Yeni Üyelik
16.
Bölüm

ATEŞ (16) Gizemli Not

@_ece_asena_

“Biliyor musun, bazen ölmek istiyorum.”

Gözlerimi kırpıştırdım. Sesi çoğu zaman olduğu gibi ruhsuz çıkıyordu. Amacı neydi bilmiyordum, ancak o hep böyleydi. Hep huzursuz ve mutsuzdu.

Kaybedecek hiçbir şeyi yok gibiydi. İnsan sevdiği kişileri kaybetmekten korkardı. Annem beni sevmiyor olmalıydı. Yoksa kaybedecek bir şeyi yokmuş gibi davranmazdı.

Biliyordum, kendine aşık bir kadındı. Ne ben ne de kız kardeşim onun ayağına takılmaktan başka bir şeye yaramıyorduk. Kiminle ne derdi vardı diye düşünmüyordum bile. Annemin her şeyle ve herkesle bir derdi vardı.

Dünyanın tüm dertleri tek bir kişide toplanmıştı sanki ve annem bunu inatla etrafa yansıtmazdı. Herhangi bir insan için annem; mutlu bir eşe ve iki tane kız çocuğuna sahip muhteşem bir hayatı olan özgüvenli bir kadındı. İşte derler ya kime göre neye göre? Bu da tam öyle bir durumdu. Herkesin düşündüğüyle benim gördüklerim bir değildi. Peki bu haksızlık değil mi?

Herkes annemin parıltısını konuşurken ben neden onun ölümü çağrıştıran depresif hallerine tanık oluyorum? Küçücük bir çocuksam neden biraz olsun kandırılmaya hakkım yok? Neden herkesi kandırdığı gibi beni de sahte gülüşlerle kandırmıyor annem?

“Anne böyle söyleme, üzülüyorum.” Cılız sesim yavaşça dudaklarımın arasından firar ettiğinde camdan dışarıya bakan annem bıkkınca soludu ve bana omzunun üzerinden baktı.

Gözlerimde ne gördü bilmiyorum. Ancak ona olan bakışlarım daha saniyeler önce yaktığı ve sonunu getirene kadar ziyan etmediği sigarasını söndürmesine neden oldu. Sevindim. Annem beni kaybetmekten korkmazken, bir bakışımla sigarasına kıymıştı.

Derin bir iç çektim ve düşündüm. Bana sigarasından daha çok kıymet vermişti. Ne acizim ama…

“Sen üzülüyorsun diye hiç kimse seni kırmamak için uğraşmayacak Lara. Boş beklentilere girmemeyi öğrenmelisin.”

Boğazıma koca bir ağırlık çökerken yutkunmakta zorlandım. Gözlerimde yaş biriktiğini hissederken tekrar dudaklarımı araladım. “Ama sen annemsin ve karşıma geçmiş ölmek istiyorum diyorsun. Anne söylesene, neden böylesin?”

Camın kenarında durmayı bıraktı ve yatakta oturduğum kısma doğru yanaştı. Topuklu ayakkabıları zeminde tok bir ses bırakırken yanımdaki boşluğa oturup yorgun bir soluk verdi dışarıya. “Özür dilerim.”

Yanağımda bir ıslaklık hissederken ağlamaya başladığımı anladım. Gözyaşlarım akmak için izin almamıştı. Zamanla onları kurutacağımı henüz bilmiyordum.

Başım yan bir pozisyondaydı. Gözlerimi annemden ayırmıyordum. Onun benimle olan dertleşmelerine alışıktım. Ara sıra bana o karanlık ve içi küflenmiş yanını gösterirdi. Bunu etrafa gülümsemekten yorulmasına bağlardım.

Ama şu an farklı bir şeyler vardı. Bugün farklıydı. Hava yağmurluydu. Ancak farklı bir kasvet vardı. Hissettim. Bu kötüyü ilk çağırışım, ilk hissedişimdi. Ondan sonra kötü bir şeyleri hep sezdiğimde sadece dudaklarımda hissiz bir gülüş kalacaktı.

“Özür dilerim. Çünkü seni bu hayata sürükleyen benim. Bunları yaşamayı hak etmiyordun. Sen ne babanı ne de beni hak ettin. Sen suçsuzsun. Özür dilerim Lara, özür dilerim.”

Kaşlarımı çattım. O özür nedir bilmezdi. Annem hep haklıydı, kazanamayacağı şeyler için ise baştan savaşmazdı. Büyük bir insan mıydı bilmiyordum ancak benim için çok yukarıda birisi olduğu barizdi.

Benden özür diliyordu! Evet. Doğru düzgün şefkatini hissedemediğim kadın benden özür diliyordu tüm mutsuzluğum için.

Sizce de dilenen özürler mutsuzluğu siler miydi? Cevabı bilmiyordum. Ancak sonradan silmediğini öğrendim. Zaten nedense hiçbir şey işe yarayacağı anda öğrenilmiyordu. Bazı tecrübeleri iş işten geçtikten sonra kazanırdınız.

Sertçe yutkundum. Bedenimde huzursuz bir üşüme kol geziyordu. Ellerimi yumruk yaptım ve bu hissi düşünmemeye çalıştım. Bir hışımla yüzümdeki yaşları sildim ve ilk defa anneme gerçekten suçlu olduğunu gösterirmişçesine baktım.

“Benden özür dileme, sadece benim annem ol. Benim sana ihtiyacım var.”

Bana yüzünü buruşturarak baktı. Bu acı dolu bir bakıştı. Kafasını iki yana salladı. “Ben sana anne olamam. Senin de bana ihtiyacın olamaz. Sen sadece yanlış bir dünyaya doğduğun için şanssızsın.”

Dudaklarımı büktüm. “Anne neden bana bu kadar dürüst davranıyorsun? Yalan söyleyecek kadar kötü olamaz mısın benim için?”

Dudaklarını birbirine bastırdı. “Yalan bir oyundur kızım, asıl can yakan gerçeklerdir ve ne yazık ki yalanlarla oynayacak kadar rahat bir hayatın olmayacak.”

Konuştuktan sonra sessizleşti. Birbirimize öylece bakarken birden kapı açıldı ve içeri babam girdi. Ellerim halen yumruk halindeyken mümkünmüş gibi daha da sıkmaya çalıştım. Omzumun üzerinden arkama dönüp ona baktığımda sanki hiç umurunda değilmişim gibi bana bir kez olsun bakmadı bile. Gözleri doğrudan annemdeydi.

Her zamanki gibi öfkeliydi. Her zamanki gibi etrafına pis olduğunu düşündüğüm keskin bir koku yayıyordu. Koku parfüm olamayacak kadar tatsızdı. Üzerindeki gömlek yine kırışıktı. Yine aynıydı, yine her zamanki gibiydi.

“Benimle gel, konuşacağız.”

Annem ona umarsızca bakarken bakışları bana kaydı ve ona hitaben konuştu. “Aşağı in, geliyorum birazdan.”

Babamın solukları hızlanırken homurdandı. “Sana rica etmiyorum Derin. Kızın yanında beni daha fazla çıldırtma.”

Annem bıkkınca soludu ve ona baktı. “İki dakikaya geliyorum, sadece aşağı in ve beni bekle.”

Babam gözlerini kısıp annemi kısaca süzdükten sonra omuzlarını düşürdü ve odadan hızlıca çıkıp kapıyı da ardından çarparak kapattı.

Annem tıpkı biraz önce babamın yaptığı gibi omuzlarını düşürürken bana kapanan kapıdaki bakışlarını bana çevirdi. ve gülümseye zorladı kendini. Bu gülümseme asla mutluluk içermiyordu.

“Sana bir hediye vereceğim.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Ne hediyesi?” Derin bir nefes aldı ve yatağın yanında duran komodinden siyah küçük bir kutu çıkardı. Küçük kutuyu bana uzattığında yumruk halinde duran elimi yavaşça açtım ve kutuyu elime aldım.

Kadife kutu tenime temas eden yerlere hoş bir his bırakırken kapağı açtım ve yusufçuk sembollü bir kolyeyle karşılaştım. Kolye gümüşten yapılmıştı. Çok güzeldi.

“Bu kolyeyi benim yerime saklar mısın? Büyüyünce de takarsın belki. Kesin çok yakışır.” Kaşlarımı çattım. “Neden senin yerine ben saklayayım anne?” Omuz silkti. “Benim annem bana anlamlı bir hediye vermedi hiç. En azından benden sana bir şey kalsın. Küçük bir yadigar.”

Dudaklarım düz bir çizgi aldı. “Benden sana neden şimdi bir şey kalıyor? Neden daha sonra değil de şimdi?” Anneme sorgulayıcı bir halde bakarken kaşlarını çattı. “Çok sorguluyorsun ve bu canımı sıkıyor. Sadece… Sadece seni öyle ya da böyle sevdiğimi bilsen yetmez mi?” Duraksadı ve yataktan kalkıp önümde dizlerinin üzerinde eğildi.

“Seni seviyorum kızım. Yanında ya da senden çok uzakta. Her şekilde seveceğim.” Yutkundu ve rahatlamak istercesine içine derin bir nefes çekti.

“Şimdi burada usluca oturacaksın ve ne duyarsan duy bu odadan çıkmayacaksın tamam mı?”

Titrekçe soludum. “Neden anne?” Yüzü acıyla kasıldı. “Çünkü öyle olması gerekiyor. Eğer uslu bir çocuk olursan akşama sevdiğin kurabiyeden yaparız.”

Kısa bir sürenin ardından çocukça hislerim aklımı çeldi ve başımı olumluca salladım. “Pekala.”

“Güzel.” Annem ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında dışarı çıkmak için bir adım ilerledi. Ancak omzunun üzerinden son bir kez bana baktı. Ben de ona baktım ve gülümsedim.

Bu anneme son gülümseyişim oldu.

Kapının kapanmasının ardından omuzlarım düşük bir halde başımı önüme eğdim ve sonrasında kafamı sağa çevirip giysi dolabının aynasındaki aksimle göz göze geldim.

On bir yaşımdaki halimle…

Gözlerimi birden açtığımda görüş açımı kaplayan beyaz tavan kaşlarımı çatmama sebep oldu. Kalbim yüksek bir ritimle atarken duymamak imkansızdı.

Ani bir hareketle üzerimdeki pikeyi atıp yatakta doğrulduğumda yutkundum. Babamın evindeki odamdaydım.

Sadece bir rüya görmüştüm. Ama bir rüya olamayacak kadar da gerçekti. Kaldı ki bir rüyadan da ibaret değildi. Annemle olan son konuşmamı görmüştüm rüyamda ve o kadar gerçekti ki… O kadar gerçekti ki…

Yeni uyandığım için başımın dönmesini umursamadan ayağa kalktım ve boy aynasının önüne geçtim. Aynadaki aksimle bakışırken oldukça on dokuz yaşında gibi duruyordum.

Pekala. Uyanmıştım ve gerçek dünyadaydım. Biraz sakinleşebilirdim.

Ellerimi saçlarımın arasından geçirirken bedenimdeki gerginliği atmaya çalıştım. Annemin kokusuna ve yüzündeki küçük mimiklere kadar hissetmem normal miydi rüyamda? Sanırım bilinçaltımda gizlenmiş travmatik bir bozukluktan ibaretti.

İlk değildi. Daha önce de annemle ilgili rüyalar görmüştüm ve bu ara sıra beni yoklardı. Aynı zamanda da uykularımı kaçırırdı. Fazlasıyla rahatsız edici olduğu kesin.

Yarım saate yakın bir süre üzerimdeki uyuşukluğu ve tatsızlığı atmaya çalışmamın ardından kısa bir duş aldım. Sonrasında üzerimi değiştirip biraz ders çalışmak için masamın başına geçtim.

Çoğu eşyam halen Sicilya’da olduğu için burada fazla eşyam yoktu. Buna test kitaplarım da dahildi. Ancak bu evdeyken fazla bir şey almak istemiyordum. Çünkü eski evimizdeki küçük tadilatlar bittiğinde ve oraya geçtiğimde bu işleri ayarlamak niyetindeydim. Ancak ne hikmetse o küçük tadilat bir türlü bitmiyordu. Babam ya beceriksizdi ya işleri ağırdan alıyordu ya da… Ya da… Neyse bununla sonra ilgileneceğim.

Zaman su gibi akıp geçerken en sonunda belimin ve boynumun ağrımaya başlamasıyla birlikte iki saatlik çalışmanın sonuna geldiğimi anladım. Şanslıydım ki çalışkan ve zeki bir öğrenci olduğum için strese girmiyordum. Bu da inancımı arttırıyordu bir şeyler başarabileceğime dair… Tabi henüz nerede ve nasıl olacağı meçhuldü.

Kapının iki kere tıklanmasıyla birlikte ‘gel’ dedim. Aralık kapıdan içeri giren Lena’yı gördüğümde gülümsemeye çalıştım. Dün gece kendi açımdan çok iç açıcı geçmemişti ve bana gecenin tek iyi gelen tarafı olmuştu. Küçük bir zeytin dalı demişti kendince ve beni doğum gününe davet etmişti. Bu onun için büyük bir adımdı. Bense, ne yapacağım konusunda biraz kararsızdım.

Onunla aramı kötüleştirmekten ziyade buzları biraz eritmek ya da durumu stabil tutmak en mantıklısıydı. Bir yandan Alpaslan başımın belasıyken bir yandan da Lena ile işleri zorlaştırmak sadece bana zarar verirdi.

“Günaydın, Melih iki dakikaya burada olacak beni almak için. İstersen sen de gel. Daha sonrasında konumla uğraşma.”

Bir elimle boynumun kenarını ovarken düşünceli bir halde Lena’ya baktım. Üzerinde siyah puantiyeli günlük bir elbise vardı. Siyah saçları omzunun hemen biraz aşağısında bitiyordu ve fönlüydü. Dudaklarında kırmızı bir ruj vardı ve beyaz tenine yakışmıştı. Topuklu ayakkabılarla ayaklarına işkence etmek istememiş olmalıydı ki sade bir babet tercih etmişti.

“Kutlamanın akşam saatinde olacağını sanmıştım. Neyse, sizinle gelebilirim ve bu arada hoş olmuşsun. Son olarak doğum günün kutlu olsun.”

Derin bir nefes aldı. “Akşama kalma fikri pek cazip gelmedi doğrusu. Gündüz daha keyifli geçer dedik.” Ekledi. “İltifat için sağ ol.”

“Rica ederim, hadi gidelim.” Kaşlarını çattı. “Hazırlanmayacak mısın?” Omuz silktim. Üzerimde kırmızı boyunlu bir kazak ve siyah bir pantolon vardı. Saçlarımı yeni yıkadığım için düzgün duruyordu ve kaşımdaki yara da biraz daha iyiydi. Sadece bir ceket alsam yeterdi.

“Gerek yok, böyle iyiyim. Belki arabada yüzüme bir şeyler sürerim.” Bana sen bilirsin dercesine baktı ve koridora çıktı. Ardından ben de montumu ve küçük sırt çantamı alarak peşinden çıktım.

İkimiz aşağıya indiğimizde etraf sessizdi. Babamı görmemek güzeldi. Çünkü onunla tartışmaya ya da konuşmaya hazır hissetmiyordum. Beni yoruyordu. Tıpkı bir zamanlar annemi yorduğu gibi…

Büyük ve geniş bahçeye çıktığımızda Melih’in arabası direkt görüş açıma girdi. Lena ve Melih konuşurlarken onları umursamadan arabanın arka koltuğuna geçtim ve kapıyı örtüp arkama yaslandım. Dışarıdan Melih’in buraya doğru olan bakışlarını fark etmemek güçtü. Lena’ya kaşlarını çatarak bir şeyler söylese de ne dediğini anlamadığım için fazla üstelemedim ve çantamdan kırmızı rujumu çıkardım. Lena ile pişti olmak fazla dert değildi.

Telefonumun kamerasına bakarak rujumu sürdüğüm sırada arabaya bindiler. Melih bana selam verme eğilimi göstermezken ben de sesimi çıkarmadım. İcabına sonra bakardım nasıl olsa.

Bir saati aşkın bir sürenin ardından Melih’in ailesine ait olan küçük yazlık tipi müstakil eve geldiğimizde arabadan indik. Kapıyı örterken bir yandan da etrafa bakmakla meşguldüm. Çoktan kalabalıklaşmaya başlamıştı ev. Yaklaşık yirmi kişi vardı sanırım. Çoğu okuldan tanıdık olmalıydı. Lena ve Melih önden ilerlerken ben de arkalarından yavaş yavaş yürüyordum. Telefonum çalmaya başladığında duraksadım. Lena omzunun üzerinden bana baktı. Dilimle dudaklarımı ıslattım. “Siz geçin, ben geliyorum.”

Telefonu elime aldığımda Alpaslan’ın aradığını gördüm. Gözlerimi devirdim ve açıp telefonu kulağıma yasladım. “Efendim?”

Karşı taraftan bir esneme sesi geldiğinde onun uykulu olduğunu fark ettim.

“Sana da günaydın Ferzan.” Kaşlarımı çattım. “Yeni mi uyandın sen?” Gülme sesi geldi. “Tam da o dediğinden.”

Omuzlarımı düşürdüm. “Ne var yine?”

“Ne yapıyorsun?” Gözlerimi birkaç kez kırptım. Şimdi burada olduğumu söylersem yine bir işler çevirecekti. İlk defa Lena ile aramda iyi bir şeyler oluyordu ve bana özellikle Alpaslan’ı burada görmek istemediğini belirtmişti. Bu yüzden çoğu zaman yaptığım gibi yalan söylemeyi tercih ettim ve mırıldandım. “Ben de yarım saat önce uyandım. Birazdan kahvaltıya ineceğim. Ardından belki bir babamla konuşurum.”

Karşı taraftan iç çekme sesi geldi. Neden durduk yere birden dertli bir adama dönüşüyordu bu? Çoğu zaman umursamaz ve kendinden başka kimseyi düşünmüyormuş gibi davrandığı açıktı.

“Ya tekrar büyük bir kavga ederseniz? Ya tekrar bir yerine bir şey olursa? O zaman o evi onun başına yıkmama kim engel olacak?”

Kaşlarımı şaşkınlıkla çattım. Bu sırada konuşmaya devam etti. “Yani demek istediğim sonuç olarak artık bir ilişkimizin olduğu açıkça ortada. Herkes biliyor. O baban olacak herif de sana ters yapamaz yani anlayacağın. Yaparsa rol icabı benim de sesimi çıkarmam gerekir. Yani beni uğraştırma Ferzan ve kendine zarar gelecek bir şeyler yapma.”

Dudaklarımı büktüm. “Etkileyici bir açıklama oldu doğrusu.”

“Sen ne bekliyordun ki?” Alaylı ses tonunu duyduğumda daha fazla konuşmamam gerektiğini anladım ve kısa kesip telefonu kapattım.

Burada olduğumu öğrenme ihtimali vardı ve şu partinin adamakıllı geçmesini istiyordum. Umarım bir sorun çıkmazdı…

Yarım saat kırk dakika kadar yalnız başıma bir köşede takıldıktan sonra pastanın da kesilmesiyle birlikte rahat bir nefes verdim. Lena mutlu gözüküyordu. Artık on sekiz yaşındaydı ve bu onu reşit yapardı. Eskiye oranla belki babam ona daha geniş davranırdı. Tabi buna kim inanabilir ki? O Uras Ferzan.

“Daha ne kadar burada yalnız başına oturacaksın acaba?” Bahadır koltukta yanıma oturduğunda bıkkınca soludum. “Bahadır canımı sıkacaksan çabuk kalk ve git.” Ellerini iki yandan havaya kaldırdı. “Tamam sakin ol biraz. Dün gece için üzgünüm. Ama bu sinirlenmekte haksız olduğum anlamına gelmez.”

“İstersen yüzde yüz haklı ol, inan bana ilgilenmiyorum.” Bakışları ara sıra kaşıma kaysa da bir şey demiyordu. İlk geldiğimde kısaca küçük bir kaza diye geçiştirmiştim.

Tükenmişçesine arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Bu hareketiyle birlikte kol kasları biraz şişerken bakışlarımı ondan alıp rastgele bir yere çevirdim.

“Alpaslan seni üzecek Lara. Hem de çok üzecek. O birisine mutluluk getirebilecek birisi değil. Ne yaşanıyor ya da yaşanmış olursa olsun.”

Gözlerimi devirdim. “Daha kaçıncı kez söylemem gerek bilmiyorum. Ama tercih bana ait. Sonunda ne olursa olsun.”

“En azından ben seni mutlu ederdim. Bunu öyle iyi biliyorsun ki…” Kafamı iki yana salladım. “Mutluluk her şeye yetmez Bahadır.” Omuz silkti. “Onda bende olmayan ne var peki?”

Verecek düzgün bir cevabım yoktu. Bu yüzden kaçtım. “Sanırım tuvalete gitmem gerekiyor.” Bana inanmadığını bilsem de kaçmak için daha iyi bir bahanem yoktu. Usulca yanından kalkıp merdivenlere yöneldim. Yukarı katta tuvalet olduğunu duymuştum. Basamakları hızlıca çıktıktan sonra gelen kavga sesleriyle birlikte kaşlarımı çattım.

Bu sesler Merve ve Kuzey’e aitti. Onlar kavga eder miydi ya?

“Senden nefret ediyorum Kuzey!” Kaşlarım hayretle havalandı. Bu cümleyi Merve’nin kurduğuna emin miydik?

“Çocuklar ne oluyor burada? İyi misiniz?” Sesin geldiği odaya girdiğimde ikisini karşılıklı dururken buldum. Merve’nin gözleri yaşlıydı. Beni görür görmezken burnunu çekti ve arkasını dönüp yüzünü silmeye başladı. Kuzey ise ruhsuzca ona bakıyordu. Dün gece ise çok daha başkaydı.

“Kafanı topla sonra bir daha konuşalım. Böyle bir yere varamayız.”

Kuzey yanımdan çekip giderken derin bir nefes aldım. “Merve cidden iyi misin? Neler oluyor? Sesiniz ta merdivenlerden duyuluyordu.”

Omuz silkti ve bana dönüp suratıma baktı umursamazca. Biraz bitkin duruyordu her zamanki halinin aksine.

“Önemli bir şey yok, biz arada sırada böyle tartışırız sonra barışırız. Problem yok. Sen dert etme.”

Yanımdan bir hışımla ayrıldığında halen dünden kalan bir siteminin olduğunu fark ettim. Alpaslan konusunda onlara duvar olmam canını sıkmış olmalıydı. Aslında ona sen çok haklısın diyebilmeyi çok isterdim. Merve dediklerinde haklıydı. Alpaslan kötü birisiydi ve ben şimdilik susmak durumunda kaldığım için oldukça canı sıkkın hissediyordum.

“Ev yanıyor!”

Aşağıdan dehşet dolu sesler duymaya başladığımda kaşlarımı çattım. Ev mi yanıyordu? Lütfen Alpaslan’ın bununla bir ilgisi olmasın!

Odadan çıktığım sırada birden bir elin ağzıma kapanmasıyla afalladım. Arkama tekme atmama zaman kalmadan elime küçük bir kağıt tutuşturuldu ve çıktığım odanın zeminine çok sert bir şekilde fırlatıldım. Saçlarım görüş açımı kapatırken hızla başımı kaldırdım ve koridora doğru baktım. Son anda merdivenlerden siyah kapüşonlu birinin indiğini görmem dışında başka bir şey fark edemezken elimdeki küçük buruşturulmuş kağıdı açtım. İçinde bir cümle yazıyordu.

‘Her şeyin bir bedeli vardır.’

 

Loading...
0%