Yeni Üyelik
6.
Bölüm

ATEŞ (6) Verilen Birtakım Kararlar

@_ece_asena_

Bazı acılar yüreğimden asla silinmeyecek. Asla acısız bir yola baş koyamayacağım. Tüm yollarım tükendiğinde bile tek çıkışım, acının beni karşıladığı karanlık bir çıkmaz sokak olacak. Çünkü ben buydum. Beni bu hale getiren buydu. Bu hissizlik. Acıya alışma eğilimi ve hastalıklı yalnızlığım. Yılan misali boğazıma dolanarak beni öldürmeye niyetli kaderim, öldürmeyip öldürmekten beter eden alın yazım. Sahi, ne zaman canımı alacaksın? Acılı ya da acısız fark etmez, yeter ki ayaklarımın üzerinde onurlu bir şekilde ruhum ayrılsın bedenimden. Ben çoktandır hazırım.

Tepeden tırnağa her bir hücrem hazır. Ölüme, terk edişe, gitmeye, yalnızlığa, üşümeye…

Hazırım. Çünkü artık hissedemiyorum hiçbir şeyi. Kalbim atmıyor gibi, damarlarımda sıcak kan gezinmiyor sanki, ruhum çekilmiş ve belki de hikayem tam da buralarda bitmeli. Belli ki, benim için umut yok. Umut, hayal edebilenlerin ve inananların mükafatıdır. Bana yaraşmazdı. Ben dünde takılı kaldıkça ne bugünü ne de yarını yaşayan o kişi olamazdım. Biliyordum.

Biliyordum kendimi. Soyut, somut her haliyle ezbere. Ben Lara Ferzan değildim sadece. Ben aynı zamanda annemin kızıydım. Bencil, umursamaz ve burnu bir karış havada olan annemin biricik kızı. Belki de annesini gözleri önünde kaybeden ufak bir kız çocuğu. Düşünüyorum, kaç kişi annesinin kalbinden vurulmasını seyredebilirdi? Peki ya ölüşünü? Bilemiyorum, sanırım ilk kaybım annem. Sevgili annem, çocukluğumun katili.

İkinci kaybım kız kardeşim. Aramızdaki tüm kardeşlik bağlarının köreldiği o kopma anı… Ben ne durumda olursam olayım merhamet edip bana yüzünü dönmeyen kardeşim. Sevgili kız kardeşim Lena, merhametli yanımın katili.

Üçüncü kaybım babam. Saçımı sadece bir iki kez okşadı diye kalbimin dört odacığını da onun sevgisiyle doldurduğum babam. Annemi kalbinden vurup öldürürken, benim kalbimi de yerinden söken adam. Annemi yitirince tüm acısını, kederini, öfkesini, yaşanmışlıklarını bende harcayan babam. Sevgili babam, tüm duygularımın katili.

Bugüne kadar çok şey kaybettim ben. Hem de çok şey. Ama şükür sebeplerim de yok değil. Kaybettiklerim bana beni kazandırdı farkında olmadan. Belki de bu yüzdendir acıyı kendime mesken edişim. Belki de bu yüzdendir hayatım boyunca acı hissiyle yaşama arzum, çabam. İşte tam da şu noktada hiç üzülmüyorum. Bugün beni ben yapan her şeyi bir gün tekrardan kazanmam gerekirse, daha önce elimden kayıp gidenleri tekrar kaybetmek için asla iki kere düşünmem. Çünkü acı basamaklarını tırmanarak çıktığım zirvede kendimi bulmaktan bir hayli memnunum. Bu her ne kadar parçalayıcı olsa da…

“Baban akşam yemeğine katılmadığın için bozuldu biraz.”

Hafif tempoda koşarak girdiğim bahçede evin girişine doğru ilerlerken duyduğum sesle birlikte yavaşça koşmayı bıraktım ve derin derin nefesler almaya başladım. Başımı sol tarafa doğru çevirip bana bilmiş bir tavırla tespit yapan Sanem’e küçümseyici bir şekilde baktım ve ellerimi spor ceketimin ceplerine koyarak oturduğu bahçe takımına doğru yürümeye başladım. Derdi neydi bilmiyordum ve aslında umurumda da değildi. Sadece biraz oturup sabah güneşini yüzümde hissedip soluklanmak istiyordum.

Oturduğu üçlü bahçe koltuğunun çaprazında kalan koltuğa kendimi zarifçe bıraktım ve tıpkı onun gibi siyah taytın sarmaladığı bacaklarımdan birini diğerinin üzerine attım. Ellerimi cebimden çıkarırken kollarımı göğsümde birleştirerek ona ‘ne var’ dercesine baktım. Elinde tuttuğu kahve fincanından bir yudum aldı ve üzerimi süzdü. “Mor yakışmış.” Göz ucuyla giydiğim mor spor cekete baktım. Termal dar ceket fit duran bedenimde gerçekten de hoş duruyordu. Tabi Sanem’den böyle bir yaklaşım beklemiyordum. Belki de benimle arayı iyi tutması gerektiğini fark etmişti. Kim bilir?

“Güzele ne yakışmaz ki?” Ona gülümseyerek baktım ve önümüzdeki sehpada duran dolu su bardağını eğilerek elime aldım. Bardağı dudaklarıma yaslayıp birkaç büyük yudum alırken gözlerim de halen ondaydı. Hafifçe gülümsedi bu halime ve elindeki fincanı sehpaya bıraktı. Ela gözleri yüzümü incelerken bardağı elimden bırakmadan ellerimin arasında yavaşça çevirmeye başladım. Bu sırada o da bir eliyle kahverengi saçının bir tutamını parmağına dolayıp oynamaya başladı ve ilk dediği şeyi tekrar etti. “Baban akşam yemeğine katılmadığın için bozuldu… Neden inmedin?”

Derin bir nefes aldım. Bu kadının yapmacık samimiyetiyle yüz göz olmak istemiyordum. Ancak o bunda ısrarcı gibiydi. Bozuntuya vermemeyi tercih ettim ve cevap verdim. “Akşamları bir şey yemiyorum. Babam bunu zaten bilir, bozulacağı bir durum yok ortada.” Bozulacağı bir durum yoktu. Zamanında saatlerce dışarıda tuttuktan sonra akşam eve aldığında bir lokma yemek yememe izin vermediği için bir süre sonra bu normal hayatımda bile bir alışkanlık haline gelmişti. Akşamları bir şey yemezdim ve bu konuda birisi bozulacaksa bu sadece ben olabilirdim.

“Hımm, anladım. Sabahları da pek erkencisin, koruda koşuya çıkıyormuşsun çalışanlardan duydum.” Dilimle dudaklarımı ıslattım ve başımı onaylarcasına salladım. “Öyle. Güne hareketsiz başlamayı pek sevmem.” Tek kaşını kaldırdı. “Dün gece de ayağını burkmuşsun, Uras söyledi. Koşarken ayağın acımıyor mu?” Omuz silktim. Dün gece yeni yıla girmem pek normal olmamıştı. Ayağımın burkulması, Alpaslan ile yere düşmemiz, arabamın patlak lastiği derken biraz curcuna çıkmıştı. Doğrusu tuhaf bir geceydi. Ama partinin ilk dakikalarından daha ilgi çekici olduğu da kesindi.

Ayağımı burkmamın ardından Alpaslan inadım için bir ton laf saymış ve beni yerden kaldırmıştı. Bu sırada yanımıza Araf gelmişti ve Alpaslan nasıl olduğumu sormaya bile tenezzül etmeden gitmişti. Kaba şey. İnsan bir kucağını alıp ayağıma buz koyabileceği bir yere taşırdı en azından. Tabi onda centilmenlik ne gezer? Yeraltı zümrüdü.

Araf beni eve yolladığında haliyle babam ayağımın durumunu görmüştü. Nasıl olduğunu sorduğunda ise açıkça olanlardan bahsetmiştim. Ah, Alpaslan’dan bahsederken ki o yüz ifadesi. Leziz. Kelimenin tam anlamıyla müthişti. Aramızda ufak çaplı ve kısık sesli bir tartışmanın ardından yine onu başımdan savmam fazla uzun sürmemişti. Açıkçası onu sinirlendirmek fevkalade bir hobiydi.

“Acıyla aram iyidir.” Üç kelimelik yanıtım kaşlarının havalanmasına sebep oldu. Dudaklarını büktü. “Sen yine de dikkat et, kötüye gitmesin.” Daha fazla kendimi tutamadım ve homurdandım. “Hayırdır Sanem? Ne bu iyi geçinme halleri? Baştan söyleyeyim yemezler.” Kafasını iki yana salladı. “Bak amacım seninle kötü olmak değildi Lara. Sadece müzayede gecesi biraz asabım bozuktu ve senin o ukala tavırların canımı sıkmıştı. İster istemez kötüleştim.”

Ağzımdan ‘hah’ diye bir nida çıktı. Sadece o geceyi baz aldığında beni ukala olarak görüyorsa işimiz vardı. O gece en kibar zamanlarımdan birisiydi. Gerçekten bu kadınla daha çok çatışacağımız su geçirmez bir gerçekti. Gözlerimi kırpıştırdım. “Eğer ukalalığım seni bozuyorsa, buna alış derim. Çünkü bu benim normal halim tatlım.” İç çekti. “Uras beni bu yanın hakkında uyarmıştı. Haklıymış.” Omuzlarımı düşürdüm. Babamın ona önceden telkin ve uyarı verişi tam bir komediydi.

Yüzümü parlak güneşe ve masmavi gökyüzüne çevirdim. Hava soğuktu. Ancak hava güneşliydi. Yakında kar yağmaya başlar diye tahmin ediyordum. Gözlerimi kapatıp kafamı geriye yasladığımda Sanem’in sesini duydum. Bu kadın biraz daha sessiz olamaz mıydı?

“Fazla bela düşkünüsün. Tıpkı annen gibi.”

Gözlerim birden açıldı ve onu buldu. Kaşlarımı çattım. “Derken?” Ona sorgulayıcı bir şekilde bakarken hafifçe tebessüm etti. “Anneni bizzat tanıyorum. Biz aynı lisedeydik. O her zaman umursamaz ve o bela mıknatısı kız olmuştu. Şimdi sana bakıyorum da tıpkı onun bir kopyası gibisin. Bir yansıması gibi.”

Burnumun direği hafifçe sızladı. Annem ile alakalı konuların açılması beni her zaman biraz dağıtırdı. O benim sol yanımın yaralı kısmıydı. İnsan yarasına dokunuldu mu ister istemez canı acıyor işte.

Dudaklarımı büktüm. Bu kadının annemi çok önceden tanıdığını bilmiyordum. Açıkçası annem ile babamın gençlik yılları hakkında fazla bir şey bilmezdim. İçimden bir ses bu kadın hakkında içime kötü hisler aşıladı ve içimdeki ses hiçbir zaman yanılmazdı.

“Babamla ne zaman tanıştın peki?” Annem ile olan benzeme hususunu es geçip direkt bu kadının babamla olan ilişkisine parmak bastığımda biraz gerildi. Omuz silkti. “Onunla da aslında uzun zamandır tanışıyoruz.” Tek kaşımı kaldırdım. “Uzun zamanı açsan biraz?” Derin bir nefes aldı. “Onunla da liseden beri. Doğrusu annen, baban, ben, Mehmet amcan ve Füsun yengen aynı lisedeydik. Bu yüzden birbirimizi uzun süredir tanıyoruz.” Başımı hafifçe yana eğdim.

Tespit bir: bu kadın hayatımıza yeni girmedi.

Gözlerimi kırpıştırdım. “Madem o kadar uzun zamandır tanışıksınız, neden şu an babamla aranızda bir şey var? Daha önceden niye kaynaşmadınız? Muhakkak buna fırsatınız olmuştur?” İç çekti. Şu an aramızdaki en sakin ve iğneleme içermeyen konuşmayı yapıyor olabilirdik. Açıkçası tek derdim malzeme toplamaktı. Bir insanla iki dakikadan fazla bir süre karşılıklı oturup sohbet etmem başka bir amaca hizmet etmezdi.

“Babanla tanıştığım sıralarda baban, annen Derin ile birlikteydi. Üstelik o sıralar herkesin başka dertleri vardı, ilgimi çeken bir durum yoktu. Zaten babanla liseden sonra görüşmeyeli yıllar oldu. Üç sene öncesine kadar birbirimizi görmemiştik. Karşılaştığımızda türlü şeyler sonucu birbirimize ilgi duymaya başladık ve Derin’in sizi terk etmiş olması da birlikte olmamızı kolaylaştırdı.” Biraz duraksadı ve ekledi. “Geçen sene herkesle paylaştık birlikte oluşumuzu. Uras, Lena’yı fazlasıyla önemsiyor. Onun psikolojisini, vereceği tepkiyi, ileride çıkabilecek sorunları etraflıca düşünür hep. Gerçekten iyi bir baba. Düğün tarihini bile Ağustos’un sonuna ayarlamak onun fikriydi. Lena’nın mezuniyeti ve üniversite eğitimi sorunsuz bir şekilde gerçekleşsin istiyor.”

Duyduğum cümleler sadece yüzümde ruhsuz bir gülümsemeye yol açarken derin bir nefes aldım. Sanem’in annemin bizi terk ettiği gerçeğine olan memnuniyeti, babamın Lena’ya olan sıra dışı düşkünlüğü bunların hepsi yapmacık geliyordu. Belki de normal durumlardır ama benim açımdan işler öyle gözükmüyordu. Öte yandan babamın annemle alakalı gerçeği Sanem’e söylememesi, Sanem’e tamamıyla içini açmadığının bir göstergesiydi. Ya da sadece ne kadar kötü bir adam olduğunu biricik müstakbel eşine yansıtmak istemiyordu. Her türlü kenara atılan benmişim hissi ise boğazımdan asla geçmeyecek büyük bir yumruydu.

İç çektim ve Sanem’in bakışlarını dikkatlice kısık gözlerle süzdüm.

Tespit iki: Bu kadın yalan konuşuyor.

Tespit üç: Bu kadın iyi yalan konuştuğunu zannediyor. Yüzündeki rahatlığın başka bir açıklaması yok.

Tespit dört: Karşısında ne kadar paranoyak bir psikopat olduğundan şimdilik habersiz. Belki bu onun için daha iyi bir seçenektir.

Gülümsedim. “Neyse ne. Geçmiş gitmiş şeyleri oturup konuşmanın anlamı yok.” Oturduğum yerde doğrulduğumda onun düşünceli sesini işittim. “Seni üzmedim umarım? Her ne kadar senin tarafından kötü bir kadın olarak gözüksem de annenin yokluğuyla seni yaralamak istemem Lara.”

Bir elimle başımı kaşıdım. “Ben üzülmem, sorun yok.” Yerde olan bakışlarımı ona doğrulttum. “Sadece Derin Ferzan ismini ağzına alıp durma mümkünse. Annem hakkında konuşulmasından hoşlanmıyorum. Ben olsam da olmasam da.”

Benimle birlikte o da ayaklandı ve derin bir nefes aldı. “Sen nasıl istersen. Ben de evleneceğim adamın eski eşinin konusunun açılmasından fazla hazzetmem zaten.” Gözlerimi devirdim ve yanından geçip eve doğru yürümeye başladım. Salon boydan boya camdı ve bahçeden salona girişi kolaylaştırmak için sürgülü bir cam kapı vardı. Oraya doğru ilerleyip aralık kapıdan geçtim ve salona girdim. Geniş salon tertipli bir şekilde boş halde dururken odanın bir kısmında duran büyük masaya zengin içerikli bir kahvaltı hazırlanmıştı. Bakışlarım masada dolaşırken merdivenden gelen ayak sesleri dikkatimi dağıttı. Kafamı merdivenlere doğru çevirdim. Babam görüş açıma girdiğinde ağzımın kenarından ‘günaydın’ diye mırıldandım ve tekrar önüme döndüm.

O ise enerjikti. Üzerinde toprak rengi tonlarında bir takım elbisesi vardı. Düzgün kesilmiş kısa saçları hafif kırlaşmıştı. Ancak halen doğal koyu renkli halini koruyordu. Yanılmıyorsam birkaç ay sonra kırk birinci yaşına basacaktı. Henüz karizmatik ve genç duran yüzünden ödün vermemişti. Ne havalı. Yakışıklı ve genç duran bir babam var! Uras Ferzan karizması ne de olsa. Masanın başındaki sandalyeye oturdu ve bana baktı. “Günaydın, kızım.” Bana karşılık verdiğinde omuzlarımı düşürdüm. Sevimli bir babaya alışık değildim. Onun solunda kalan sandalyeye yerleştim. Bu sırada Sanem de karşımda kalan sandalyeye oturmuştu. Babamla birbirlerine baktılar ve iki birlikte olan insan ne kadar sevgi dolu bir şekilde selamlaşabileceklerse öyle selamlaştılar. Babama durgunca baktım. Anneme bir kez olsun böyle gülmemişti.

“Lena nerede?” Sanem meraklıca babama baktığında babam omuz silkti. “Erken çıktı. Çocuklarla kahvaltı edip ardından okula geçecekmiş.” Erken çıkmış demek. Siz şuna kaçmak desenize. Aptal kız lastiğimi patlatıp ardından öylece gitmişti. Henüz bundan babamın haberi yoktu. Ama canım sıkıldığı bir zamanda bunu babama bahsedebilirdim. Şimdilik ucuz bir oyun ile gündem doldurmayacaktım.

Evde çalışan görevli iki kadın masaya birkaç şey ekleyip tekrar gözden kaybolduklarında tabağımı doldurdum ve yemeye başladım. Akşamları bir şey yemezdim, ancak sabahları kahvaltımı düzenli bir şekilde etmeye özen gösterirdim. Bunun dışında öğlenleri genelde kendi hazırladığım hafif sayılabilecek aperatiflerden tüketir ve aç kalmamaya dikkat ederdim. Bol bol sıvı tüketmek de alışkanlıklarım arasındaydı. Sanırım sağlıklı ve güzel bir bedene sahip olmam sadece biraz şanstan ibaret değildi.

“Gideceğin yeni okul için işlemleri hallettim.”

Babamın -tahminimce- sade kahvesinden bir iki yudum aldıktan sonra sarf ettiği sözler kaşlarımı çatmama sebep oldu. Buraya geleli daha beş gün olmuştu. Fazla aceleci bir atılımdı. Buraya kalmaya karar vermem, tabi ki de okulumun burada devam edeceğinin bir göstergesiydi zaten. Ama öncelikle bunu bir kez daha konuşmanın daha mantıklı olacağı kesindi. Arkamdan iş çevrilmiş gibi hissediyordum şu an. En azından burada hangi okula gideceğim konusunda biraz araştırma yapma fırsatı isterdim.

“Önce bir kez daha kendi aramızda değerlendirseydik keşke bu konuyu baba.” Ona bu durumdan memnun olmamış gibi bakarken omuz silkti ve tabağından çatalla bir lokma alarak sakince çiğneyip yuttu. Yutkunuşu âdem elmasının hafifçe hareketlenmesine sebep olurken bakışlarımı gözlerine çıkardım tekrardan. Bana umursamazca baktı. “Tekrardan konuşulacak bir durum yok Lara.” Bana ismimle hitap ettiği anlarda genelde ciddi tavrını takınmış olurdu. ‘Kızım’ diyerek hitap ettiğinde ise bilin ki ya çok durgundur ya da çok öfkeli. Benimse çoğu zaman tek bir hitabım olurdu. “Babacığım.” Gülümsedim. “Aksine konuşulacak çok şey var.”

Derin bir nefes aldı ve sevimli halimi gördükten sonra peçeteyle ağzını silip ayaklandı. “Gel çalışma odasına geçelim.” Sanem’e döndü. “Canım, sen ne yapacaksın bugün?” Ben babamın hitabına gözlerimi kısarak bakıp bir yandan da cıvık hitap konusunda kime çektiğimi anlarken, Sanem portakal suyundan bir yudum aldı ve tebessüm etti. “Bade’nin tanıdığı güzel bir moda evi varmış hayatım. Bugün orada randevum var. Bade ile olacağım tüm gün.”

Bade halanın isminin geçmesiyle birlikte hafifçe sırıttım. Gelin adayına karşın fazla sevgi doluydu doğrusu. Hatırladığım kadarıyla ben henüz küçükken, annem ile araları hiç iyi değildi. Bade halam tıpkı bugün bana yaptığı gibi o zamanlarda da anneme diken batırmaktan geri durmazdı. Açıkçası sevgili halam ile enerjimiz neredeyse hiç uyuşmuyordu ve bunda onun katkısı büyüktü.

Sanem ile babam bir iki şey daha konuşurken gözlerimi devirdim ve masanın etrafından dolanıp merdivenlere doğru yöneldim. Tabiri caizse bir yalnız kurt olarak, gözümün önünde aşk pıtırcıkları görmekten fazla hoşlanmıyordum. Sıkıcı geliyordu. Merdivenleri çıkarken kafamı iki yana salladım ve kendi kendime güldüm. Bu düşünce yapıma karşın izlemekten en çok hoşlandığım film türü romantikti. İlginç bir şekilde keyif alıyordum her ne kadar filmlerin ilk on dakikasında sonunu tahmin etsem de.

Babamın geniş ve ahşap dekorasyonlu çalışma odasına girdiğimde kapıyı kapatmama fırsat kalmadan babam arkamdan yetişti ve odaya girdi. Onu kapıyı kapatması için arkamda bırakıp masanın önündeki koltuklardan birine oturdum ve bir dizimi kendime çektim. Bu sırada o da kapıyı kapatıp önümdeki koltuğa oturdu ve bir bacağını diğerinin üzerine attı. Çenesiyle beni gösterip sorgularcasına baktı. “Problem ne? Bu okul işine neden moralin bozuldu birden?”

Omuz silktim. “Mesele okul işine bozulmak değil baba. Mesele kaş ile göz arasında kaydımı kafana göre bir okula aldırman.” Kaşlarını çattı. “Tanıdık arkadaşlarının ve kardeşinin olduğu okulda okumaktan memnun kalırsın diye düşündüm. Bu nedenle de oturup okul seçmek için zaman kaybetmedim. Üstelik kaydının aldırıldığı lise İstanbul’un en kaliteli eğitim kurumlarından birisi. Sahibini de tanıyorum, herhangi bir problem yaşamazsın.”

Omuzlarımı düşürdüm. Gerçekten şu ‘tanıdık kişiler’ mevzusunda taban tabana zıt düşüyorduk babamla. Açıkçası tanıdık yüzler görmek ve baş belası bir kız kardeşle aynı ortama düşmek çok da mükemmel bir durum değildi. Aksine bir kaos ortamı yaratabileceği kanısındaydım. Yine de boş verdim ve derin bir nefes aldım. “Bir daha benim adıma kararlar alma. Bu son olsun.”

Dudaklarını büktü. “Fazla fevri tepkiler veriyorsun, ben senin için en iyisini düşünüyorum.” Sırıttım ruhsuzca. “Benim için ‘en iyiyi’ düşünmekten bahsetme baba. Komik oluyorsun, ciddiye alamıyorum seni.” İç çekti. “Bence ciddiye almalısın. Çünkü gerçekten çabalıyorum.”

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve sonra da göz kapaklarımı aralayıp sorgularcasına babama baktım. “Annemin öldüğünden Sanem’e bahsetmemişsin?” Gözle görülür bir şekilde gerildi ve dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından bana yüzünü hafifçe kasarak baktı. “Tabi ki de bahsetmedim. Bunu kimsenin bilmemesi gerektiğini biliyorsun.”

Yutkundum. “Herkesin annemin kaçıp gittiği gerçeğini bilmesi de zoruma gitmiyor değil.” Ekledim. “O öldü. Ama herkes onu ailesini terk eden bir kadın olarak anıyor.” Düşünceli bir şekilde gözlerimi kıstım. “Hiç rahatsız olmuyor musun bu durumdan baba? Sanem’e her sarıldığında, ona her sevgi dolu baktığında aklına hiç annem gelmiyor mu?”

Derin bir nefes aldı. Bu konunun onu yıprattığını biliyordum. Ama umurumda değildi. Bir alkoliğin tekiyken anneme hiç iyi davranmazdı ve sevgiden yoksundu. Onu bir şişe viski ile kafayı bulunca tartışma esnasında kalbinden vurmuştu. O görüntü asla gözlerimin önünden gitmeyecekti.

“Bıktım artık senden!”

Merdivenleri yavaş adımlarla inerken dudaklarımı birbirine bastırdım. Görüş açıma geniş hol girdiğinde merdivenleri inmeyi bıraktım ve olduğum yerde duraksadım. Annem ile babam her zaman olduğu gibi karşı karşıyaydılar yine. Hiçbir zaman yan yana olamamışlardı. Babamın yüzü çöküktü. Sarhoş olmalıydı. Annemin üzerinde de yine o umursamaz hali hakimdi. Tek fark daha yorgun gözükmesiydi. Bunu omuzlarının düşüklüğünden fark edebiliyordum.

“Ne oldu? Ona mı gideceksin!”

Babamın ürkütücü bağırışı kulaklarımı çınlattığında yutkundum ve yavaşça bulunduğum merdiven basamağına oturdum. Bu sırada annem delirmişçesine bağırdı ve ellerini saçlarının arasından geçirdi. Bir yandan da ağlamaya başlamıştı. “Kes artık saçmalamayı kes! İster ona giderim ister bir başkasına! Herkesin senin şu pislik hallerinden daha katlanılabilir olduğu kesin!”

“Öldürürüm seni Derin!” Babamın anneme doğrulttuğu siyah tabancayı gördüğümde tekrar yutkundum. Kalbim titrek bir korkuyla çarpmaya başladığında nefes almaya çalıştım. Ama olmadı. Neyse ki evde benim dışımda başka kimse yoktu. Doğum günüm olmasına karşın evde sadece üç kişiydik. Lena ve yakın akrabalarımız başka bir yerde buluşmuşlardı. Ben biraz rahatsız olduğum için onlara katılamamıştım.

“Öldürürsen öldür!” Annemin bağırışı evde yankı yaptığında gözlerimi kırpıştırdım. Sadece on bir yaşında küçük bir çocuktum ve tanık olduğum bu olay çok fazlaydı. “Öldürsene! Ne duruyorsun hadi! Sen beni zaten öldürdün daha ne yapabilirsin ki Uras!”

Nefes alışverişlerim zorlaştı. Yutkundum ve konuşmaya çalıştım. “Anne?” Annem sesimi duyup birkaç saniyeliğine bana döndü. Gözlerime sadece birkaç saniye baktı. ‘Git’ der gibi.

Gidemedim.

Ve on birinci yaş günümde annem ellerimden kayıp gitti. Bir daha hiç dönmemek üzere.

“Annen çoğu zaman aklıma geliyor. Ama onda takılı kalamam kızım, bunu yaparsam kurtulduğum günah çukuruna tekrar yuvarlanırım.”

‘Öyle mi’ dercesine kaşlarımı kaldırdım. “Ne dramatik. Keşke Lena’ya durumdan bahsetmek için de bir bu kadar kararlı olabilsen.” Kafasını iki yana salladı. “Henüz değil. Sana ilk geldiğin gece de söyledim. Mezuniyet sonrasını bekliyorum. Şimdilik bu onu darmadağın eder.”

Acı bir şekilde sırıttım ve ayaklandım. Oturduğu yerden bakışları beni bulurken omuz silktim. “Doğru, ortada zaten darmadağın birisi varken sevgili kız kardeşimi de dağıtmayalım.” Kaşlarını çattı. “Kardeşine karşı biraz daha anaç yanaşmalısın. Sana yakıştıramıyorum bu iğneleyici tavrı Lara.” Dudaklarımı büktüm. “Ondan bir kardeşlik görmedim ki ablalık yapayım baba. Farkında değil misin bana düşman gibi bakıyor. Elinde olsa bir kaşık suda boğacak. Artık ne yaptıysam.”

İç çekti ve tıpkı benim gibi ayağa kalkıp bir elini omzuma yerleştirdi. Kafasını iki yana sarstı. “Sadece uzun zamandır varlığını hissetmediği kardeşine alışmaya çalışıyor Lara. Ona biraz zaman ver ve sana yakışanı yap. Lena zaman içerisinde daha makul olacaktır. Son dönemlerdeki sınav stresi ve derslerin yoğunluğu onu biraz agresifleştirdi. Eminim ki bir süre sonra daha dostane olacaktır.”

Olumsuzca baktım. “Hiç sanmıyorum.” Kız kardeşim ve onun yakın arkadaşı(!) Melih’in bana pozitif olacağını hiç sanmıyordum. Hem de hiç. Bana gıcık olmak için önceden kodlanmış gibiydiler. Ne saçma ama.

“Yine de sakinliğini koru. Sen her ne kadar başına buyruk olsan da aklınla hareket edersin. Ama Lena biraz duygusaldır, dengesizleştiği anlar olabiliyor. Alttan almaya çalış…”

“Ona neden bu kadar tolerans tanıyorsun? Zamanında bana şımarık etiketini yapıştırmaktan geri durmuyordun, şimdi ne değişti? Kız ne yaparsa yapsın öylece seyredecek gibisin! Gerçekten çok ilginçsin baba.”

Derin bir nefes aldı. Başkası olsa sözünü kestiği için sinirlenebilirdi. Ama artık söz konusu bensem, tepkisiz kalmaya bağışıklık kazanmıştı. “Eski hatalarımı tekrarlamak istemiyorum. Öfkeyle, diktatörlükle çocuk yetiştirilemeyeceğini anladım ve ikinci defa bir çocuğumun psikolojisiyle oynamak niyetinde değilim kızım. Sadece daha iyi birisi olmaya çalışıyorum. Daha normal, daha iyi ve… Daha katlanılabilir.”

Yutkundum. “Şimdi de açık açık deneme tahtan olduğumu mu ima ediyorsun?” Omuzlarını düşürdü ve bıkkınlıkla alnını ovuşturdu. Muhtemelen başına ağrı çıkmıştı. Umursamadım. İşime geldiği sürece gereğinden fazla konuşurdum ve bunun çevremdeki insanlarda yarattığı yan etkileriyle ilgilenmezdim.

“Lara…” Gözlerimi devirdim ve bir adım gerileyip kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Neyse ne. Buraya bunları konuşmak için gelmedim.” Gözlerimi kırpıştırdım ve daha ılımlı bir ses tonuyla konuşmaya devam ettim. “Okul konusunu madem halletmişsin oturup bir daha konuşmanın anlamı yok. Sadece bir daha benimle alakalı kararlar alma tek başına. Anneme gelince de… Bence de en doğrusu saklı kalması. Lena’nın da zamanı gelince öğrenmesi konusunda yanındayım. Çocukluk yapacak değilim böyle bir konuda. Ablalık yapmayı ise söz vermiyorum ama bir denerim. Son olarak, bu evde uzun süre kalmak istemiyorum. Bu yüzden de Sicilya’daki eşyalarımın büyük bir çoğunluğunu halen kargoyla getirtmedim. Diğer evin bakımını bir an önce bitirt. Yalnız kalmak istiyorum.”

Birkaç solukta konuşmamın ardından derin bir nefes soludum sessiz kalıp. Bu sırada babam dudaklarını birbirine bastırdı ve bana başını aşağı yukarı olacak şekilde salladı. Günün sonunda benimle hızlı bir şekilde anlaşabildiği için kendini şanslı hissediyor olmalıydı. “Tamam. Evin tadilatı birkaç güne tamamlanınca oraya yerleşirsin.”

Ona ‘tamam’ dercesine baktıktan sonra tam arkamı dönmüştüm ki bana seslendi. “Lara.” Tam dönmeden omzumun üzerinden ona baktım tek kaşımı kaldırarak. Derin bir nefes aldı. “Seni seviyorum ve sana değer veriyorum, aklında bulunsun.” Yutkundum ve bir elimle kafamı kaşıyıp cevap vermeden çalışma odasından ayrıldım. Koridora çıktığımda gözlerimi devirdim. Sevgisini nasihat verir gibi dile getiren bir babam vardı. Ne hoş.

Dört beş gündür kaldığım misafir odasına girdiğimde kapımı örttüm ve yatağıma doğru ilerledim. Bu sırada makyaj masasının aynasına kırmızı rujla yazılmış kelimeyi görünce gözlerimi kıstım. Ezik. Ah be güzelim, sensin ezik. Ağzımdan ‘hah’ diye sırıtmaya yakın bir ses çıkardım ve aynayı silme zahmetine girmeden kendimi dağınık yatağıma bıraktım. Lena gerçekten de fazla gergindi ve bu hiç iyi değildi.

Tavanla bakışırken burnumdan soludum kısıkça. Aslında şu an bir duşa girsem fena olmazdı. Ama hiç halim yoktu. Koşunun ardından Sanem ve babamla uğraşmak yormuştu. Tam gözlerimi kapatmış biraz dalacaktım ki telefonumun mesaj bildirim sesi geldi. Komodinin üzerindeki telefonu uzanarak elime aldıktan sonra ekranı açtım ve mesaja baktım. Yabancı bir numaradan gelmişti.

“Benim olduğum okula kaydın geldi. Demek gerçekten de burada kalmak için ısrarcısın, gizemli kırmızı. Öyleyse hoş geldin. Bu arada ayağın için geçmiş olsun demeyeceğim, buz koyduysan zaten geçmiştir. -Zümrüt Yeşilin”

Anlaşılan burada haberler hızlı yayılıyor. Güzel. Peki onunla aynı okula düşmem? Hani sadece tanıdık arkadaşlarla ve kardeşimle aynı okuldaydım? Ah! Babam ‘sadece’ kelimesini kullanmamıştı değil mi?

Tespit beş: Babam kesinlikle iyiliğimi düşünerek hareket etmeyi bırakmalı. Çünkü bunu yaptıkça daha da çuvalladığı kesin!

Ve…

Tespit altı: Zümrüt yeşili asla rahat durmayacak. Silahlarını kuşan Lara Ferzan.

 

Loading...
0%