Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@_kubraakyol

"Ada, uyan hadi geldik."

Deniz'in ninni gibi gelen sesiyle uyandım ama gözlerimi açmadım. Çünkü çok uykum vardı. "Ben gelmeyeceğim, sen git konuş gel." dedim mırıldanarak.

"Hiçbir şey anlamıyorum Ada, ne diyorsun?"

"Gelmeyeceğim ben, çok uykum var. Uyuyacağım burada."

Deniz sesli bir nefes verdikten sonra "Peki." dedi ve birkaç saniye sonra kapısının kapanma sesini duydum.

Şükürler olsun ki beni burada bırakmaya ikna olmuştu. Uyumaya devam edebilirdim. O kimle ne konuşacaksa konuşsundu.

Tekrar uykuya dalmaya çalışırken kapımın açıldığını duyunca mecburen gözlerimi açtım. Deniz neredeyse burnumun tam dibindeydi.

"Gel bakalım." dediğinde kendimi kucağında buldum ve küçük bir inleme sesi çıkardım. ''İyi alıştın sen böyle yürümemeye.''

"Ah... Deniz ne yapıyorsun? Uykum var benim, uyuyacağım."

"Seni burada yalnız bırakacağımı düşünmedin herhalde?"

"Yoo düşündüm." dedim ve yüzümü göğsüne kapattım. "Uykum açılmadı ki benim."

"Ada." dedi ve beni dikkatlice yere indirdi. Etrafıma bakındım. Burası güzel bir yere benziyordu. Bir marinadaydık. "Birazdan açılır uykun. Hadi bakalım yürü. Seni sürekli taşıyamam."

''Ben neden geliyorum ki? Uyusaydım işte arabada.''

''Ada, hadi nazlanma. Bu taraftan gidiyoruz.'' dedi ve beni bir yat teknesine doğru yürüttü.

''Off peki.'' dedim ve birkaç saniye sonra yat teknesine vardık.

''Oo kimler gelmiş.'' dedi altmış beş, yetmiş yaşlarında biri Deniz yata bindiği sırada. Ardından selamlaşmak için Deniz'e elini uzattı. ''Hoş geldin Deniz.''

Deniz ''Hoş buldum, hoş buldum.'' deyip onunla tokalaştıktan sonra bana elini uzattı. ''Gel.''

Salih Karahan'ın ''Bu güzel hanımefendinin adı ne?'' dediği sırada Deniz'in elini tuttum ve bir hopluk sürede tekneye atladım. "Yalnız geleceksin sanıyordum."

''Bu güzel hanımefendinin adı Ada.'' dedi gözlerini yüzümde gezdirirken. Bana daha önce de güzelsin demişti ve bunu söylemesi beni nedense heyecanlandırıyordu.

''Sen de hoş geldin kızım, memnun oldum.'' dedi ve elini bana uzattı.

''Hoş buldum. Teşekkürler, ben de memnun oldum.''

Salih Karahan gülümsedi ve eliyle içeriyi işaret etti. ''Geçin lütfen.''

İçeriye doğru birkaç adım attım, ortada bir masa vardı ve bizler için olduğunu tahmin ettiğim bir akşam yemeği sofrası hazırlanmıştı.

''Buyurun, masaya geçin lütfen.''

Deniz elini belime koydu ve masaya kadar bana eşlik edip oturacağım sandalyeyi geriye doğru çekti. ''Teşekkür ederim.'' dedim fısıltıyla.

''Rica ederim.'' dedi ve yanımdaki sandalyeye oturdu.

Salih Karahan tam karşımıza oturduğu sırada genç bir çocuk yanımıza geldi. Muhtemelen yardımcısıydı.

''Hoş geldiniz.'' dedi bize dönerek. ''Ekstra arzu ettiğiniz bir şey var mı?''

''Yok, teşekkürler.'' dedik Deniz'le aynı anda.

''Bir şey içiyor musunuz?'' dedi Salih Karahan.

''Ben sadece su içeceğim, teşekkürler.'' dedim bakışlarımı Salih ve yardımcısı arasında gezdirirken.

''Deniz sen? Beyaz şarap, viski, şampanya, ne tercih edersin?''

''Ben de sadece su alacağım.''

''Peki, afiyet olsun.'' dedi genç çocuk ve yanımızdan ayrıldı.

''Ee söyle bakalım Deniz. Sen aramasaydın ben seni arayacaktım zaten. demiştin ya, neden arayacaktın beni?"

''Konu oğlun, Melih Karahan.'' dedi Deniz. Anlaşılan acıkmamıştı çünkü tabağına hiçbir şey almıyordu.

''Ne yaptı yine?'' dedi keyifsiz bir sesle ve tabağına masadaki yemeklerden almaya başladı.

Deniz derin bir nefes aldı. ''Hangi birini anlatayım ki? Bir sürü şey.''

''Sen kolay kolay gelmezsin bana iş dışında bir şey için. Çok kötü bir şey mi yaptı, ne yaptı?

''Bir otel anlaşmasına varmak üzereydim. İhaleden çekilmem için Ada'yı tehdit etti. Bak beni demiyorum, Ada'yı. Deniz'i ikna etmezsen sonun Cemre gibi olur bilmem ne. İhaleden çekildim, hatta polise de gitmedim ama oğlun maalesef durmadı. Dün akşam sahibi olduğum kütüphaneye silahlı saldırı yaptırdı. Ada içerideyken.'' dedi Deniz sinirle ve elinde tuttuğu bardağı sıktı. Bardağın kırılacağından korktum ve elimi eline götürüp bardağın üzerinden çektim. Eli bir süre avcumun içindeydi.

Salih Karahan başını denize doğru çevirdi ve birkaç saniye dışarıyı izledikten sonra tekrar bize baktı. ''İnsan kendi oğlundan nefret eder mi?'' dedi üzgün bir sesle.

''Senin gibi oğlum olsa muhtemelen öldürürdüm.'' dedi Deniz nefret dolu gözlerle. ''Nefret etmek az kalır. Sen neden çağırdın beni?"

''Öncelikle ihale için üzüldüm... Sana bir haberim var. Bursa'da yeni bir otel yapıldı. Yakında satışa çıkacak. Henüz medyada yer bulmadı ama Melih duymuştur. O ihaleye gir diye çağırdım seni."

Deniz buruk bir şekilde gülümsedi. ''Tekrardan beni ya da etrafımdakileri tehdit etsin diye mi?''

''Tehdit edemeyecek.'' dedi Salih Karahan ve yemeğinden bir parçayı ağzına götürdü.

Deniz birkaç saniye Salih'i izledikten sonra cevap verdi. ''Konu Melih olunca asla emin konuşamıyorum. Sen nasıl emin oluyorsun?''

''Elimde sana verebileceğim bir koz var. Öğrendiğim günden beri kimseye söylemediğim bir koz. Bunu ona karşı kullanacaksın. Böylece artık seninle uğraşmayacak.''

''Nasıl yani, açık olur musun biraz?''

''Bir ay önce bir şey öğrendim, Gökalp'le ilgili.''

''Gökalp mi?'' dedi Deniz derin bir nefes vererek. ''Bak, Gökalp'in ölümünde babamın bir suçu yoktu. Bununla ilgili konuşacaksan hiç konuşmayalım, ben gideyim.''

''Babanın bir suçu olmadığını biliyorum. Seni bunu konuşmak için çağırmadım... Ben Gökalp'i bir ay önceye kadar hayatta zannediyordum Deniz.'' dedi Salih Karahan, su bardağına uzanırken.

Deniz bir süre donup kaldı. ''Nasıl, nasıl yani hayatta zannediyordun? Hiçbir şey anlamıyorum ben. Senin torunun 2002 yılında babamın sorumluluğunda olan bir ameliyatta öldü. Oğlun da yıllardır babamı suçluyor.''

''Melih yıllarca torunumun öldüğünü herkesten saklamış. Yerine de başka birini bulmuş. Yıllarca Gökalp diye bildiğimiz çocuk başkasıymış anlayacağın. İşte bu yüzden hayatta zannediyordum.''

''Ben gerçekten anlamıyorum. Niye böyle bir şey yapsın? Ve siz nasıl fark etmediniz böyle bir şeyi? Gerçekten anlamıyorum, neden? Neden başkasını oğlunun yerine koymuş?'' dedi Deniz cebinden çıkarttığı sigarayı dudaklarının arasına koyarken. Ben de gerçekten anlayamıyordum ve Salih'in anlattıkları karşısında donup kalmıştım. Melih gerçekten şeytanın vücut bulmuş haliydi.

''Deniz o kadar çok karışık ki nasıl anlatacağım bilmiyorum.''

''Vaktimiz bol.'' dedi Deniz ve ben de derin bir nefes alıp Salih'in anlatacaklarına kulak verdim.

''İyi anlatıyorum öyleyse.'' dedi ve derin bir nefes aldı. ''Melih sorunlu bir çocuktu. Bize hiç bağlı değildi, hep uzaktı. Uysal değildi, söz dinlemezdi, hiç etrafa gülücükler saçmazdı, sevmemize bile izin vermezdi. Vefasızdı, merhametten yoksundu, minnet duymazdı. Ona hep sevgi dolu davrandık, sevgiyi öğretmeye çalıştık ama içinde bir nefret vardı. Sadece bize karşı değil, her şeye karşı. Daha çocukken bile herkesten nefret ederdi. Bu yüzden bir tane bile arkadaşı olmadı. Parktaki çocukların oyuncaklarını kırardı, hatta çocukları döverdi bile. Baş edemiyorduk. O zamanlar böyle rehabilitasyon merkezleri ya da ne bileyim pedagoglar yoktu. Biz de kendi haline bıraktık. Düzelir dedik ama düzelmedi. Hatta zaman geçtikçe bizden uzaklaştı. Çok doyumsuzdu, tek derdi paraydı. Daha çok para. Vefasızlığı, minnetsizliği, hırsı, mutsuzluğu, hiçbir şeyi beğenmeyişi... Üzerine titredik Deniz emin ol. Ama onu değiştiremedik, çok çabaladık olmadı. Ergenlik yıllarına geldiğinde ilişkimiz iyice koptu. Üniversiteye geçtiğinde yüzünü görmez olduk... Bir gün ansızın yurt dışında evlenmiş. Haberimiz olmadı bile. O gün bugündür hiç yan yana gelmedik. Eşim ve ben devam ettik yaşantımıza. Arada Melih'in haberini alıyorduk, iki tane torunum olmuştu. Özgür ve Gökalp. Onlar doğduktan birkaç yıl sonra mirasımı paylaştırdım. Ama Melih'e değil direkt torunlarıma verecektim. Onları ne kadar görmemiş olsam da onlara bırakacaktım mirasımı. Nihayetinde onların bir suçu yoktu değil mi? Neyse Türkiye'ye döndüler bir gün. Özgür dokuz, Gökalp beş yaşındaydı. Torunlarımı ilk kez o gün gördüm. Sadece ben değil herkes ilk kez o gün görmüştü. Tabii o gün gördüğüm çocuğun aslında Gökalp olmadığını bilmiyordum."

"Evet hatırlıyorum yurt dışında yaşıyorlardı." dedi Deniz durgun bir sesle. O da benim gibi anlamaya çalışıyordu.

''Ameliyat olduğunu bile bilmiyordum ben Deniz.''

''Ee çocuk nerede peki? Bizden nasıl sakladılar? Bu zamana kadar onu hep sadece Özgür'le gördüm çünkü.''

''İngiltere'de. Melih'in baldızıyla yaşıyor. Birkaç hafta burada kaldıktan sonra onu oraya gönderdiler. Sadece yazları geldi buraya.''

''Tamam tüm bunları neden yaptı peki Melih? O zavallı çocuk neden Melih'i babası sanıyor?''

''Az önce bir miras meselesinden bahsetmiştim. Dediğim gibi ben bu miras bildirimini yıllar önce yaptım. Torunlarım daha çok küçüklerdi yani. Neyse şöyle bir miras bildirimiydi:

Birinci madde; mal varlığımın yarısı aralarında bölüştürülmek üzere torunlarıma, yarısı da sosyal dayanışma derneklerine verilecek. Tabii ben öldükten sonra.

İkinci maddeyse; Özgür ya da Gökalp olur da benden önce ölürse mirasın dörtte biri sağ kalan torunuma verilecek, dörtte üçü de dediğim gibi yardım kuruluşlarına. Eğer neden diğer kardeşe verilmiyor diye soracak olursan Melih ne yapar ne eder hepsini alırdı o çocuktan. Ben de torunuma gidemeyen para Melih'e gideceğine derneklere ve kuruluşlara gitsin dedim."

"Anladım, Gökalp'in öldüğü yasal olarak bilinseydi şu an senin mal varlığının dörtte üçü yardım kuruluşlarına verilecekti. Dörtte biri de Özgür'e.

"İşte Melih Gökalp'in payının yardım kuruluşlarına gitmemesi için, mirastaki payın azalmaması için, dörtte üçü değil dörtte ikiyi almak için yaptı tüm bunları. Mirası bildiği için... İşte benim oğlum böyle biri Deniz. Para uğruna başkasının çocuğunu alıp bize Gökalp diye tanıtacak kadar adi biri."

"Sen ne zaman ve nasıl öğrendin tüm bunları?"

"Bir ay olmuştur aşağı yukarı. Melih'in eski adamlarından biri, Gökalp senin torunun değil dedi. İnanmadım, DNA testi yaptırdım. Adamın dedikleri doğruymuş. Benim torunum değildi."

"Niye böyle bir şey yaptı? Melih'i neden sattı yani? Nereden biliyormuş bu olanları?"

"Bilmiyorum neden sattığını. Geçmişte gerçek torunum öldüğünde Melih'in yaptıklarına şahit olmuş. Vicdan azabı çekiyormuş. Artık her şey açığa çıksın vs bir şeyler dedi."

"Hmmm, ne yapmayı düşünüyorsun peki? Benden istediğin şey ne?"

"Oteli almak için başvuru yapacaksın. Eğer seni tehdit ederse sen de onu her şeyi bildiğini söyleyerek tehdit edeceksin. Babana her şeyi anlatırım diyeceksin. Senin oğlun öldü ama bunu kimse bilmiyor, herkese her şeyi anlatmamı istemiyorsan benden uzak dur diyeceksin."

"Siz neden bu kozu kendiniz kullanmıyorsunuz da Deniz'e böyle bir iyilik yapıyorsunuz?" dedim konuya dahil olarak. ''Ve ayrıca nasıl oldu da aranızda bu konu açılmadı?

"Melih'in artık başkalarına zarar vermesini istemiyorum. Deniz ve ailesi kurtulsun istiyorum." Anladım dercesine ikisine de baktım. "Deniz çok iyi bir iş adamı. Dürüst, çalışkan, ahlaklı. Kimseye zararı yoktur. Benim oğlum Cemre'nin ölümüne sebep oldu. Deniz'e bir özür borcum var... İkinci soruna gelirsek, ben üç yıl önce Deniz'in yanına ilk kez gitmeden önce geçmiş hakkında asla konuşmak istemediğimi avukatlarım aracılığıyla onlara ilettim. Tabii benim kastettiğim konu Melih'in yaptıklarıydı. Geçmişi bir kenara bırakıp Deniz'le ortak işler yapmak istiyordum. Bu yüzden geçmişi anmak istemedim.''

''Benim bundan anladığım ise Gökalp'in ölümüydü. Gökalp hakkında konuşmak istemiyorsun zannediyordum. Bize karşı suçlayıcı olmadığın için de hiç kurcalamadım.''

''Yok, hayır. Dediğim gibi, bilmiyordum ki öldüğünü. Seninle Melih'in babası kimliğimle iş yapmak istemedim. Hep engel olacaktı bu durum. Normal bir iş adamı olarak iş yapmak istedim. Melih'in lafı bile açılsın istemiyordum. Ne onun ne de geçmişte olanların.''

''Belki o zamanlar bu konu açılsaydı daha o zaman Gökalp'in öldüğünü öğrenecektiniz.'' dedim Salih Karahan'a dönerek. Soru sorduğum andan beri Deniz'i izliyordum. Çok üzgün ve şaşkın görünüyordu.

''Her şeyin bir zamanı var derler. Doğru zaman bu zamanmış demek ki.'' dedi Salih Karahan yorgun bir sesle.

''Peki ya Melih ikna olmazsa? Git kime ne anlatıyorsan anlat derse?''

''Bu sefer diyemez Deniz. Ortada büyük bir suç var. Çocuğunun ölüm bildirisini yapmamış. Bu da yetmezmiş gibi onun yerine başkasını koymuş. Kim bilir kimin çocuğunu aldı da bu yaşa getirdi?''

''Çocuk kim peki ve bu olanları biliyor mu?''

''Kim olduğunu henüz öğrenemedim. Bildiğini de sanmıyorum ama öğrendiğim an anlatmayı düşünüyorum."

''Korkunç bir durum.'' dedim sessizce. ''Yıllardır bir yalanı yaşıyor.''

''Maalesef öyle.''

''Neyse, biz artık kalkalım. Ben bu konuyu düşüneceğim. Sana haber veririm.'' dedi Deniz sandalyeden kalkarken ve elini bana uzattı. ''Hadi Ada, gidelim.''

''Çok ani oldu böyle.''

''Annemlere uğrayacağım. Yapılacak işlerim var. Geç olmadan gidelim.'' Ayağa kalktım ve Deniz'in uzattığı eli tutup ona doğru sokuldum.

''Peki madem... Deniz, bu konuşulanlar aramızda kalmalı. Bir kişi bile duyarsa-''

''Söylemeyeceğim kimseye merak etme.''

''Sağ ol. Dönüşünün olumlu olacağını umuyorum.'' dedi Salih Karahan ve biz de tekneden indik.

''Ne yapmayı düşünüyorsun? Kabul edecek misin Salih Karahan'ın teklifini?'' dedim tekneden uzaklaştıktan sonra.

''Bilmiyorum Ada.'' dedi oflayarak. ''Bıktım her şeyden. Bitsin istiyorum artık... Bu arada biz de tekneyle döneceğiz. Hakan buraya getirdi."

"Söylemedin hiç?"

"Sürpriz olsun istedim." dedi gülümseyerek. "Korkuyorsan arabayla da dönebiliriz."

"Yok korkmuyorum da şaşırdım sadece." Deniz cevap vermedi ve başını aşağı yukarı salladı. ''Hayat çok garip.'' dedim buruk bir gülümsemeyle.

Deniz de belli belirsiz gülümsedi. ''Evet öyle de.'' dedi bana bakarak. Marina boyunca yürüyorduk. ''Nereden çıktı şimdi böyle?''

''Ben 2002 yılında kalp ameliyatı oldum ve hayatta kaldım, yaşıyorum. Gökalp de 2002 yılında ameliyat olmuş ve maalesef hayatta değil. Yani garip bir tesadüf. Aynı sene olması biraz garip geldi sadece. Onun için üzgünüm. Hayat ona ve bana eşit davranmamış.''

''Hayat hiçbir zaman hiç kimseye eşit davranmaz Ada. Kimilerine verir kimilerinden alır. Kimilerini üzer, kimilerini sevindirir. Kimilerine kocaman bir dünya sunar, kimilerini bir dilim ekmeğe muhtaç eder. Bazıları hayata devam eder, bazılarının hayatı sonlanır. Yani hayat kimseye eşit davranmıyor diye, Gökalp senin kadar şanslı değil diye kendini üzmeyeceksin herhalde?''

''Yok, üzülmedim.''

''Üzülme zaten... Acıktın mı?''

''Biraz acıktım.''

''Tamam, o zaman biraz dayan. Birazdan yiyeceğiz.''

Başımı aşağı yukarı salladım ve tam o esnada biri Deniz'in adını seslendi.

''Ada, arkama geç.'' dedi Deniz sessizce. Ardından başını iki üç metre uzağımızda duran kişilere çevirdi. Bense Deniz'in arkasına saklanmanın aksine ona iyice sokuldum.

''Ne işin var senin burada Deniz?'' dedi genç bir çocuk sinirle yanımıza gelirken. Arkasında üç adam daha vardı ve ne yazık ki biz Deniz'le yalnızdık.

''Oo selam Özgür.'' Bu Özgür denen çocuk Melih Karahan'ın oğlu olmalıydı. Acaba kardeşinin üvey olduğunu bildiğimizi bilse nasıl davranırdı? ''Seni burada görmeyi beklemiyordum."

''Asıl ben seni görmeyi beklemiyordum. Dedeme mi geldin yine?''

''Evet, dedenle aramdaki bağ sizden daha iyi diye kıskandın sanırım.''

''Ne işler karıştırıyorsun? Ağlayıp zırlamaya mı geldin?''

''Beni kendinle karıştırma Özgür.''

''Kimseyi kimseyle karıştırmam ben Deniz. Seni bir daha burada görmeyeceğim demedim mi ben sana?''

''Ohoo sen böyle her söylediğin, her istediğin olacak mı sandın?''

''Başkasının mekanında böyle konuşacak kadar cesursun demek. Ben de seni korkak sanıyordum.''

''Yanılıyormuşsun demek ki.''

Özgür'ün bakışları bana kaydı ve baştan aşağı beni süzdü. ''Ne yalan söyleyeyim öyle olmuş. Mesela görmeyeli hayatında baya bir şeyler değişmiş. Sonunda o zavallı kimliğinden kurtulmuşsun. Hayatına devam edebiliyorsun demek Cemre'den sonra. Geçmişini silebilmişsin. Yanında bu kızı gezdirdiğine göre."

"Ne geçmişim ne bugünüm ne de geleceğim seni ilgilendirmez. Siktir git yoksa yemin ederim seni öldürür cesedini babanın önüne atarım."

"İtiraf edemiyorsun değil mi? Evet bu kız sevgilim diyemiyorsun. Sonu Cemre gibi olur diye köpek gibi korktuğun için şu kızın sevgilin olduğunu itiraf edemiyorsun. Savunduğun gibi cesur değilsin çünkü. Gerçekten korkaksın. İşte bu korkaklık sana ömür boyu yeter."

"Benim kimseden korkum yok." dedi elimi tutarak. "Ne görüyorsan o." dedi bir anda. Sevgili olduğumuzu mu ima etmişti o? Şaşkınlıkla Deniz'e baktım ama o öfkeyle Özgür'e bakıyordu.

"Vay vay vay. Ee sen korkmuyor musun şimdi bu kız ölür diye?"

Deniz elimi bıraktı ve Özgür'ün yakasına iki eliyle öyle bir yapıştı ki onu öldürecek sandım.

Tam o sırada Özgür'ün adamları silahlarını çıkartıp bize doğru tutmuşlardı. Alıştığımdan mıdır yoksa Deniz'in yanımda olmasından mıdır bilmem korkmamıştım. Ama yine de başıma bir şey gelmemesi için bir iki adım geri gittim ve Deniz'in arkasına saklandım.

"Sen... Sen Ada'nın saçının teline zarar vermeye kalkarsan dünyayı başına yıkarım. Duydun mu beni? Seni mahvederim. Şimdi defol git hadi." dedi Deniz Özgür'ü geriye doğru itip.

Özgür arkasına döndü ve dedesinin teknesine doğru yürüyerek "Tekrar karşına çıkacağım unutma bunu. O kıza da dikkat et. Her an başına bir şey gelebilir." gibi bir şeyler mırıldandı ve yanımızdan uzaklaştı.

"İyi misin Ada?" dedi Deniz bana dönerek.

''Neden öyle davrandın?'' dedim donuk bir sesle.

''Nasıl davrandım?'' dedi anlamamış gibi.

''Niye zannettiği şey doğruymuş gibi davrandın?''

''Ne zannetmiş ki?''

''Deniz, soruma soruyla cevap verme lütfen. Neyi kastettiğimi anladın. Neden biz sevgiliymişiz gibi konuştun?"

''Bir anlık sinirle öyle söyledim Ada. Affedersin."

Küçük bir kahkaha attım. ''Melih zaten beni sevgilin zannediyor. Cemre'nin yerine koyduğun kız bu mu diyerek başıma silah dayamıştı hatırlarsan.'' dedim sinirle. "Düşündüklerinin tam aksini söylemen gerekirken şu yaptığına bak. Benim senin için önemli olduğumu zannediyor. Kütüphaneye de bu yüzden saldırı yaptılar farkında değil misin? Sen... Deniz sen ne yapmak istiyorsun gerçekten anlamıyorum. Hayatımı daha çok tehlikeye attın. Bunu düşünemiyor musun?"

"Her şeyin farkındayım ve düşünüyorum Ada. Bana zaman vermen gerek. Dediğim gibi anlık bir sinirle ağzımdan çıktı o kadar."

''Bir anlık sinirle söylemedin. Bir şeyleri ispat etmeye çalışıyorsun. Korkmadığını, cesur olduğunu, hayatına devam ettiğini ispat etmeye çalışıyorsun ve bunun için de beni kullanıyorsun. Beni mi seçtin? Hayatına devam ettiğini görmeleri için beni mi seçtin?'' dedim yüzüme düşen saçları tek elimle geriye atarak. ''Deniz, hayatına devam ettiğini kanıtlamak istiyorsan kendine gerçek bir sevgili bul. Hayatında kimse yok diye beni kullanamazsın. İnanamıyorum sana ya. Gerçekten inanamıyorum.''

''Hayatıma devam etmeye çalışıyorum ama olmuyor işte, görmüyor musun?''

''Görüyorum görmez miyim?'' dedim boğuk bir sesle. Gözümden bir yaş damlamıştı. Neden ağlıyordum? ''Niye olmuyor sence biliyor musun? Çünkü sen... Sen hala onun yasını tutuyorsun. İşte bu yüzden kimse senin hayatına devam ettiğine ikna olmaz Deniz.''

''Kimsenin yasını tutmuyorum.'' dedi yumuşacık bir sesle ve bana doğru bir adım yaklaştı. ''Ada ağlıyorsun, sakin ol.''

''Nasıl iyi olabilirsin ki zaten değil mi?'' dedim elimin tersiyle gözyaşımı silerek. ''Kimseye karşı bir şey hissedemezsin, aşık olamazsın.''

"Ada beni gerçekten korkutuyorsun."

"Aşık olana kadar hiçbir şey hissetmediğin kişileri öpecek misin peki beni öptüğün gibi?" dedim gözyaşlarımı artık durduramazken.

"Ne?" dedi durgun bir sesle.

"Beni neden öptün?" dedim bir anda. Bu soruyu sormayı hiç düşünmüyordum ama şimdi bir anda ağzımdan çıkmıştı işte. "Beni rolüme mi hazırlıyordun? Bu yüzden mi öptün? Sevgili rolümü düzgün yapabilmem için mi?"

"Gerçekten benim böyle biri olduğumu mu düşünüyorsun?" dedi hayal kırıklığıyla.

"Neden düşünmeyeyim, seni ne kadar süredir tanıyorum ki?"

"Tanımıyorsun yani öyle mi? İyi, bu konuyu teknede konuşuruz."

"Gelmiyorum." dediğimde tekrar bana doğru döndü.

"Seçenek sunmadım Ada, geliyorsun."

"Hayatımı yönetemezsin." dedim sesimi yükselterek.

"Hayatını yönetmiyorum." dedi biraz bağırarak. Benimle ilk kez yüksek sesle konuşuyordu. "Hayatını yönetsem emin ol bunu anlardın."

"Gel Ada, sakin ol Ada, ağlama Ada. Yönetmiyor halin bu mu?"

Deniz hızla yanıma yaklaştı ve kolumu tutup beni tekneye doğru sürükledi. "Geliyorsun."

"Gelmiyorum dedim duymuyor musun?" dedim olduğum yerde sabit durmaya çalışarak.

"Ben de sana seçenek sunmadığımı ve benimle geleceğini söyledim. Eve gidelim, eşyalarını topla, sonra istediğin yere gidersin. Madem rol gereği öptüğümü düşünüyorsun, madem benim böyle aşağılık ve iğrenç biri olduğumu düşünüyorsun. Evimde daha fazla kalmana da gerek yok."

"Bırak kolumu." diyerek kolumu kurtarmaya çalışsam da bu pek mümkün olmuyordu. "Sen benim senin yüzünden başıma gelenlerin farkında mısın?"

"Farkındayım."

"Peki aslında geçmişi silememiş, hayatına asla devam edemeyen, korkak biri olduğunun farkında mısın?"

"Farkındayım." dedi tok bir sesle.

"Sadece insanlara böyle görünmek istiyorsun."

Durdu ve onunla aynı hizaya gelmemi bekledikten sonra beni öfkeyle yanıtladı. "Farkındayım Ada. Farkındayım. Ne istiyorsun? Söyle ne yapmamı istiyorsun?"

Cevap veremeden öylece susup kalmıştım. Ne istiyordum? Düştüğüm durumu bile henüz algılayamıyordum. Deniz insanlara mutlu ve hayatına devam ediyor imajı vermek için beni kullanmaya kalkmıştı. "İnsanlara mutluyum imajı vermek için beni kullanamazsın."

"Benim seninle böyle bir izlenim vermek istediğimi düşündüğüne inanamıyorum."

"Evine gider gitmez oradan ayrılacağım. Beni evine hapsettin. Tutsak gibi aldın zorla evine götürdün. Hayatımdan çık. Duydun mu? Nasıl geldiysen öyle çık."

"Çıkacağım Ada. Ne yapmak istiyorsan onu yapacağım. Ama bunun için bu tekneye binmek zorundasın."

"O kadar karanlık bir depresyondasın ki o kadar kendini kapatmışsın ki her şeye, davranışlarını bile kontrol edemiyorsun. Kendini etrafında olan her şeyin sahibi sanıyorsun. İstediğin her şeyi yaptırabilirsin sanıyorsun ama hayat böyle bir şey değil Deniz. Beni kendini kanıtlamak için kullanamazsın."

Hayatımda istemeden yaptığım şeylerin sayısı çok azdı ve bu gece yaptığım seçim de onlardan biriydi. Deniz'le gitmek istemiyordum.

İçimde bir şeyler kırılmıştı. Ben onun için hiçbir şeydim. Onun için ne ifade etmek istediğimi bilmiyordum. Ama bunu istemediğime emindim. Ben onun için sadece bu kadardım. İnsanlara ben mutluyum yalanını söylerken yanında duran ve ona eşlik eden öylesine bir kız. Beni planına dahil etmek için öptüğünü düşündükçe midem bulanıyordu.

Birkaç metre sonunda Deniz'in teknesine varmıştık. Elimi o kadar sıkı tutuyordu ki asla bırakıp kaçamazdım. "Bırak elimi Deniz, canımı acıtıyorsun."

"Bırakırsam kaçarsın." dedi sinirle.

"Beni iyi tanımışsın." dedim gururlu bir ifadeyle. İstemediğim yerde durmayacağımı ve gitmek için elimden geleni yapacağımı bilmeliydi.

"Ama sen beni hiç tanımamışsın." dedi ve ani bir hareketle beni tekneye bindirdi. Ardından ipi çözdü ve teknenin köprüsünü kapattı.

"Evet maalesef seni hiç tanıyamamışım." dedim ve içeriye doğru bir iki adım ilerledim. Masada bir sürü yemek ve iki kişilik servis vardı. İçecek olarak da beyaz şarap vardı. Bunlar bizim için miydi?

Deniz demek bu yüzden Salih Karahan'ın teknesinde hiçbir şey yememişti. Teknede bizim için yemek hazırlattığı için.

"Tanıtayım o zaman Ada." dedi bir sandalyeyi hızla çekip beni oturtarak. Ardından önümde yürüyerek konuşmaya başladı. "28 yaşındayım. İstanbulluyum. Bir kız kardeşim, bir de erkek kardeşim var. Onlar annem ve babamla yaşıyor. Beş yıldır aile şirketinin yöneticisiyim. Kimseden korkmam, inandığım bir şey uğrana ne pahasına olursa olsun hiç düşünmeden savaşırım. Sevdiğim birinin başına benim yüzümden bir şey gelmesine izin vermem, ha olur ya biri zarar gördü. O zarar vereni bulur canına okurum. Kimseye kendimi ispat etmeye çalışmam, hiçbir zaman böyle bir aşağılık kompleksine sahip olmadım. Neysem oyum, herkes ama herkes gücümün farkındayken kimseye kendimi kanıtlamak için uğraşmam.

Bildiğin gibi geçmişten gelen bir düşmanımız var. O düşman bana nefes aldırmıyor. Hayatımın her anında tetikte olmak zorundayım çünkü o adamlar Cemre'nin ölümüne, canımdan çok sevdiğim kız kardeşimin ağır yaralanmasına sebep oldu. Tetikte olmak zorundayım çünkü birini daha kaybedersem yaşayamam. Bunları tekrar tekrar anlatıyorum çünkü anladığım kadarıyla sen hiçbirini idrak edememişsin."

"Bütün bunlar az önce yaptıklarını açıklamaz Deniz. Bunları zaten biliyorum."

"Ben de tam oraya geliyordum... Ben kimsenin yasını tutmuyorum Ada. Zannettiğin gibi depresyonda falan da değilim. Cemre öldüğünde ayrıydık. Benim hiçbir şeyim değildi. O ölmeden bir ay önce ona karşı her şey bitmişti içimde. Öldüğünde ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Tabii ki de üzülüyorum, kahroluyorum. Çünkü üç yılım onunla geçti. Bir zamanlar aşık olduğum, hayatımı paylaştığım kadındı. Daha genç yaşında hayattan kopup gittiği için, daha yaşayacak çok şeyi olduğu için, bir insan olarak üzüldüm anlıyor musun? Ve buna sebep olduğum için köpek gibi vicdan azabı çekiyorum. Bunu bir türlü aşamıyorum. Eğer hayatta olsaydı sevgilim olmaya devam etmeyecekti ama en azından yaşıyor olacaktı. Beni bitiren şey bu. Birinin ölümüne sebep olmak. Sen hiç kimsenin ölümüne sebep oldun mu Ada? Olmadın. İşte bu yüzden beni asla anlayamazsın. Hayatıma neden devam edemediğimi anlayamazsın."

"Hayatına devam edemiyorsun ama devam edebiliyormuşsun gibi davranıp beni kullanıyorsun." diye bağırıp sandalyeden hızla kalktım.

"Seni kullanmıyorum Ada. Şu saçma düşünceyi kafandan at. Seni kullanmıyorum, kimseye bir şey ispat etmeye çalışmıyorum. Sen nasıl benim hakkımda bunları düşünebilirsin?"

"Kullanmıyorsun diye mi Özgür'ün yanında o şekilde davrandın?"

"Hala aynı şeyi söylüyorsun Ada inanamıyorum." dedi bağırarak. "Şu masaya bak Ada. Bak dedim." Başımı yavaşça çevirip baktım. "Bu masayı senin için hazırlattım. Çünkü kendini güvende hisset istedim, yanımda kaldığın sürece bana yabancı olma istedim, seninle vakit geçirmek istedim, iyi ol istedim.'' Neden der gibi baktım. ''Çünkü Ada, benim için önemliydin, çünkü sana değer veriyordum." dedi gerçekten hiç beklemediğim şeyleri bana söylerken. Artık önemli değil miyim, artık bana değer vermiyor musun Deniz? dedi içimde kırgın bir ses. "Eğer bunları konuşmuyor olsaydık sana bu masada, o gün sana karşı koyamadığımı, bu yüzden öptüğümü, pişman olmadığımı, yine olsa yine yapacağımı söyleyecektim.'' dedi yanıma yaklaşıp elinin tersiyle yüzüme dokunarak. Bakışlarında şefkat değil öfke vardı. Yanağıma dokunuşu bile duygusal değildi, canımı yakmak için yapıyordu, buna emindim. ''Şimdi ne hissediyorum biliyor musun? Pişmanlık.'' Elini hızla yanağımdan çekti ve arkasına döndü. ''Ben bunları düşünürken sen karşıma geçmiş yok sevgilin gibi davranayım diye öptün, yok hala Cemre'nin yasını tutuyorsun, yok beni kullanıyorsun gibi saçma sapan şeyler söylüyorsun. Ya ben bunları neden anlatıyorum ki? Bu saatten sonra hiçbir önemi yok bunların.''

Gözlerimi yavaşça kapattığımda iki gözyaşım yanaklarımdan süzüldü. Canım acımıştı ama bu çok anlamsızdı. Normalde beni üzmeyecek bu kelimeler şimdi kalbimi bıçak gibi kesmişti. Mecaz değildi, gerçek anlamda kalbimin kesildiğini hissetmiştim.

Deniz'in ayak sesleri bana yaklaştığında kokusu da burnuma dolmuştu. Nefesi yüzüme çarptığında irkildim. ''Gözlerini aç.'' dedi düz bir sesle. Açmak istemiyordum. Şefkatli bakışları yerine öfke dolu bakışlarını görmek istemiyordum. ''Benim hakkımdaki düşüncelerinin bende nasıl bir hayal kırıklığı yarattığını tahmin bile edemezsin.'' dedi kısık bir sesle. Hala gözlerimi açma cesaretini gösterememiştim. ''Demek senin gözünde böyle aşağılık ve iğrenç biriyim. Peki sen artık benim için nesin biliyor musun?'' Başımı iki yana sallarken gözlerimi yavaşça açtım. ''Kocaman bir hayal kırıklığı ve pişmanlık.'' dedi biraz kırgın, biraz öfkeli bir sesle.

Gözlerimden birer gözyaşı daha damladı. Çenem titriyordu. ''Bu kadar katı davranmanı gerektirecek bir şey yapmadım.'' dedim zar zor çıkan sesimle. Kendimi zor tutuyordum çünkü hıçkırarak ağlamak üzereydim.

Deniz cevap vermeden kaptan köşküne gitti ve tekneyi çalıştırdı.

Onu bu kadar kızdırabileceğimi, beni bu kadar kırabileceğini hiç düşünmemiştim. Sanki kalbim parçalara ayrılmıştı.

Bir kez olsun bile onu anlamaya çalışmadığımı fark ettim. Bir vicdan azabı çektiğini, suçluluk duygusuyla baş etmeye çalıştığını nasıl da hiç görmemiştim. Cemre'nin ölümünden kendini sorumlu tutuyordu ve bu onu tahmin ettiğimden daha fazla yıpratmıştı. Kardeşi ölümle pençeleşiyordu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sormadan, anlamaya çalışmadan, onu bir kere bile dinlemeden, düşünmeden söylediğim cümleler bizi bu duruma getirmişti. Fevri davranmıştım ve şimdi de cezasını çekiyordum. Muhtemelen bir daha hayatımda olmayacaktı, hatta eve gider gitmez beni kapı dışarı edecekti.

Ama o da en az benim kadar hatalıydı. Bütün anlattıklarını ben nereden bilebilirdim ki? Hiçbir şey bilmediğim için olanları böyle yorumlamam normal değil miydi? O olsa nasıl davranırdı? Kendini bu kadar kapatmasaydı, anlatsaydı bana, en baştan söyleseydi. Yas tutmuyorum, yaşadığım tek şey vicdan azabı deseydi. Seni korumalıyım çünkü benim için önemlisin deseydi. Senin için endişeleniyorum, o yüzden yanımdan ayırmam deseydi.

***

Yaklaşık on beş dakikalık bir yolculuktan sonra Deniz tekneyi durdurdu ve demir attı. Kıyıdan epey uzaktık, neden durduğumuzu anlayamamıştım ama bir cevap aramıyordum. Sorgulamak, bir cevap aramak, neden diye sormak istemiyordum. Herhangi bir açıklama da istemiyordum. Sadece burada böyle dümdüz oturmak istiyordum.

Hava rüzgarlıydı, içeriye girmek istemediğim için güvertede oturuyordum ve üşümeye başlamıştım. Deniz'in yanına gitmek istemiyordum, muhtemelen o da beni yanında istemiyordu. Eve gidene kadar burada böylece oturmaya kararlıydım.

Çok yorgun ve halsizdim, içim ağrıyordu. Böyle olsun istemiyordum, hayatımdan çıkmasını istemiyordum. Birçok şeyin bambaşka olmasını istiyordum. Keşke gözlerimi kapatıp açtığımda bir saat önceki gibi olsak ve tüm bunlar hiç yaşanmamış olsa. diye düşünüp durmaktan başım ortadan ikiye bölünecek gibi oluyordu.

Yavaşça güvertedeki koltuğa uzandım ve gözlerimi kapattım. Uyumak istiyordum. Dakikalardır ağladığım için gözlerim şişmişti. Belki uyuyunca geçerdi. Belki uyuyup uyanınca Deniz beni affederdi.

Hayır, Deniz beni affetmezdi ve bazı şeyler uyuyunca geçmezdi.

Loading...
0%