Yeni Üyelik
28.
Bölüm

KÜL (28) Verilen Sözlerin Canı Cehenneme

@_ece_asena_

İkisinin adını duymamla birlikte bedenimi büyük bir gerginlik kaplasa da umursamamaya çalıştım. Ellerimi eşofmanımın üzerine silip avuç içlerimdeki nemi yok etmeye çalışırken sınıfın kapısından çıkan ikiliyle birlikte duruşumu dikleştirip derin bir nefes aldım.

Önden çıkan Bahadır beni gördüğünde kaşlarını çattı. “Lara?” Neden kapının önünde durduğumu sorguluyor olmalıydı. Omuz silktim. “Kütüphane için görevlendirdi hoca.” Dediklerimden sonra anlamış gibi başını salladı ve gülümsedi. Bu durum hoşuna gitmiş gibiydi.

“Sonunda konuşabileceğimiz bir ortam, buna sevindim.”

Gözlerimi kırpıştırdım ve somurttum. “Seninle uğraşmayacak kadar kafam dolu Bahadır, işine bak.”

Birbirimize kararlı bir şekilde bakarken sınıftan çıkan bir diğer isimle birlikte odağımı Bahadır’dan çektim. Alpaslan’ın önündeki bakışları bana döndüğünde önce bana ardından Bahadır’a sonrasında ise tekrardan bana baktı. Tek kaşını kaldırıp “Sen gitmiyor muydun en son?” diye konuştu ağzının kenarından. Alt dudağımı dişledim gergince. “Hoca görevlendirdi kütüphane için.”

Duyduğu şeyle birlikte sinirle sırıttı kendi kendine. “Aman ne hoş!”

Üçümüz boş koridorda dururken bıkkınlıkla bir adım geriledim. “Hadi yürüyün önden. Ben kütüphanenin yerini bilmiyorum.”

Onlara gayet haklı bir sebep sunmamın ardından yürümeye başladılar. Ben de onlara eşlik etmeye başladığımda aramızdaki gerilimin voltajı bir hayli yüksekti. İkisi zaten yeterince birbirlerine düşman değillermiş gibi bir de benim şu an ortamda olmam daha da berbat olsa gerekti.

Zemin kattaki kütüphaneye geldiğimizde sırayla içeri girdik ve bir masanın üzerine konulmuş üç büyük kolinin yanına gittik. Çantamı sandalyelerden birine bıraktıktan sonra yüzüme gelen bir tutam saçı kulak ardı ettim ve kolilere bakmaya başladım.

Burada yalnızdık. Kitap okuyan ya da ders çalışan birileri yoktu. Görevli öğrenci de yoktu. Ne güzel.

Alpaslan kendini gelişigüzel bir şekilde masanın etrafındaki sandalyelerden birine attığında ona bulaşmamaya çalıştım. Çünkü onunla her iletişim kurduğumda kendime gıcık oluyordum ve bu çok can sıkıcıydı.

Konu o olduğunda kendime onlarca söz veriyor ve bir şekilde o sözlerin hepsini bozuyordum. Sanki verdiğim her sözde oldukça kararlı değilmişim gibi…

“Hayırdır oturmaya mı geldin?” Bahadır ona sataştığında kendimi onlardan soyutladım ve bir tane kolinin karşısına geçip üzerine yapıştırılmış olan kağıdı yırtmamaya özen gösterip çıkardım. Elime aldığım kağıtta kolideki kitapların kategorileri ve numaraları yazıyordu. Bu kodlara ve bilgilere göre kütüphaneye yerleştirileceği ortadaydı. Kağıdı kolinin yanına koydum ve ufak bir uğraşın ardından kolinin ağzını açmayı başarabildim. Bu sırada yanımdaki ikili birbirleriyle uğraşmaya devam ediyordu.

“Oturmaya geldim, ne yapacaksın?” Alpaslan’ın sakin sesine karşılık Bahadır burnundan soludu. Ardından bakışları bana kaydığında homurdandı. “Dua et şu an önceliğim başka.”

Açık açık şu an benimle ilgilendiğini belirtiyordu ve bu hiç hoş değildi. Başımı koliden kaldırıp Alpaslan’a baktığımda Bahadır’a kötü kötü baktığını gördüm. Yutkundum ve Bahadır’a döndüm.

“Benimle saçma sapan konuları konuşmak gibi bir niyetin varsa o niyeti kendine saklasan iyi edersin Bahadır. Çünkü seninle konuşacak bir şeyim yok.”

Bahadır bana Alpaslan’a olduğundan daha yumuşak bir şekilde baktı ve kafasını iki yana salladı. “Konuşmadan bir şeyleri halledemeyiz Lara. Şu keçi inadını bırak artık.”

Kaşlarımı çattım. Tam bir şeyler söyleyecektim ki araya Alpaslan’ın sesi bariton gibi girdi. “Sizin bir aranız mı vardı ki halledebileceğiniz şeyler olsun? Ne komiksin Bahadır.”

Alpaslan’ın sahte espri tonundaki sesi kütüphaneyi doldururken ofladım. “Sen karışma.” Yeşil gözleri bana kaydığında tek kaşını kaldırdı. “Sınıfta beni rahatsız etmenin bedeli.”

Gözlerimi devirdim. Bu sırada Bahadır yine ona karşı söylemlerde bulundu ukalaca. “Sence de artık şu kıytırık oyunun bittiğine göre hayatımızdan çıkmanın vakti gelmedi mi?”

Alpaslan ve ben göz göze gelip birbirimize bakakaldığımızda dilimle dudaklarımı ıslattım ve “Ne oyunundan bahsediyorsun?” diye mırıldandım. Bahadır bana sırıtarak baktı. “Lena ile telefonda konuştum Lara. Her şeyi anlattı. Alpaslan onu arayıp annenin öldüğünü söylemiş. Tehdit edildiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.”

Ağzımın kenarından sırıttım. “Sen fazla olmaya başladın artık.” Koliyle uğraşmayı bıraktım ve Bahadır’a yanaşıp işaret parmağımı ona doğru yönelttim. “Benim ailevi problemlerim, benim ilişki hayatım ve benimle alakalı hiçbir şey seni ilgilendirmez Bahadır Ata. Anladın mı? Başka birini sevip sevmemen umurumda bile değil. Çünkü ben sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Eğer biraz daha şansını zorlarsan babasına gidip her şeyi şikayet eden kız rolünün hakkını fazlasıyla iyi veririm ve senin açından hiç iyi şeyler olmaz.”

Dominant sesim ikisini de dumura uğrattığında bir adım geriledim. Ama Bahadır halen rahatlığından taviz vermiyordu. “Tehditlerin pek de umurumda değil doğrusu.”

Seslice güldüm. “Değil mi?” Başını olumluca salladı. “Evet, değil.”

Kendi kendime başımı salladım ve eski yerime geri geçtim. “Öyle düşünmeye devam et öyleyse. Zamanı geldiğinde daha da güleceğim.”

Kaçamak bir şekilde Alpaslan’a baktığımda Bahadır’a karşı net bir duruş sergilememden memnun olan bakışlarla karşılaştım. Onu da fazla keyiflendirmeye gerek yoktu.

“Sen de film izler gibi izlemeyi kes. Ya işine bak ya da defol git.”

Üzülmüş gibi dudaklarını büktü. “En son arayı iyi kapatmaktan bahsediyordun oysaki? Bu yüzden Bahadır’dan ziyade senin tarafındaydım şu yaşanılan kavgada. Ayıp ediyorsun.”

Omuzlarım bıkkınlıkla düştü. “En son seninle arayı iyi kapatabileceğimi düşündüğüm için koca bir pişmanlık yaşıyordum Alpaslan. Olay bundan ibaret anladın mı? Bencilce ve iletişim karşıtı bir halde davranıp tıpkı senin yaptığın gibi tanımıyormuş rolüne bürünme taraftarıyım doğrusu.”

Gözleri gözlerime baktı kesintisizce. “Taraftarı olduğun düşüncelere karşı sözünü tutmuyor gibisin. Gözlerine bakmasam inanacağım.”

Ofladım. Dönüp dolaşıp sürekli birbirimize ait sözleri iade edip duruyorduk. Bundan çok ama çok sıkılmıştım. Bu bir rekabet değildi. Ben onunla rekabet etmeyecek kadar hayatımdan çıksın istiyordum. Aklım tam olarak kelimesi kelimesine bundan yanaydı.

Peki kalbim?

Çoğunlukla katran karası olduğunu düşündüğüm kalbim sanırım son zamanlarda biraz aptallaşmıştı.

“Lara şununla konuşmana bile değmezken halen nasıl konuşma eğilimini gösterebiliyorsun sana inanamıyorum.”

Gözlerimi devirdim ve Bahadır’a döndüm. “Etik davranışlar içerisinde bulunmak zorunda olduğumu kim söyledi bay çokbilmiş? Ahlaki değerlerini kendine sakla ya da sen de defol git!” Duraksadım ve aklıma gelen sözle birlikte devam ettim. “Tabi ahlaki değer noktasında seninle de pek bir şey konuşulabileceğini sanmıyorum. Bana bu çok iyi göstermiştin Araf ile birlikte.”

İstanbul’a ilk geldiğim sıralarda Araf’ta bize bir oda ayırtması oldukça midemi bulandırmıştı. Ne amaçla olursa olsun vakit geçireceksek bile bunun yeri Araf Karahan’ın mekanındaki odalar değildi. Kaldı ki Bahadır onunla biraz samimi olup yatacağımı düşünmüş olmalı ki böyle bir harekette bulunmuştu. İğrençti. Babama söylesem onu yaşatmazdı.

“Araf ve Bahadır ne iş? Ne oldu?” Birden Alpaslan’ın bariton sesi aramıza düştüğünde derin bir nefes aldım ve ona dik dik baktım. “Seni ilgilendirmeyen şeylere artık karışıp durma, komik oluyorsun.” Benden zerre etkilenmeden Bahadır’a baktı. “Ne yaptın ona?” Bahadır bıkkınca soludu. “Bundan sana ne Kıraç? Neden işine bakmıyorsun?”

“Şu an işim Lara Ferzan’dır belki de? Bunu nereden bilebilirsin ki?”

Bahadır burnundan soludu ve onun üzerine yürümek için bir adım attı. Bu sırada onun önüne geçtim ve göğsünden geriye ittim. Yakıcı bakışları beni bulduğunda kaşlarımı çattım. “Derdin ne senin? Neden sürekli sorun çıkartıp duruyorsun? Gider misin şuradan hemen?”

Bahadır’ın yakıcı bakışları hayal kırıklığı ile söndüğünde yutkundu. “Neden bana onu savunuyorsun Lara? Onca yaptığından sonra hem de? En başından beri onun sana zarar vereceğini söyleyip durdum ve haksız da çıkmadım. Ama sen halen kör ve sağır gibi davranıp onun yaptıklarını geçiştiriyorsun. Unuttuysan hatırlatayım: Bu herif ailenizle ilgili önemli bir olayı sana karşı koz olarak kullanıp seni kukla gibi oynattı. İşi bitince de gerçek yüzü ortaya çıktı. Şimdi ise resmen dalga geçiyor. Hayırdır, Stockholm Sendromuna falan mı tutuldun da haberimiz yok?”

Gittikçe kızgınlaşan sesine karşın elim yumruk halini aldı. O engel olamadan tüm hızımla yüzüne sert bir yumruk geçirdiğimde iki adım geriye sendeledi ve canının acıdığına dair bir ses çıkardı.

“Ah! Ne yapıyorsun lan!” Eliyle yanağını tutup bana baktığında burnumdan soludum ve keyiflice gülümsedim. “Bana karşı kurduğun cümlelere dikkat edeceksin. Etmezsen bu daha başlangıç!”

Kafasını iki yana salladı ve kütüphanenin çıkışına doğru yürümeye başladı. “Bu burada bitmedi!”

Bana son bir bakış attığında ona arkamı döndüm ve gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Gözlerimi tekrardan açtığımda Alpaslan’ın tabiri caizse hayran bakışlarıyla karşılaştım. Bana parlayan gözlerle bakıyordu. Bunun alaydan mı yoksa sahici mi olduğu ise tartışılırdı.

Yutkundum ve masada karşısına oturup kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu sırada bana keyiflice baktı. “Sen biraz önce ona yumruk mu attın ben mi hayal gördüm yoksa?”

Kaşlarımı çattım. “Ne oldu hoşuna mı gitti?” Kısa bir ıslık çaldı. “Tahmin bile edemezsin!”

Gözlerimi devirdim. “Saçmasapan şeyler söyleyip durdu. Gelecekteki çocuklarının temelini yıkmadığıma dua etsin!”

Seslice kahkaha attığında ben de bir süre sonra kendimi tutamadım ve güldüm. İkimiz karşı karşıya gülerken bir şeylerin farkına varmışız gibi sessizleştik sonrasında. Dilimle dudaklarımı ıslattım ve mırıldandım. “Fazla gülmek iyi değil derler.”

Tek kaşını kaldırdı. “Milletin sözlerine kulak asmak için fazla gencim.” Derin bir nefes aldım. “Şaka maka ama en son ki konuşmamıza sadık kalsak iyi olur Alpaslan. Fazla cıvıtmadan işimize bakalım.”

Ciğerlerimi sızlatan bir soluk çektim içime. Onunla ilgili düşüncelerde tutarlı olmak fazla benim harcım değildi. Dengesizlik, fazlasıyla duygusallık, mantık dışı davranışlar ve dahası… Anahtar kelimeler bunlardı.

Basit ve bir o kadar da ufacık bir hoşlantı da cabasıydı.

Biliyorum saçmaydı.

İyice bipolar hastaları gibi davranmaya başlamıştım. Sabah Merve’ye bizi yakıştırdığı için kızarken şimdi ise karşılıklı oturmuş gülüyordum Alpaslan’la. Aklım ondan uzak durmanın ve kendime odaklanmanın en güzeli olacağını haykırırken kalbimin ibresi ise durmaksızın Alpaslan Kıraç’ı gösteriyordu.

Bu his bile canımı acıtıyordu. Canımı yakmayan tek bir his bile yoktu son zamanlarda. Hissettiğim hoşlantı bile canımı yakıyordu. Çünkü insanlara güvenmemeyi bilirdim. Tıpkı Alpaslan’a güvenmediğim gibi. Belki de canımı yakan buydu. İlgini çeken birisine güvenememek…

“İşimize bakacağız zaten Ferzan. Aklından geçen o ergen ihtimaller gerçekleşmeyecek.”

Kaşlarımı çattım. Bu sırada yutkundu ve devam etti. “Kendime bir söz verdim. İki hafta önce falan. Hayatıma odaklanacağım.”

Gözlerimi kırpıştırdım ve derin bir nefes çektim ciğerlerime. “Ben de kendime bir söz verdim. Hayatıma odaklanacağım.”

Dediğim gibi hayatımdaki kartları hızlıca yeniden dağıtmıştım. O çocukluk yapabilirdi. Benim de ondan eksik yanım kalmayacaktı. İkimiz de hiç birbirimizi tanımamış gibi davranacaktık. Evet, bunu pekala yapabilirdik.

Öyle değil mi?

Birbirimize bakakalırken, ayağa kalktım ve açtığım kolinin başına geçip içinden kitapları çıkarmaya başladım. Bu sırada o da sessizce karşıma geçti ve tıpkı benim gibi kolinin içinden kitapları çıkarmaya başladı.

Kenara koyduğum kağıda göz atarken bir türlü odaklanamadığımı fark ettim. Onunla aynı ortamda olmak bile yeterliydi hiçbir şey anlayamam için. Of. Ne zamandan beri bu çocuğa karşı bu kadar derinleşmiştim anlayamıyordum. Oynadığımız oyunun ipleri bir süre sonra ellerimizden kaçıp gitmiş gibiydi.

Masaya sert bir bir şekilde elimdeki kitabı koyduğumda kaşlarımı çattım ve derin bir nefes alıp ona baktım. Zihnimdeki düşünceden ibaret sis bulutu dikkatimi toplamamla birlikte dağılırken kafamı iki yana salladım ve bir adım gerileyip sandalyede duran çantamı tek koluma astım.

“Ne oluyor?” Onun sorgulayıcı sesini işittiğimde öfkeli bir şekilde yüzüne baktım. Ellerimi iyi yana açtım ve kızgın bir ses tonuyla homurdandım. “Seninle aynı ortamda kalmaya tahammül edemiyorum!”

Arkamı dönüp kütüphanenin çıkış kapısına doğru iki adım atmıştım ki birden önüme geçti ve “Bir dakika bir dakika öylece kaçıp gidemezsin.” dedi. Kaşlarım istemsizce yukarı kalktı. “Kaçıp gittiğim yok.” Kafasını hızlıca aşağı yukarı salladı. “Evet, kaçıyorsun. İşine gelmeyen her anda kaçıyorsun ve arkanda bıraktığın kişi umurunda bile değil!”

“Sen ne saçmalıyorsun ya?” Diye bağırdığımda işaret parmağıyla beni gösterdi. “Sana korkaksın derken boşuna demedim. Son zamanlarda yaşadığımız her şeyi seni tehdit ettiğim için oynadığımız tiyatroya bağlıyorsun. Ama yaptığın tek şey işleri lehine göstermek! Sanki benimle sahte ilişki oyununu babanı gıcık etmek için yapmamışsın gibi davranıyorsun! Sanki sadece Lena için yapmışsın gibi lanse ediyorsun!”

Yüksek sesle bağırıyorken kaşlarımı çattım ve kafamı iki yana salladım. Ama beni umursamadan devam etti.

“Sana bir kez olsun zorla temas etmedim! Rahatsız olacağım bir duruma sokmadım! Tamı tamına üç kez öpüştük ve üçünü de sen istedin! Üstelik üçüncüsü oyun bile değildi! Kaan’ın evinde mutfakta yaşadığımız o şey yalan değildi! İpler benim elimde gibiydi ama hayır! İpler her zaman senin elindeydi Lara!”

Söyledikleri karşısında histerik bir şekilde güldüm. Dalga mı geçiyordu benimle? “Şimdi de beni suçlu psikolojisine mi sokmaya çalışıyorsun Alpaslan? Hayret bir şeysin! Rahatsız bir duruma sokmamış bak sen şu işe! Hayatıma girdiğinden beri tek yaptığın şey beni zor duruma sokmak! Öpüşmelerimizin ilk ikisi sadece oyun içindi tamam mı! Kendimi buna zorunlu hissettim ve olsun bitsin istedim! Üçüncüsü ise öylesineydi işte! Bunları konuşmamız bile saçmalıktan ibaret!”

Göğsüm hızla inip kalkarken bir elimle boynumu ovdum ve elimi geri aşağı indirdim. “Hiçbir şey yapmadığını söylerken bile çok şey yapıyorsun aptal! Az kalsın senin yüzünden bir kumarhanede öleceğimiz gerçeğini ne ara unuttun! Beni arkadaşlarınla tanıştırmak için götürdüğün o iğrenç parti ortamını saymıyorum bile! Senin yüzünden babamla ettiğim kavgalar aklıma geldiğinde çıldıracak gibi oluyorum! Çünkü çok sıkıldım! Hayatımda olmandan nefret ediyorum! Hayatımda olmadığını söyledikten beş dakika sonra dibimde olman gerçeği beni yormaktan başka bir şeye yaramıyor anladın mı? Birbirimize sahici sözlerimizi ettikten sonra zıttı şekilde hareket etmekten de bıktım! Ya daha yirmi dakika önce birbirimize nefret kustuk! Bana düşmanının kızı olduğumu söyledin, ben de hayatımda olmadığını bas bas bağırdım, şimdi ise geldiğimiz nokta içler acısı!”

Yeşil gözleri ilk defa tanıklık ettiğim bir yumuşaklıkta bakarken sertçe yutkundum. “Mesele sevip sevmemek değil Alpaslan. Mesele hiçbir zaman güvenemeyecek olmak. Bu hissi bilemezsin.”

Kafasını iki yana salladı. “Biliyorum. Aynı şeyleri ben de yaşadım ve hissettim. Evime ödev yapma ayağına gelip Bahadır’a yardım ettiğinde, gizli gizli kız kardeşinin doğum günü kutlamasına gittiğinde ve dahası başlı başlına Uras Ferzan’ın kızı oluşunda… Güvenememek nedir iyi bilirim yani.”

Omuz silktim. “Bunun karşılıklı oluşu işleri daha da çıkmaza sokar ve dürüst olmak gerekirse haklıyız da zaten. Ben sana hiçbir zaman dürüst olacağımın garantisini veremem. Tıpkı senin de bana veremeyeceğin gibi…”

İç çekti. “Her şeyi imkansızlaştırmak doğanda mı var senin?” Kafamı hayır anlamında salladım. “İmkansız diye bir şey yok. Mesele benim o şeyi ne kadar istediğimle ilgili.”

Omuz silktim. “Ve şu an bazı şeyleri imkansız saymak daha kolayıma gidiyor. Bırak koptuğumuz yerde kalalım. Birbirimize fazla geliyoruz.”

Yanından geçmek için bir adım attığımda tekrardan önüme geçti. Bir şey diyeceği sırada engel oldum. “Konuşacak tek bir kelimemiz bile kalmadı. Çünkü her şeyi geçsem bile kız kardeşimi arayıp annemin öldüğünü söylemeni asla geçmeyeceğim. Bana hata yaptın Alpaslan. Bunu kolayca affedemem.”

Aslında ona teşekkür etmem gerekirdi. O Lena’yı aramasaydı gerçekler bu denli ortaya çıkmayacaktı. Ne zaman açıklanacağı belirsiz yalanlarla yaşamaya devam edecektim. Ama Alpaslan bunlardan bihaber bir şekilde gerçekten canımı yakmak için aramıştı onu. İcraatı güzel sonuçlara yol açmıştı ama niyeti su geçirmez bir şekilde kötüydü.

Kalbimde yaralar açmıştı kaş ile göz arasında. İyileşmesi zaman alacaktı.

“Yani affetme ihtimalin var?”

Umut kokan ses tınısı kulaklarıma dolduğunda boğazımı temizledim ve yanından hızlıca geçip çıkışa doğru yürümeye başladım. Bana baktığını hissedebiliyordum.

Ona dönmeden orta parmağımı havaya kaldırdım ve gülerek “Ergen hayallerini kendine sakla Kıraç ve kendine verdiğin sözleri tut.” deyip kütüphaneden çıktım. Kapı kapanmadan önce söylediği söz salak gülüşümü daha da büyüttü.

“Verilen sözlerin canı cehenneme.”

 

Loading...
0%