Yeni Üyelik
17.
Bölüm

ATEŞ (17) Müttefik

@_ece_asena_

Su uyur ama düşman uyumaz diyorlar. Doğru. Peki ya kim bu kişi? Ya da birkaç saat önce olanlar için Alpaslan Kıraç’ı suçlayarak en basit yoldan gitmeye devam mı etmeliyim?

“Sen yaptın işte! Senden başka kim yapacak? Tabi ki de sen yaptın!”

Bana ağzı açık bir halde baktı ve ardından çok mantıklı bir şeyden bahsediyormuşçasına “Ben bir halt yapsam emin ol bunu açıkça yapardım.” dedi. Ardından da homurdandı. “Ama geçmişsin karşıma inatla kıytırık bir partiyi sabote etmek için evi ateşe verdiğimi ve eline bir kağıt tutuşturduktan sonra seni yere ittiğimi iddia ediyorsun. Biraz mantıklı ol, ben olsam seni yere itmek yerine benden gizli öyle bir yerde ne halt ettiğinin hesabını sorardım.”

Derin bir nefes aldım. Haklıydı. Sadece onu suçlamak şimdilik en kolay gelen şeydi.

Melih’in yazlığındaki ufak yangın büyümeden kontrol altına alınmış ve eve de çok zarar vermemişti. Kimse yaralanmamıştı. Bu planlı bir şeydi. Kesinlikle öyleydi. Her kim yaptıysa sadece göz dağı vermek istemişti ve bu biraz psikopatça bir eylem olmuştu. En azından tehdit iması içeren notunu kanla yazmamış olması içime su serpiyordu…

Şimdi ise buradaydım. Alpaslan ve abisinin evinde. Abisi evde yoktu ve bu tuhaf bir şekilde rahatlatıcıydı. Evde sadece ikimiz vardık. Lena’nın ve diğerlerinin yanından sinirli bir şekilde ayrılarak çat kapı buraya gelmiştim. Üstüne bir de büyük bir pot kırmıştım. Alpaslan’ın cidden partide olduğumdan haberi yoktu ve evde olduğuma inanmıştı. Kırk yılda bir sakinliği tutmuş, sinsilik peşinde olmamıştı onu da ben mahvetmiştim. Ah!

“Sen beni geç de asıl konuşulması gereken konuya gel bakalım… Kızım sen benden gizli nasıl oraya gidersin ya!”

Kaşlarımı çattım. Ben koltukta oturuyordum. O ise ayakta duruyordu. “Kardeşimin doğum günüydü bir kere!” Bana bu dediğimi önemsememiş gibi baktı. “Yemişim doğum gününü. Orada baştan sona beni sevmeyen insanlar varken nasıl öyle bir ortama girersin? Özellikle Bahadır varken?”

Derin bir iç çektim. “Nasıl mi girerim? Pardon da bunun bir sorun olduğunu sanmıyordum.” Onun her dediğini yapacak birisi değildim ve Alpaslan her geçen gün seviyeyi bir tık daha yukarı taşıyordu. Bu iyi değildi.

“Gayet de sorun. Sen benimle birlikteysen benimlesindir. Bitti! Artık Bahadır’ın etrafında olamazsın. Ben ya da çevremden birisi yanında olmadan onlara güvenemezsin. Çünkü sana zarar verirler.”

Asıl zararı o bana verirken bu dediği çok saçmaydı.

“Üstelik bu çok absürt. Onlarla takılman benim otoritemi zedeler. Çoktan zedeledi bile!”

Gözlerimi bıkkınca kıstım. “İnsanların bizi daha doğrusu seni o kadar taktıklarını zannetmiyorum Kıraç.” Kaşlarını çattı ve dişlerini sıktı. “Gerçekten asabımı bozmaya başladın Ferzan! İstersen bir kendine gel yoksa işlerin ben nasıl istersem öyle ilerleyeceğini sana tekrardan hatırlatmam gerekir! Unutma, bu içinde olduğumuz oyun karşılıklı değil! Ben kurdum ve kuralları da ben koydum!”

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sabretmek çok zordu ve onu parçalamamak için zor tutuyordum kendimi. İşin kötüsü haklıydı. Beni tehdit edip saçma bir oyuna sokan kendisiydi. Kuyruğumu dik tutacağım derken saçma bir zorluğa sokabilirdim kendimi. Alpaslan beni o zor duruma sokmaktan çekinmezdi.

Sessizliğimi bir kabulleniş olarak algıladığında konuşmaya devam etti karşımdaki koltuğa oturup.

“Şimdiye kadar açık olamamak benim suçumdu sanırım. Öyleyse şimdi net bir şekilde belirtiyorum. Bahadır ile yan yana gelmiyorsun bu saatten sonra. Yanında ben ya da benim güvenebileceğim birisi olmadan Bahadır’ın çevresinden birileriyle de aynı ortama girmiyorsun. Her ne sebeple olursa olsun kızlarla falan bulaşacak olursan bile bana bir mesaj atıyorsun ne yapacağına dair. Bugünün bir tekrarı olursa senin açından temin ediyorum ki çok kötü şeyler olur. Babanla gizlediğiniz o büyük sırrı Lena’ya söylerim derken gayet ciddiydim.”

Boğazını temizledi ve yutkundu. Başını aşağı yukarı sallayarak “Zaten planın asıl önemli kısmını geçtik. Herkes bir ilişkimiz olduğunu düşünüyor artık.” diye mırıldandı. Tek kaşımı kaldırdım. “Bu daha ne kadar böyle devam edecek acaba?” Sırıttı. “Daha yeni başlıyoruz Ferzan, sakin ol.” Yüzündeki alaylı ifade silinirken biraz önceki konuyu teyit etmek istedi. “Biraz önce dediklerimde okeyiz umarım?”

Derin bir iç çektim. “Şimdilik.” Onu bunaltıyormuşum gibi baktı ve kafasını iki yana sallayıp koltuğun üzerindeki küçük not kağıdını ilk geldiğimde yaptığı gibi tekrar eline aldı.

“Her şeyin bir bedeli vardır. Peh.” Kendi kendine konuşurken büyük bir ciddiyetle gözlerime baktı. “Daha önce böyle bir şey oldu mu?” Kaşlarımı çattım. “Hayır, olmadı.” Bir eliyle ensesini kaşıdı ve dudaklarının arasından sıkıntılı bir soluk bıraktı. “Bu her kim ise bulmamız lazım. Meselenin seninle bir ilgisi olmayabilir. Benimle sorunu olan birileri sen yoluyla canımı sıkmak isteyebilir ve ben öyle şeylerle kafa ağrıtmayacak kadar yorgunum. Demem o ki bu piç her kimse bir an önce bulmamız lazım.”

Kollarımı göğsümde birleştirdim. Konunun sonunda mantıklı bir şeylere gelmesi dikkatimi çekmeye başlamıştı. Enteresan olansa ilk defa oyun olmadan ortak olmamız gereken bir konu vardı gündemde. Bu bizi bir yönden müttefik kılardı. “Nasıl bulacağız? Yüzünü bile görmedim.”

Dudağının kenarı sinsice yukarı kıvrıldı. “Evin etrafında dolanan birkaç adamım yangından hemen önce aceleyle uzaklaşmaya çalışan birini görünce kenara çekmişler ve biraz sohbet etmişler desem?”

Bedenim sinirden gerilirken homurdandım. “En başından beri orada olduğumu biliyordun!” Güldü ve omuz silkti. “Eh, evet. Her yerde gözüm ve kulağım var diyelim biz ona.” Gözlerimi devirdim. “Madem biliyorsun neden bilmiyormuş gibi davrandın!” Dudaklarını büktü. “Bilmem, sadece eğlenmek ve biraz benden gizli bir şeyler yapabilirmişsin gibi hissetmeni istedim sadece.”

Ofladım. “Tam bir…” Tek kaşını kaldırdı. “Tam bir ne?” Omuzlarımı düşürdüm. “Hakareti bile hak etmiyorsun Alpaslan.” Duraksadım ve asıl konuya geri döndüm. “Neyse, ne anlatmış çocuk?” Dilini alt dudağında gezdirdi kısa bir an. “Öncelikle tanıdık birisi değil, daha doğrusu sadece bir piyon diyelim. Daha üstte birileri var ve çocuktan sadece bir adres koparabilmişler döve döve.”

Rahatsız edici bir sıcaklık bedenimi ele geçirdiğinde bileğimdeki lastik tokayla saçlarımı toplamaya başladım. Bu sırada bir yandan da konuşuyordum. “Daha üstte birisi? Demek kim ise bu kişi doğrudan bize yüzünü göstermek niyetinde değil. Bu yüzden de başka kişilerle işini görüyor. Peki ne adresi vermiş çocuk?”

Parmaklarını ses çıkartarak bükerken omuz silkti. “Bir yer altı kumarhanesinden bahsetmiş.” Gözlerimi kıstım. “Kumarhane mi? Ne alaka?” Kollarımı göğsümde birleştirirken bir bacağımı da diğerinin üzerine attım. Bu sırada Alpaslan büyük salonun köşesindeki içki bar kısmından kendisine viski doldurmakla meşguldü. Allah aşkına öğlen vakti ne viskisiydi bu?

Kristal bir bardakla koltuğa tekrar oturduğunda bardaktan hatrı sayılır bir yudum aldı ve dudaklarını büktü. “Asıl bizi ilgilendiren gizli kişi her hafta cumartesi günü bu mekana gidiyormuş. Bugün de günlerden cumartesi. Anlayacağın o kumarhaneye gideceğiz.”

Yüzümü buruşturdum. “Gidip ne yapacağız orada ya?” Omuz silkti. “O şerefsiz her kimse bize bir hamle daha yapmadan bizim onu bulmamız lazım. Yoksa işlerin rengi daha da değişecektir ve bu basit bir not bırakmakla kalmayacaktır.”

Derin bir nefes aldım. Gizli düşman -sanırım böyle diyecektim ona- her kimse bizi tuzağa da çekiyor olabilirdi. İşini hallettirdiği birisi öylece adresini veriyor olamazdı. Bu işin içinde bir iş vardı.

Kafamı iki yana salladım. “Kesinlikle bu işin içinde bir iş var Kıraç. Durduk yere kolayca o kişinin adresini öğrenmiş olamayız. Bu bir tuzak olabilir.” Omuz silkti. “Olabilir, yine de elimize bir adres geçti. Tuzağa da gidecek olsak oraya gideceğiz.”

Asabım çok bozulmuştu. Neden durduk yere kendimizi ateşe atıyorduk? “Ben neden geliyorum ki? Çok meraklıysan sen git!” Kafasını ‘olmaz’ dercesine hareket ettirdi. “Olmaz. Tehlike esnasında güven çemberimin dışında olman ortalığı iyice karıştırır. Temiz bir planla hareket etmek istiyorum. Bu nedenle yanımda durman en mantıklısı.”

Yanağımın içini dişledim. Ne güven çemberinden bahsediyordu? Koskoca Uras Ferzan’ın kızıydım. Eve giderdim ve koskocaman bir güven çemberinin içerisinde olurdum. Olurdu biterdi.

“Eve giderim işte. Babamın kaç tane koruması var senin haberin var mı acaba?”

Komik bir şey söylemişim gibi sırıttı. “Evet haberim var. İki kere gizlice girip çıktığım için az çok bakma fırsatım oldu.”

Omuzlarımı düşürdüm. Resmen bas bağırdığı bir gerçek vardı. Eve gizlice elini kolunu sallaya sallaya girip çıkmıştı. O yaptıysa başkası da yapabilirdi. Yani aslında evde de güvende sayılmazdım.

“Neyse. Birazdan Asrın ve Kaan gelecek. Bu akşam beraber o kumarhaneye gideceğiz ve kimin ne derdi varmış öğreneceğiz. Sadece tek bir risk alacağız, o da sadece dördümüzün gidecek olması.”

Gözlerim hayretle büyüdü. Sabırsız bir halde dudaklarımı araladım. “Sadece dördümüz mü? Aklını mı kaçırdın sen ya! Onca adamın var rahat mı batıyor sana?” Gözlerini devirdi. “Hemen laf atma! Bir bildiğim var herhalde. Herhangi bir köstebek riskine girmek istemiyorum. Sadece dördümüz olursak ketenpereye gelmeyiz en azından.”

Dişlerimi sıktım. “Bir sürü riske girmekten çekinirken bizi daha büyük bir riske atıyorsun!”

“Çok konuşuyorsun Ferzan, biraz sus ya!”

Hah, çok konuşuyormuşum. Aptal herif.

Bir günüm de sakin geçse şaşarım zaten!

***

“Ben bu kıza zerre güvenmiyorum Alpaslan. Asıl tehlike içimizde şu an.” Evet, Asrın ve bana olan huysuzluğu. Artık alıştım sanırım…

Alpaslan ve ben önde, Asrın ve Kaan arkada otururken arabanın sessizliğini hemen saniyeler öncesinde bozan kişiye gözlerimi devirdim. Bence o kadar da sevilmeyecek birisi değildim ya da biraz öyleydim tamam. Yine de bu yüzüme nefret kusulması gerektiği anlamına gelmiyordu.

“Asrın onu bunu geç de işe odaklan. Birazdan hiçbir adam olmadan bir mekana gireceğiz ve orada çok da iyi niyetli kişiler olmayacak. Ferzan’a odaklanmak yerine kafanı buraya topla.”

Alpaslan üzerindeki siyah takım elbiseyi düzeltirken bense sessizce duruyordum. Üzerimde kırmızı dizlerimin üzerinde biten kırmızı bir elbise vardı. Ayaklarımda ise siyah bir ince topuklu. Şık olduğum bariz…

Gireceğimiz kumarhaneye gayet normal bir şekilde girecek ve Kaan’ın kulaklarımıza yerleştirdiği küçük kulaklıklarla iletişimde kalacaktık. Plan oldukça basitti. Alpaslan’a göre tabi. Yüzünü bile görmediğimiz bir düşmanı yüz ifadesinden anlayacak ve fişini çekip çıkacaktık. Sanki çok kolay bir şeyden bahseder gibi davranmıştı ve bu asap bozucuydu.

“Herhangi bir aksilik olursa ne yapacağımı biliyorsun Alpaslan.” Asrın tekrardan konuşurken Kaan sessizdi. Alpaslan bıkkınca soludu ve ona dikiz aynasından baktı. “Sana evden çıkmadan önce yeterli bir açıklama yaptığımı sanıyorum.”

Ne açıklaması hakkında konuştuğunu bilmiyordum. Muhakkak benden gizli konuştukları şeyler olduğunun da farkındaydım doğal olarak. Bana güvenmemeleri normaldi. Kaldı ki Alpaslan zaten güvenmezdi.

“Hadi inin, başlıyoruz.”

İstanbul’un izbe ve ucut semtlerinden birindeydik. Arada derede kalan yerlerin birinde… Normal bir bara girdiğimizde kaşlarımı çattım. Kumarhane derken daha elit bir yer beklemiştim doğrusu.

“Yanımdan ayrılma.” Elimi tutarak yürüyen Alpaslan’a gözlerimi devirdim. Yanından ayrılmaya zaten pek de niyetim yoktu. Böyle paspal bir yerde yapacak daha güzel bir şey de yoktu zaten.

Barın kenar kısmındaki koridora girdiğimizde biraz ilerde bir asansörle karşılaştık. Eski duruyordu. Bineceğimizi anladığımızda omuzlarımı düşürdüm. Umarım içindeyken arızalanmazdı.

Asansöre binip eksi bir kata basıldığında ampül yavaştan yanmaya başladı. Doğru. Yeraltı kumarhanesi derken gerçekten de anlamını karşılayan bir yere doğru gidiyorduk.

Kumarhanenin bulunduğu yere girdiğimizde derin bir nefes çektim içime. Burası zengin ve oldukça mafyatik bir havaya sahipti. Kadınlı erkekli herkes de lüks ve tehlikeli bir sinerji kol geziyordu. Giyim kuşam olarak da baya üst seviyeden oldukları kesindi. Yanlarında abartılı durmuyordum.

Büyük masaların kapladığı salonda Asrın ve Kaan bizimle birlikte değilmiş gibi zıt bir tarafa yürürken biz ise bar kısmına doğru ilerledik. Yan yana ayaklı sandalyelere oturduğumuzda etrafı incelemekle meşguldüm. Ters bir yüz ifadesi ya da bir aksilik yoktu şimdilik.

“Gözünüzü dört açın. Bu gece bu iş bitecek.”

Alpaslan bana bakarak konuşurken aslında muhatabı Asrın ve Kaan’dı. Etrafa çaktırmamaktı niyeti.

“Bir şeyler ister misiniz?” Barmen adam konuştuğunda Alpaslan adını bilmediğim bir şeyden iki adet istedi ve bana döndü. “Tedirgin gibisin?”

Sırıttım. Üzerimde durgun bir havanın hakim olduğu kesindi. Ancak ben kolay kola tedirgin olmazdım.

Ağzımdan ‘cık’ diye bir ses çıkardım. Bu hareketime gülümsedi. “Güzel.”

İçkiler yanımızda yerini aldığında kafamı iki yana salladım. “İçmeyeceğim ben.” Bana laubali bir halde baktı. “Ortama ters şekilde davranmayı bırak. Göze çarpman amaçlarımız arasında yok.”

Ofladım ve elime bardağı alıp sarı içkinin tamamını tek bir dikişte içtim. Yüzümü bile buruşturmamam Alpaslan’ın dikkatini çekerken güldü. “Allah’ın manyağı böyle daha çok göze çarpılası duruyorsun.”

Cümlesi beni de güldürürken kendimi toparladım ve burnumu çektim. “Hı hı, kesin öyledir.”

“Şu siktiğimin flörtünü kesin de işe odaklanın amına koyayım! Buraya ne amaçla geldik ne halt ediyorsunuz?”

Kaan’ın sesiyle birbirimize bakakalırken yutkundum. Flört ettiğimizi düşünmüyordum. Ancak dışarıdan bariz bir şekilde böyle duruyoduk ve bu gerici bir durumdu. Çünkü sanırım bu isteyerek ya da planlı olmamıştı.

“Aha, buldum!” Asrın’ın sesi geldiğinde onlara baktım. Kıyıda köşede bir masada oturuyorlardı ve sanki buraya takılmaya gelmiş iki kişi gibiydiler.

“Neredeler?” Alpaslan benim kulağıma doğru eğilir gibi yaparken konuştu. Bu sırada tekrardan Asrın’ın sesini duydum.

“Bir adam Kaan ve beni görünce bariz şekilde gerildi. Masadan kalkıp üç dört adamıyla kenardaki koridora yürüyorlar şu an.”

Alpaslan ayaklandı ve fısıldadı. “Tamam kalkın peşlerinden gidiyoruz. Çabuk olun.” Konuşmayı bitirdiğinde bana döndü ve kararlı bir şekilde baktı. “Sen burada kalıyorsun ve hiçbir yere kıpırdamıyorsun. Tamam mı?”

Gözlerimi kırpıştırdım ve kafamı iki yana salladım. “Alpaslan bu kadarı da mantıklı değil. Çok acele ediyorsun. Bu kadar kolay olamaz.” Ofladı. “Sadece tetikte kal ve benden haber bekle. Olası bir durumda seni yönlendireceğim.”

Gözlerimi derin bir nefes alarak kapatıp açtım. “Tamam, dikkatli olun.” Son dediğimden sonra dudaklarım aralık kalırken gitmek için hazırlanan Alpaslan da bir anlığına duraksadı. Yutkundu. “Tamam.”

Onun gidişini ve gözden kayboluşunu izledikten sonra tekrar etrafı izlemeye başladım. Etrafta herhangi bir sorun yoktu. Kulağıma gelen kavga sesleri dışında… Alpaslan ve diğerleri peşine düştükleri adamlarla oldukça temaslı bir tartışma içerisinde olmalıydılar. Fazla önemsediğim söylenemez. Üstesinden gelebileceklerine inanmasalardı baştan buraya gelmeyi göze almazlardı diye düşünüyordum.

“Amacın sadece burada oturmaksa bir kumarhanede ne işin var güzel kız? Bunun için şehrin geri kalanında yüzlerce bar var.”

Hemen yanımdan bir erkek sesi geldiğinde başımı soluma çevirdim. Sırtım tezgaha yaslı olduğu için yüzüm insanlara dönüktü ve onları izlerken yanıma birisinin oturduğunu fark etmemiştim.

Kaşlarımı çattım. Buraya geldiysem illa kumar mı oynamam gerekiyordu? Sanırım öyleydi, ama bu yine de bir yabancıyı ilgilendirmezdi.

“Pardon, anlamadım?”

Sırıttı ve barmene istediği içeceğin adını söyledikten sonra bana baktı. Benden yaşça biraz büyük duruyordu ve yüzü en az Alpaslan kadar keskin bir mizaca sahipti. Şakağının biraz aşağısında ufak bir bıçak yarası izi vardı.

“Diyorum ki geceliğin ne kadar? Oyun oynamadığına göre kendine bir av arıyorsun.”

Dudaklarımı sinirle araladım. Bu sırada kulağımda Alpaslan’ın sesini duydum. “Ne oluyor lan orada? O herif sana ne saçmalıyor?”

“Ön yargılarınız boyunuzdan büyük duruyor beyefendi. Ancak sandığınız gibi bir eskort değilim. Saçma yargılarınızı kendinize saklayın.”

Beni zerre umursuyor gibi durmuyordu. Ancak konuşacak samimiyeti kendinde görmüştü. Saygısız adam. Burada takılan birinden ne beklenirdi ki?

“Öyleyse ön yargılarım dışında başka bir şey konuşalım Lara Ferzan. Hazır sevgilin ve arkadaşları da ayak altında dolanmıyorken.”

Bedenim kaskatı kesilirken arka plana atılamayacak bir tespitle karşı karşıya kaldım.

Tespit bir: Bu adam o kişi.

“Sen o kişisin. Bana o notu veren.” Alpaslan’ın duyması için özellikle cümlemi vurgularken kulağımda Alpaslan’a ait edepsiz bir küfür yankılandı. “Ya demek o herif senin yanında şu an!”

Omuzlarım bıkkınlıkla düşerken bu kadar riskli bir plana dahil olmanın sonucunun zaten böyle olacağını az çok tahmin ediyordum.

Benim merak ettiğim şey bu adamın kim olduğuydu. Benimle bir ilgisi olamazdı. Çünkü onu tanımıyordum bile. Alpaslan ile bir ilgisi olmalıydı.

“Evet, benim.” dedi gayet sıradan bir şey diyormuş gibi. Ardından devam etti. “Küçük gösterimi beğendin mi?” Öğlen olanları kast ediyordu. Dişlerimi sıktım. “Derdin ne senin?”

Burnunu çekti ve içkisinden yudumladı. “Zamanı gelince anlarsın.” Sabırlı bir soluk çektim ve tekrardan sordum. “Derdin Alpaslan ile mi? Eğer öyleyse düşündüğün kadar iyi bir yem değilimdir. O sandığından daha duygusuz.”

Kahkaha attı bu ikna edici cümleme karşın. “Güzel kız bu kadar korkmana gerek yok. Merak etme sadece Alpaslan ile derdim yok. Seninle de bir hesabımız var. Bugün olmasa da bir gün göreceğimiz bir hesap.”

Derin bir nefes verdi sahte bir hüzünle. “Şimdilik gitmem gerek. Daha sonra görüşürüz. Tabi altı dakika sonra tüm kumarhaneyi yerle bir edecek birkaç bombadan canlı çıkabilirseniz.”

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdüğünde güldü ve beni işaret etti çenesiyle. “Bu arada pek iyi gözükmüyorsun. Umarım bir şeyler içerken dikkat etmişsindir.”

Kahretsin! Gerçekten de son on dakikada arka plana atmaya çalıştığım bir baş dönmem vardı ve bunu kafama diktiğim içkiye yormuştum. İçki… Tekrardan kahretsin! İçtiğim şeye bir şey koymuşlardı!

Ellerimde stresli olduğum için bir titreme başlarken yanımda oturan adam keyilfi bir şekilde oturduğu yerden kalktı ve salonun çıkışına yürüyüp gitti.

Baş dönmem artarken Alpaslan’ın tüm konuşulanları duyduğunu biliyordum. Beni yanıltmadı ve bağırdı. “Ferzan!” devam etti. “Çabuk kalk ve koridordaki ikinci kapıyı aç! Kilitli kaldık burada. Adamları hallettik ama bomba patlamadan çıkmamız lazım!”

Birden elime geçen bir koz fark ettim. Kapana kısılmıştı ve bana ihtiyacı vardı. Çocukların fark edemeyeceği şekilde ona hitaben konuştum.

“Sizi kurtaracağım aşkım! Ama buradan bir çıkalım her şey çok değişecek haberin olsun!”

Bunun anlamı şuydu: Seni kurtaracağım ve buna karşılık saçma oyunumuz nihayet bitecek.

Karşı taraftan çıt çıkmazken Alpaslan konuştu yine. “Bak balım, çiçeğim, hayat sevincim sen şimdi bana trip atmayı bırak da gel bizi şuradan bir çıkar. Ondan sonra her şey istediğin gibi olur zaten merak etme!”

İstemsizce sırıtırken koridora girdim ve kapıya doğru sendeleyerek yürümeye başladım. Kapının önüne geldiğimde anahtar deliğinin boş olduğunu fark ettim. Zaman daralıyordu ve kapıyı kilitleyen kişi anahtarı da beraberinde götürerek işleri oldukça zorlaştırmıştı.

“Bir sorun mu var güzelim?” Yan tarafımdan bir adam sesi duyduğumda kafamı çevirip bana konuşanın bir koruma olduğunu fark ettim. Kulağında kulaklık vardı ve bana inceler şekilde bakıyordu. Flörtöz bir şekilde. Ben de bunu bozmadım tabi. Onu kullanmalıydım. Yoksa burada patlayacaktık.

“İçeride kız arkadaşım kaldı. Kapıyı kırabilir misiniz acaba?”

Evet, adama resmen kapıyı kırması için ricada bulundum. Adamsa bana sırıtarak baktı. “Sonucunda ne alacağım?” Gülümsedim. “Ne istersen.”

Adam bana son kez bakıp kapıya doğru ilerledi. Alpaslan ve diğerleri kapı içeriye doğru açıldığı için kıramamış olmalılardı. Bu adamın ise iki tekmesi kapının menteşelerinin sökülmesi için yeterli oldu.

İçeriden Alpaslan ve diğerleri çıkarken bakışlarım içerideki dayak yemiş baygın adamları buldu. Fena benzetilmişlerdi. Kapıyı kıran adamın bana olan bakışlarını fark ettiğim anda Alpaslan nefes nefese bir şekilde korumaya sert bir kafa attı ve tükürürcesine konuştu. “Al gördün sonunda ne alacağını şerefsiz herif!”

“Lan hadi patlayacağız şurada kaçalım bir an önce!” Kaan hızlıca koşmaya başladığında Asrın da onu takip etti. Alpaslan hızlıca elimi tutup koşmaya başladığında onun hızına yetişmekte güçlük çekiyordum. Sanki bir saunanın içerisinde gibiydim. Terlemeye başlamıştım ve bir ateş basmıştı. Dudaklarımda ve boğazımda ilginç bir kuruluk hissediyordum. Başım gitgide daha da hızlı dönüyordu ve bu çok feciydi.

“Alpaslan ben iyi değilim.” Hiçbir şey olmadığını düşünerek keyifli oyunlarına devam eden insanların arasından sıyrılıp salondan çıktığımızda Alpaslan beni çevik bir hareketle sarsamamaya çalışarak kucağına aldı. “Biliyorum duydum o herifi. İçkine bir şey katmış olmalılar ama sakin ol. Şimdi buradan çıkacağız ve seni hemen hastaneye yetiştireceğim tamam mı?”

Ona cevap veremeyecek kadar zihnim yavaşlamaya başlamışken asansöre bindik ve Kaan yukarı katı tuşladı hızlıca. Tekrardan bar kısmına çıkıp çıkışa ilerlemeye başladığımızda aşağıdan büyük bir patlama sesi geldi. Etrafımda olup bitenleri çoktan kaçırmaya başlamışken tek duyduğum insanların hayret dolu sesleriydi.

Soğuk hava yüzüme vurduğunda dışarı çıktığımızı anladım. Ne kadar süre geçtiğini kestiremiyordum. Alpaslan’ın Asrın’a bağırdığını duydum bir an. “Asrın, bilinci kapanıyor iyi değil!”

“Tamam sakin ol, tanıdık bir doktoru arıyorum şimdi!”

Gözlerimi bir anlığına açtığımda arabada olduğumu fark ettim. Alpaslan yüzümü tutuyor ve beni uyanık tutmaya çalışıyordu. Bu sırada Asrın’a öfkeyle bağırdı. “Hastaneye sür şu arabayı Asrın! Riske atmayacağım onu!”

Yutkunmaya çalıştım. Ama boğazımdaki kuruluğu gidermeye yetmedi bu. Alpaslan’ın hızlı soluklarını yüzümde hissederken fısıldayışını da işittim. “Ferzan, konuş benimle!”

Dudaklarımı araladım. “Seni kurtardım…” Yutkunmaya çalıştım. “Ve bir şeyler artık bitti. Bunu biliyorsundur umarım? Karşılıksız bir kurtarış değildi bu…”

Sesimi bir tek Alpaslan duyuyordu. Diğerlerinin duyamayacağı kadar kısıktı. Alpaslan’ın iç çekişini duyduğumda bilincimi kaybetmeden hemen önce son kez sesini işittim.

“Öncelikle iyi olacaksın. Sonrasına sonra bakacağız.”

 

Loading...
0%