Yeni Üyelik
21.
Bölüm

ATEŞ (21) Yakmaktan Çok Yandığını Anladığında

@_ece_asena_

Yakmaktan korkmayan bir tarafım olduğu doğruydu. Peki yanmayı ne derece göze almıştım? Bu konuda net bir fikrim yoktu. Hayatı, yakan ve yanan insanlar olmak üzere iki grubun oluşturduğunu düşünürdüm. Ama yanıldığım bir nokta vardı. Yakarken bir şekilde de yanardın. Yandığın zaman da yakmanın yollarını arardın. Bu noktayı biraz kaçırmıştım.

Her türlü mesele bir şekilde halledilirdi. Halletmeye çalışmıştım içimde bir yerlerde. Peki kalbimin problemleri nasıl halledilecekti? Her ne kadar kabul etmesem de ister istemez Bahadır’a karşın sert duruşumun aksine yumuşamaya başlamıştım ve bu yaptığım en büyük aptallıklardan biriydi. Diğeri ise Alpaslan’a olan tutumumun değişmesiydi. Ona lüzumsuz bir güven duyma eğilimine girmiştim ve aramızdakinin sadece bir oyundan ibaret olduğunu unutmak benim eksikliğimdi.

O güvenilmez ve birkaç arkadaşı dışında kimse tarafından sevilmeyen bir çocuktan başka bir şey değildi. Her zaman abisinin kalitesi ardında bir gölgeye hapis kalacağı barizdi. O karanlıktaydı. Belki de karanlığın kendisiydi. Kendim zaten karanlıktım. Ama en azından kendi karanlığıma alışmıştım. Yol iz bilmediğim bir karanlığa sürüklenmek belki de gerçekten mantık dışıydı.

İstanbul’da kalmayı istemek mantık dışıydı. Ama bir o kadar da burada kalmak istiyordum. Kimseden kaçmayacaktım. Bu hayatımın en saçma kararı olsa da burada kalıp savaşmak, dimdik durmak yapmam gerekendi kendimce…

Arabayı müsait bir yere park edip Araf’ın mekanına girdiğimde yüz ifadem oldukça düzdü. Personeller daha önceden tanıyıp gördükleri için girerken ses çıkarmamışlardı. Aksi takdirde durdurup kimlik kontrolü yapacaklarına adım kadar emindim.

Buraya gelmem dört beş saatimi almıştı. Okuldan çıktıktan sonra direkt buraya gelememiştim. Biraz sahile gidip kendimi dinlemiş ardından sakinleşip öyle yola çıkmıştım. Çocuklar merak etmiş olmalıydılar, yani özellikle Esila. Ama umursayacak konumda değildim.

Mekanın asma katına çıktığımda onları köşede bir masada otururken gördüm. Yanlarına gidip kendimi boş bir kısma bıraktığımda hepsinden önce Alpaslan baktı bana neler olduğunu görmek istermişçesine.

“Bir an hiç gelmeyeceksin sandık!” Kaan yine keyifli bir halde konuşurken onu umursamadım ve omuz silktim. Esila da konuştu. “Gerçekten Lara! Bizi mi ekecektin yani?” Ona baktım. “Geldim işte Es. Buradayım. Ektiğim falan yok, trafik yoğundu anca gelebildim.”

Kucağımdaki çantada bir titreşim hissettiğimde telefonumun çaldığını anladım. Muhtemelen son bir saatte olduğu gibi yine Bahadır arıyordu. Sanırım Melih’in bana her şeyi anlattığı haberi çoktan ulaşmıştı.

“Hoş geldiniz!” Araf’ın sesini duyduğumda girdiğim transtan çıktım ve ona baktım. Bakışları beni bulduğunda kaşları çatıldı. Böyle bir masada oturacağımı beklemiyor olmalıydı. “Hayırdır, yeni arkadaşlar mı ediniyorsun kuzen?”

Omuz silktim. “Öylesine. Takılmaca diyelim.” Alpaslan’a kaçamak bir bakış attı ve “Bir ara şu şey işini görüşür müyüz? Yeni postayı?” diye mırıldandı. Alpaslan kafasını yavaşça olur der gibi sarstı. “Bakarız. Şu sıralar kafam karışık. Toplayınca başka bir zaman uğrarım buraya.”

“Güzel… Lara sen benimle bir gelsene? Bir şey diyeceğim.”

Gözlerimi devirdim ve masadan kalkıp Araf’ın peşinden gitmeye başladım. Bir köşeye geçtiğimizde bana öfkeli bir halde baktı. “Kızım sen manyak mısın? Ne işin var Kıraç’la?”

Dudaklarımı büktüm. “Gelişmelerden haberdar değil misin? Son günlerde onunla flört edip ayrıldım bile. Şimdiyse ilişki sonrası arkadaşlık evresindeyiz sanırım. Tatlı ilerliyor.”

Bana hayretle baktı. “Ne! Yok artık, ne işin var lan onunla? Bir kere o öyle işleri sevmez. Kızlarla münasebeti temaslı randevulardan ibarettir. Umarım onunla…”

“Saçmalama Araf. Bir şey olduğu yok. Sadece takıldık işte. Bir iki buluşma o kadar. Onun pislik dünyasına dahil değilim.”

Omuz silkti. “Yani uyarmadı deme, daha önce de dedim. O pek tekin birisi değildir. Kafası gider gelir ne yapacağı belli olmaz. Dikkatli ol. Asrın ve Kaan onun bir alt sürümü gibidirler. Yani daha dost canlısı.”

Kaşlarımı çattım. “Valla Asrın da pek bir yabani. Doğru düzgün iletişim kurabildiğim söylenemez.” Bana ‘boş ver’ dercesine baktı ve iç çekti. “Kurmasan da olur. Fazla samimi olmaman en iyisi.” Dediğinden sonra ben de bir iç çekerken acaba kumarhane olayından bahsetsem ne olur diye düşündüm. Ardından şimdilik vazgeçtim. Henüz birilerine bahsetmek için fazla şaibeli bir durumdu bence.

“Neyse ben gitsem iyi olur artık.” Araf ile ayrılıp tekrardan masaya dönecekken buraya doğru gelen Bahadır görüş açıma girdi. Ne işi vardı burada ve nasıl haberdar olmuştu? Ofladım ve masaya dönmekten vazgeçip merdivenlere doğru ilerledim. Onu basamakların yarısında karşılayıp tekrar aşağı inmesi için itelerken onunla konuşacağımı anlayıp zorluk çıkarmadı. Koridordaki yangın merdiveni kapısından geçip mekanın yan tarafında kalan bir ara sokağa çıktığımızda birden bedenimi saran ani soğukla birlikte kollarımı birbirine sardım. Hava birden birkaç derece düşmüş gibiydi.

“Bahadır ne söyleyeceksen söyle. Sonra da git.” Ona kendimden emin bir şekilde bakarken yüzümdeki keskin ifade moralini bozmuş gibiydi. Yutkundu ve ellerini iki yandan havaya kaldırdı. “Önce beni güzelce dinle…”

“Burada oturup kırk saat seni dinlemeyeceğim Bahadır, uzatma ve çabuk ol!”

Omuzlarını düşürdü ve bana yanaştı. Ben ise geriye doğru bir adım attım. Bu canını sıkmış gibi gözükürken konuşmaya başladı. “Melih sana ne anlattı bilmiyorum ama işler sandığın gibi değil.”

Ağzımdan ‘hah’ diye bir nida döküldü. Beni kandırabileceğini mi sanıyordu gerçekten? Öyleyse fena yanılıyordu.

“Her şey açıkça ortada değil mi sence de?”

Kafasını iki yana salladı. “Ben seni seviyorum.” Kaşlarımı çattım. “Sana inanmıyorum Bahadır.” Yutkundu. “Tüm mesele gerçekten bu mu? Bana inanabilsen bizim için bir şans olabilir mi…”

“Hayır olamaz. Çünkü sana asla inanmayacağım.” Biraz duraksadım ve ardından iç çekerek devam ettim. “Kahretsin ki az kalsın sana karşı bir şeyler hissetmeye başlayacaktım içten içe. Seni üzdüğüm için ve canını yaktığım için ben de üzülüyordum. Ama haketmiyormuşsun.”

Yüzünü buruşturdu. “Lara ne üzülmesinden bahsediyorsun sen? Gittin ve o Alpaslan denen herifle sevgili oldun! Hepimize karşı onu tuttun! Şimdi kalkmışsın benim için üzülmekten bahsediyorsun?”

Derin bir nefes aldım. “İşler sandığın gibi değil.” Omuzlarını düşürdü. “Anasını satayım madem işler ikimiz açısından da sanıldığı gibi değil öyleyse konuşalım ve birbirimizi anlayalım.”

Kafamı iki yana salladım. “Senin açıklanabilir bir tarafın yok. Şimdi beni rahat bırak. Çünkü sana baktıkça nefesim daralıyor ve bunalıyorum şu soğukta.”

Bana tekrar yanaşmak için yeltendiğinde geri çekildim ve yangın kapısına yürümeye başladım. “Beni rahat bırak.”

Yangın kapısını açıp içeri girdiğimde Alpaslan’ın yüzü ile karşılaşmam ufak bir şok yaşamamı sağlarken yutkundum ve “Ne yapıyorsun burada?” diye mırıldandım.

Bana dudaklarını bükerek baktı ve ruhsuzca konuştu. “Sevdiceğinle olan yüzleşmeni dinlemekle meşguldüm.” Kaşlarımı çattım. “Ne saçmalıyorsun sen?” Omuz silkti. “Yukarıdayken onun geldiğini gördüm. İkiniz buraya çıkınca da dinledim biraz. Ne acıklı. Oturup iki dakika konuşsanız her şey ne kadar da çözülesi olacak kim bilir? Bir de şu Bahadır’ın kız mevzusunu öğrenmişsin, ben de ne zaman öğreneceksin diye bekliyordum öyle.”

Yüzümü buruşturdum ve tısladım. “Çekil önümden. Senden de nefret ediyorum.”

“Belki de sana gerçekten benden nefret etmen için bir sebep vermeliyim. Belki de gerçekten kötü yanımı görmelisin…”

Telefondan bir numara çevirdi ve arama tuşuna bastı. Ekranı bana çevirdiğinde aradığı kişinin Lena olduğunu gördüm. Omuzlarım düştü yorgunlukla. “Yapma bunu, sırası değil.”

Sırıttı sahte bir şekilde. “Belki de tam sırasıdır. Amaç senin de canını yakmak değil miydi?”

“Alo?” Lena’nın sesini duyduğumda ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ve yanan gözlerim eşliğinde arkamı döndüm Alpaslan’a.

Bunu yaptığına inanamıyordum.

“Ben Alpaslan… Seni babanın ve ablanın senden sakladığı bir sırrı söylemek için aradım. Lena, annenin sizi terk etmediğini, aslında öldüğünü biliyor muydun?”

Tüylerim diken diken olurken Alpaslan telefonu onun suratına kapattı. Bunu telefondan gelen sesten anlarken hırsla arkamı döndüm ve ona öfkeyle baktım. Bu sırada o konuştu acımasızca. “Oyun şimdi resmi olarak bitti sanırım ha? Olması gerektiği gibi?”

Ona diyecek söz bulamazken içimde dolup taşan hislere yetişemiyordum bile.

Hızla yangın kapısından uzaklaşıp tekrar mekanın merkezine girdiğimde ayaklarım her attığım adımda birbirine dolanacak gibi oluyordu. Ani stres ve sahilde içtiğim birkaç içecek tüm bünyemi yerle bir etmişti.

Birden elinde içecek olan iki kişiye çarpıp yere düştüğümde bazı kişiler dönüp bana bakmaya başladı. Yerdeki cam kırıklarının bazıları elime batarken Alpaslan’ın sesini duydum. “Tamam, sakin ol biraz Ferzan.” Öfkeyle soludum ve ayağa kalkıp sarmal merdivene doğru kanayan avuç içlerime aldırış etmeden yürümeye devam ettim.

Yukarı asma kata ulaştığımda çocukların oturduğu masada büyük bir kavganın çıktığını fark edince kaşlarımı çattım ama bu beni durdurmadı. Masaya vardığımda Esila bana gözü yaşlı bir şekilde bakıyordu.

“Esila ne oluyor burada?” Sesim hafiften titrerken bunun tamamen adrenalinden ötürü olduğunu biliyordum. İyi değildim.

Esila bir yandan ağlarken bir yandan da Kaan’a bakarak konuştu. “Kuzey aradı biraz önce. Merve’nin onu Kaan ile aldattığından bahsetti. Ne hikmetse Asrın Bey de şimdi bana saçma saçma şeyler anlatıyor!”

Alpaslan yanımıza ulaştığında Esila’ya bakarak homurdandı. “Ne sikim dönüyor burada?” Asrın ruhsuzca mırıldandı. “Her şeyden bahsettim. Her şeyin nasıl başladığından? Artık her şey ortada.” Esila ona inanmazca baktı. “Sana zerre inanmıyorum. Benim için bittin. Bana sahte bir amaçla yaklaşıp sonrasında aşık oldum diyemezsin.”

Esila yanımızdan ayrıldığında kafam hangi olayı kaldıracağını şaşırmış gibiydi. Kaan ve Asrın’a küçümseyerek baktım. Ardından sendeleyerek çantamı elime aldım ve Alpaslan’ın yanından geçerek hızla mekandan çıktım.

“Hey! Dur bir dakika!” Alpaslan’ı duyduğumda öfkeyle çantamı yere fırlattım ve arkamı dönüp bağırdım. “Ne var! Ne var!”

İlk defa yüksek sesle bağırışım onu iki adım ötemde duraksatırken yutkundu ve çenesiyle beni işaret etti. “Bu halin ne? Bu kadar üzülecek ne vardı?”

Gözlerim sinirden yaşarırken ellerim yumruk halini aldı. “Bu kadar üzülecek ne mi var? Biraz önce kız kardeşime neler söylediğinin farkında mısın sen?”

Omuz silkti. “Elbet öğrenecekti. Bence senin asıl üzüntün Lena’nın gerçekleri öğrenmesi değil, benim sana böyle bir şey yapmam.”

Kaşlarımı çattım. “Saçmalıyorsun, defol git!” Kafasını iki yana salladı. “Bir tek ben farkında olamam bazı şeylerin değil mi? O gün Kaan’ın evinde olanlar oyun muydu sence?”

“Neyse neydi işte!” Kaşlarını kaldırıp indirdi. “Neyse ne değil! Dengesiz olma bu kadar. Çünkü ben yeterince dengesizim!”

Ofladım. Bu sırada devam etti. “Niye bu kadar üzgünsün kızım konuş hadi! Her şey bir oyun değil miydi, oyundan ibaret…”

“Oyun falan kalmadı!” Birden sözünü kestim ve tam da bu sırada havadan kar taneleri süzülmeye başladı. Buz gibi hava aramızdaki gerilimi çözemezken hiçbir şey çözmeye yetmezdi zaten.

Etraf yavaştan beyaza bürünürken ona yaklaştım ve yaşlı gözlerime inat bir hırsla iki kelimelik cümlemi kurdum. Bu cümle aramızdaki çoğu şeyi değiştirecekti.

“Oyun bitti…”

 

Devam Edecek...

 

Loading...
0%