Yeni Üyelik
4.
Bölüm

ATEŞ (4) Kaçınılmaz Karşılaşma

@_ece_asena_

Olayların belalı kısımlarından kurtulmaya alışıktım, peki ya kurtarılmak? Bu kesinlikle alışığı olduğum bir durum değildi. Ben bir çukura düşersem, ya oradan çıkmak için kendi sınırlarımı zorlardım ya da çıkmak için uğraşmazdım. Olayım buydu ve zümrüt yeşili hayatıma önce kibar bir giriş yapmış, ardından hiç olmadığı kadar belalı bir şekilde sınırlarımı yerle bir etmeye başlamıştı. Daha buradaki ilk günümdü ve düşünüyordum da belki de daha fazla olaylarla içli dışlı olmadan buradan gitmeliydim.

“Oldu o zaman.” Birkaç adım ötemde dikilen adama ‘hoşça kal’ der gibi baktım ve yavaşça arkamı dönüp dairenin çıkışına doğru bir adım attım. Eş zamanlı olarak sesi kulaklarıma doldu. “Ne demek ‘oldu o zaman’?” Derin bir nefes aldım ve tekrar yönümü ondan tarafa döndüm ilerlemeyi kesip. Keskin bakışlarıyla karşı karşıya kaldığımda gözlerimi kıstım ve “Burada bir işim kalmadı. Yani anlayacağın gidiyorum hayatım.” Diye konuştum yüzüne doğru. Kaşları ona hitap şeklimle birlikte hafif bir kavis kazanırken işaret parmağını bana doğru kaldırdı. “Hep böyle gevşek misindir?” Sözleri dudaklarının arasından çıkarırken küçümseyici ve kınayıcı bir tavır takınmıştı. Omuz silktim. “Şahsına münhasır diyelim biz ona.”

Ona kendimden emin bir şekilde bakarken bir yandan da yine kafamda ihtimalleri listelemekle meşguldüm. En iyi ihtimalle buradan çıkar giderdim. Ortalama bir ihtimalle, burada biraz daha ateş hattındaymış gibi hissedebilirdim. En kötü ihtimalle ise, bu çocuk hayatıma ilginç bir şekilde kazık çakardı tek bir geceden ibaret olmayacak şekilde. Biliyorum, fazla hamle hesaplamayı seven birisiyim. Genelde satrancı iyi oynarım. Ama şu an konumuz bu değil!

“Şahsına münhasır olduğun kesin. Kötü anlamda.” Gür sesi net bir şekilde çıkarken telefonuna gelen bir bildirimle birlikte dikkatini telefonuna verdi. Bu sırada bakışlarım art arda iki kere vurulduğu omzuna kaydı. Üzerinde halen lacivert takımı vardı ve henüz bir müdahaleye maruz kalmamış gibiydi. Yaptığı çılgınlıktı. Çünkü en son otoparkta gördüğümde zaten bir hayli kan kaybetmişti. “Kan kaybından ölmeye pek bir meyilli gibisin?” Ona alayla mırıldandığımda başını telefonundan kaldırdı ve telefonunu kumaş pantolonunun cebine aheste bir yavaşlıkta koyarak sırıttı. “Kötüye bir şey olmaz.”

Tek kaşımı kaldırdım. Gerçekten kendini bu kadar kötü olarak tabir etmesi fazla açık sözlü bir yaklaşımdı. En beter anında bile, onlarca adamın arasında öldürülmek üzereyken bile kendinden ve olduğu şeyden ödün vermeyişi enteresandı. Bu belki cesaretti, belki de cesaret sanılan bir aptallıktı. Her şekilde de ilginç olduğu barizdi.

Aramızdaki birkaç adımı sakince erittiğinde ikimiz arasındaki mesafe de bir hayli azaldı. Soluğunu yüzümde hissedecek ve gözlerinde kendimi görecek kadar. Kişisel alanımın açıkça ihlal edilmesine karşın geriye doğru biraz gidecektim ki konuştu. “Beni kötü yapan en hoş özelliklerden de birisi nedir bilir misin?” Dudaklarıma doğru konuştuğunda kısık bir nefes aldım ve gülümsedim. “Neymiş?”

“İkiyüzlülüğüm, bipolar bir hastayla yarışır.”

Eş zamanlı olarak rezidansın kapısı sert bir şekilde açılırken, Alpaslan bir anda kolunu boynuma sardı ve sırtımı göğsüne yaslayacak şekilde beni sıkıştırdı. Kafamda bir tabancanın varlığını hissederken boynuma sıkarcasına sarılmış kaslı kol bu halde bile gözlerimi devirmeme neden oldu. Kulağımın dibinde bir fısıltı hissettim. “Gerçek Alpaslan Kıraç’a merhaba de hayatım!” Bana biraz önceki ona olan hitabımı hatırlatmak istercesine alayla fısıldadığında tebessüm ettim. Ama bir yandan da sesinin tınısı dahi değişen bu adamın kafasında dönen tilkiler merakımı kabarttı.

“Lara!” Babam ve ardından onlarca adamla karşı karşıya kaldığımda saniyeler içinde herkes birbirine silah çekti. Alpaslan ve babamın adamları birbirine düşman bir şekilde bakarken şüphesiz babamın sayıca varlığı çok daha fazlaydı. “Senin yedi ceddini sikeceğim!” Babamın ona olan hırslı bağırışı keyfimi bir anda daha da yerine getirirken sırtımı Alpaslan’a daha çok yasladım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Şüphesiz şu an böyle bir ortamda olmasaydık, bu çok romantik bir sahne olabilirdi. Arkamdaki adamın rahatlığımdan dolayı rahatsız olduğunu hissettiğimde keyfim bu sefer ikiye katlandı. Doğrusu kendim dışımda herkesi mutsuz ve huzursuz etmekten keyif alan bir yanım vardı. Benim canım sıkılırsa herkesinki sıkılsın değil mi?

“Siz ve şu yersiz özgüveniniz, ah nasıl bayılıyorum bilemezsin Ferzan!” Alpaslan’ın yine kendine güvenen sesi aktif hale geldiğinde babam öfkeyle gözlerini kıstı ve bana baktı. Gözlerime derin bir şekilde baktığı an ne haltlar yediğimi çoktan öğrendiğini kolayca sezdim. Bahadır ona anlatmış olmalıydı. Çokça kızgındı. Ne güzel. Güzel bir doğum günü ritüeli.

“Kızımı bırak, işin onunla değil.” Babamın sesi biraz daha kısılsa da yine de o öfke kırıntılarını içinde barındırıyordu. Alpaslan’ın göğsünün hafifçe sarsılmasıyla güldüğünü anladım. “Onunla ne işim olur zaten, onu holdinge gönderen sizken! Güvenlik tedbirleriniz göz yaşartıcı doğrusu!” Babamın daha da fazla gerildiğini anladığımda holdinge yollama konusundaki afallamış halini hissettim. Ama tabi ki de bunu burada şu an tartışmayacaktı. “Lafı uzatmayı kes ve kızımı çabuk bırak.”

“Öyleyse etrafta beni hiçe saydığını ima eden davranışlarının aksine benimle ortaklık imzala Ferzan. Yoksa uzun lafın kısası kızının beyni dağılacak.”

Bahsettiği ortaklıktan fazla bir şey anlamazken babamın kaşları çatıldı. “Seninle ortak olmak mı? Senin gibi bir pezevenkle? Siktir oradan!” Babamın oldukça asabı bozulmuştu. Bu sırada Alpaslan alayla ama bir o kadar da ciddi bir tavırla konuştu. “Ben Alpaslan Kıraç’ım! Kimse beni yok sayamaz anladın mı? Öyle etrafta hakkımda iş yapmam diyerek atıp tutamazsın! Bunu yapmanıza izin vermem ve komik bir şekilde tükürdüğünüzü yalatırım size!”

Ne tuhaf. Yaklaşık bir buçuk saat önce de aynı sözlerin bir benzerini ben kurmuştum. Sanırım Alpaslan ile ikimizin bu gece tek mevzusu yok sayılmanın verdiği öfkeydi. Kafama dayanan tabancanın güvenliğinin açıldığını hissettiğimde komik bir şey olmuşçasına seslice güldüm ve babama baktım. “Babacığım bence kabul et, çocuğun kalbi kırılmış yok sayılmaktan! Yoksa ölümden korktuğumdan değil yani!” Otuz iki diş sırıtarak babama bakarken arkamdan Alpaslan’ın bıkkınca soluduğunu hissettim ensemde. Sanırım bana ve konuşma tarzıma oldukça uyuz olmuştu.

Babam bana sinirlice baktıktan sonra bakışlarını başımdaki silaha çevirdi. Sanırım Alpaslan blöf yapmıyordu ve saniyeler sonra beni öldürmesi an meselesiydi. Açıkçası onu kurtarmam onda hiçbir iyi duygu uyandırmamış gibiydi. Minnet duymuyordu. Bunu sevmedim. Çünkü insanların minnet duygularıyla oynayıp daha sonrasında onları kendime köle yapmaya bayılırım. Bu olmadı.

“Tamam, istediğin olacak şimdi kızımı bırak ve defol git!”

Babamı verdiği kararlardan ve düşüncelerinden vazgeçirmek neredeyse imkansızdı. O çok katıydı ve şimdi gerçekten de Alpaslan’ın dediği gibi tükürdüğünü yalamıştı. Bu beni sevmeye başladığı anlamına mı geliyordu? Ah, bu çok düşük bir varsayımdı. Ama başka türlüde babam bu ukalayla herhangi bir anlaşma yapmazdı.

“Buradan çıkana kadar kız benimle. Ayrıca yarın en geç on bire kadar bu anlaşma sağlanmış olmazsa yine bir şekilde böyle bir karşılaşma ayarlayabileceğimi tahmin ediyorsundur tek bir farkla. Bu sefer kızını öldürürüm ve onu yaşatmak için bir yolun kalmaz.” İtiraz beklemeyen ses tonuna karşın babam bıkkınca soludu ve adamlarına yol açması için talimat verdi. Ben önde o arkamda birbirimize oldukça yakın bir şekilde daireden çıktığımızda koridorda da bazı adamlarla karşılaştım. Açıkçası kimin kimin adamı olduklarını anlamıyordum. Asansöre bindiğimizde en üst katın tuşlanmasıyla birlikte kaşlarımı çattım. “Buradan çıkacağını söylememiş miydin?” Başımdan silahını çekti ve boğazıma sarılı kolunu da gevşetip sadece omzumdan aşağı sarkmasını sağladı. Halen ona yaslı bir şekilde dururken başımı ona doğru çevirdim. Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Evet, öyle söylemiştim.”

Tek kaşımı kaldırdım. “En üst kata çıkıyoruz?” Omuz silkti. “Evet.” Gözlerimi devirdim. Benimle resmen dalga geçiyordu bu adam. Şu an istesem elinden silahını alır ve onu şuracıkta öldürebilirdim. Belki biraz zor olurdu. Ama bunu başarabilirdim. Neyse ki, zümrüt yeşili doğum günüme denk gelmişti.

“Yat kalk dua et, bugün doğum günüm. Yoksa her sene ölüm yıl dönümün olacak olan bugün de güzel bir sonun olmayacaktı.”

Halen ona bakarken dudaklarını büktü ‘öyle mi’ dercesine. Beni tiye alıyordu. Ama ilginç bir şekilde de ciddiye aldığını hissediyordum. “Benimle alakalı bilmen gereken ilk şey, ben kötü birisiyim ve asla insanlara minnet ya da vefa duymam.” Alayla güldüm. “Seninle alakalı bilmem gereken şeyler olduğunu bilmiyordum.” Sinsice baktı. “Senin gibi bir bela mıknatısı biraz daha buralarda olur diye varsayıyorum ve İstanbul’da olduğun sürece bir şekilde benimle karşılaşman mümkün kırmızı. Bazı şeyleri bilmende fayda var.”

Kendi kendine benim buralarda olacağıma karar vermesi saçma bir şekilde canımı sıkarken bu sefer de buna hırslanıp İtalya’ya dönmeyi düşündüm. Garip bir şekilde zıtlaşmayı seviyordum. Bu istemsizce oluyordu. İlk önce aile üyeleri beni yok saydığı için burada kalmaya karar vermiştim. Şimdi de Alpaslan burada kalacağımı ima ettiği için gitmek istiyordum. Belki de uçağa yetişirdim. Evet, o uçağa yetişebilme şansım varsa, gidecektim. Aynen! En doğrusu buydu! Totem yaptım. O uçağa yetişebilme şansım varsa bir an bile durmayacaktım. Hisselerin canı cehenneme! Bu ukalayı haklı çıkarmayacağım!

Asansör durduğunda kısa bir koridordan geçip acil çıkış kapısına benzer metal bir kapıdan dışarı çıktık. Bir anda yüzüme soğuk hava vurmaya başladığında şu an yüksek rezidans binasının çatısında olduğumuzu fark ettim. Kocaman bir İstanbul manzarasıyla karşı karşıya kalırken bulunduğumuz yerin tam ortasında duran siyah helikopter kaşlarımın havalanmasına neden oldu. Buradan helikopterle mi gidecekti? Sanırım milyarder bir zengin olan kişi sadece abisi değildi.

“Kırk saattir bekliyorum burada götüm dondu anasını satayım!” Bir tane oğlanın serzenişini duyduğumda helikoptere yaslı bir şekilde duran Alpaslan’ın yaşıtı gözüken bir çocukla göz göze geldim. Alaylı yüz ifadesi yüzümde gezinirken biraz önceki sitemli halini bir kenara bırakıp sırıttı. “Şu meşhur Ferzan’ın kızı sensin demek. Ortalıkta baya bir sözün geçiyordu.” Oğlanın yakıcı bakışları üzerimde gezinirken gözlerimi devirdim. Gece gece bir abazayla uğraşmak için fazla güzeldim.

“Asrın nerede?” Alpaslan’ın arkamdan sıyrılıp birkaç adım öne ilerlerken konuştuğu şeye karşın oğlanın yüzünde içi bayılmış bir ifade yer etti. “Rapunzel’inin yanında.” Alpaslan oğlana kısa bir bakış attıktan sonra helikoptere yürümeye başladı. Bu sırada bana omzunun üzerinden kısa bir bakış attı ve tekrar önüne döndü. Olduğum yerde dururken derin bir nefes aldım ve arkasından bağırdım.

“Saat kaç acaba?”

Diğer oğlan helikoptere geçmişken o tam binmeden önce duraksadı ve bana inceleyici bir bakış attıktan sonra cebinden telefonunu çıkarıp ekranına baktı. Ardından gözlerini yüzüme dikti. Çatı katındaki beyaz led ışıklar etrafın aydınlık olmasını sağladığı için yüz ifadesini ve gözlerinin yeşilini net bir şekilde seçebilirken konuştu. “11.00”

On bir mi?

Donuk bir şekilde olduğum yerde kalmışken bana başka bir şey demeden helikoptere bindi. Onun binmesinin ardından helikopterin kanatları saniyeler içinde hızlıca dönmeye başladı ve kısa sürede çatıdan havalanarak uzaklaştı. Tek başıma kaldığımda yanağımda hissettiğim ıslaklıkla birlikte kaşlarımı çattım. Ardından kollarıma ve saçlarıma da damlayan sularla yağmurun yağmaya başladığını fark ettim. Kaçmak adına bir şey yapmazken, on bir çeyrekte olan uçağımın çoktan kaçıp gittiği gerçeği yüzüme bir balyoz gibi vurdu. Totem tutmamıştı. İç çektim. Buradan gitmeyecektim. Evet, gitmeyecektim. Biraz daha beladan zarar gelmezdi herhalde. Saniyeler içinde dengesizleşen ruh halim, sağanak yağmurun altında kalan bedenimle birlikte gevşerken gözlerimi kapattım ve başımı karanlık gökyüzüne doğru çevirdim.

Sanırım en kötü ihtimalin kapısı aralanıyordu.

***

“Sana tek kelime bile etmeyeceğim. Çünkü bu gece bir haltlar yiyeceğini zaten tahmin ediyordum ben. Aklıma gelen başıma geldi.”

Babamın büyük çiftlik evine giden yolda arabada sadece ikimiz varken gözlerim yan aynadan arkayı süzdü. Arkamızda beş araba vardı babama ait olan. Önümüzde de yine nereden baksam üç dört araba. Uzun bir konvoy şeklinde karanlık yolda ilerliyorduk. Üzerim ıpıslaktı. Saçlarım da kıyafetlerimden hallice. Makyajım bozulmamıştı. Çünkü kaliteli ve uzun süre kalıcılık sağlayan pahalı ürünlerim vardı. Yine de biliyordum ki makyajımın dört dörtlük olmasına karşın yüzümdeki yorgunluk ifadesi oldukça barizdi.

Çatı katında tek başıma yağmura yakalanmamdan şimdiye kadar yaklaşık bir saat geçmişti. Babam oteldeki ve rezidanstaki tüm cesetlerin ortadan kaldırılmasını sağlamış, gerekli kamera kayıtlarını da temizletmişti. Arabamsa şu an gidiyor olduğumuz eve yollanmıştı. Giderayak bir sorun çıkmaması için gerekli her şey ortadan kaldırılmıştı. Tabi ki de asıl sorunun bunlar olmadığının babam da ben de farkındaydım. Mesele onun karşısında duran birisinin hayatını kurtarmam ve kısa bir süre de olsa sınırları içerisine girmemdi. Benim açımdan sorun burada kalmaktı. Buradaki durumlarla mücadele edecek olmamdı. İkimizin de kafası karmakarışıktı ve biliyordum ki şu an evde beni bekleyen kaçınılmaz bir karşılaşma vardı.

“Tek kelime etmeyeceğim diyorum ama yok! Tutamıyorum kendimi! Aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyor! Ya sen nasıl tanımadığın bir herifi bodoslama korumaya kalkarsın ya? Hem de Bahadır’a silah çekip! Kızım, senin hiç mi utanman arlanman yok? Her şeyi geçtim! Adam orada kafana sıkacak sen halen alay peşindesin! Geçen zamanda hiç mi büyümedin, hiç mi olgunlaşmadın?”

Gözlerimi kıstım ve oturduğum koltukta geriye yaslandım iyice. Bu sırada babam da tuttuğu direksiyonu daha sıkı kavramıştı. Birden güldüm. Bu onu ciddi anlamda daha da gerdi. Yüzüne baktım ve kafamı iki yana salladım. “Ben her zaman aynıyım babacığım, en son bıraktığında nasılsam şimdi de öyleyim. Ne yapacaksın? Yağmurun altına atıp akşam yemeği vermeyecek misin? Ceza mı keseceksin bana salak salak? Ne yapacaksın? Bana ne yapabilirsin sen?”

Bir şey diyecekti ki susturdum. “Bana hesap sorup daha fazla canımı sıkma. Yeterince gereksiz şeylere maruz kaldım bu gece. Daha fazla aptallıklarla uğraşamayacağım. Sen benimle uğraşmak yerine yarın sabah olacak hisse devrini düşün.” Ona geçmişten bahsetmem direkt gözlerine pişmanlığın yerleşmesini sağlarken yutkundu ve derin bir nefes aldı. Büyük evin kendisi gibi büyük olan bahçesine giriş yaptığımızda arabayı kapının önünde durdurdu ve bana baktı. “Lena ve Sanem evde.”

Kaşlarımı çattım. “O kadın neden burada?” Bir eliyle alnını kaşıdı. “Lara, yakında onunla evleneceğim… Bundan daha doğal bir şey yok. O artık ailenin bir parçası.” Yutkundum. “Ne güzel. Cici bir aile olma yolunda emin adımlar atıyorsunuz.” Ofladı bıkkınca. “Bunları daha sonra konuşalım. İçeriye geçince bu geceyle alakalı bir şey sorarlarsa fazla cevap verme. Endişelenmesinler.”

Ağzımdan ‘hah’ diye bir nida çıktı. Ne kadar da düşünüyordu onların psikolojilerini. Bu içimde bir yeri acıtırken kibirli bir şekilde konuştum. “Onlara herhangi bir konuda cevap vereceğimi sana düşündürten ne acaba?” Arabadan indiğimde o da indi ve yanıma doğru yürüdü. Yüzü huzursuzlukla kasılırken mırıldandı. “Huzursuzluk çıkarma. Lena birden sinirlenebiliyor, gece gece daha fazla gerilmeyelim.” Son dedi cümleye kadar kendimi bir şekilde zapt edebilirken son kurduğu cümleyle birlikte sinirle soluyup gözlerine baktım babamın. “Birden sinirleniyor demek? Yok mu ona vereceğin cezalar, terbiye edemedin mi kızını?”

Diliyle dudaklarını ıslatıp sessiz kalırken önden yürüdü evin büyük kapısına doğru. Arkasından ilerleyip açılan kapıdan içeri geçtikten sonra dışarıya kıyasla daha sıcak bir ortama giriş yapmış oldum. Tabi bu kesinlikle mecazi bir sıcaklık değildi. Zira, babamın boynuna sahte bir endişeyle atılan Sanem’in bana attığı bakışlar hiç de samimi değildi.

Nefretle bakıyordu.

“Sana bir şey olacak diye ödüm koptu. Eve apar topar yolladın, arıyorum açmıyorsun da beni neden merakta bırakıyorsun Uras?” Sanem’in cılız çıkan sesine gözlerimi kısarak bakarken babam sarılışına karşılık verip saçlarını okşadı ve onu telkin edici sözler söyledi.

Annemin saçlarını hiç okşamamıştı.

Onları sessizce izlerken, yukarıdan gelen adım sesleriyle birlikte başımı soluma doğru çevirdim. Benden iki yaş küçük kız kardeşimle bakışlarımız kesiştiğinde gözlerinde gördüğüm yabancılık hissi beni çok kısa bir süreliğine afallattı. Ama toparlanmam hızlı sürdü. Bakışları yüzümde gezinirken beni tanıdığını anladım. Zaten dört beş yılda tanınmayacak kadar büyüyüp değişmem olanaksızdı. O da onu en son gördüğümden bu yana sadece büyümüştü işte. Yüzünün duruşu ve birkaç şey halen olduğu gibi duruyordu.

“Sonunda gelebildin baba?” Lena’nın iğneleyici sesi tek kaşımı kaldırmama sebep olduğunda babam Sanem’in kollarının arasından sıyrıldı ve derin bir nefes aldı. “Sana da merhaba kızım.” Babamın yumuşak çıkan sesi o kadar komiğime gitti ki ona bunu ima edercesine bakmadan edemedim. Sanem ve Lena’ya karşı çok başka birisiydi. Bana ise…

Bana ise çok değil daha biraz önce arabada öfke kusuyordu. Kendi kendime bu duruma sırıtırken Lena’nın sesini duydum. “Ne gülüp duruyorsun? Babamın başına iş açmak çok mu hoşuna gidiyor? Neredeysen oraya geri dönsene, tadımızı kaçırıyorsun.” Alayla daha da gülümsedim. Bu kız şaka mıydı? Henüz bir kelime bile etmemişken sinir ayarları bozuluyorsa onunla daha çok işimiz vardı. “Lena.” Babamın uyaran sesini duyduğumda dudaklarımı araladım. “Haklı baba. Biraz tadınızı kaçırdım.” Sonra Lena’nın gözlerinin içine bakarak mırıldandım. “Neyse ki bu hoşuma gitmiştir her zaman.”

Gözlerinde sinir parlamaları oluşurken babamın sesini duydum. “Neyse kapı önünde daha fazla durmayalım. Lara, çalışma odama geçelim konuşacaklarımız var.” Lena kaşlarını çattı. “Eve daha yeni geldin ve hemen odana mı kapanıyorsun baba?” Babam da kaşlarını çattı. En nefret ettiği huylarından birisi hareketlerine karışılmasıydı. “Zaten gecenin bir vakti olmuş Lena, asıl sen daha neden ayaktasın? Git uyu, ablanla konuşacak önemli şeylerimiz var.”

Alenen onu küçük bir çocuk gibi yatağa yollamaya çalışması hoşuma giderken, Sanem bir şey diyecek gibi oldu. Lena’ya bana baktığı kadar nefretle bakmıyordu. Sanırım ikisi zaman içerisinde birbirlerine alışmışlardı. Bu nedenle birbirlerine bana baktıkları kadar düşmanca bakmıyorlardı. Babam Sanem’e de baktı ve kaşlarıyla yukarıyı işaret etti. “Sen de uyu, bekleme beni. Yarın sabah devam ederiz.” İkisine başka bir şey demeden lüks evin merdivenlerine doğru ilerledi ve basamaklardan çıkmaya başladı. Lena’nın yanından geçtikten sonra mırıldandı.

“Gel kızım.” Sırıttım. “Peki babacığım.” Babamın ardından gitmek için merdivenleri çıkmaya başladığımda tam Lena’nın yanından geçecektim ki sıkıca kolumdan tutmasıyla birlikte duraksadım. Yüzünü yanaştırdı ve babamın duymayacağı şekilde konuştu. “Sana ayar oluyorum.”

Öpücük attım kibarca. “Ben de sana bayılıyorum canım kardeşim.” Kolumu kurtarıp babamın ardından merdiveni çıkmaya devam ettim. Sanırım sevgili kız kardeşimle burada kaldığım süre boyunca çok güzel anlaşacaktık.

 

Loading...
0%