@_kubraakyol
|
"Ada, gel kızım hadi. Kahvaltı hazır." dedi Ülkü Hanım mutfak kapısından bana seslenerek. Televizyonun karşısında, yaklaşık yarım saat Deniz ve Uygar'ın salona inmesini beklemiştim ama hala gelmemişlerdi. Koltuktan kalktım ve hızlı adımlarla mutfağa gittim. Ülkü Hanım mükemmel bir sofra hazırlamıştı. "Ülkü Hanım bu uzun zamandır gördüğüm en güzel kahvaltı sofrası." dedim neşeli bir sesle. ''Çok zahmet etmişsiniz.'' "Afiyet olsun yavrum ama bana hanım demesen mi artık?" dedi elini koluma koyarak. ''Ben saygısızlık olmasın diye-'' ''Yok kızım ne saygısızlığı? Mahcup ediyorsun beni. Tabii sen nasıl seslenmek istiyorsan öyle seslen... Neyse, yine çok konuştum. Hadi otur da yiyelim.'' dedi gülümseyerek. ''Yok, estağfurullah.'' dedim en yakın sandalyeye otururken ve masada olan her şeyden tabağıma koydum. Ülkü abla da çaylarımızı koyuyordu. ''Teşekkür ederim... Deniz ve Uygar gelmeyecek mi?'' ''Aradım az önce, gelirler birazdan. Deniz yemez de Uygar oğlum bir şey bırakmaz şimdi masada.'' dedi neşeli bir kahkahayla. Gülümsedim. ''Ne zamandır Deniz'le beraber çalışıyorsun?" ''Dört yıldır Deniz'le bu evdeyiz ama bu ailenin içine gireli otuz yıl olmuştur. Deniz doğmadan iki sene önceydi herhalde. Canan Hanım, Deniz'in annesi yani, o almıştı beni işe. O günden beri de bu ailenin içindeyim anlayacağın.'' ''Kendi ailen peki?'' ''Eşimi altı yıl önce kaybettim. Bir tane kızım var. Ankara'da eşiyle beraber yaşıyor.'' ''Başın sağ olsun, çok üzüldüm.'' ''Sağ ol kızım... Aman neyse böyle şeylerden bahsetmeyelim şimdi. Yemeğini ye sen.'' ''Her şey çok güzel olmuş gerçekten. Ellerine sağlık.'' dedim ve bal kaymaklı kızarmış ekmeğimi ağzıma attım. ''Allaaah mis gibi kızarmış ekmek kokuyor burası. Ülkü abla neler yaptın bize böyle?'' dedi Uygar heyecanla mutfağa girerken. Hemen arkama baktım ama Deniz yoktu. Uygar tek gelmişti anlaşılan. ''Valla Ada kızım burada diye yaptım hiç üstüne alınma.'' ''Günaydın Ada.'' dedi Uygar bakışlarını bana çevirerek. ''İyi misin?'' ''Günaydın. İyiyim teşekkür ederim. Sen?'' ''İyiyim sağ ol.'' dedi Uygar ve Ülkü ablanın yanına yaklaşıp yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. ''E bize yok mu yani?'' Ülkü abla Uygar'ın elini tuttu ve ona kocaman bir gülümseme gönderdi. ''Olmaz olur mu oğlum geç otur ye hadi... Deniz nerede? ''Duşa girdi, gelir birazdan. Of var ya kimse senin gibi yemek yapamıyor be Ülkü abla. Şu sofraya bak. Tok insanı bile yemeye ikna eder.'' ''Abartma abartma. Hem ne bu enerji Uygar? Gece çok iyi uyumuş ve dinlenmiş gibi.'' ''Benim enerjim bitmez bilmiyor musun?'' dedi Uygar ağzına büyük bir dilim ekmek atarken. Aralarındaki samimiyet çok güzeldi. Aile gibilerdi ve bu tablo bana dayım, yengem ve Güneş'le geçirdiğim günleri hatırlatmıştı. ''Deniz çok yorgun görünüyordu. İşe gitmezsiniz bugün herhalde.'' ''Valla ben bugün evden çıkmayı hiç düşünmüyorum. Bir yıldır cumartesi günleri işe gitmekten çok yoruldum, biraz dinleneceğim.'' ''Deniz peki?'' dedim çayımı yudumladıktan sonra. Ve bakışlarımı Uygar'a çevirdim. ''O seninle bir yere gidecekmiş." "Dün bahsetmişti... Nereye gidecekmişiz?" "Söylemedi." Beni öptüğünü bile söyleyen adam nereye gideceğimizi söylememiş miydi yani? Başımı aşağı yukarı salladım ve cevap vermeden kahvaltımı yapmaya devam ettim. "Dinlenmesi lazım artık Uygar. Sen bir şey söyle bari şu deli çocuğa." "Bu ara pek üstüne gitmek istemiyorum... Duygularını ve düşüncelerini kontrol edemiyor." dedi bana bakarak. Dolaylı yoldan bana cevap vermiş olabilir miydi? Uygar zeki birine benziyordu ve evet, Deniz'in beni neden öptüğüne dair kafamdaki soru işaretlerini tahmin edip bana bu yolla cevap verme ihtimali çok yüksekti. Duygularını ve düşüncelerini kontrol edemiyor. İşte aradığım cevap buydu, beni bu yüzden öpmüştü. Sonunu düşünmeden, anlık bir hisle. "Pazartesi günü tam dört sene olacak. Ona dertleniyordur o şimdi." Uygar onaylarcasına başını aşağı yukarı salladı. "Biraz zaman geçsin konuşurum. Şimdi ne konuşsam anlamayacak zaten. Çalışarak uzaklaşıyor düşüncelerinden biliyorsun. İyi geliyor bir bakıma ona da." "Haklısın oğlum. Sen yine onu yalnız bırakma ama.'' ''Yok abla, ne zaman yalnız bıraktım ben onu?'' O gün 23 Eylül'dü demek. Deniz'in sevdiği kızı kaybettiği, Melis'in ağır yaralı kurtulduğu o büyük kazanın olduğu gün. Deniz duygusal bir boşluktaydı, muhtemelen sağlıklı düşünemiyordu. Ülkü abla haklıydı, Uygar'ın Deniz'i yalnız bırakmaması gerekiyordu. ''Afiyet olsun.'' diye bir ses duyduğumda başımı geriye çevirdim. Deniz gelmişti. Saçları ıslak ve dağınıktı. Üstelik çok uykulu ve yorgun görünüyordu. ''Sağ ol oğlum, yiyecek misin?'' dedi Ülkü abla, başımı masaya çevirdim. ''Canım istemiyor, bahçeye çıkacağım şimdi.'' ''Kahve ister misin, getireyim mi?'' Deniz bir süre cevap vermedi. ''Yok, kahve de istemiyorum.'' ''Peki oğlum sen bilirsin.'' dedi Ülkü abla ve Deniz'in ayak sesleri uzaklaştı. Deniz'in hemen arkasından ayağa kalktım. ''Size afiyet olsun, tekrardan elinize sağlık.'' dedim Ülkü ablaya bakarak ve bahçeye doğru yürüdüm. ''Kızım hiçbir şey yemedin ama.'' ''Doydum ben merak etmeyin.'' dedim ve adımlarımı hızlandırarak bahçeye çıktım. Deniz bahçe salıncağında hafif hafif sallanıyordu. Yanına oturdum. ''Tabağındakiler bitmemişti, neden hemen geldin?'' ''Konuşmamız lazım çünkü.'' Deniz sadece yakından bakılınca görünecek kadar küçük bir şekilde gülümsedi. Buruk bir gülümsemeydi. ''Tamam, konuşalım.'' Bir süre yüzünü inceledim. Hiç konuşabilecek gibi durmuyordu. ''Bütün gece uyumamışsın. Neden şimdi gidip uyumuyorsun? Hiç iyi görünmüyorsun.'' ''İyiyim, endişelenecek bir durum yok. Ne konuşmak istiyorsun?'' ''Vazgeçtim, şu an bir şey konuşmayacağım Deniz. Eğer uyumazsan hiçbir şey konuşmam seninle.'' ''Seni güvende tutmanın tek yolu buydu Ada. Biter sandım, ihaleden çekilince, polise gitmeyince biter sandım. Bitmedi. Sana bunların hiçbirini yaşatmak istemezdim. Her şey kontrolüm dışında ilerliyor ve müdahale edemiyorum. Müdahale ettikçe her şey daha kötüye gidiyor.'' ''Deniz şu an bir açıklama istemiyorum senden. İyi görünmüyorsun diyorum. Hadi gel odana götüreyim seni.'' ''Uyumak istemiyorum.'' ''Bazı şeyleri istemesek bile yapmak zorundayız değil mi?'' dedim ve kolundan tutup zorla salıncaktan kaldırmaya çalıştım. ''İşte bu yüzden Deniz Bey, hemen şimdi kalkıyorsun ve uyumaya gidiyorsun. Yoksa arabama atlar giderim.'' ''Kerem'i peşinden gönderirim.'' dedi küçük bir gülümsemeyle. Yerinden bir milim bile oynatamamıştım. ''Takip ettireceksin yani? Hani ben tutsak değildim?'' dedim sahte bir sitemle. ''Değilsin. Tutsak olsan arabanı kapının önüne çektirir miydim? Anahtarını yatağının yanındaki çekmecenin üzerine bırakır mıydım?'' Anahtar çekmecenin üzerinde miydi? Bunu neden fark etmemiştim? ''Yani şimdi istesem hemen çıkıp gidebilir miyim?'' ''Gitmek mi istiyorsun?'' dedi hüzünlü bir sesle. Gitmek istiyor muydum? Arkamdan birilerinin silahla kovalamadığı, birilerinin korumasına ihtiyaç duymadığım, can güvenliğimin olduğu ve kendimden başkasını düşünmediğim birkaç hafta önceki özgür hayatıma dönmeyi çok istiyordum. Kendi halinde yaşayan ve sadece kendi dertlerini önemseyen biriydim, şimdi hem kendimi hem de Deniz'i düşünüyordum. Saklanmak zorundaydım ve ne zamana kadar olacağı bile belli değildi. Evime gittiğim an başıma bir şey geleceğine emindim ve şu an güvenliğimi sağlayabilecek tek kişi Deniz'di. O yüzden hiçbir yere gidemezdim. ''Gitmeyi tercih etseydim çoktan giderdim Deniz. Kalk hadi yoksa Uygar'ı çağıracağım.'' ''Tamam tamam, kalkıyorum. Uygar'la uğraşamam. Bir ton laf eder şimdi.'' dedi ve yerinden kalkıp eve doğru yürüdü. ''Saat ikide bir yere gideceğiz seninle.'' ''Nereye gideceğimizi sorsam peki?'' ''İstememe gibi bir ihtimalin var, o yüzden söylemesem daha iyi.'' ''Omzuna atıp götürürsün ya ne olacak.'' dedim ve kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. ''Hoşuna gitti galiba.'' dedi kocaman sırıtıp yüzüme bakarak. ''Ne?'' dedim ufak bir çığlıkla. ''Hiç de bile. Öyle mi demek istedim ben Deniz?'' ''Bilmem, ne demek istedin?'' ''Gayet açık bence, hem-'' dediğimde evin bahçeye açılan kapısından içeriye girdik. Uygar salonda telefonuyla ilgileniyordu ve geldiğimizi görünce sözümü kesti. ''Pardon Ada, bölüyorum ama bunu söylemem lazım.'' dedi Deniz'e bakarak. ''Ne oldu Uygar yine?'' ''Hakan mesaj attı, kütüphaneyi boşaltmışlar. Ne yapalım diyor.'' ''Şimdilik bizim depolardan birine götürsünler her şeyi. Ben bir şey düşünüp söylerim daha sonra ona.'' ''Tamam. Sen ne yapacaksın şimdi?'' ''Uyuyacağım biraz.'' ''Tamam, görüşürüz o zaman. İyi uykular.'' Deniz cevap vermedi ve başını aşağı yukarı sallayarak merdivenlere yöneldi. ''Ben de mutfağa gideyim o zaman.'' dedim Uygar'a. ''Ada biraz konuşalım mı?... Otursana.'' Benimle ne konuşacaktı ki? ''Dinliyorum.'' ''Bir ay sonra şirketin tanıtımı var. Yani aslında birçok şirketin katıldığı bir fuar olacak ve orada tanıtım yapacağız. Sen de mimarlık okuyormuşsun ve benim yardıma ihtiyacım var. Asistan arıyorum.'' Şüpheli bir şekilde baktım. ''Yani tam da Deniz'e paraya ihtiyacım olduğunu söyledikten sonra mı asistana ihtiyacın olduğunu fark ettin? Bu olayın benim başıma gelenlerle ve Deniz'le hiçbir alakası yok yani?'' ''Ada aylardır bu fuara hazırlanıyorum ve inan bana yetiştirebilecek gibi değilim. Deniz'in haberi yok, gerçekten yok.'' ''Neden inandırıcı gelmiyor bana peki? Kütüphane kapandı diye işsiz kaldım ve siz şimdi bana şirkette olmayan bir iş yarattınız. Aynen böyle oldu değil mi?'' ''Hayır Ada ya sandığın gibi değil diyorum. Ülkü ablaya sor istersen. Bir aydır buradan çıkmıyorum. Deniz'le beraber gece gündüz çalışıyoruz.'' Tek kaşımı kaldırdım. Hala ikna olmuş sayılmazdım. ''Torpil gibi olduğunu düşünüyorsan fuardan sonra çalışmayı bırakırsın. Bana yardım ediyorsun gibi düşün. Hem senin için de zaman geçmiş olur. Canın sıkılmaz.'' "Senin asistanın yok muydu peki, bir anda mı dank etti asistan bulmak?" "Vardı tabii, bir ay önce çıktı işten." ''Hmm." "Ya hadi Ada inat etme işte. Başka bir yerde işe gireceğin zaman çok iyi bir tecrüben olmuş olur." "Peki nerede çalışacağız? Deniz evden çıkmamı istemeyebilir.'' ''Sen bana şirkette lazımsın. Deniz'le gider gelirsin. Başına bir şey de gelmez yani böylece.'' ''Bilmiyorum Uygar.'' ''Tamam, o zaman sen düşün biraz. Olumlu cevap vereceğini düşünüyorum.'' ''Bugün Deniz'in beni nereye götüreceğini söylersen kabul ederim belki.'' diyerek kedi gibi masum bir bakışla bakıp güldüm. ''Ada bakma bana öyle ya. Yemin ederim bilmiyorum. Ben de merak ediyorum ama söylemedi bana da.'' "Hani siz birbirinizden habersiz iş yapmazdınız? Nasıl haberin yok?" "O kadar da değil Ada." "Off." dedim suratımı asarak. "Neyse, peki öyle olsun.'' "Yetenekliymişsin." dedi bir anda. "Anlamadım." dedim yüzüne bakarak. Gözleriyle duvardaki resmimi işaret ediyordu. "Resim diyorum. Baya iyiymiş." "He, teşekkür ederim. Yapıyorum işte bir şeyler." "Hmm ada ve deniz. Bana birilerini hatırlattı sanki." dedi imalı bir gülüşle. "Hiç öyle sandığın gibi değil, ben bu resmi Deniz'le tanışmadan önce yaptım." "Ne sanıyormuşum ki?" dedi daha da gülerek. "Yani, Deniz'i tanıdıktan sonra yaptığımı ve resimdekilerin beni ve Deniz'i temsil ettiğini düşünmeni istemem." dedim gözlerimi kaçırarak. Bal gibi de Deniz'i tanıdıktan sonra tamamlamıştım resmi ve her ne kadar Uygar'a inkar etsem de tablodaki ada ve deniz bizi anlatıyordu. "İyi madem, öyle diyorsan." "Sen niye uyumuyorsun? Gidip yatsana." "Yatacağım birazdan, biraz daha uyumazsam bayılıp kalacağım yoksa." "Ben de Ülkü ablanın yanına gidiyorum o zaman." "Tamam, ben de çıktım yukarı." dedi Uygar ve koltuktan kalkıp merdivenlere doğru yürüdü. "Kolay gelsin." dedim mutfağa girdiğimde. Ülkü abla kahvaltı masasını topluyordu. "Teşekkür ederim canım, bir şey mi istemiştin?" "Deniz ve Uygar uyumaya gitti. Ben de sana yardıma geldim." "Hallederim yavrum ben. Zahmet etme." "Yok yok zahmet olmaz. Zaten ne yapacağım ki tek başıma salonda?" dedim tabakları tezgaha koyarken. "Tamam bakalım. Teşekkür ederim." "Rica ederim." Mutfağı toplayıp salona geçtiğimizde saat on olmuştu ve iki olmasına daha dört saat vardı. Acaba nereye gidecektik? Ve ben o saate kadar bu kocaman evde ne yapacaktım? ''Ülkü abla, ben bahçeye çıksam biraz?'' "Olur kızım bahçede hava al. Hem birazdan temizlik için gelecekler. Kerem sana araziyi gezdirir." "O zaman ben kaçtım." dedim kapıya doğru dönüp bahçeye doğru koşarak. "Deniz uyanırsa söylersin olur mu?'' "Tamam tamam. Koşma ama düşeceksin deli kız." dedi arkamdan gülerek. Bu kadını gerçekten sevmiştim. Kerem'i bulduğumda bahçede volta atıyordu. "Kerem... Kerem." "Ne oldu Ada, neden koşuyorsun?" ''Bana araziyi gezdirir misin?'' ''At çiftliğine mi gitmek istiyorsun?'' ''At çiftliği mi?'' dedim gözlerimi kocaman açıp. ''Deniz'in at çiftliği mi var?'' "Aa Deniz Bey söylemedi mi?" "Hayır söylemedi. Nerede çok uzak mı? Götürür müsün beni?" "Dur tamam sakin ol. Götürürüm de Deniz Bey'e haber vermek lazım?" "Uyuyor o. Ülkü abla araziyi gezebileceğimi söyledi. Ben de koştum geldim." "Peki madem, Ülkü abla söylediyse sıkıntı yok. Şuradan gideceğiz." dedi ve biraz ilerideki taştan yapılmış patika yolu gösterdi. Yol ağaçlara doğru ilerliyordu. Anlaşılan korunun içinden geçecektik. "Çok uzak mı?" dedim o yola ilerlediğimizde. "Hayır, üç yüz metre ya vardır ya yoktur." "Kaç tane at var, şimdi ne yapıyorlar sence? Sevebilir miyim acaba? Korkarlar mı benden?" "Sakin ol Ada, ne bu heyecan?" "Bütün gün evde canım sıkılmayacağı için heyecanlandım biraz." dedim kıkırdayarak. "Seviyor musun yani atları?" "Bütün hayvanları severim. Sadece atları değil... Eee sen sorularıma cevap vermedin." "On tane at var. Şimdi dışarıda geziyorlardır muhtemelen. Hava alma saatleri şu anda. Evet, sevebilirsin ama Yıldırım abi izin verirse. Yabani değiller. Ve hayır, senden korkmazlar." ''Yıldırım abi kim?'' ''Çiftliğin baş sorumlusu.'' ''Ne yani şimdi sevmeme izin vermeme ihtimali de mi var?'' ''Evet.'' ''Deniz'e sorarım ben de.'' ''Uyuyor dememiş miydin?'' ''Evet haklısın... Ben şimdi boşuna mı gidiyorum yani Kerem oraya kadar?'' ''Hemen umutsuzluğa kapılma sen de. Belki izin verir.'' "Umarım." dedim küçük bir hayal kırıklığıyla. Birkaç saniye sessizlikten sonra da Kerem konuyu değiştirdi. ''Kütüphane için üzüldüm, orayı baya sevmiş görünüyordun.'' ''Belki bir gün yine açılır.'' ''Pek umudum yok, zaten Eren Bey çok istediği için açılmıştı. E onun da bu sene son senesi. Uğraşacak kimse olmayacağı için açmaz bir daha Deniz Bey.'' Yüzümü asıp Kerem'e baktım. ''Öyle mi diyorsun?'' ''Maalesef.'' Az ileride küçük bir ev görmüştüm. Bir süre burada yaşayacaksam kime ait olduğunu öğrenmek de hakkımdı. ''O ev kimin?'' ''Dinlenmek ve bazen uyumak için biz kullanıyoruz orayı. Bir de çiftlikte çalışanlar kullanıyor.'' ''Herkes için her şey düşünülmüş yani.'' ''Evet öyle.'' Korudan çıkmıştık ve az ileride çiftlik görünüyordu. Atlar için ayrılan bahçe kocamandı ve çitlerin arasında çok güzel görünüyorlardı. ''Çok şanslıyım, dışarıdalar.'' dedim ve koşmaya başladım. ''Düşme bak, başıma iş açacaksın. Deniz Bey beni işten çıkarır başına bir şey gelirse.'' ''Bir şey olmaz Kerem, sen de yani.'' Ahıra varana kadar koştum ve çitlere çok az kala bir mesafede durdum. ''Ee hani kimse yok burada. Kimden izin alacağım ben?'' ''İçeridelerdir... Yıldırım abi... Yıldırım abi.'' diye bağırdı Kerem. ''Ne oldu oğlum, niye bağırıyorsun?'' diye bir ses duyuldu ama henüz görünürde kimse yoktu. ''Misafirimiz var ve atları sevmek istiyor.'' ''Geliyorum, iki dakika bekleyin.'' ''Yıldırım abi bugün iyi gününde galiba.'' ''Neden ki, normalde huysuz mu?'' ''Yani ben bir şey demeyeyim, sen kendin tanı.'' ''Gözümü korkutamazsın. Emin ol ben çok iyi anlaşacağım ve beni çok sevecek.'' ''Göreceğiz bakalım. Ben baştan uyarayım da.'' Ahırın kapısından ayak sesleri geldiğinde başımı kaldırdım, Yıldırım abi dedikleri kişi sanırım buydu ve Kerem'in söylediğinin aksine çok şirin birine benziyordu. ''Kolay gelsin Yıldırım abi, Ada Hanım Deniz Bey'in misafiri. Atları çok seviyormuş da kendisi. Gelip görmek istedi.'' ''Hoş geldin hanım kızım.'' ''Merhaba, hoş buldum. Nasılsınız?'' ''İyiyim şükür, sağ ol. Deniz oğlum sabah aradı. Bir misafirim var, olur da gelirse çiftliği gezdirirsin, ilgilenirsin dedi. Yani kızım anlayacağın, bugün burada istediğin kadar vakit geçirebilirsin.'' dedi Yıldırım abi. Kerem'e Ya bak gördün mü? dercesine bir zaferle baktım. ''Atları da sevebilirsin ama tek başına olmaz. Bizim çocuklar yardım eder sana.'' ''Ya çok teşekkür ederim, çok mutlu edersiniz beni.'' ''Ne demek kızım, Deniz'in misafiri başım üstüne.'' ''O zaman ben gidiyorum. Yıldırım abi, Ada sana emanet.'' dedi Kerem geri dönmeye hazırlanarak. ''Tamam Kerem. Ülkü öğle yemeği hazırlayınca ararsın.'' ''Tamam abi, kolay gelsin.'' ''Ee ne yapmak istersin hanım kızım? Daha önce hiç yaklaştın mı bir atın yanına?'' Başımı iki yana sallayıp gülümsedim. ''Hayır ama hep dokunarak sevmek istemişimdir. Çok severim hayvanları ama bugüne kadar hiç böyle bir fırsatım olmamıştı.'' ''Ne şanslıymışsın ki bugün denk geldin... İçeride bir tane var, sana onu göstereyim. Laf aramızda en çok onu seviyorum.'' ''Sen ne dersen o.'' dedim gülümseyerek. İçeriye girmiştik, içeride her at için ayrı bir kabin vardı. Az ileride de Yıldırım abinin bahsettiği at duruyordu ve başını penceresinin üzerinden çıkarmıştı. Koşarak yanına gittim. Krem rengi ve tertemiz bir attı. ''Adı var mı bunun?'' dedim ve bir içgüdüyle elimi boynuna uzatıp okşamaya başladım. ''İnci. Deniz'in atı. Çok uysaldır. Aynı Deniz gibi.'' ''Çok güzelmiş bu.'' ''Öyledir benim uslu kızım.'' dedi Yıldırım abi İnci'nin başını okşarken. ''Göz bebeğim o benim.'' ''İnci neden dışarıya çıkmadı?'' ''Biraz hasta, üşümemesi lazım.'' ''Yaa, ne oldu ki?'' ''Enfeksiyon kapmış, veteriner öyle söylüyor.'' ''İlaç veriliyor mu peki? Ne zamandır hasta?'' ''Haftada iki kez iğne olmaya gidiyor. Valla bir ay olmuştur aşağı yukarı böyle.'' ''Bir ayda hiç iyileşme göstermedi mi yani?'' "En fazla bu kadar iyi oldu." "Çok enteresan... Benim veteriner bir arkadaşım var. Ona da sormak istiyorum bir sakıncası yoksa?" "Yok kızım ne sakıncası olacak. Sor tabii." Telefonumu çıkardım ve Selay'ı görüntülü aradım. Belki o bir şeyler önerebilirdi. "Selay selam." dedim açar açmaz. "Selam Ada... Neredesin sen öyle?" "Dur şimdi bırak nerede olduğumu. Atlar hakkında bilgiye ihtiyacım var." "Atlar mı? Ada sen gerçekten neredesin?" "Selay sonra anlatacağım. Şimdi beni dinle. Bu güzeller güzeli at enfeksiyon kapmış, bir aydır iki günde bir olmak üzere iğne oluyormuş ama hiçbir ilerleme olmamış. Enfeksiyon dışında başka bir şey olabilir mi?" "Ata yapılan testleri görmem lazım. Hangi ilaçları kullanmışlar onu bilmem lazım." Yıldırım abiye döndüm. "Abi test sonuçları var mı elinizde?" "Sadece ilk testlerin sonuçları var." "Tamam, son testlerin sonuçları da lazım. He bir de hangi ilaçlar kullanıldı?" "Valla ilaçları bilmiyorum. Bugün İnci'yi kliniğe götüreceğiz. Orada sorarım." "Öğrendikten sonra bana atarsın Ada." "Tamam teşekkürler." "Rica ederim. Ada başka bir şey yoksa ben kapatıyorum. Hasta var içeride." "Tamam kolay gelsin, görüşürüz." "Görüşürüz canım." Telefonumu kapattıktan sonra ellerimi İnci'nin yüzüne koydum ve gözlerinin içine baktım. İlk kez bir ata dokunmama rağmen tuhaf bir şekilde korkmuyordum. Aksine bana güven vermişti. "Veterinere ne zaman gideceksiniz?" "Yarın gideriz kızım ne oldu?" "Ben de gelebilir miyim diyecektim." "Deniz ne der bilmem. Hem biz hallederiz sen yorma kendini oraya kadar." "Ben ona sorarım, eğer onun için sorun olmazsa geleceğim ama bak." "Tamam tamam anlaştık." Yıldırım abiyle geçirdiğim saatlerden sonra gölgede bir sandalyeye oturdum. Bana bütün çiftliği gezdirmiş, bütün atları sevdirmiş ve onlarla oynamama izin vermiş, hepsinin de adlarını öğretmişti. Artık hepsinin adını, yaşını, huyunu ve kime ait olduğunu biliyordum. Mesela siyah olan iki at Uygar'ındı. Küçük ve beyaz olan Melis'indi. Eren'inki Eren'le aynı yaştaydı ve bembeyazdı. Burada olup etrafı izlemek iyi hissettirmişti. Saatlerce burada kalabilirdim ama Deniz'le gitmemiz gereken bir yer vardı. Ve ben hala nereye gideceğimizi bilmiyordum. "Ada, hala burada mısın?" diye bir ses duydum. Deniz gelmişti. Saate baktım. Biri yirmi geçiyordu ve evden çıkmamıza sadece kırk dakika vardı. Saatin su gibi akıp gittiğine inanamıyordum. "Deniz, günaydın... Ülkü abla buraya gelebileceğimi söyleyince ve benim de evde canım sıkılınca sana haber vermeden gelmek zorunda kaldım." "Ada adım adım, saniye saniye yaptığın her şeyin bilgisini vermek zorunda değilsin. Sana söyledim, tutsak değilsin. Sadece evden çıkarken bilgim olması yeterli... Anlaştık mı?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Anlaştık." "Toz toprak içinde kalmışsın." dedi baştan aşağı gözleriyle beni süzerken. "Hazırlanman gerek, kırk dakika sonra evden çıkmamız lazım." Çok gergin, hatta çok sinirli görünüyordu. Yerimden kalktım ve Deniz'e doğru yürüdüm. ''Tamam öyleyse gidelim. De nereye gideceğiz?'' Cevap vermeden bir süre yüzüme baktı ve arkasına dönüp eve doğru yürüdü. ''Ona göre giyineceğim Deniz, o yüzden soruyorum. Sen takım elbise giymişsin. Önemli bir yere mi gideceğiz? Benim ne giymem gerekiyor?'' diye söylene söylene peşinden koşar adım yürüdüm. ''Normal günlük kıyafetlerinden giyebilirsin.'' ''İyi, zaten yanıma çok bir şey almamıştım... Neden at çiftliğin olduğunu söylemedin daha önce?'' ''Sevdiğini bilmiyordum. Hem konusu da açılmadı hiç.'' dedi huzursuz bir sesle. ''Ama buraya geleceğimi tahmin edip Yıldırım abiye söylemişsin.'' dedim sevimli tutmaya çalıştığım bir sesle. ''Yerinde duramıyorsun çünkü. Bir şekilde buraya geleceğini tahmin ettim yani.'' ''Deniz bir şey mi oldu? Çok huzursuz görünüyorsun.'' ''Gerginim biraz.'' ''Gideceğimiz yer yüzünden mi?'' ''Evet.'' Yanlış bir şey söyleyip canını sıkmamak için cevap vermedim ve eve yaklaşana kadar Deniz'e sessizce eşlik ettim. ''Ben hemen üzerimi değiştirip geliyorum.'' dedim Deniz çardaktaki banka oturduğunda. Sessizce başıyla onayladı. Apar topar benim için ayrılan odadaki banyoda duş aldım ve hiç vakit kaybetmeden giyinip aşağı indim. Saat ikiye on vardı ve birazdan çıkacaktık. ''Saçların ıslak.'' ''Duş aldım da. Gitmiyor muyuz?'' ''Neden kurutmadın?'' ''Vaktimiz yok.'' Deniz yavaşça ayağa kalktı ve elimden tutup beni eve doğru yürüttü. ''Ne yapıyorsun Deniz?'' ''Tekrardan hasta olmak mı istiyorsun? Saçını kurutacağız.'' ''Geç kalırız diye hemen geldim. Seni bekletmemek için.'' ''Beklerdim.'' dedi Deniz içeriye girdiğimizde ve mutfağın yanındaki odalardan birine yöneldi. Anlaşılan kapılardan biri banyoya açılıyordu. Aynanın karşısına geçtiğimizde tam arkamda durdu. Aynaya bakıyor olsam da gözlerim Deniz'in gözlerinin içindeydi. Deniz de kendine değil benim gözlerime bakıyordu. "Niye benimle bu kadar ilgileniyorsun?" dedim aynadaki gözlerine bakarak. "Benim sorumluluğumdasın da ondan. Başına bir şey gelmesin diye." "Kendime bakabilirim Deniz." "O yüzden mi hasta oldun birkaç gün önce?" dedi gülümseyerek başını iki yana sallarken. "O istisnaydı." "Neyse küçük hanım." dedi ve çekmeceden saç kurutma makinesini çıkardı. "Geç kalmadan saçlarını kurutalım." Saçlarım kuruduktan sonra banyodan çıktık ve daha fazla oyalanmadan arabaya bindik. Nereye gideceğimizi artık söyleyebilirdi çünkü arabadan kaçamazdım. "Deniz artık nereye gideceğimizi söyler misin lütfen? Psikolojimi ona göre hazırlayacağım." "Salih Karahan'a gidiyoruz." "O kim? Karahanların nesi oluyor?" "Melih'in babası. Beni konuşmaya çağırdı." "Deniz o adamın yanında ne işin var? Hadi seni geçtim, benim ne işim var? Onun oğlu bana bile neler yaptı, sana neler yaşattı. Ölmek mi istiyorsun sen? Derdin ne?" "Sakin ol Ada. Salih oğluyla görüşmüyor. Melih'le en son yan yana geleli otuz sene olmuştur. Kendi oğluna düşman. Yüzünü uzaktan bile görmemiştir." "Sen nereden biliyorsun?" "Bir gün Salih Karahan bizim şirkete geldi. Üç yıl olmuştur. Neyse, o zaman anlattı. Tabii detay bilmiyoruz. Neden kendi oğlunu sevmediği hakkında bir fikrimiz yok. Bir gün oğlum sizden birine bir zarar verirse beni düşman bilmeyin demişti." "Onun sözü ne kadar güvenilir? Ya hepsi bir plan ya da oyunsa? Sonuçta Melih'in babası. Ne kadar düşman olabilir ki oğluna?" "Biz de baştan inanmadık tabii. Babam bir süre baya araştırdı. Bizim adamlarımız çok uzun süre takip ettiler. Söyledikleri doğruydu. Oğlunu tamamen hayatından çıkarmış. Sadece torunuyla görüşüyor." "Biz neden onun yanına gidiyoruz peki?" "Anlatacakları varmış Melih'le ilgili. Ama ne olduğunu inan bilmiyorum. Ben de zaten onu aramayı düşünüyordum." "Sen neden onu arayacaktın?" "Salih'le ortak birçok iş yaptık. Muhtemelen Melih bilmiyor... Oğlum size tekrar kötü bir şey yaparsa bana gel demişti. Ondan yardım isteyecektim." "Daha önce hiç-" "Hayır Ada, ilk kez gideceğim bir şeyler yapması için. Şimdi ne yapacak bilmiyorum gerçi." "Ona güveniyorsun yani." "Hayır. İnsanlar her zaman yanıltır Ada. Ben kimseye gözüm kapalı güvenmem. Hiç kimseye. Sadece belki bir çözüm bulur diye bir denemek istiyorum." "Anladım. Peki bir şey soracağım. Neden Uygar'a söylemedin nereye gideceğimizi?" "Haberi vardı Ada, sana söylememesini ben söyledim ona. Benim ondan gizlediğim tek bir şey yoktur." Beni öptüğünü bile söylediğine göre gerçekten hakkında her şeyi biliyormuş. diye içimden söylendim. "Kaç kez sordum, bilmediğine dair yemin etti." dedim küçük bir sitemle. "Bana çok bağlı. Eğer ona güvenip güvenmediğimi düşünüyorsan eğer, buradan anlayabilirsin." "Yok onu öğrendim zaten... Peki neden bana söylememesini söyledin?" "Gelmek istemeyip inat edersin diye." "Doğru tahmin etmişsin. Gerçekten gelmek istemiyorum." "Ama ben gelmeni istiyorum." dedi masum bir sesle. Bu sesle onu zaten kırmam mümkün değildi. "Neyse, Deniz konudan biraz sapacağım ama madem konu güvenden açıldı, ben İnci'yi götürdüğünüz veterinere güvenmiyorum." Deniz bakışlarını bana çevirdi ve birkaç saniyeliğine gözlerime bakıp tekrar yola odaklandı. "Nasıl yani, ne oldu ki?" "Bilmiyorum. İçimde kötü bir his var. Yıldırım abi bir aydır İnci'nin hasta olduğunu söyledi. Sürekli iğne yapıyorlarmış ama hala iyileşememiş. Yani eğer basit bir enfeksiyonsa şimdiye kadar iyileşmesi gerekmez miydi? Kötü bir şey varsa da neden söylemiyorlar?" "Hayvanların iyileşme süresi bazen uzun sürebiliyor Ada. Daha önce de oldu." "Tamam ama ben yine de bir şey yapmak istiyorum. Kızmayacaksın ama." "Sana neden kızayım Ada? Söyle dinliyorum." "Benim en yakın arkadaşım yani Selay, veteriner. İnci'nin ilk kan tahlili sonuçlarını, kullanılan ilaçları ve son kan tahlili sonuçlarını ona göndereceğim. Bir de o baksın." "Olur." "İzin veriyorsun yani?" "Neden vermeyeyim?" "Tedavi kimle başladıysa onunla devam etsin diye düşünüyor olabilirsin. O yüzden." "Öyle bir düşüncem yok. Tek isteğim iyileşmesi." "Yarın kliniğe götüreceklermiş, ben de gidebilir miyim?" "Neden gitmek istiyorsun?" "Çünkü ilk tahliller hariç hiçbiri yokmuş Yıldırım abinin elinde. Diğer yapılanları da alacağım. Bir de ilaçların adını öğrenip Selay'a söyleyeceğim." "Yıldırım abi gidince öğrenir. Senin gitmene gerek yok bunun için." "Deniz lütfen. Eğer gitmezsem seninle Melih'in babasına gelmem." "Hep böyle inatçı mısın sen?" "Evet." "Nasıl başa çıkacağız peki seninle küçük hanım? Önerin var mı?" "Ben yetişkinim Deniz. Küçük değilim." diye homurdandım. "Hı hı evet." dedi neşeyle. Açık açık benimle eğleniyordu. Gülümsedim. "Gidebilir miyim kliniğe? Lütfen." "Tamam, beraber gideriz." "Teşekkür ederim... Bir de şey soracağım." "Sor bakalım.'' ''Uygar asistan arıyormuş. Bana iş teklif etti. Bununla bir ilgin var mı?'' ''Hayır bir şey söylemedi bana.'' ''Sen ayarlamadın yani?'' ''Hayır. İhtiyacı vardı zaten, geçen ay asistanı işten ayrıldı çünkü. İşlerimize ve çalışanlarımıza karışmayız biz. Ben sadece artık kütüphanede çalışmayacağını söyledim ona. Mimarlık okuduğunu zaten biliyordu.'' ''Hmm, peki kabul edebilir miyim Uygar'ın teklifini?" "Bana sormana gerek yok Ada. Bu senin hayatınla ilgili bir karar." "Bir süre gözümün önünde olman lazım diyordun ya o yüzden soruyorum. Kabul edersem evden çıkmak zorunda kalacağım ya hani?" "Şirkete benimle gidip gelirsin. Çalışmak istiyorsan ben her türlü imkanı ve güvenli ortamı sağlayacağım sana." "İstiyorum. Hem benim için iyi bir tecrübe olur. İleride iş ararken bana katkısı da olur.'' ''Tamam o zaman, pazartesi günleri hariç diğer günler benimle işe geliyorsun.'' ''Anlaştık. Peki okula giderken nasıl gidip geleceğim?'' ''Ders saatin kaçta?'' ''Sabah 10:00'da. İki buçuk saat sürüyor.'' ''Tamam, sabahları seni ben bırakırım. Dönerken de Kerem alıp götürür eve.'' ''Tamam.'' dedim elimi gözüme siper ederek. Güneş gözüme vuruyordu. ''Torpido gözünde gözlüğüm var. Onu alabilirsin." "Teşekkür ederim." dedim ve torpido gözünü açtım. Deniz'le tanıştığım gün kaybettiğim kalem oradaydı. Şaşkınlıkla bakarken kalemi elime aldım. "Bu kalem." dedim kaleme bakarak. "Benim kalemim." dedim Deniz'e gösterirken. Deniz bakışlarımı takip etti ve kaleme baktı. "Evet senin kalemin." dedi rahat bir tavırla. "Kaybettiğini düşünüyordun sanırım." dedi ardından sırıtarak. "Bana şans getirdi. Ben de atmadım." "Evet kaybettiğimi düşünüyordum. O gün yani bayıldığımda düşürmüştüm. Senin alacağın aklımın ucundan bile geçmezdi." "Kaybolmadı. Geri almak istiyorsan veremem üzgünüm.'' "Yok istemiyorum. Yani sende kalabilir." dedim kalemi torpido gözüne geri koyarken. ''Bir şey mi oldu?'' dedi ciddi bir sesle. ''Niye yüzün düştü?'' ''Bir kabus gördüm. Bayıldığım gün. O kalemle babamı öldürüyordum. Bana hiç iyi şeyler hatırlatmıyor. Görünce yine aklıma geldi.'' ''Özür dilerim, böyle bir şey olduğunu bilmiyordum. İnince çöpe atarım.'' ''Özür dilemene gerek yok Deniz. Nereden bilecektin ki?'' dedim ve torpido kapağını kapatıp konuyu değiştirdim. "Kalemi görünce aklıma geldi, dönüşte evime uğrayabilir miyiz? Ders kitaplarımı almam gerekiyor." "Alırız. Kütüphaneden toplanan kitaplar arasından istediğin bir şey var mı? Çocuklara söyleyeyim. Getirsinler." "İmar Hukuku dersinin kitabını alsam fena olmaz. Çok yardımcı olmuştu bana.'' ''Söylerim Hakan'a.'' "Teşekkür ederim... Nerede yaşıyor bu Salih denen adam? Çok uzak mı?" "Kocaeli Eskihisar'a gidiyoruz. Orada yaşıyor." "En fazla bir saate varırız yani." "Evet." "Deniz sen gidiyorsun tamam, peki beni neden götürüyorsun? Yani neden gelmemi istiyorsun" "Olayların bir numaralı şahidi olduğun için. Senin başına gelen her şeyi anlatacağım. Sorumlusu oğlun, bir çözüm bulmama yardım et diyeceğim." "İşe yarar umarım." "Yaramak zorunda... Sen aç değil misin? Sabah yedin en son." "Yıldırım abilerle yedim ben, aç değilim." "Anlaşabildiniz mi? Genelde pek sıcakkanlı değildir." "Anlaştık, çok da sevdi beni. Çok güzel vakit geçirdik." "Güzel sevindim, sıkılmamışsın." "Hı hı... Ama ben biraz uyusam olur mu? Çok yoruldum da." "Uyu Ada. Gittiğimizde uyandırırım." "Tamam." dedim ve koltuğumu biraz geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. Biraz uyusam iyi olacaktı. |
0% |