızımın rezilliklerini bu kadar göz önünde ortaya dökmek ve ona herkesin içinde kızmak istemiyorum.” “Ben herkes değilim Uras.” Sanem babamın sınırlarını zorlarken babam üstelemedi ve başını aşağı yukarı sarstı. “Peki seninle şu an bunu tartışmayacağım. Çünkü asıl konuşmam gereken kişi hemen karşımda.” Derin bir iç çektim. “Baba…” Saniyeler öncesinde Sanem’e çıkardığı naif sesinden eser kalmazken tüm evde yankı yapacak şekilde bağırdı. “Ne baba!” Hiçbir açıklama yapmak istemesem de adımlarımı ileri doğru atmaya başladım. Orta alçak sehpanın yanından geçip biraz babama yanaştığımda durdum. Kollarımı göğsümde birleştirirken kaşlarımı kaldırıp indirdim. “Sana hayatıma karışma demiştim. Şimdi kalkmışsın bana hesap soruyorsun hakkın varmış gibi.” Yüzünü buruşturdu. “Ne hayatından bahsediyorsun lan sen? Karışma dediğin hayatın orda burda sürten bir heriften mi ibaret! Buna mı karışmayayım?” Sustum. O da devam etti. Etmesi belki de iyi olurdu. Çünkü babam her zaman içini dökene kadar tehlikeliydi. Zehrini dışarı akıttıktan sonra sakinleşir ve hayatına devam ederdi. Sanki zehri karşısındakini yaralamamış gibi. Bir özür dilerdi ve her şey biterdi onun için. “Sana defalarca kez dedim! Uzak duracaksın o ne olduğu belirsiz çocuktan! Sadece o da değil! Onun gibi olan hiç kimseyle konuşmayacaksın dedim! Ama dinleyen kim!” Ellerini kısa kır saçlarının arasından geçirdi ve bana dik dik baktı. “Sen birkaç saat önce ne yaptığının farkında mısın? Sen hem kendini hem de bizi ne duruma düşürdüğünün farkında mısın? Lan…Geçtim ailenin itibarını onu bunu da… Sen kendine ne yaptığının farkında mısın kızım!” Dilimle dudaklarımı ıslattım. “Her şey kendi kararım. Kendi tercihim. Öfkelenecek bir durum yok.” “Eğer o kararlar seni kötü etkileyecekse her şeye öfkelenirim. Çünkü ben senin babanım.” Kafamı iki yana salladım. “Babam olman, babalık yaptığın anlamına gelmez. Birkaç kibar davranışla sonradan hiçbir şey toparlanmıyor, sen de baba olmuyorsun.” Sabır çekercesine tavana baktı ve gözlerini kapatıp açtı. Ardından aramızdaki uzun koltuğun etrafından dolanıp bana doğru gelmeye başladı. Bu sırada Sanem ayaklandı ve onun önüne geçti. Babamın kontrolsüz öfkesinden gerçekten de tırsıyor gibiydi. Yine de benim önüme geçip onu tuttu. “Uras biraz sakin olur musun?” Babam onu kenara çekti ve “Ben sakinim, karışma.” diye uyardı. Ardından da karşıma geçip ellerini iki yanımdan kollarıma koydu. Bakışları yüzümü yakarken konuşmaya başladı. “Sürekli geçmişi önüme koyamazsın. Artık eskisi gibi olmadığımı ve değiştiğimi biliyorsun. Sırf mantıklı bir açıklaman yok diye karşıma geçmiş beni suçluyorsun. Ama sen de farkındasın. O çocuk rezil herifin teki ve seni de rezil edecek. Çünkü ne beni ne de ailemizle arası iyi ve seni kullanıyor bile olabilir. Lara…” İçine derin bir nefes çekti zorlanırcasına ve tekrar devam etti. Bense ruhsuz bir şekilde ona bakıyordum. “Senin herkesin içinde dans edip öpüştüğün o herif, Araf’ın mekanında orda burda eskort kızları parayla altına alıyor. Ahlaksızın teki ve psikolojisi yerinde değil çünkü bir bağımlı. Bu işin ticaretini yapmasını geçtim. Çocuk direkt kendi kullanıyor maddeyi ve herkes biliyor ki kafası yerinde değil. Ne istiyorsun? Derdin ne senin! Sen de mi bar köşelerinde kullanıp attığı o kızlardan olmak istiyorsun?” Kollarını ittirdim ve kaşlarımı çattım. Bu dediklerini zaten biliyordum. Hatta Araf’ın mekanında bizzat odasında bir kız görmüştüm. Ancak kız gayette halinden memnundu ve bu işi parayla yaptığı da barizdi. Bu keyfine baktığı için Alpaslan’ı feci derecede kötü biri yapmazdı. Çünkü kimseye zorla bir şey yaptığı yoktu. Bağımlı olması da beni alakadar etmiyordu. Çünkü Alpaslan ile aramda gerçek bir şey yoktu. Tabi babam böyle bilmiyordu. Eh… “Bana bildiğim şeyleri anlatmana gerek yok. O artık bir şekilde hayatımda ve biz bitti diyene kadar da bitmeyecek.” Babam istediği cevabı alamamış olmalı ki omuzları düştü ve mırıldandı. “Ne yaptığını anlamadığımı mı sanıyorsun! Onunla yan yana geliyorsun. Çünkü amacın beni delirtmek! Ah, Lara… Sen bana kafayı mı yedirtmek istiyorsun? Delireceğim…” “Daha fazla açıklama yapmayacağım. İyi akşamlar.” Tam arkamı dönmüş gidiyordum ki babam kolumdan tuttu. Bu sırada merdivenin oradan bizi eşofman takımıyla izleyen Lena’yı fark ettim. Sesleri duyunca odasından çıkıp gelmiş olmalıydı. Siyah saçları dağınık topuzdu ve yüz ifadesi durgundu. Herhangi bir üzgünlük ifadesi yoktu. Ancak mutluluktan da havaya uçmuş gibi durmuyordu. Yine de içten içe gözlerindeki o zaferi görebiliyordum. Babamla aramdaki fırtınadan besleniyordu. “Nereye gittiğini sanıyorsun daha konuşmamız bitmedi!” Babam kolumdan sertçe çekerken sinirlendim ve yüzüne bakıp bağırdım. “Baba bırak beni yoksa kötü olacak!” “Bırakmıyorum! Adam akıllı konuşacağız!” Babam inat eden bakışlarla bana bakarken benim de ondan bir farkım yoktu. Bu sırada hemen bir adım yanımızdaki Sanem ise ne yapacağını şaşırmış bir halde bizi izliyordu. “Benim için konuşma bitti!” Kolumu ondan tüm ağırlığımı kullanarak çekmeye çalışırken en sonundan babamın kolumu tutan elinden kurtuldum. Ancak bu seferde kendimi çok kuvvetli çekmeye çalıştığım için dengemi koruyamadım. Kafamı sert bir şekilde yere düşüp sehpanın sivri ucuna çarptığımda ağzımdan acılı bir inilti koptu. Benim sesimin yanı sıra Sanem’den de ‘ay’ diye bir şaşkınlık nidası koparken düştüğüm yerde saçlarım yüzümü kapatmış bir şekilde eğik duruyordum. “Lara…” Babam yanımda eğilirken, hemen karşımda Lena’nın da varlığını hissettim. Ne ara merdivenin oradan buraya gelmişti? Elimi sehpaya koyup kafamı kaldırdığımda Lena hızla saçlarımı düzelttti ve yüzümü açığa kavuşturdu. Bir anlık sinirle elini ittirdim. “Çek şu elini üzerimden.” Aşağılayıcı ses tonuma karşın bir şeyler söylemesini bekledim. Ancak ilgi odağı sol kaşımdaydı. Yüzünü buruşturdu. “Kaşın kanıyor.” “Ne, bana dön Lara. Bakacağım.” Babam çenemden tutup beni kendine çevirmeye çalıştığında sinirle elini ittirdim ve ayağa kalkmaya çalıştım. Düşerken sanırım ayağımı da burkmuştum. Çünkü sol ayak bileğim de biraz sızlıyordu. Kendimi sehpanın üzerine bıraktığımda elimi kaşıma götürdüm. Çok kanıyor olmalıydı. Sehpanın kenarında ve halıda kan izleri vardı. Elimi indirdiğimde kan içindeydi. Kanlı elim bana çocukluğumu anımsatırken yutkundum. Anımsadığım sadece çocukluğum değildi. Aynı zamanda yaralarımdı. Çünkü çocukluğum yaralarıma denkti ve Yaralarımın çoğunu da hemen önümde eğilmiş babam olacak adam açmıştı. Kafamı istemsizce iki yana salladım ve omuzlarımı düşürdüm. Lena’nın ve Sanem’in varlığını unutarak sadece babama baktım. Bana endişeli bir şekilde bakıyordu. “Sen değişmezsin baba. Sen değişemezsin. Sen hep aynı adamsın. Sadece şekil değiştirirsin. O da beni kandırmaya ya da korumaya yetmez.” Yutkundu. “Kızım…” “Bana kızım deme, bıktım artık senden.” Yavaşça ayağımdaki topukluları çıkarmak için eğildim. Bu sırada kaşımdan süzülen kanı şakağımda hissedebiliyordum. Ayakkabıları kenara çıkartıp ayaklandığımda acıyan bileğimi görmezden gelip yürümeye başladım. “Yardım edeyim mi?” Ruhsuzca konuştum. “Rahat bırakın beni.” Babam arkamdan gelmiyordu. Çünkü biliyordu ruhumdaki enkazı. Biliyordu kabuk tutmuş bir yarayı tekrardan kanattığını. O değişmezdi. Sadece şekil değiştirirdi. Çocukken ittiği için düşer bir yerlerimi kanatırdım. Şimdiyse tuttuğu kolumu çektiğim için düşüp bir yerimi yarmıştım. O bana her türlü zarar vermenin bir yolunu bulurdu. Babamı bugün tanımamıştım. Onun kim olduğunu iyi biliyordum. O sadece kendini kandırıyordu. Odama girdiğimde önce kapımı kapattım ve sırtımı kapıya yasladım. Ardından elimi ışığı açmak için düğmeye götürdüm ve bastım. Oda aydınlanırken pencerenin kenarında duran Alpaslan ile karşı karşıya kaldığımda gözlerimi kıstım şaşkınlıkla. O ise direkt olarak kanayan kaşımı görmüş olmalıydı ki yüzü aniden gerildi. “Ne oldu sana?” Hızla yanıma geldiğinde elimi kaşına götürecekti ki elini ittim. “Dokunma bana Alpaslan. Hem burada ne işin var senin?” “O mu yaptı sana bunu?” Çenesiyle kaşımı işaret ederken benim dediklerimden çok kendi kurduklarıyla ilgileniyor olmalıydı ki bakışları sadece kaşımdaydı. “Sana burada ne işin var dedim.” Kaşlarını çattı ve nihayet gözlerime bakabildi. Yeşilleri asi bir halde yüzümü inceliyordu. “Sana bunu kim yaptı?” Ekledi. “Cevap ver bana.” Duraksadı ve kendi kendine konuştu. “Niye soruyorsam? O yaptı tabi! Uras Ferzan!” “Kimsenin bir şey yaptığı yok Kıraç! Dengemi kaybettim ve düşüp kafamı sehpaya çarptım tamam mı? Hem sana ne bundan? Neden buradasın her şey istediğin gibi oldu işte gidip Araf’ın mekanında bir şeyler içsene. Sana babamla kavga edeceğimi uygun bir dille ifade ettiğimi düşünüyordum. Neden aile içi problemlerime maydanoz oluyorsun?” Kaşlarını çattı sanki zaten çatık değilmiş gibi. “Sikerim aile içi problemini! Kaşın patlamış lan! Böyle kavga mı olur? O baban olacak adamın belasını sikeceğim!” Dehşetle baktım ona. “Babam hakkında düzgün konuş ve karşımda küfür edip durma. Odamdan da nasıl girdiysen o şekilde çık canımı sıkma benim. Senin yüzünden bu haldeyim.” Burnundan soludu. “Madem benim yüzümden bu haldesin neden sana sunduğum anlaşmayı kabul ettin? Kardeş sevgisinden ölüyor gibi durmuyorsun? Lena her şeyi öğrense fazla şey kaybetmezsin. Söylesene Ferzan senin asıl derdin ne?” Ona hayretle baktım. Neredeyse tehdidine boyun eğdiğim için bana kızacaktı aptal herif. Her şeyi o başlatmıştı oysaki! “Demek ki benim de var bir bildiğim kendimce Alpaslan.” Kafasını iki yana sarstı. “Neymiş o bildiğin? Bana da söyle de ben de bileyim.” Omuz silktim. “Seni ilgilendirmiyor.” Birbirimize inatla bakarken aslında fazla yakın duruyorduk. Ellerimi göğsüne koydum ve onu biraz uzaklaştırdım kendimden. “Mesafeni koru ve çek git. Başım dönmeye başladı kan kaybından. Kendimle ilgilenmem gerek. Sonrasında ne yapacağımıza sonra karar veririz.” Dişlerini sıktı. “Sonrasında ne yapacağımız şu an zerre sikimde değil anladın mı? Seni bu halde bırakmayacağım.” Kanamayan kaşımı yukarı doğru kaldırdım. “Neden?” Yutkundu. Sonra da vakur bir ifadeyle burnunu çekip özgüvenle baktı bana. “Bir yerine zarar gelmesi işime gelseydi bunu kendim büyük bir zevkle yapardım zaten Ferzan. İyi olup planlarıma ayak uydurman gerek.” Savunmasına gözlerim kısık bir şekilde baktım. Ardından da elimi rastgele havada savuşturdum. “Tamam neyse ne. Hadi git. O değerli planların kolay kolay sekteye uğraşamaz endişelenme.” Kapı birden açıldığında ikimiz de diken gibi dikleştik birden. Kapı hafifçe sırtıma çarparken Lena’nın sesini duydum. “Ne var burada ya?” Kapının önünden çekildim ve içeri geçmesi için biraz daha araladım kapıyı. Alpaslan’ın odamda görülmesi şimdilik istediğim bir şey değildi. Ancak yapacak bir şey yoktu. Lena elinde ilk yardım malzemeleriyle içeri girdiğinde bakışları Alpaslan’ı buldu. Kaşları çatılırken homurdandı. “Ne işin var lan sen burada? Nasıl girdin?” Kimse duymasın diye kapıyı kapatırken kilitlemeyi de ihmal etmedim. Lena’ya döndüm ve “Beni merak etmiş, o yüzden gizlice gelmiş.” dedim. Bana baktı ve tek kaşını kaldırdı. “O niye seni merak etsin ki?” Derin bir nefes aldım. Partiye gelmediği için hiçbir şeyden haberi yoktu. “Biz birlikteyiz.” “Ne?” Bana şaşkınca bakarken Alpaslan ekledi. “Bir süredir takılıyoruz.” “Siktirin oradan!” Lena ikimize deliymişiz gibi bakarken bıkkınlıkla elindekileri yatağıma bıraktı ve bana döndü. “Ben de diyorum babam neden aşağıda öfkeyle sana saydırıp durdu.” “Neden buradasın?” Gözlerini devirdi. “Kaşın iyi gözükmüyor. Mikrop kaparsa iyi olmaz.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Beni önemsediğini bilmiyordum kardeşim.” Kaşlarını çattı. “Sadece insanlık yapmaya çalışıyorum. Hem babama seninle ilgileneceğimi söylemeseydim seni zorla hastaneye götüreceğini de tahmin ediyorsundur. Şansını zorlama da otur şuraya. Sen de bir şekilde çık git şuradan yoksa babama seslenirim.” Alpaslan gözüme baktığında omuzlarımı düşürdüm. “Hadi git artık. Sonra konuşuruz…” Duraksadım. Ardından Lena’nın yanında kötü davranmamak adına mırıldandım. “Sana uyumadan önce mesaj atarım.” Kısa bir an yüzüme baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve yanıma gelip saçlarıma ufak bir öpücük bıraktı. Gerçekten insanların yanında rolümüzü güzel oynuyorduk. Aksi takdirde her şeyin ortaya çıkması çok kolay olurdu. Lena sabırla ayakta beklerken Alpaslan bana son bir bakış attı ve odanın kilidini açıp koridora çıktı. “Gizlice çıkacağım evden, sorun yok. O kaşı hemen temizleyin.” Kapı kapandıktan sonra yavaşça yatağa oturdum ve derin bir nefes aldım. Bu sırada Lena yatakta yanıma oturdu ve gazlı küçük bir beze tendürdiyot sürdü. Kaşıma hafifçe bastırdığında hissettiğim acıya rağmen sustum. “Sert vurmana rağmen dikişlik bir şey yok sanırım. Küçük bir pamuk koyup yara bandını yapıştırırsak geçer.” Sessiz kaldım. Bu sırada o devam etti. “Söylesene insanları mutsuz etmekten çok mu hoşlanıyorsun? Yani babamın kızacağı şeyleri neden göz önünde yapıyorsun?” Dudaklarımı büktüm. “Hayatımı kendime göre yaşamayı seviyorum diyelim kardeşim.” Kaşlarını çattı. “Bana kardeşim deme ve hayatını kendine göre yaşa demiyorum. Sadece eleştirileceğin şeyleri göz önünde yaşamak zorunda değilsin.” Sırıttım. “Sen öyle yapıyorsun sanırım?” Ekledim. “Melih ile.” Kaşıma biraz bastırdığında yüzümü buruşturdum. Bu bir uyarıydı sanırım. Sessiz kalışı dikkatimi çekerken düşündüm. Lena çoğu zaman ortalıkta olmuyordu. Özellikle önemli akşamlarda aramıza katılmıyordu. En azından geldiğim birkaç haftada bunu gözlemlemiştim. Sürekli Melih’leydi. Sürekli… Sanki dünyada başka kimse yokmuş gibi davranıyorlardı. İlginç… Ya da aşk böyle bir şeydi. Bir fikrim yok. Son olarak kaşımın kenarına bastırdığı küçük pamuğun üzerine yara bandını yapıştırdığında derin bir nefes aldım. “Teşekkür ederim.” “Sen teşekkür etmeyi bilecek kadar iyi miydin ya?” Yutkundum. “Lena… Aslında kötü birisi değilim. Yani tamam öyleyim. Ama bazen iyiyimdir. Buna inanabilirsin.” Eline malzemeleri alırken mırıldandı. “Orasını bilemeyeceğim. Ama artık sana çocukça davranmak da gelmiyor içimden. Belli ki bariz bir şekilde bir süre buralardasın ve yarın da doğum günüm. Belki hatırlıyorsundur?” Alt dudağımı dişledim. Hatırlamıyordum. “Hatırlamıyorum aslında.” Derin bir iç çekti. “Neyse ne. Seni dışlayıp kötü kız olmayacağım. Babam yeterince seninle uğraşma rolünü üstlenmiş anlaşılan. Üstelik Alpaslan gibi bir belayı başına sarmışken bana ihtiyacın da yok. Demem o ki yarın doğum günümü kutlayacağım ve sen de gelmek istersen gelirsin. Benden sana ufacık bir zeytin dalı.” Boğazımı temizledim. Tam cevap verecektim ki araya girdi. “Ama yanında sevgilini getiremezsin. Arkadaş çevrem ondan hoşlanmıyor. Sadece seni davet ediyorum.” Kaşlarımı kaldırıp indirdim. “Pekala. Nerede olacak bu parti?” “Melih’in ailesinin yazlık evinde. Sana konum atarım.” Onu onaylamamın ardından odadan çıkışını sakin bir şekilde izledim. Ardından elime yastığı alıp kendimi boğarcasına yüzüme bastırıp boğazım acıyana kadar bağırdım. Nefes nefese kalırken yastığı bir kenara fırlattım ve ofladım. Her şey üst üste geliyordu ve asabım bozulmuştu. Hani her şey yerli yerindeydi? Hani bir planım vardı? Neden herkes ve her şey değişmeye başlamıştı birden? Ben de değişmeye başlıyordum yavaştan. Burada kök salmak değildi niyetim. Ama git gide alıştığımı hissediyordum ve bu hiç iyi değildi. Duygusal bağlar kurmak istemiyordum ama şimdiden kız kardeşime doğum gününe gideceğime dair söz vermiştim. Her ne kadar sinirli olsa da içten içe gelmeyi kabul ettiğim için sevinmiş olmalıydı. Ah… Elime telefonumu aldım ve Alpaslan’a mesaj atmak için mesaj uygulamasına girdim. Bir dakika? Ona neden mesaj atacaktım ki? Sadece Lena yanımızda diye öyle demiştim. Tam uygulamadan çıkacaktım ki onun çevrimiçi hatta yazıyor olduğunu gördüm. Kaçamadan mesajı ekrana düştü birden. ‘Nasıl oldun?” Yazıyor… ‘Hemen mavi tik oldu. Mesaj atmam için hazırda mı bekliyordun Ferzan :)’ Derin bir iç çektim ve kısa kestim. ‘İyi geceler Alpaslan.’ Mesaj görüldü olurken cevap yazmasını bekledim. Ancak yazmadı ve hatta uygulamadan çıktı. Gözlerimi birkaç kez kırptım. Sanırım bu iyi olduğumu bilmesi için yeterli gelmişti. Elimdeki telefonu bırakacağım sırada arama düştü ekrana. O arıyordu. Dilimle dudaklarımı ıslattım ve aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma yasladım. “Ne var Alpaslan, konuş.” Karşı taraftan hışırtıyla karışık bir gülme sesi geldi. “Bu üsluptan çok daha azı için birilerini komalık etmişliğim var. Ama neyse. Sanırım görmezden gelebilirim.” Ofladım. “Neden aradın?” Başım ağrıyordu ve sadece uyumak istiyordum. “İyi olduğundan emin olmak istedim.” Gözlerimi devirdim. “İçinde olduğumuz oyunda iyi olduğumdan emin olman gerekmiyor Alpaslan.” “Oyun sürprizlerle doludur Ferzan.” Telefonu suratına kapattım.
|
0% |