Yeni Üyelik
29.
Bölüm

KÜL (29) Beni Çok Üzdün Baba

@_ece_asena_

“Nereye kayboldun sen?”

Merve’nin meraklı sesi eşliğinde okulun bahçesine çıktığımda kollarımı göğsümde birleştirdim. Temiz havayı içime çekerken adımlarımı yavaşlattım ve ona baktım.

“Kütüphanedeydim Merve. Hoca görevlendirmişti.” Bana baygınca baktı. “Orasını anladık zaten canısı. Ben Bahadır ve Alpaslan ile olanları merak ediyorum.” Gözlerimi devirdim. “Ne olacak Allah aşkına Merve? İkisi sataştılar, sonra ben de bir ara aralarında kaynadım. En son Alpaslan ile bir tur daha birbirimize girdik falan. Öyle işte. Sonuç olarak ikimiz de kendimize verdiğimiz sözleri tutmayacak gibiyiz.”

Gözlerini belertti ve kollarımdan tutup beni durdurdu. “Bu ne demek oluyor yani?” Omuzlarım kendiliğinden düştü yorgunca. Düşünürcesine dudaklarımı büzdüm. Neyin ne demek olduğunu düşünmek bile yoruyordu artık.

“Birbirimizden uzak kalmak çok zor Merve. Hakim olmak çok zor. Kafam karışık. Bilmiyorum. Daha buradaki hiçbir şeyi düzene bile oturtamamışken bir de Alpaslan ile bu karmaşıklığı yaşamak çok zor. Ondan ölesiye nefret ediyorum bana bu hisleri yaşattığı için. Ama kendimi onunla aynı ortama girince bir şekilde gülümserken buluyorum. Bu fazla içler acısı.”

Bana beni anlıyormuş gibi baktı ve omzumu sıvazladı. “Buna aşk diyorlar canım.” Kafamı iki yana salladım. “Aşk falan fazla bana göre değil ya. Bana gelmez öyle şeyler, boşversene.”

Merve tam yine bir şeyler söyleyecekti ki gözleri arkamda bir noktada takılı kaldı. Kaşlarımı çatıp omzumun üzerinden geriye baktığımda karşılaştığım kişiyle birlikte gözlerimi kıstım.

Bade halanın burada ne işi vardı?

Bize doğru yürüyordu. Her zamanki o ışıltılı aurasıyla birlikte. Peh.

“Bade hala?” Yanımıza geldiğinde ona hitaben mırıldandığımda bana çoğu zaman olduğundan daha anlayışlı bir şekilde baktı ve okulun çıkış kapısını gösterdi. “Seninle biraz konuşmak istiyordum. Vaktin varsa yakın bir yerde kahve içelim mi?”

Bu yabancısı olduğum anlayışlı tavır karşısında yutkundum ve derin bir nefes aldım. “Okul saati içerisinde buraya bunun için gelmen biraz saçma olmuş doğrusu.” Dudağını büktü ve kolumda asılı duran çantaya baktı. “Çok da okulda duracakmış gibi gözükmüyorsun doğrusu. Çıkmadan önce yakalayabilmem güzel olmuş.”

İç çektiğim sırada Merve araya girdi. “Merhaba Bade teyze, nasılsınız?” Halam ona baktı ve gülümsedi. “İyiyim canım. Lara ile tekrardan yakın olmanıza sevindim. Eskisi gibi.”

Merve ona gülümsemeyle karşılık verirken okul binasından çıkan Alpaslan’ı gördüğümde onu kısaca süzdüm. Teneffüs olduğu için dışarı çıkmıştı. Etrafta gezinen bakışları bizim olduğumuz yeri bulduğunda gözlerimi kırpıştırdım ve halam döndüm.

“Gidelim o zaman. Zaten çıkacaktım.” Halam bana onaylar şekilde baktıktan sonra yürümeye başlayınca Merve’ye döndüm. “Ben gidiyorum. Sonra konuşuruz canım. Kütüphanedeki işler de kaldı artık yapacak bir şey yok.”

Merve bana önemsiz bir şeyden bahsediyormuşum gibi baktı ve omuz silkti. “Orasını kafana takma. Ben hallederim. Kuzey ile aynı ortamda kalmaya katlanamıyorum, biraz uzak kalmış olurum.”

Kaşlarımı çattım. “Kuzey geldi mi?” Başını aşağı yukarı salladı. “Senden on dakika sonra falan geldi. Suratını gören yumurta kırk gün yumurtlamaz valla. Çok soğuktu.”

Derin bir nefes aldım ve ona birkaç telkin edici söz söyledikten sonra halam çok uzaklaşmadan yanına yetiştim. İkimiz yan yana okuldan çıkarken bana yandan bir bakış attı.

“Daha birinci ders yeni bitmiş olmalı, okuldan neden çıkıyorsun? Abimin haberi var mı?”

Halam bana sorgulayıcı bir şekilde bakarken kafamı iki yana salladım. “Kolay bir dönemden geçmiyorum. Okula katlanmak zor ve hayır: babamın haberi yok. Onunla o kadar da sıkı değil aramız.”

Siyah bir aracın önüne geldiğimizde işaret etti. “Bin hadi. Sonrasında seni tekrardan buraya bırakırım.”

Onu onaylayıp arabaya bindiğimde o da arka koltukta yanımdaki yerini aldı ve şoföre yakın bir kahve dükkanına sürmesini söyledi. Kısa bir sürenin ardından kahvecide cam kenarı bir masada kahvelerimizle yerimizi aldığımızda halam derin bir iç çekti. Yüzünden her şeyi öğrendiğini anlamak fazla zor değildi. Bulunduğumuz bu durumdan fazlasıyla rahatsız gözüküyordu. Olmaması anormal kaçardı gerçi.

“Bak… Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Dün sabah yanımızdan ayrılmandan sonra Uras ve Mehmet bana olan biten her şeyi anlattılar.”

Halamın hoşuma giden nadir özelliklerinden birisi ise abilerini fazla takmamasıydı sanırım. Onların yanında fazla çıkıntılık etmezdi. Ancak yalnız kaldığında fazla uçarı birisi olurdu. Daha özgür ve daha rahat. Abilerine isimleriyle hitap etmesi de bundan ileri geliyordu sanırsam.

“Bu olanları şimdi öğrenmek istemezdim tamam mı? Yıllar önce olaylara hakim olsaydım sana olan tutumum da daha farklı olurdu Lara. Ama saklayacaklarını hesap edemedim, üzgünüm.”

Gözlerimi alaylı bir halde kıstım. “Hiçbir sebep bana değersizce davranmanı gerektirmezdi hala. Yıllarca beni annem üzerinden vurup durdun. Bir zamanlar babam bu kadar anlayışlı bir adam değildi, o zamanlar yanımda olsaydın daha az yara alırdım. Ama sen görmezden gelmeyi tercih ettin. Buraya uzun zaman sonra geldiğimde bile Sanem’e yandaş olup beni ittin.”

Kaşlarını çattı. “Hiçbir şeyden haberim yoktu ama.” Omuz silktim. “Lena’nın Sanem’in kızı olduğunu biliyordun ama değil mi? Bu yüzden onu hep sevdin ve saydın. Bense dışlanan kız oldum. Her şeyi geçtim hala sen Kayla’nın yerini bilmene rağmen yıllarca bunu annemden saklamayı tercih ettin, babamın saçma sapan kararlarının destekçisi oldun. Her şeyi geçtim sadece bu bile seni kötü kılar. Olanlardan haberim yoktu diyerek sıyrılamazsın. Aksine birçok şeyden haberdardın.”

Yüzünü buruşturdu. “Lara eğer Derin’in öldüğünü bilseydim hatalarımı bu kadar uzatmazdım.” Sözünü kestim. “Annemin öldüğünü bilmen neyi değiştirirdi hala? Kayla’yı bir kez bile göremedi. Bunun vebalini nasıl ödeyeceksin?”

Derin bir nefes aldı ve yüzüme düşünceli bir halde baktı. “Biliyorum haksızım. Özür ve başka bir şey yaptıklarımı, yaptıklarımızı silmez. Ama annenin ailesini bırakıp giden bir kadın olduğunu sandığım gerçeğini de es geçmemelisin. Bak, onunla hiçbir zaman aramız güzel değildi. Uras ile yaşadıkları, ailemize verdiği zararın haddi hesabı yok ve ne komik ki sen de ona çok benziyorsun. Asi duruşun, o çokbilmişliğin, yerinde duramayışın, kendi doğrularına inanan yanın… Sen annensin. Hatta annenden daha fenasın. Onun gidişinin ardından sinirimi çıkarmam için elde olan tek şey sendin ve sana zarar verdik topluca. Üzgünüm Lara, gerçekten. Halen sana bayıldığım falan yok ama öyle ya da böyle yeğenimsin ve biz bir aileyiz. Günün sonunda zarar gören taraf olmanı istemem. Bunu içtenlikle söylüyorum. İnanmalısın.”

Halamın samimi olsa da benim buzdan kalbime geçmeyen açıklamaları bezgince onu seyretmeme sebep oldu. Bir hatayı yaptıktan sonra pişmanlık emaresi göstermek neye yarardı? Kaldı ki kendi ağzıyla söylüyordu. Beni sevdiği falan yoktu. Seviyor olsa bile şu an yaptığı şey sadece bir günah çıkartmaydı.

Kendi günahlarını arındırmaya çalışması benim yaşadıklarımı zihnimden arındırmazdı. Sayelerinde çocukluğumun büyük bir kısmı kötü geçmişti.

Ne halamın ne de canımı sıkan bir başkasının kalpsiz olduğuna inanmıyordum. Çünkü duygusuz ve vicdansız insan yoktur. Şeytanın sesine daha fazla kulak verip, kalbini örterek aklını çalıştıran insan vardır. Bunu bildiğim için insanların özleri iyi olsa da nihayetinde niyetlerini ve icraatlarını değerlendirme eğiliminde bulunuyordum. Bu hareketimde de sonuna kadar haklıydım.

Kimsenin deneme tahtası değildim. Yaptıkları davranışlar hatalı olduğu zaman yenisi alınabilecek porselen bir bardak da değildim. Ben annemin bile ikinci çocuğu değildim, kimse beni ikinci plana atamaz, başından bir özürle de savuşturamaz.

“İnan bana içtenliğini ayakta alkışlıyorum halacığım. Ama bilmelisin ki günün sonunda iyi niyetin umurumda bile değil. Daha doğrusu muhatabım bile değilsin.”

Dirseklerimi masaya yaslayıp masada halama doğru yanaştığımda göz kırptım. “Haklı olduğun tek şey annemden daha fena oluşum. Çünkü o yine de merhametliydi bence. Hatalara göz yummayı iyi bilirdi. Ama ben ne ona ne de kimseye benzemem.”

Yavaşça ayağa kalktım ve çantamı omzuma astım. Halam bana umutsuzca bakarken arkasına yaslandı ve omuz silkti. “Çok fevri davranıyorsun. Biraz barışçıl yanaş olaylara.”

Dudaklarımı büzdüm ve başımı hafifçe yana eğdim. “Barışçıl davranışlar için geleceğin son kapıyım Bade hala. Bunun farkında olup arkanı kollasan iyi edersin. Çünkü canım sıkılırsa kafayı takacağım kişiler listesinde adın ön sıralarda olabilir.”

Ona şirince gülümseyip masadan ayrıldığımda bir anlık istekle saçımdaki tokayı çıkardım ve topuz halindeki saçımın omuzlarımdan aşağı dökülmesine izin verdim. Kafeden saçlarımı düzelterek çıkarken soğuk ayazın bedenimi sarmalayışı dalgın algılarımı kendine getirdi.

Kaldırımda yürümeye başlamışken aklıma dün akşam not defterime yazdığım telefon numaraları geldi. Adımlarım yavaşlarken çantamdan defterimi çıkardım ve numaralardan ilkini aradım.

“Alo iyi günler, kiralık daire ilanınız için aramıştım.”

***

“Hoş geldiniz.” Kapıyı açan görevliye kibarca gülümsedim ve içeri süzülüp ellerimi birbirine sürttüm. “Şey, babam evde mi?”

Kırklı yaşlarının ortalarında olan kadın kafasını iki yana salladı. “Hayır canım, kendisi kahvaltıdan sonra şirkete geçti. Dönüşü akşamüstünü bulur.”

Anlamışçasına dudaklarımı birbirine bastırdım ve mırıldandım. “Pekala. Teşekkürler.” Henüz adını bilmediğim ama uzunca bir süredir evimizde çalıştığı bariz olan kadının yanından ayrıldıktan sonra hızlıca odama çıktım ve çantamı yatağa fırlatıp üzerimdeki günlük kıyafetlerden kurtuldum. Hızlı bir ılık duşun ardından siyah pamuklu ve sade pijama takımımı üzerime geçirdim. Ardından saçlarımı tarayıp at kuyruğu şeklinde topladım ve boynuma parfümümden sıkıp aynanın önünden ayrıldım.

Çantamdaki defterim ile birlikte yatağa oturduğumda derin bir nefes aldım. Sabahın onundan beri aşırı derecede yoğun bir gün geçirmiştim ve babam geldiğinde teker teker anlatmam gereken birçok şey vardı. Kavga etmemeyi umuyordum. Aramızdaki şalterleri attırmadan konuşmanın bir yolu olmalıydı. Sürekli onunla tartışamazdım. Biraz toparlanmalıydık.

Not defterine bir süre göz gezdirip telefonumdan birkaç şey daha araştırdıktan sonra esnedim ve ayağa kalkıp ağır adımlarla odamdan çıktım. Bu sırada telefonuma Merve’den mesajlar geliyordu. Ona demiştim ve daha fazla detay vermem için beni sıkboğaz edip duruyordu. Ha bir de Kuzey ile kütüphanede tartışmıştı ve bunun içinde konuşma ihtiyacı olduğunun farkındaydım. Ancak sonraya ertelemiştim konuşma ve dertleşme işini. Öncelikle bu akşamı atlatmak istiyordum.

Aşağı kata indiğimde etrafa boş boş bakındım. Babamın gelmesine daha vardı. Bu yüzden gayriihtiyari mutfağa yöneldim ve içeride yemek yapan tatlı kadınla karşılaştım. Gülümseyerek “Tekrardan merhaba.” dedim ve ada tezgaha yaslı yüksek taburelerden birini çekip oturdum. Kadın da bana gülümsedi. “Merhaba canım, bir ihtiyacın mı var? Acıktıysan sıcak çorba hazır. Ana yemekler henüz pişmedi.”

Kafamı iki yana salladım. “Aç değilim, sadece evde tek başıma canım sıkılmıştı. Bir uğramak istedim. Hem… Belki yardım edebilirim size. Olur mu?”

“Eğer istiyorsan olur. Sebzeleri doğrayabilir misin?” Başımı olumluca salladım. “Tabi.” Kadın önüme plastik kap içinde patates ve patlıcanları verirken, elime de bıçak uzattı. Bıçağı alırken meraklıca yüzüne baktım. “Adınız neydi acaba? Doğrudan tanışma fırsatımız olamadı hiç.”

“Melahat.” Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. “Tabi sen Meloş da diyebilirsin.” Sırıttım. “Olur, iyi bir fikre benziyor Meloş. Ben de Lara bu arada.” Gözleri hınzırca kısıldı Meloş’un. Bu sırada kaz ayaklarındaki kırışmalar kendini belli ediyordu.

“Bilmem mi hiç? Babanı az delirtmiyorsun.” Kaşlarımı çattım. “Asıl o beni delirtiyor bir kere.” Omuz silkti. “Elbette öyle de oluyordur. Ancak babanın yanında uzunca bir süredir çalışıyorum ve adamcağız sadece çocuklarının iyiliğini düşünüyor. Tabi benimkisi sadece kendi düşüncem.”

Sertçe yutkundum ve elimdeki bıçakla patatesleri soymaya başladım. Bir yandan da içimin buruk kısmına sövmekle meşguldüm. İnsanlar babamın müthiş birisi olduğunu düşünüyordu. Ama kimse onun eskiden kim olduğuyla, nasıl birisi olduğuyla ilgilenmiyordu.

Açıkçası bu tüm Ferzan ailesi için geçerliydi. O asil, prestij sahibi, saygın, köklü ve zengin Ferzan ailesi… Dil uzatmaya kimin gücü yeterdi ki? Ya da geçmişten vurmaya? Aynı ortamda ceketin önünü iliklemek daha kolayına gidiyordu herkesin.

“Eee, evde bir ara bir çalışan daha görmüştüm. İşten mi ayrıldı?” Meloş ocakta altı kısılı bir tencereyle ilgilenirken cevap verdi. “Evet, ailevi sorunlardan ötürü ayrıldı. Ben de tek kaldım. Allah’tan bir tek yemek ve genel işlerle ilgileniyorum. Temizlik için bir firmadan eleman geliyor haftada bir kere. O yüzden çok yorulmuyorum.”

Kafamı aşağı yukarı salladım ağırca. “Anladım.”

“Lena’yı da çağırayım diyeceğim. Ama tersinden kalkmıştır diye fazla yanaşmıyorum.”

Hafifçe güldüm. “Sana kaba bir hareketi mi oldu? Eğer öyle olduysa uyarabilirim. Gerçi bunun onu çok da etkileyeceğini zannetmiyorum.”

Meloş bıkkınca bana baktı. “Kaba bir hareketi yok canım. Sadece genel olarak biraz soğuk. Evin içinde varlığı yokluğu belli değil. Şimdi bir de kaza sonrası odasından neredeyse hiç çıkmıyor. İlaçlar yorgunluk yapıyor olmalı.”

Dudaklarımı büktüm. “Muhtemelen.”

Patates ve patlıcanları soyup Meloş’un gösterdiği şekilde doğradıktan sonra bir kenarda duran brokoli poşetini de önüme aldım ve tahtada düzgünce ayıklamaya başladım. Ardından haşlanacaklardı.

“Keşke seninle daha önce tanışabilseydik, evde doğru dürüst konuşabileceğim birisi olurdu. Hoş, kaç kere denk geldik ama benim kafam pek yerinde değildi. Birtakım koşturmacalardan ötürü hiç etrafıma bakamadım.”

Meloş bana anlayışla baktı. “Anlıyorum ben seni. Sanem Hanım’ın varlığı da biraz kötü etkilemiş olmalı.”

Derin bir iç çektim. “Bilemiyorum. Hem o hem de daha bir çok şey beni kötü etkiledi. Yanlış anlamayın sadece kendi uğraşlarımla başka bir ülkede burs kazanıp bir düzen kurmuştum ve şimdi babamın isteğiyle tekrardan buraya dönmek biraz radikal bir karar oldu.”

İlgiyle bana baktı ve biraz önce doğradığım patatesleri kızmış yağa döktü yavaşça. Ardından da tekrardan odağını bana verdi. “Hangi ülkedeydin? Ben buraya üç buçuk yıl önce geldim. Sen o sıralar yoktun.”

Onaylarca baktım. “Evet ben gideli yaklaşık dört yıl oluyor. İtalya’da Sicilya bölgesindeydim. Orada bir devlet lisesinde burslu okuyordum. Bu senede hayalimde oradan mezun olup üniversiteye de orada devam etmek vardı. Ama hayat işte. Hayaller İtalya gerçekler İstanbul.”

“Geri dönemiyor musun peki?” Kafamı iki yana salladım. “Maalesef. Kaydım oradan silindiği için bursum da iptal oldu ve bu vizemi de etkileyecektir illa ki. Bu yüzden mezuniyetim burada olacak. Belki üniversite için başka bir şehir düşünebilirim.”

“Sınav hazırlıkların nasıl gidiyor? Mezuna kalma fikrin var mı bari?” Suratımı buruşturdum. “Mezuna kalmak istemiyorum. Bir an önce bu işten sıyrılmak en güzeli. Çalışmalarımı ise yavaş yavaş oturtuyorum sayılır. Üç ayda yapabildiğim kadar artık.”

Meloş tezgahın öbür tarafından koluma uzandı ve sıvazladı bir anne sıcaklığıyla. Bu içimi tuhaf bir hisle kaplarken mırıldandı. “Hakkında hayırlısı olsun, canını sıkma. Her şey olacağına varır. Bir hedefin var mı bari?”

Meloş iyi bir kadındı, onu sevmiştim. Ama biraz fazla soru soruyordu, orasını da anlamıştım. Neyseki buna takılamayacağım kadar normal bir insandı ailemdeki üyelere ve çevremdeki okul arkadaşlarıma kıyasla.

“Evet, hedefini ben de bilmiyorum. Bunu merak ediyorum doğrusu?” Mutfağa babamın sesi düştüğünde boğazımı temizledim ve ona döndüm. Üzerindeki takım elbisenin ceketini çıkarmıştı ve sadece beyaz gömlekle duruyordu. Bana doğru yürüdü ve kolunu omzuma attı.

Yanağımın içini dişledim. “Buna daha sonra karar vereceğim.” Aslında vermiştim. Ama tereddütlerim vardı. Bir süre daha düşünecektim.

“Ne yapıyorsun burada? Yemek mi?” Babam önümdeki ayıklanmış brokoli kabına bakarken başımı onaylarcasına salladım. “Evet, Meloş’a yardım ediyordum.” Babam hafifçe kaşlarını çattı. “Meloş? Bakıyorum kaynaşmışsınız?” Sırıttım. “Biraz öyle oldu.”

“Çok akıllı bir kız maşallah Uras Bey. İleride güzel yerlere gelir inşallah.”

Babam yüzü ‘gururlu baba’ filtresine geçiş yaparken konuştu. “Amin Melahat hanım.” Bana döndüğünde gözlerimi kırpıştırdım. “Yemekten sonra biraz konuşsak ya? Önemli.”

Babamın sevecen hali solarken boğazını temizledi. “Benim de seninle konuşmam gereken bir şey vardı. Bahçeye çıkalım mı?”

Onun da mı konuşması gereken bir şey vardı? Güzel. İkimizin de konuşacağı bir şey varsa sonu güzel bitmeyeceği ortadaydı ve tam da bu yüzden gözlerim pişmiş yemeklere kaydı. “Ne olursun önce yemek yiyelim. Aç karna seninle fight atamam baba.”

Bana düşünceli bir halde baktı ve omuzlarını düşürdü. “Ne yaptın yine?” Kaşlarımı çattım. “Asıl sen ne yaptın yine baba?” Bir şey diyecekti elimle sus işareti yaptım. “Önce yemek.”

Yüzü gitgide bozulurken bana dikkatlice baktı. “Sen kahvaltı dışında sofraya oturup da ciddi ciddi bir şeyler yemezsin. Hayırdır?”

Küçüklüğümden bana kalan bazı huyları bırakmaya karar vermiştim. Bunların arasında akşam yemeklerini es geçmemek de vardı. Annemden sonra babam sinirlendiğinde kimseyi sofrada istemezdi ve bu yüzden çoğunlukla akşam yemeklerini yemeden yatardım. Bu da bir çeşit alışkanlık gibi kalmıştı. Sonralarında ise diyet gibi bir şeye çevirmiştim. Saçma sapan besleniyordum.

“Artık sağlıklı beslenmeye ve öğün atlamamaya dikkat edeceğim. Sadece hayatımla ilgili birkaç düzeltme.”

Bana şüpheli bir şekilde baktı ve arkasını dönüp mutfaktan çıktı. Ben de şu sıralar bir şeyler olduğunu sanıyordu ve haklıydı da. Eski ben değildim. Kimse eskisi gibi değildi. Her şey değişiyordu, şartlar değişiyordu ve bu hayatın genel kanunu değil de neydi?

Şahsen keyifli geçen ama Lena’nın bozuk atan suratı ve babamınsa ara ara bana yolladığı kaçamak bakışlar eşliğinde biten akşam yemeğimizin ardından babam ciddi bir şekilde merdivenleri çıkmaya başladı. Ben de hemen arkasından.

Çalışma odasına girdiğimizde kapıyı örttüm ve oturduğu tekli koltuğun karşısına geçip kollarımı göğsümde birleştirdim. Başımla kendisini işaret edip “Önce sen başla.” diye mırıldandım.

Kısa bir an bekledi ve ardından bir anda ağzından kelimeleri çıkarıverdi. “Seni Çağdaş’tan aldım ve başka bir okula kayıt ettirdim.”

Muzip bir şekilde bakan bakışlarım bir anda solduğunda yutkundum. “Ne dedin sen?”

Derin bir nefes aldı. “Lena sabah anlattı. O da başkasından öğrenmiş. Sınıfta kavga çıkmış ve üzerine gelinmiş. Ben de seni öyle bir ortamda daha fazla tutmamak adına kaydını okuldan aldım.”

Kaşlarımı çattım ve ayağa kalkıp işaret parmağımla onu işaret ettim. “Baba sen kafayı mı yedin? Neden bana sormadan kafana göre hayatımla ilgili karar verip duruyorsun? Seni daha kaç kez uyarmam gerekiyor yapma diye?”

O da benim gibi ayaklandı ve ellerini beline yerleştirdi. “Ne yapmamı bekliyordun kızım? Seni problemin içinde neden tutayım? Üstelik o problem ortamının içerisinde Alpaslan Kıraç da varken? Henüz bana o konuda bir hesap vermedin ama o olayın da az buçuk farkındayım. Üzerine bilerek gelmemeye çalışıyorum. Ama sen halen onun etrafında olma peşindesin.”

“Beni ilk önce o okula yazdıran sendin!” Delirmiş gibi bağırdığımda kaşlarını çattı. “Evet bu bir hataydı ve şimdi de bu hatadan geri dönüyorum.”

Kafamı iki yana salladım. Ben halen hayatımla ilgili bir değişimden onu haberdar etmek için buradayken, halen ona bu kadar saygı duyarken o nasıl bana bunu yapardı? Neden iplerimi ellerinde tuttuğunu sanıyordu? Sanki tutulacak bir ipim varmış gibi.

“Bana bak baba. Beni yönetemezsin. Hayatımda olup biten saçma olaylar da seni ilgilendirmez bu saatten sonra. Kendi yediğiniz haltlar bana problem çıkardığı zaman beni korumasını bilseydin anladın mı! Şimdi sırf kendi keyfin istiyor diye bana bunu yapamazsın!”

Omuz silkti. “Hiçbir şeyi keyfimden yapmıyorum bu bir, ikincisi ise sen her zaman beni ilgilendirirsin.”

Aramızdaki alçak sehpaya sert bir tekme attım acımasızca. İçimi büyük bir hırs bürümüştü. Tıpkı iki hafta önce olduğu gibi.

“Onca olan şeyden sonra bile halen buradaydım ve sen yine benim adıma karar aldın baba. Bu sondu.”

Kaşlarını çattı. “Ne demeye çalışıyorsun sen?”

Sinirden dolan gözlerime inat burnumu çektim. “Bitti, daha fazla çabalamayacağım. Bıktım artık.”

Yanınden geçip gideceğim sırada kolumdan tuttu ve yüzüme doğru bağırdı. “Lara kendine gel artık! Ne oluyor sana! Neden böylesin! Artık olay benden de çıktı, sen ne yapmaya çalışıyorsun! Bir sinirleniyorsun, bir iyi davranıyorsun! Ne oluyor daha doğrusu ne oldu? Bak canım iyice sıkılmaya başladı kafam atmak üzere! Senin iyiliğini düşündükçe iyice çıldırıyorsun!”

Kolumu hırsla çektim ve ben de onun gibi bağırdım. “Evet, çıldırıyorum ben! Oldu mu? Aklımı yitirdim sayenizde! Tam her şey yoluna giriyor sakinleşeceğiz dediğim anda her şeyin içine ediyorsun baba! Adını da beni düşünmek koyuyorsun ama hayır! Sen bencilsin sadece kendini düşünüyorsun! Asıl benim kafam atmak üzere! Yeter artık!”

Kapıya yürüdüğüm sırada yine bağırdı. “Nereye gittiğini sanıyorsun?”

Kapıya ulaştığımda elimi kapıya geçirdim ve yüzümü ona dönüp net bir şekilde konuşmaya başladım.

“Yeni evime gidiyorum baba, oldu mu!”

Kaşlarını çattı. “Ne evinden bahsediyorsun sen?” Omuz silktim ve ellerimi iki yana açtım. “Eğer yine her şeyi berbat etmeseydin oturup sakince anlatacaktım. Ama her zamanki gibi kavga ediyoruz. Başka ne biliriz ki?”

Zorlukla bir nefes çektim içime. Tartışma esnalarında nefesim gitgide düzensizleşmeye başlamıştı. Buna da bir çözüm bulmalıydım.

“Dün akşamdan beri ev bakıyorum ben. Kendim aslında en başından beri tek yaşamak istiyordum. Ama senin yine yalanlarının sonu gelmediği gibi eski evimizin de tadilatı bitmedi. İş başa düştü. Ben de gittim bugün küçük bir ev tuttum merkezi bir yerde. Okula da fazla uzak değil. Tam istediğim gibi.”

Yüzü kasıldı. “Bütün bunu ne zaman yaptın sen?” Omuz silktim. “Dedim ya bugün işte. Tüm kira sözleşmesini, ev sigortasını, abonelikleri, depozitoyu bugün hallettim ve anahtarı da aldım. Kısacası ayrı eve çıkıyorum. Çünkü daha fazla bu evin kaosuna katlanamıyorum.”

Babam başını iki yana salladı. “Öyle olmaz. O ne öyle ayrı eve çıkmalar falan ne oluyoruz Lara? Kafana göre bir yabancıya güvenip ev kiralayamazsın. Öyle bir dünya yok.”

Derin bir nefes aldım. “Çoktan kiraladım ama. Tüm resmi işler de halloldu. Ha unuttuysan hatırlatayım ben uzunca bir süredir başka bir ülkede tek başıma yaşadım. Yine yaparım. Kimseye ihtiyacım yok. Hele sana hiç.”

Tam bir şey diyecekti ki gözümden akan bir damla yaşı sildim ve sesim titrerken konuştum. “Herkes senin nasıl iyi bir adam olduğundan bahsedip duruyor. Aşağıdaki kadın bile öyle düşünüyor. Sözde sen çok ama çok iyi bir babasın. Hep ben kötüyüm zaten. Hep ben seni üzüyorum. Herkes böyle sanıyor. Kimse de demiyor ki bu adam alkolik pisliğin tekiydi, çocuklarına da babalık falan yapmadı.”

Gözümden akan ve gitgide hızlanan yaşlara engel olamazken sesimi çıkarmadan yüzümü ellerimle kurulamaya çalıştım ve bana bir şey demeden bakan babamın durgunlaşan gözlerine baktım. “Beni hep çok üzdün baba. Dürüstlük mü istiyorsun peki. Gerçekten iyi bir baba-kız olalım çok istedim. Ama sen yapmadın. Sen hep kendi burnunun dikine gittin. Şimdi de beni yamacında tutarak koruduğunu düşünüyorsun. Ama yanılıyorsun baba. Sen bir iyilik yapmak istiyorsan beni Alpaslan’dan ya da bir başkasından değil kendinden koru. Çünkü o kötülemeye doyamadığın Alpaslan Kıraç beni sadece bir kez ağlattı o da senin sakladığını sandığım gerçekleri Lena’ya söylerkendi. Elin adamını kötülemek yerine dön de bir kendine bak. Benim tüm gözyaşlarım sana gitti.”

Hıçkırırken geri geri yürüdüm ve ona daha fazla bakmadan kapıyı açıp kendimi odadan dışarı attım. Arkamdan kapıyı kapatırken yavaşça koridorda yürümeye başladım bulanık bir zihinle. Bu sırada tüm bulanıklığı dağıtan bir ses biraz önce arkamda bıraktığım odadan gelmeye başladı.

Babamın acı dolu bağırma sesi…

 

Loading...
0%