Yeni Üyelik
33.
Bölüm

KÜL (33) Epik Bir Başlangıç

@_ece_asena_

“Gerçekten o kızın ölmesi gerekseydi buna göz yumar mıydın peki?” Araf’ın telefondan gelen alaylı sesi aslında sözlerinin bir sorudan çok uzak olduğunu belli eder nitelikteydi. Elbette ki öyle bir şey yapmazdım ve o da bunu biliyordu. Bana yardım etmişti. Daha öncesinde Bahadır’a yardım ettiği için şimdi gönlümü almak istemişti. İşe de yaramıştı.

“Cevabını bildiğin sorular sormayı bırak Araf. Öyle bir şey tabi ki de yapmam. Benim işim Bahadır’laydı ve başkalarını o denli rahatsız etmem.”

Karşıdan oflama sesi geldi. “Ve sen o kızın bileklerini kestirmeyi rahatsızlıktan saymıyor musun?” Görmeyeceğini bildiğim halde gözlerimi devirdim ve evime giden sokağa girdim arabamla.

“Bahadır gibi insanları sevmenin elbette ki bir bedeli olur canım.” Tıpkı Alpaslan gibi insanları sevmenin de bir bedeli olduğu gibi...

“Yine de hak etmemişti.” Kafamı iki yana salladım. “Vicdan muhasebesine girersem bu işin içinden çıkamam. Olması gerekiyordu ve oldu. Sonuç olarak Bahadır’dan kurtuldum. Artık onunla uğraşmam gerekmeyecek.”

“Peki ya o kız için sana düşman olursa Lara? Bunu da hesaba katıyorsun öyle değil mi?”

Seslice güldüm. “Bırak Bahadır’ı kimse o kadarına cesaret edemez. Güldürme Araf, Bahadır sadece babamın radarına girmemek için bile benimle uğraşmaz.” Kimseden kastım babamı karşısına almak istemeyecek insanlardı. Babamla muhabbeti olanlar onunla zıtlaşmak istemezdi. Bu konuda babamdan torpilliydim. Bahadır’ın babasının babamla bir ahbaplığı vardı.

“Sen yine de dikkat et. Bir şey olursa bana da söyle. İcabına bakarız.” Gülümsedim. “Tamamdır patron.” Oturduğum eski apartmanın önündeki araç ve kaputuna yaslanmış Alpaslan görüş açıma girdiğinde kaşlarımı çattım ve Araf’a son sözlerimi söyledim. “İyi akşamlar Araf, eve geldim artık kapatmam lazım.”

“Tamamdır.” Telefonu kapattıktan sonra arabayı onun tam olarak önündeki boşluğa park ettim. Açık olan araba farlarım yüzüne çarpıyordu. Yüzünü biraz kırıştırmıştı. Farları kapattıktan sonra kontağı da kapattım ve çantamı alıp arabadan indim.

“Neden buradasın sen?” Tek kaşımı kaldırıp ona bakarken bana cevap vermedi ve yüzüme bakmaya devam etti sessizce. Bu beni daha da meraklandırırken sadece sokak lambalarının aydınlattığı sokakta karşısına geçtim ve tekrardan ağzımı araladım. “Alpaslan sana diyorum. Saat akşamın on biri ne işin var evimin önünde?”

Yutkundu. “Nasıldı bari?” Mırıldanışı fısıltı gibi çıkarken kaşlarımı çattım. “Ne nasıldı?” Dudaklarını büktü. “Araf’ta Bahadır ile... Nasıldı diyorum?” Ne saçmaladığını düşünürken aklıma orada Asrın’ın oluşu geldi. Doğru ya, beni Bahadır ile yukarı kata çıkarken görmüş olmalıydı. Odaların bulunduğu kata... Ve arayıp Alpaslan’a mı yetiştirmişti? Dahası Alpaslan şu an ne yaptığımı sanıyordu? Bahadır ile... Ah hayır! Yok artık!

“Sakın bana saçmasapan bir şey düşünüp buraya geldiğini söyleme!”

Gözleri kısıldı. “Ne düşündüğümün ne önemi var ki? Sen zaten kafana göre hareket etmeye alışmışsın.”

Bir elim yumruk halini aldı. Başkalarının söylese umurumda olmayacağı şeyleri Alpaslan söyleyince kalbimi birileri parçalıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Bu his benim için bir ilkti sanırım.

Ona kırıldığımı belli etmemek adına derin bir nefes aldım ve hızlıca konuştum. “Senden nefret ediyorum.” Yanından geçip hızlıca apartmanın kapısına vardığımda onun da arkamdan hareketlendiğini hissettim. Aldırış etmeden kapıyı açtım ve ses çıkarıp başkalarını rahatsız etmeden merdivenleri çıkmaya başladım. Üçüncü katta oturuyordum ve binada asansör yoktu. Yaklaşık otuz yıllık olduğuna yemin edebilirdim binanın. Asansör olmaması belki de daha iyiydi.

“Arkamdan gelip canımı sıkma benim!” Dişlerimi sıkarak onun duyabileceği şekilde fısıldayarak konuşurken bir yandan da çantamdan evin anahtarını bulmaya çalışıyordum. Çoktan yanıma yetişmişti. Niye inat ediyordu? Madem bana güvenmiyordu öyleyse burada ne işi vardı? Defolup gitseydi ya!

Sonunda anahtarı bulup kapıyı açtığımda eve girdim ve ona bakmadan salona girdim. Onu içeri almayabilirdim. Ancak gözlerine bakıp tek bir kelime bile etsem karşısında ağlamaktan korkuyordum. Çok kısa bir süreye ihtiyacım vardı. İçini dökmesine izin verecek sonra da onu kovacaktım.

Ona arkam dönük bir şekilde dururken günler öncesinde yerleştirdiğimiz salonda gezindi gözlerim. Çantamı koltuğa attım ve ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Daha iyiydim. Yutkundum ve yanak içimi dişledim.

“Ne diyeceksen de sonra da defol git. Bugün yeterince tartıştık. Daha fazla konuşmak istemiyorum.”

Bana birkaç adım kala durduğunu hissettim. İç çekiş sesi doldu kulaklarıma. Salon karanlıktı. Camdan içeri sokak lambasının sarı ışığı sızıyordu.

“Ama ben sensiz yapamıyorum. Sensiz olmuyor be kızım.

Gözlerimi kırpıştırdım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. “Alpaslan git. İstemiyorum bir şey duymak. Sen duyduklarına inan ve o şekilde hayatına devam et.”

“İnandığım için buradayım zaten Ferzan. İnanmasam hiç burada olur muyum?”

Yutkundum ve yavaşça ona döndüm. Bana tıpkı aşağıdaki gibi net bir şekilde bakıyordu. Kaşlarımı çattım. “Belli ki Asrın sana bazı şeyler yetiştirmiş.” Başını aşağı yukarı salladı. “Evet öyle oldu. Duydum bir şeyler.” Gözlerimi kıstım. “Ve gelmiş bana hesap soruyorsun!”

Derin bir nefes verdi. “Sanırım.” Yüzüm öfkeyle kasıldı. Üzerimdeki hüzün toprağını atmıştım. Yerini kızgınlık almıştı. Madem benimle ilgili yanlış şeyler düşünüyordu neden burada yüzüme böyle bakıyordu? Of

“Ya ne yapmaya çalışıyorsun! Tamam işte Araf’ta senin düşmanınla birlikteydim! Neyi duymak istiyorsun?”

Gözlerini kıstı. “Birincisi o şerefsizle kendini aynı cümlede bir arada kullanma. İkincisi aklından geçtiği gibi seni iğrenç bir şeyle suçladığım falan da yok. Üçüncüsü, evet sana hesap sormaya geldim. Çünkü düşmanımı nasıl çıldırttın çok merak ediyorum. Sanırım senin bu hallerini ayrı bir seviyorum.”

Duruldum bir anda. Yani Bahadır ile odaların olduğu kata çıkmama rağmen bir şey yapmadığıma mı inanıyordu? Aramızda öyle bir güven bağı yoktu ki...

Bir şey diyecektim ki buna izin vermedi ve bana biraz daha yanaştı. Yeşilleri yüzümde geziniyordu. “Bugün çok kötü tartıştık. Biliyorum. Ama yok yani. Yapamıyorum sensiz. Ben seni çok seviyorum Lara. En zor anda bile güvenecek kadar.”

Diyeceğim sözler içimde kalırken biraz daha yanaştı ve ellerini yüzüme koydu. Baş parmağı yüzümü okşarken omuz silkti. “Bugün sınıfa bir daha gelmedin ve bu o kadar canımı sıktı ki. Ya bir gün hiç gelmezsen? Seni göremezsem? Bunları düşünmek acı verici. Tüm bu olanlarda hata payımın olduğunu bilmek daha da acı verici.”

Kaşlarını çattı. “Bugün konuştuklarımız... Haksız değildin. Haklı da değildin. Ama anlamam gerekirdi. Bana güvenmek kolay değil ve ben bunu senden çok bekledim. Güvenmen için sana bir adım atmamışken bunu senden beklemek saçmaydı.”

Beni kendine çekti ve sarıldı. Çenesi başıma yaslıydı. Saçlarıma hisli bir öpücük bıraktıktan sonra devam etti. Bense kalakalmıştım. Sarılışına karşılık veremeyecek kadar şaşkındım. Böyle bir atak beklemiyordum.

“Ama bu anı yitirmek istemiyorum. Geriye dönüp baktığımda ortada yapabilecekken yapmadığım bir şeyler kalırsa kendimi içimde affedemem... Seninle ilk başta kötü başladık eyvallah. Ama sonra her şey ilmek ilmek değişti Ferzan. O saçma oyundan sonra dank etti her şey. Ben o oyunu bırakamıyorum. Bunu istemiyorum da. Ben sensiz bir hayat istemiyorum. Gelip geçici sahte anılar da istemiyorum. O üç haftayı değil, gerçek hisler istiyorum. Güven istiyorum. Bunun için de önce benim güvenmem gerekiyorsa tamam. Ben sana her şartta ve koşulda güvenirim. Tıpkı bu gece olduğu gibi.”

Ciğerlerim oksijensiz kalmış gibiydi. Bedenim alev almış gibiydi. Kafam durmuş gibiydi. Her şeyden öte Alpaslan şiir kitabı yutmuş gibiydi. Bu romantize edilmiş anın başka açıklaması olamazdı.

“Sen bana böyle konuşursan ben nasıl dengede kalırım?” Fısıltıma karşılık beni kendinden ayırdı ve gözlerimin içine baktı. “Kalma. Hayat dengede kalmak için çok kısa.”

Kafamı iki yana salladım. “Yapma böyle. Tam toparlıyorken yapma.” Hafifçe gülümsedi. “Cazibeme bir gün bile geçmeden karşı koyamamak ne acı öyle değil mi?”

“Alpaslan...” Sırıttı. Ses tonumdaki kendini kaybetmişlik tınısını hissettiği için o da gevşemişti. “Ne...” Yanaştı ve burnuma ufak bir öpücük kondurdu. Kendimi geri çektim ve boğazımı temizledim. “Sırnaşıp durma ya.”

Bana muzip bir şekilde bakarken çalan telefonum ambiyansı bozdu. Derin bir nefes aldım ve koltuğa oturup çantamdan telefonumu çıkardım. Bahadır arıyordu. Alpaslan da bunu görmüş olmalı ki önümdeki sehpaya oturdu ve elimden telefonu alıp çağrıyı cevaplayıp hoparlörü açtı.

“Bu yaptığını cezasız bırakmayacağım Lara.”

Bahadır’ın adeta ölüm kokan sesi Alpaslan’ın kaşlarının çatılmasına sebep olurken alayla konuştu. “Mezar taşını da seçtiysen neden olmasın?”

Bahadır, onun sesini duyduğunda birkaç saniye duraksadı ardından devam etti. “İkinizle de işim var. Bekleyin.” Telefonu birden kapattığında Alpaslan sırıttı. “Puşta bak, telefonu ben açınca asıl söylemek istediklerini söyleyemeden kapattı.”

Bakışları bana döndüğünde gözleri kısıldı. “Allah aşkına buna benim yapamadığım ne yapmış olabilirsin de bu bu kadar kudurdu?” Derin bir iç çektim. “Ona bir seçim sundum. O da seçim yaptı. Sadece biraz kan döküldü.”

Tek kaşını kaldırdı. “Ne seçimi?” Alt dudağımı dişledim. “Kız evde bilekleri kesilmiş bir şekilde bekliyordu. Ben de ona ya ben ya da o kız dedim. O da tereddüt bile etmeden o kızı seçti. Anlayacağın onun beni sevdiği falan yok Alpaslan. On beşli yaşlarımızda bitti o iş. O kalbini başkasına kaptırmış. Ben de bunu kullandım. Amacım kıza kötülük etmek değildi. Sadece canımı sıkarsa Bahadır’a ne kadar ileri gidebileceğimi göstermek istedim.”

Alpaslan beni ağzı açık dinledikten sonra rahatsız olmuş bir şekilde bana baktı ve birden ayağa kalktı. “Ya seni seçseydi? O zaman ne olacaktı Lara?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Sanırım odadan kaçardım.”

İkimiz birbirimize bir saniyeliğine baktıktan sonra aynı anda güldük. O ise birden gülücükler saçmaya başlamıştı. Salonda birkaç volta attı ve bana döndü. “Bu herif sana karşı hiçbir şey hissetmiyor yani şimdi?”

Kafamı iki yana salladım. “Hayır, hissetmiyor.” Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. “Hepten bana kaldın desene.” Gözlerimi devirdim. “Kaç aydır İstanbul’dayım Alp, zaten nereye baksam sen hep oradasın. Başkası hiç olmadı.” Duraksadım ve ardından derin bir nefes alıp devamını getirdim sözlerimin. “Olacak gibi de durmuyor.”

Heyecanlı halleri durulurken koltukta oturan benden başka bir yere bakmıyordu. Hafifçe tebessüm etti. “Alp geri döndü demek?” Başımı olumluca salladım. “Döndü.”

Ve böylelikle Alpaslan Kıraç ile yeni bir yolda yürümek için el ele verdik... Sonrasında çekilecek her zorluğa karşı koyacağımızı biliyordum. Birimizden biri aramıza girmediği sürece;

Hiçbir güç bizi ayıramayacaktı.

Tozlu sırlar bile...

Loading...
0%