Yeni Üyelik
1.
Bölüm

♦0.1♦

@_haymel

 

İSTEMESEN DE BENİMSİN

İzmir, yazın o güzel renkleriyle donanmış bir halde gözlerinin içinde parlıyordu. Mavinin güzel tonları denizle bütünleşiyor koyudan açığa kadar takip edebiliyordu. Sakin bir hava yoktu. Rüzgâr, öyle sıcak ama sert esiyordu ki, saçları bununla dalgalanıyor etrafına hoş bir koku yayıyordu. Günler sonra ilk defa nefes alabilmişti. Gerçi hava, aldığını bile sorgulayan şiddette yüzüne vuruyordu ama aldırmıyordu. Alışmıştı…

Kordon'da, küçük bir kafenin terasında elinde boş bir resim defterine aklındakileri çizmeye çalışıyordu. Kalemler öyle seri bir şekilde elinde oynaşıyordu ki bu hızına bazen hayali bile yetişemiyordu. Sevdiği, hepte seveceği mesleği seçmişti. Hayalleri bir tasarıma sahip olacak, kendisi ise bir tasarımcı olacaktı. Hayatında hiçbir şey yolunda gitmese de okuluyla arası çok iyiydi. En azından huzur bulduğu anlardan birine şahitlik ediyordu.

Resim; küçükken pekte bu konuda yetenekli olmasa da zaman geçtikçe kendini resme ya da yazıya vermişti. Yaşadığı her şeyi boş kâğıtlara, renkli kalemlerle şekillendirmişti. Bazense tek bir kara kalemle! Onun için bu resimlerin hep bir değeri vardı. Dışarıdan bakan birinin ilgisini çekmeyecek kadar somut, onun içinse hayali dünyasında oynaşan soyut bir kâğıttı.

Yeteneğini ilkokul öğretmeni anlamıştı. Bazen resimde gördüklerini ona anlatıyor ama Melike hiçbirinin anlattıklarıyla örtüşmediğini, alınmasın diye öğretmenine söylemiyordu. Belki de küçük benliği oradan itibaren başlamıştı bu kadar çabuk büyümeye! Öğretmeni, onu küçük bir resim atölyesinde ders almasına yardımcı olmuştu. Yıllarını adamıştı. Kimseye anlatamadıklarını bu sefer tablolara işlemişti. Ve sonunda daha fazla paraları olmadığı için atölyeyi bırakmıştı. Düşündükçe aklına geliyordu, resim öğretmeni çok kızmıştı ona, çünkü parasızda devam edebileceğini söylemişti, küçük kalbi o kadar gururluydu ki annesinin haberi olmadan oradan isteğiyle ayrılmıştı. Annesine ise bu kadar öğrendiğim yeter demişti. Genç kadın kızına saygı duymaktan başka bir şey yapamamıştı. Dışındaki boyaları akmış, sıvaları düşmüş o yıkık, virane yerden öğrendikleri şimdiki hayatına öyle bir etki etmişti ki, Melike bunun gerçekliğiyle şaşırsa da kendisini içten içe tebrik ediyordu.

Hayatında hiçbir şey yolunda gitmese de bunu başarmıştı!

Bugünlük işe gitmemiş, biraz olsun dinlenmek istemişti. 'İyi ki doktor falan olmadım' deyip bazen kendini bile sevindiriyordu. Bunu kendi arkadaşlarından biliyordu. O meslek her zaman ayakta durmanı dimdik olmanı istiyordu ama Melike uykucunun biriydi. Saat onun için hiç fark etmezdi. Eğer uykusu varsa yanında rock konseri bile verseler kimseyi umursamaz soluğu yastığında, ruhunu da rüya âleminde bulurdu.

Dikkatini çeken yere başını çevirince karşısında oturan tahminen en fazla kırkında olan adamın bıyıklarını sıvazlayıp kendisine baktığını gördü daha nasıl konsantre olabilirdi ki!

"Merhaba bir şey mi oldu? Birine mi benzettiniz?" adam hala ona delice bakıyordu, içinden sabır çeken Melike kaşlarını çatıp tekrar baktı. "Yok, ne çalışıyorsunuz sabahtan beri buradasınız isterseniz yardımcı olabilirim!" adam hala pişkince sırıtıyordu. İçinden söylenmeye başlamıştı bile Melike 'Adi, pislik, yaşına başına bakmadan bir de sabahtan beri izlemiş!' kendini toparlayıp elinin altındaki ki defteri kapattı. Melike o kadar sert kapattı ki karşısında ki adam bir an irkilir gibi oldu. "Oradan nasıl gözüktüğümü, ruh halime kadar incelediniz sanırım. Ama ben sizin o ucuz laflarınızı yakındaki bir emniyet şubesine iletebilirim. Böylece orada ad soyadı olarak tanışmış oluruz ne dersiniz?" diyerek içinden geçenleri basit bir dile çevirerek karşılık verdi. Adam biraz sararıp biraz morarıp kendine gelmeye çalışsa da Melike keyfi yerine gelerek kaldığı yerden kendini çizimlerine verdi.

Melike, annesiyle yaşayan, ayakta kalmaya çalışan bir kızdı. Üniversiteyi ilk yıl kazanamayıp hırsla ikinci yılında kazanan biriydi. İnadı ona her şeyi yaptıracak kadar güçlüydü. Üniversiteyi kazandığında sevincini nasıl kutlayacağını bilememişti. Teyzeleri, annesi, anneannesi hepsi birlikte toplaşıp sarılarak o güzel günü ödüllendirmişlerdi Melike için. Annesi çalışarak yardım ediyordu ona. Babasından boşandıktan sonra kendilerini toparlayarak yeni bir hayata geçiş yapmışlardı ama bu ikisini de biraz zorlamıştı. Sonunda burs kazanıp okumaya başlayınca biraz olsun rahatlamış ve kendine iş bulmak için biraz daha zaman bulmuştu kendine. İlk önce Limon Kafe'de iş bulmuştu. Menekşe ve Salih onu seve seve işe almışlardı. O kadar mükemmel bir çiftti ki Melike onlara hayran kalmadan edememişti. Çalışanlarına o kadar iyi davranıyorlardı ki böyle insanların büyük şehirlerde kalmış olması Melike'yi şaşkına çevirmişti. Daha sonra ise okulun verdiği ödevlerden dolayı para konusunda yetişemeyince ikinci ek bir iş bulmuştu. 'FaEl Wedding Style' da çırak olarak işe başlamıştı. Getir götür işi yapmış, telefonlara bakmıştı. Şimdiyse Fırat amcasının telefonlarına bakıp sekreterliğini yapıyor ve kendisine ait olan odasında Emel teyzesinin çizimlerine eşlik ediyordu. Ve tüm bu işleri seve seve yapıyordu. Haftanın üç günü okulu vardı. Tabi çok yakında mezun olacak olması onu bir nebze üzse de artık tam bir iş kadını olabilecekti.

Pazartesi ve Cuma günleri olmayan okulu onun için güzel bir fırsat olmuştu. Genelde pazartesiden perşembeye kadar ikindiden sonra kafede çalışıyordu. Geri kalan günlerde ise FaEl'deydi. Patronları onu o kadar çok sevmişti ki bazen onlarda kalmak tam bir neşe kaynağı oluyordu. İkiz çocukları olan bu çift Melike'yi üçüncü evlat olarak kabullenmişti. Hatta arada yanına gelen İdil'i ise dördüncü niteliğinde görmüşlerdi. Melike, Doğa ablasını ve Toprak abisini çok seviyordu. İki yıldır burada çalışıyordu ama sanki çok uzun yıllardan beri beraber büyümüş gibiydiler. Onlarında onu ne kadar çok sevdiklerini biliyordu.

Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Moda ve Tekstil Tasarımı okuyordu ve bu onun son senesiydi. Onca şeye rağmen hem yaşamayı seçmişti hem de hayallerini geliştirmeyi. Şimdi ise iki kız arkadaş aynı evde kalıyorlardı. Melike ve İdil... İdil üniversitenin başından beri kardeşiydi resmen... Onu ailesinden hiç ayırmamıştı her anında, onu ayağa kaldıran 'Geçecek' diyen kişilerden bir tanesiydi. Bazen gerçekten kardeş olsalar böyle mi olurdu dedirtebiliyordu İdil. Ona güvenini öyle bir aşılamıştı ki Melike bir şey anlatmasa da gözlerinden okuyordu onu. Bu kadar birbirlerine güveniyorlar birbirlerini tanıyorlardı. Ki zaten onu bilen ve güvendiği kişilerde iki elin parmağını geçmezdi.

İdil'le tanışmaları okulun ilk gününde olmuştu. Kucağında kitaplarla köşeyi dönerken tam olarak bir kız erkek tanışması için mükemmel bir zamanlama da tanışmışlardı. Lakin bu olaydan tek farkları ikisinin de kız olmasıydı. İyi misin faslını bırakıp İdil'in onu tek elinden tutup bir hastaneye götürmesiyle, ikisinin iki bavulla bir ev bulup yerleşmeleri bir gün sürmüştü. Beyin sarsıntısı geçirip iki kişilik hastane odasında sabaha kadar konuşmuşlardı. Ve en sonunda internetten buldukları bir emlakçıyla hemen konuşup evi tutmuşlardı. Ve serüvenleri bu zamana kadar sürüp gelmişti.

İdil kumral, mavi gözlü hafif yanık tenliydi. Melike'nin ise kahverengi mi ela mı yeşil mi ne olduğu belli olmayan bir göz rengi, orta boylu bir burnu, kahverengi arasına sarılar karışmış saçları vardı. Standart bir boy ölçüsüne sahip olsa da arkadaşı, kendisinden biraz daha uzun, bir gülümsemesiyle dünyayı gören, deli dolu bir kızdı. İdil'in dizine başını yasladığında huzur buluyordu. İyi geliyordu İdil'in hayalleri. Aynı eve taşındıklarından beri arkadaşlık yerini kardeşliğe bırakmıştı. İkisinin ailesi de canciğer olmuşlardı. Bazen evde anlaşmazlıklar olmuyor değildi. Mesela kendisinin orada burada duran kalemleri, kâğıtları; İdil'in ortada gezen maketleri, maket bıçakları gibi! Ama o, İdil'i en içten en candan seviyordu her haliyle! Ve onunda kendisini böyle sevdiğini biliyordu.

Düşüncelerini garsonun yanına gelmesi bölmüştü.

"Merhaba efendim adınız Melike idi değil mi?" Melike başını kaldırıp yanına gelen gence baktı. Buraya o kadar sık geliyordu ki neredeyse her çalışan onu tanıyordu. Buranın devamlı müşterisiydi Melike. Okuldan ne zaman çıksa soluğu bu küçük kafede alırdı. Kendi çalıştığı kafede buraya yakındı ama buradan deniz bir başka görünüyordu ona. Soru çözer, çizim yapar ve kahve içerdi bir de o güzel kirazlı keklerden aşırırdı zamanı varsa. Soru çözmek onu birazda olsa yatıştırıyordu. Çizmekte öyle. Hatta yeniden üniversite sınavlarına girdiği de vardı. Kitaplarını da çok severdi her güne yeni bir kitabın macerasıyla atılırdı. Bazen kitaplarını da bu güzel yerde okurdu. Hatta birkaç kişinin ise ismini bildiğini biliyordu. Ama karşısındaki oğlanı ilk defa görüyordu. Uzun boylu kumral bir adamdı. İsim kartlığında ise Çağan yazdığını gördü. "Evet, benim ama ben birinden bir paket beklemiyorum. Sanırım yanlış gelmiş olmalı!" dedi. Çağan elindeki uzunca olan kutunun üzerinde yazanları kendisine aktardığında gerçekten de ona gelmişti. Ama kim neden ona bir şey göndermişti ki? Neredeyse kimse burada olduğunu bilmiyordu. Melike başıyla onaylayıp "Teşekkürler!"diyerek kutuya dikmişti gözlerini.

Elini kutunun özenle düğümlenmiş kurdelesine götürdü. Tek bir harekette düğüm çözülmüştü. İçinden çıkan rulo halinde bir kâğıt - yine içinde kırmızı bir kurdeleyle bağlanmıştı - bir zarf ve küçük siyah kadife bir kutuydu. İlk önce eline zarfı alıp açtı. Güzelce katlanmış olan kâğıttan portakal çiçeği kokusu geliyordu; kendi kokusu. Şokla ve merakla içinde yazana göz gezdirdi. Gözünü ilk cümlede bön gibi açan Melike devamını okudukça renkten renge giriyordu. Kâğıt ruloyu bir sinirle açıp devamını okudu. İşte şimdi gerçekten ayvayı yemişti.

'Evet, sevgili nişanlım merhaba!

Cümlem uymadı değil mi? Aslında eşim demem gerekiyordu. Çünkü hemen hemen iki ay sonra karım oluyorsun. Ben kim miyim? Güzel soru ben Arel KORHAN, Korhan Mimarlık'ın yöneticisi ve sen 'Melike Ertekin' yakında benim karım olacaksın. 'Olur, musun?' diye sormuyorum çünkü sen benimsin. Baban seni bana kendi rızası kendi istekleriyle senin hayatının karşılığı için verdi. Ona ister kız ister küfret sen yaşacaklarının hepsini hak edeceksin. Sözleşmede o rulo halindeki kâğıt ha yırtıp atarsın diye söylüyorum sana aslını verecek değilim tabi ki kopyası. Şimdilik görüşürüz sevgili nişanlım! O kutudakini atayım deme şahsen bana pahalıya patladı. Onu takacaksın. Tekrar söylüyorum 'mısın' diye sormuyorum eğer yapmazsan sonu kötü biten bir hikâye yazarım başrolde de sen ve ailen oynarsınız. Ne dersin? İki gün sonra Konak'ta kulenin yanında saat tam 2'de seni bekliyor olacağım! Hoşça kal... ŞİMDİLİK

Arel KORHAN'

 

Bu da ne böyle diye tekrar düşündü Melike hem o kâğıdı da yırtmamıştı. Defalarca kez okuyup üzerinde düşünmüş ve yine de bir sonuca varamamıştı. 'Bu lanet adamı kim sardı başıma' diye hayıflanıp duruyordu. Ve kutudaki yakuta erişti gözü zarifçe süslenmişti ve çok güzeldi. Ama asla onu takmayacaktı. Ya bu adam çok cömert bir salaktı ya da karşısında gördüğü bu yakut sahteydi. Bir insan nasıl bir aptallık yapıpta hiç bilmediği tanımadığı bir kıza pahalı bir yüzük verirdi. 'Başkası olsa çoktan satıp yemişti parasını! Bir tane akıllı yok aramızda!' Melike etrafına bakıp onu gözleriyle süzen var mı diye bakınırken pişkin adamı geçmişti. Alıcı gözüyle süzüldüğü tek bu yaşlı adam vardı bir de demin kutuyu bırakan Çağan adındaki oğlan başka da kimse yoktu. Kâğıdı buruşturup, çizip olmayan resimlerinin yanına atmıştı. Biri çok fena bir oyun oynuyordu ama kim olduğunu bilmiyordu. 'En fazla ne olabilir ki?'

Güneş yavaşça denizin üzerinden batarken Melike toparlanmıştı. Bu akşamlık bu kadar yeterdi ki bu şakayı öğrenmesi lazımdı. Eğer okuldakilerden biriyse bunu en iyi Nisa bilebilirdi. Yarın ondan öğrenirdi. Nasıl olsa şakanın olup olmadığını anlamak için yanına koştururdu. Onu sıkıştırır ve kimin yaptığını öğrenirdi. Sahte yüzüğü kutusuna koyup çantasına atarken etraftaki sesler ona huzur veriyordu. Denizin sakince kıyıya vuran dalgaları, bir yerlerde oynayan çocukların neşeli kahkahaları, seyyar satıcının müşteriyi çekmek için okuduğu hafif tonlu melodik sözler… Hepsi onun için huzurdu.

Dolmuşa binmeden önce telefonunu kurcaladığında annesinin iki kez aradığını görmüştü. 'Evde ararım nasılsa!' deyip geri çantasına atmıştı. Çok geçmeden dolmuş gelmiş ve eve doğru yol almıştı. Telefonla uğraşırken ilk önce Arel Korhan kim diye aratmıştı ve karşısına çıkan bir sürü haberden ilkine tıklamış ve karşısına çıkan makaleyi okumaya başlamıştı. Güçlü bir şirketi vardı adamın, en son Dubai de yaptığı şaheserle adından epeyi söz ettirmişti. Gözlerinin gördüğü dev yapıyla Melike içinden bir 'Oha' nidasıyla, dışarı fırlayan gözlerini kendine getirmek için birkaç kez öksürmek zorunda kaldı. Elini yavaşça ağzından çekip ekranı aşağı doğru kaydırırken onu gördü. Arel Korhan'ı. Siyah bir takım elbise içinde, siyah gözleri ve esmer teniyle harika bir uyum içerisinde olan odasından bir röportaj veriyordu. Kulaklığı yanında olmadığı için dinleyememişti. Lakin böyle bir adamın kendisiyle ne işi olurdu ki? Gerçekten de bayağı güzel ve sahici bir şaka yapmıştı arkadaşları! En azından adamı gerçekten de tanımıyordu. Allahtan karşısına Francisco çıkmamıştı.

Giderken de İdil'i aramış ve nerde olduğunu sormuştu. İkisi de ayrı otobüslerde eve dönerken kapıda karşılaşmışlardı. Üst katlarındaki teyze gözlüğünün ardından bir süzüp suratını buruşturup karşıdaki televizyonuna bakarken Melike ve İdil kahkaha atıp evin kapısını açıp ikinci kata bile çıkmıştı. Kutu gibi evleri olmasına rağmen ikisinin de ayrı odaları vardı. Bir dolap, bir komodin ve bir tane yatağı vardı. Bu ona yetiyordu hatta artıyordu bile. Küçücük evinin en sevdiği yeri elbette ki mutfağıydı. O kadar güzel döşenmişti ki! Mutfağı oturma odasından ayıran duvar yıkılmış ve bir masa gibi büyükçe döşenmişti. Etrafı maviye boyanmış odaya farklı bir hava vermişti. Zaten İdil yeterince süslemişti mutfağı! Küçücük mutfağı ev sahibinin önderliğinde kocaman olmuştu. Bir de küçücük bir pencere yaptırmışlardı fazla pencere olmadığı için. Kutu kadar evinin en güzeliydi o!

Üzerindekileri çıkarıp dolabına asarken çantasının içindekileri döküp defterlerini yerine yerleştirmiş ve sonradan fark ettiği yüzüğü komodinin üzerine bırakmıştı. Bunun hesabını artık yarın sorardı. Eline telefonunu alıp annesini ararken endişeliydi. Ya bütün bu olaylar gerçekse ve annesine bir şey olduysa! Endişelerinin ortasındayken telefona cevap verilmesiyle biraz da olsa rahatlamıştı Melike.

"Annecim, aramışsın duymadım dışarıdaydım!"

" Kızım! Anladım zaten bir yerde olduğunu çalışıyorsun sanmıştım. Nasılsın iyi misin diye aradım…"

" İyiyim annem benim! Bugün izinliydim. Sen nasılsın? Bir yaramazlık yok inşallah!"

" İyiyim bende annen olsun! Seni düşünüp duruyordum bir arayayım halini hatırını sorayım dedim."

Melike endişesinin yersiz çıkmasıyla içi soğusa da annesinin ses tonundaki değişikliği hemen fark etmişti.

" Anne bir şey yok değil mi? Ne olur söyle bana!"

" Melike!"

" Anne söyle lütfen!"

" Kızım… Baban…"

Melike birkaç dakika kendine gelemedi. Baban demişti annesi ne olmuştu!

" Baban geldi bugün kapıya. Saçma salak şeyler söyledi gitti! Zamanı geldi falan dedi ne dediğini de anlamadım ya! Nejat amcan kovaladı gitti nereye gittiyse! Sana ulaşamıyormuş bir şey mi verecekmiş bir şey mi söyleyecekmiş bir şeyler dedi. Zil zurna sarhoş dediği de anlaşılmıyor tabi ki! Sana söylemeyecektim ama!"

Melike ne düşüneceğini şaşırmıştı. Bu da neydi böyle? Ya gerçekse ya arkadaşları şaka yapmamışsa? Annesine cevap veremezken öylece donup kalmıştı. Eli ağzında tek eli telefonda! Gözleri direk komodinin üzerindeki kutuya giderken annesine alelacele kapatması gerektiğini söyleyip fırlatmıştı yatağa telefonu. Buruşturup attığı kâğıdı eline tekrar alırken onu çöpe atmadığı için sevinmişti. Tüm kâğıdı üç defa okumasına rağmen adamın ne demek istediğini anlamamıştı. Ona babasından bahsediyordu. Babasının onu kendi elleriyle ona verdiğini. Hayır, Karadeniz de böyle töre falan da yoktu ki tutup ona verilsin. Bu adam kimdi ve ondan ne istiyordu?

Saat daha erken olmasına rağmen üzerine çöken yorgunlukla yatağa uzanmış, lambasını kapatmadan önce de kutuyu yere fırlatmıştı. Bunu o 'ne tuhaf ismi' vardı Arel'e gösterecekti. 'Tehditlere karnım tok!' Gece lambasını söndürüp derin bir nefes aldı. Nasıl uyuyacaksa? Telefonunu açıp bir şey var mı diye göz attığında annesi ve kendisinin fotoğrafını gördü ekranda. Sonra onu okşayıp masanın üzerine koydu. Alarmı da kurmuştu. Cenin pozisyonunda yatıp tek elini yastığının altına koydu ve uykusunun bir an önce gelmesini diledi.

*** *** *** ***

Saat çoktan 1'e gelmişti gece. Arel, amcasıyla üçüncü kahvesini içiyordu. Ve keyifle gülümsüyordu. Amcası ise Arel'in bu tepkisine şaşırıyordu. Yeğeninin bu halini gerçekten görecek miydi?

"Arel oğlum yanlış yapıyorsun."

"Onu karşıma çıkaran kişi sendin. Şimdi bana bir şey söylemen için çok geç. Bırak amca sen karışma bütün ailesini de onu da mahvedeceğim. Görecek yaptıklarının bedelini!"

Altan Bey iki yana hafifçe salladı başını.

"Ben gidiyorum Arel, sende evine git" diyerek tepkisini koydu Altan bey. Başını ' tamam ' anlamında sallayan Arel dünyadan kopmuştu. '2 ay' dedi içinden '2 ay sonra canını fazlasıyla yakacağım Melike' diye düşünerek daha da sevindi.

------

Panikle açtı gözlerini 'lanet olsun saati duymamışım' diyerek kalktı yerinden. Saate baktığında saat daha akşamın 11'ine anca geliyordu. Bu kadar mı uyumuştu. "Allah'ım başım" diye diye mutfağa sürükledi bedenini ama daha iki adım atmıştı ki bir şeye takılıp yere savruldu."Lanet olsun lanet olsuuuun! Popom! Uff!"neye çarptığına baktığında "Seni lanet kutu gerizekalı ne işin vardı acaba orada. Ayağım! Nerde bu ışık?"diye söylenerek ayağa kalkmaya çalıştı ama yine kutunun yüzünden bu sefer yüz üstü kutunun üzerine düştü."Lanet olası seni geberteceğim. Seni yakıp karşına geçip ısınacağım ve sen orada öylece yanacaksın ben zevkten dört köşe olacağım!"kutuyu kaldırıp köşeye doğru fırlattı. Büyük bir gürültüyle masa lambası yeri boyladı. Allah'tan yer laminanttı ve lamba camdan değildi. Melike ağlamak istedi ama yapmadı zaten yapamazdı da.

"Melike iyi misin? Ne oldu sana böyle?"İdil koşarak yanına geldi. Büyük gürültüyle uyanmıştı ve şimdi arkadaşı yerde öylece oturuyordu etrafında ki dağınıklıkla."Ne oldu iyi misin Melike" diye devam etti İdil."İyiyim su içmeye kalkmıştım sadece şu lanet olası kutu olmasaydı bunu çok güzel beceriyordum!"diyerek kalkmaya çalıştı ama ayağı buna izin vermedi. Sanırım incinmişti."Tekrar lanet olsun. Sanırım incindi bu!"diyerek hafiften boğuklaştı sesi. "Dur kalkma ben buz alıp geliyorum suyunu da getiririm."İdil içinden ' ah baş belası ' diye söylenerek mutfağa giderken Melike içinden on bininci ofunu çekiyordu."Of of of of offfffff" diye çığırdı Melike.

Ne yapacaktı oraya gidecek olursa neyle karşılaşacağını da bilmiyordu. Tüm her şey bir günde nasıl bu kadar ileri gidebilirdi ki? Annesi bir yandan Arel denilen adam bir yandan! Ki Arel'in gerçekten var olup da kendisini kendisine eş seçmesi kadar da mantıksız bir şeyi düşünmemişti şimdiye kadar! Adamın İzmir'de holdingi olması gibi İstanbul ve Ankara'da bile şirketleri vardı. Bu adamın kendisine gözünün ucuyla bile bakma ihtimali yokken evlenme olasılığı hiç olamazdı. Arkadaşları şaka yapmıştı bunun başka açıklaması olamazdı.

"Al canım. Ne oldu sana? Anlat bakalım."

Melike, İdil'e her şeyi en başından anlatırken arkadaşının şaşkınlıkla öylece kalakaldığını cümlesinin sonunda fark edebilmişti.

"İdil, iyi misin?"

"Melike sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek kafede bana bir zarf geldi? Ne demek içinde yazılanlar evlilikle ilgiliydi? Ne demek içinden bir de yüzük çıktı? Acaba biz bugün uyanmadık mı acaba rüyada mıyız?"

İdil birkaç adımda yakınına gelip, Melike'nin kolunu iki parmağının arasında sıkıştırınca olanlar olmuştu.

"İdil ne yapıyorsun Allah aşkına. Morarttın kolumu!"

"Yok, rüya falan değil! Melike neler oluyor böyle?"

"Bilmiyorum İdil, ya birileri bana çok kötü bir oyun oynuyor ya da bu olay tamamıyla gerçek!"

İdil ve Melike son cümlenin üzerine öylece yatağın üzerinde kalırken kendisini ilk toparlayan İdil olmuştu.

"Tamam, yarın olsun okula gideceğiz nasılsa! Nisa ile konuşuruz. Nasıl olsa her şeyden haberi oluyor onun!"

"Tamam, yatalım. Zaten doğru dürüst uyuyamıyorum."

        

*** *** *** ***

"Ben geldim!" diyerek içeri girdi Arel saat sabahın dokuzu idi. "Arel! … Hoş geldin oğlum hayrola nerden esti buraya gelmek?" Bade Hanım oğluna şaşkınca bakarken gözlerinden de sorusuna yanıt arıyordu. Bu gelişini pek hayra yoracağını sanmıyordu. Oğlu şu birkaç yılda o kadar değişmişti ki onu çözmek bulmaca çözmekten daha da zor geliyordu. Belki bu olaylar olmasa oğlu daha iyi olabilirdi ama yapmıştı yine yapacağını.

Ankara, İzmir'e göre daha sıcaktı. Etrafta su diye dolanan insanların aralarından gelmişti Arel annesini görmeye. "Annem hep geliyordum, bu aralar yoğunum. Hem gelinin beni çok uğraştırıyor!" diyerek yalancı kahkahasını serbest bıraktı Arel. "Yapma oğlum hiçbir günahı yok o kızın sana o yapmadı bunu!" diye temkin etti Bade Hanım oğlunu, içi burkuluyordu, hem oğluna üzülüyordu hem de o kıza. Daha gencecikti ve oğlu bir hiç uğruna o kızı harcayacaktı.

"Anne bu konuyu seninle konuşmuştuk zaten. Her şeyi başından sonuna kadar anlattım sana daha beni yargılama. Bilmediğin hiçbir şey yok. Daha ne yapmamı bekliyorsun. Bu zamana kadar serbest yaşattın zaten onu. Sırf sen okusun dedin diye bir şey söylemedim. Artık yeter o orada burada hayatını yaşarken senin ne halde olduğunu ben görüyorum o değil! Bunu bir daha yaşatmayacağım sana! İçin de rahat olmalı!" diyerek sözünü kesti annesinin. O kız hiçbir şeyi hak etmiyordu, hiçbir şeyi. 'Ne kadar yanıldığını göreceksin oğlum!' diye içinden geçirdi Bade Hanım. Güzel kızdı resimden daha doğrusu oğlundan çaldığı bir resimden gördüğü kadarıyla ne çok güzeldi ne de çok çirkin. Fotoğrafta da zaten gülümsemiyordu. Nasıl bir kişilik olduğunu da bilmiyordu. Sadece tek bildiği üvey kardeşini ailesinden sakladığıydı. Onu da zaten kayınbiraderinden öğrenmişti.

"Abi hoş geldin seni buralarda görmek ne hoş!" diyerek ortamdaki sessizliği bölen Aral merdivenlerden inip abisine sarıldı. "Görmeyeli büyümüşsün kerata nerdeyse boyuma gelmişsin" Arel kardeşine bakıp pis pis sırıttı boyuna özel olarak takılıyordu. "Genetik ne diyeyim şimdi?" hiç şaşırmamıştı Aral abisini görünce, şu kızdan dolayı sürekli dolanıyordu, bir sabit durduğu yoktu. Zaten bir Avustralya bir Amerika bir Türkiye gezinip gidiyordu abisi. "Naber abi? Nasılsın?" Arel kardeşini süzüp

"İyidir asıl senden ne haber, nasıl gidiyor buradaki işler?"

"Bildiğin gibi işte abi ne olacak!"

"Ya bilmez miyim? O yüzden kaçtım ya Türkiye'den!"

İki kardeş sırıtıp ellerini tokuşturarak destek çıktılar birbirlerine. Aral abisine bakıp bakıp sırıtırken Bade Hanım iki oğlu içinde Allah'tan sabır diliyordu. Tabi diğer ikiliyi saymıyordu bile. Aras ve Alin. İkizler. Birinin derdi bitmeden ötekisinin ki başlıyordu. "Hadi sofraya geçelim birilerinin anlatacak çok şeyi var ki buraya kadar geldi." diye oğluna bakıp söylendi Bade Hanım. Arel ise o sırada annesine çapkın gülüşlerinden atmakla meşguldü. "Çok şey var annem anlatacak çok şey var"...

 

------------

Aklından hiç çıkmayan bir kâğıt ve gözlerini kamaştırıp karşısında duran bir yakut vardı. Bu adam gerçekten hiçbir şey bilmiyordu. Ki ona bu yüzüğü alıyordu. Bunlar çok fazlaydı her şey için artık ağır gelmeye başlamıştı. Ne olacaktı ki bundan sonra sanıyor muydu mutlu olacağını? Hiçbir şey düzgün gitmiyordu ki hayatında bir tek giden şey zamandı. Onu da durdurabilene aşk olsun.

Yataktan kalkıp kitaplarının başına gittiğinde saat çoktan on ikiyi geçmişti. Bu saatlerde kafası iyi basıyordu Melike'nin. Anlamadığı tek ders vardı o da Moda Yazarlığı idi. Kim çıkardıysa onları ne anlardı edebiyattan, makaleden, yazarlıktan. Hayatı zaten olmuş bir roman, modaya bunu mu yansıtsaydı acaba. Annesine verdiği sözü sonuna kadar, gücü tükenene kadar devam ettirecekti. Başka şansı yoktu çünkü. Bu üniversite için son senesiydi yani 23 yaşındaydı. Ama kendisini hiç yirmili yaşlarda hissetmiyordu bununda herkes farkındaydı. Melike içinde hem bir çocuğu barındırıyordu hem de yaşlı bir teyzeyi ve senelerdir de aynı kızdı hiç değişmemişti. Aslında herkes ona okul seni değiştirir demişti ama o inatla aynı kız olmaya devam etmişti. Ve hala daha öyleydi. Gülümserdi gülümsemesine ama gözlerine ulaşmazdı mutluluğu. İçinde barındırdığı büyük bir yara vardı ve her gün yeniden deşilip kanatılıyordu. Ve kimse bunun farkında bile değildi. Alışmıştı hayatına 'böyle gelmiş böyle de gider' kavramındaydı yani ona göre. 'Bir yerde biter o günde öldüğüm gün olur işte' deyip geçiştiren bir ruha sahipti. Melike acının da sevincin de ne olduğunu çok iyi biliyordu.

Sabah gözlerini yatağının ucunda açmıştı. Tek gözü açık tek gözü kapalı olarak konumuna bakarken 'yine mi uyuyakaldım' diye hayıflanarak kitaplarının üzerinden kalktı.

**********

Üzerini giyinip mutfağa geçerken İdil de arkasından geliyordu. "Günaydın canım" deyip kocaman öptü Melike'yi ama Melike de hiç hal yoktu somurtarak günaydınına öpücükle cevap verdi. Uykusuzluktan gözlerinin altı iyice morarmaya başlamıştı ama yine de idare ediyordu fondötenle, ona kalsa hiç makyaj yapmadan giderdi ama İdil başındayken bu pek mümkün olmuyordu.

"Canım iyi misin ne oldu yine?"

"Uyuyamadım pek ondan bir de okula geçeceğim bakalım Nisa'dan bunun şaka olduğuna dair bir şeyler bulmaya çalışacağım!"

"Bu kadar takma kafana hasta olacaksın böyle giderse her şeyde bir hayır vardır biz ona bakalım ilk önce tamam mı? Hadi beni de üzme kendinde üzülme artık. Belki de gerçekten de şakadır! Her şey iyi olacak bak göreceksin!"

"İdil'im ne olur bunda da haklı ol çünkü buna ihtiyacım var."

Sımsıkı sarıldı İdil arkadaşına bir yandan sarılıp bir yandan da çayı hazırlıyorlardı. Kâh gülüyor kâh üzülüyorlardı. Ama emindi İdil, bunu da atlatacaklardı.

 

Kahvaltı sona ererken İdil hemen kovmuştu onu mutfaktan hazırlanması için. Üzerine askılıktan çiçekli ve tüllü olan bir crop çıkarıp yatağın üstüne atarken, altına ise yeşil dizden bollaşan bir pantolon çıkartıp hemen giyinmişti. Saçlarını yapmış makyajını da rimel ve fondotenle tamamlamıştı. Proje çizim dosyasını ve çantasını da alıp çıkmıştı odadan. Ayakkabılarını giyerken İdil elinde kâğıtlarla ve kutuyla onu bekliyordu. İkisi de evden çıkarken şemsiyelerini iyi ki de almışlardı çünkü yağmur, bilirmiş gibi bir anda bindirmişti. Mayıs ayının sonlarında yağan yağmurla insanlar bereket deyip kendilerini coşkuyla sokağa, parklara atmışlardı. Rüzgâr, Melike'nin dalgalı saçlarından içeri sızıp o çiçekli mistik kokuyu etrafa dağıtmıştı. Birkaç dakika geçip saatine baktı. Elinde tuttuğu zarfı ve rulo kâğıdı sertçe buruşturdu. Ne yapacağını iyi biliyordu aslında arkadaşlarına bunun hesabını ödetecekti. Bu yaşta bile şaka yapmaya yer arıyorlardı.

Okula girerken Nisa okulun bahçesinde kendi arkadaşlarıyla konuşuyordu. Hızlı adımlarla yanlarına gelirken Nisa gülümseyerek el sallamıştı onlara.

"Günaydın arkadaşlar!"

"Günaydın Melike ve İdil ikilisi! Ne koşturdunuz böyle?"

"Asıl haberler sende olmalı diye düşünüyordum aslında!"

Nisa tuhaf bir şekilde onlara bakmıştı.

"Anlamadım. Bir şey oldu da benim mi haberim yok?"

"Nisa hiç kıvırma şimdi, şaka olayını biliyoruz!" İdil, lafa atlarken Nisa hala aynı şekilde ona bakıyordu. "Gerçekten ne diyorsunuz siz ikiniz ne şakası? Biliyorsunuz ki okulun gazetecisi benim böyle bir şey olsa ilk ben duyardım!" Melike, hafif bir titremeyle ona bakarken "Bir araştırsana var mı gerçekten!" Nisa, Melike'ye dönerken onun nasıl beyazladığını görmüştü.

"Tabi ki Melike! De sen iyi misin?"

"Sen araştır sadece! Saat 2'ye kadar buradayım! Olmazsa mesaj atarsın!"

"Tamam canım."

"Görüşürüz!"

Melike ve İdil hızlı adımlarla dersliğe geçerken Melike, panikle İdil'e döndü.

"İdil, Nisa'nın haberi bile yok! Bilseydi bu kadar üstelediğimizde söylerdi. Ya gerçekse?"

"Sakin ol, daha zaman var bulur o kesin! Hadi ben gidiyorum sende sınıfa geç! Kendini sıkma! Görüşürüz!"

İdil kendi sınıfına geçerken Melike'de stresle derse girmişti. Kafası o kadar doluydu ki hocanın sözleri bile kafasında kalmıyordu. Hatta arkadaşlarının birkaç kere ona seslendiğini bile Aycan'ın koluna dokunmasıyla duymuştu. Aslında düşününce kendi sınıfındaki hiç kimse bunu yapmazdı. Ama arada sırada ona şaka yapanlar oluyordu. 'Umarım bu da öyledir.'

Mesaj tam da okuldan çıkarken gelmişti.

'Melike, okulun tamamını gezdim. Ama böyle bir şaka olayını kimse bilmiyor. Yüksek oranda böyle bir şey yok! Belki lise arkadaşların olabilir. Ya da okul dışındaki arkadaşların falan! Ama bizim okulda böyle bir şey yok!'

'Teşekkür ederim Nisa! Öyle olmalı!'

Gelen mesaja bakmadan iş yerine doğru yola çıktı. Akşamsa İdil'e olan biteni anlattı.

Sabah olana kadar sağa sola dönerken içinden de gerçekten şaka olmasını diledi. İdil'de uyuyana kadar yanına gidip gelmişti sürekli! En son Melike televizyonun başında uyuyakalmıştı.

Sabah, İdil'in onu kahvaltı için kaldırmasıyla kendine geldi. Yüzünü yıkarken düşünceleri kenara atmaya çalıştı ama nafileydi. Bugün o adamla karşılaşacaktı. Ya gerçekti ya da gerçekten de arkadaşları şaka yapmıştı her zaman ki gibi! Üstünü giyerken ne giydiğinin bile sonradan farkına varmıştı. Üzerinde sarı bir bluz altında kırmızı bir pantolon ve değişik iki çorap! Sinirle üzerindekileri çıkarıp başka şeyler giyerken saçını hınçla fırçaladı. Makyaj bile yapmadı. Kahvaltısını yaptıktan sonra da sinirle dolmuşa doğru yürüdü. Kağıtta yazan yere geldiğinde de ikiye on vardı. Bütün siniriyle geçip kulenin yanında bir park yerine oturdu.

Melike iyice düşüncelere dalmışken ona seslenildiğini bile duymadı. "Melike" İkinci seslenilme de irkilip adını duyduğu tarafa doğru baktı. Yani tam yanı başına! Yanında oturan adamla bir an afalladı sonra hafif kaşını çattı.

"Benim!" dilinden çıkan sadece buydu. Adam siyah saçları ve siyah kuyuyu andıran gözleriyle ona bakarken bembeyaz dişleriyle bir de gülüyordu. Melike kaşlarını olabildiğince biraz daha çatarken adam konuşmaya başlamıştı.

"Ben Arel, Arel Korhan" Melike içinden ona kadar sayarken gözünü açıp kapatıyordu sağa sola bakıp kamera aramaya bile koyulmuştu beyni. Aradan geçen 2 dakika ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Bu adam telefonunda gördüğü adamla aynıydı. Hayır, bir arkadaşı ona bu kadar benzeyemezdi ki! Beyni üçüncü dakikanın sonunda gerçeği ilan etti!

Bu bir şaka değildi!

Ve bu 'genç' adam hala ona bakıyordu. Gülerek…

♡♡♡♡♡♡♡♡♡♡♡

Yıldızlar, sizinle olsun. Şuradaki minik yıldızda benim hımm olur mu?

ilk bölüm sizce nasıldı?

 

Loading...
0%