@_kubraakyol
|
Karanlık ve sisli bir orman yolunda Deniz'le beraber koşuyordum. Savaş beş yaşındaki haliyle bizden kaçmaya çalışıyordu. Biz Savaş'a ulaşmaya çalışırken hemen arkamızdaki Melih Karahan da bizi yakalamaya çalışıyordu ve ara sıra silahıyla ateş ediyordu. Bir yandan kurşunlardan kaçıyor, bir yandan da Savaş'a ulaşmaya çalışıyordum. Biz şimdiki yaşımızdayken Savaş'ın neden beş yaşındaki hali karşımdaydı anlamamıştım ama yine de ona kavuşmak, koşup sarılmak istiyordum. "Savaş, dur bekle ne olur. Kaçma. Neden kaçıyorsun?" dedim nefes nefeseyken. Çok yorulmuştum. "Hiçbiriniz benden kaçamazsınız." dedi arkamızdaki Melih Karahan. Deniz'i neden yakalamaya çalıştığını anlıyordum ama benden ve Savaş'tan ne istiyordu bu adam? Deniz'i birkaç adım arkamda bırakarak hızlandım ve Savaş'ı yakalayıp boyumu ona eşitledim. "Neden kaçıyorsun?" dedim ağlayarak. "Ben senin kardeşinim." "Ondan kaçıyorum." dedi hüzünlü bir sesle. "Kimden kaçıyorsun?" Savaş başını Melih Karahan'a doğru çevirdi ve kolunu kaldırıp eliyle onu işaret etti. "Ondan kaçıyorum." "Neden? Neden kaçıyorsun ondan, nereden tanıyorsun onu?" dediğim sırada bir kurşun sesi tüm ormanda yankılandı. "Deniz." dedim korku dolu bir sesle ve başımı ona doğru çevirdim. Vurulmuştu! "Deniz'e git." dedi Savaş, bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Beni onunla bulacaksın... Durma Ada, hadi koş. Kurtar Deniz'i." Savaş'ın yanından hızla Deniz'e doğru koşarken Deniz birden gözlerimin önünden kaybolmuştu. "Deniz." diye tüm ormanda yankılanan bir sesle bağırdım. "Neredesin?" Korkuyla etrafıma bakarken Melih Karahan da aynı şekilde gözlerimin önünden kayboldu. Savaş'ı görme umuduyla arkama döndüm. Ama boşunaydı. O da birden ortadan kaybolmuştu. "Savaş." dedim yine yüksek bir sesle. "Savaş, Deniz. Neredesiniz? Beni burada bırakamazsınız." Olduğum yerde bir yandan hıçkırarak ağlarken bir yandan da Deniz ve Savaş'ın adını sayıklıyordum. "Bırakmayın beni. Nereye kayboldunuz?" Sayıklayarak ve ağlayarak uykumdan uyandım. Nefes nefese kalmıştım ve terlemiştim. Teknenin içindeydim, üzerimde bir battaniye vardı ve içerisi sıcacıktı. En son güvertedeki koltukta üşüyerek uyumaya çalışıyordum. Buraya nasıl gelmiştim? Deniz getirmiştir Ada. İçerisi karanlıktı. Sadece küçük bir fener vardı ve o da sadece kendi çevresini aydınlatıyordu. Ağzım çok kurumuştu, çok susamıştım ve bu yüzden ayağa kalkıp feneri alarak içeride bir dolap aramaya başladım. Yemek hazırlanabildiğine göre dolap da olmalıydı. Şanslıydım, birkaç adım sonra buzdolabına ulaştım ve kapağını açtım. Dolabın içinde dört tane incirli yoğurt vardı. Buruk bir şekilde gülümsedim. Deniz benim için incirli yoğurt almıştı. Sahi Deniz neredeydi? Kapıya doğru yaklaştım ve camdan baktım. Dışarıdaydı. Bir elinde sigara bir elinde viski bardağı vardı ve güverteye yaslanmış, uzaklara bakıyordu. Ceketini çıkarmıştı ve rüzgar gömleğini şiddetli derecede havalandırıyordu. Üşümüyor mu bu havada? diye kendi kendime düşündüm. Rüzgarın sesine bakılırsa hava hissedilir derecede soğuktu. Çok hüzünlü ve dalgın görünüyordu. Bir an yanına gidip sarılmak istedim ama olmazdı. Çünkü ben onun için bir hayal kırıklığı ve pişmanlıktan ibarettim, bana değil sarılmak yüzümü bile görmek istemezdi. Arkama dönüp içeri ilerledim ve bir şişe su alıp saniyeler içinde bitirdim. Rüyamdaki korkuyu hala atlatamamıştım. Bilinçaltım benimle oyun oynuyordu. Karmakarışık hissediyordum. Melih'in, Deniz'in, benim ve Savaş'ın aynı rüyada ne işi vardı ve Savaş bana ne anlatmak istiyordu? Beni onunla bulacaksın ne demekti? Onu kurtar derken neyden ya da kimden kurtarmaktan bahsediyordu? Derin bir nefes verip koltuğa oturarak telefonuma baktım. Saat 23:47 olmuştu. Saatlerdir uyuyor muydum yani? Acaba şu an neredeydik ve neden hala eve gitmemiştik? Deniz ne düşünüyordu, ne hissediyordu? Beni affetmiş miydi yoksa benden nefret mi ediyordu? Nefret etse beni güverteden alıp, buraya yatırıp üstümü örtmezdi. Acaba daha sonra beni denizin dibine atıp evine gitmek gibi bir planı olabilir miydi? Yoksa ben kafamda saçma sapan şeyler mi kuruyordum? Bu soruların cevabını çok merak ediyordum ama sormayacaktım. İlk Deniz konuşmadan asla ağzımı bile açmayacaktım. Sesimi bile duymak istemeyecek kadar benden nefret ediyor olabilirdi ve ben varlığımla onu rahatsız etmeyecektim. Bir süre yalnız oturup düşündüm. Deniz'in dağılmış olan ruh haline tuz biber ekmiştim. İki günden az bir süre sonra o malum kazanın yıl dönümüydü ve Deniz kim bilir ne haldeydi? Ve ben bunu düşünemeyip ona neler söylemiştim. Hassas bir dönemdeydi, yaptıklarının farkında olmaması çok normaldi ama ben bunları ancak şimdi düşünebiliyordum. Saatler önce beni terk eden aklım şimdi yerine geliyordu. Eğer Deniz'in hayatında kalacaksam bir daha asla onu dinlemeden peşin hüküm vermeyecektim. Önce onu dinleyecek, ilk onu anlayacak, ondan sonra düşünüp konuşacaktım çünkü şu halimiz beni çok yaralıyordu. Beni neden öptüğünü söylemişti. O anı hatırladım. Kalbimin bambaşka attığı o anı. Bana karşı koyamamıştı, pişman değildi. Tabii bugüne dek. Birkaç dakika sonra Deniz kapıyı açtı ve içeri girdi. Kapıyı açmasıyla birlikte içeriye hissedilir derecede bir soğuk yayılmıştı. Ürpermiştim. Kapının hemen yanındaki çekmecenin üzerine el fenerini tuttu ve birkaç tane anahtarı karıştırdıktan sonra kapıyı kilitledi. Dışarı çıkıp denize atlayıp yüzerek kaçacağımı sanıyordu sanırım ama eğer tartışmamış olsaydık ona böyle bir şeyi asla yapmayacağımı çünkü sudan çok korktuğumu söylerdim. Evet deniz seviyordum ama yüzmek beni çok korkutuyordu. Hem korkmasam bile kıyı çok uzaktı. Yüzerek nasıl kaçabilirdim ki? Deniz hiçbir şey söylemeden karşımdaki koltuğa oturdu. Karanlıkta görünmüyordu ama beni izlediğini hissedebiliyordum. Acaba ne düşünüyordu? Beni içeriye getirdiği için teşekkür etse miydim? Hayır Ada, sus. Rüyamı anlatıp çok korktuğumu söylesem peki? Hayır Ada, sus dedim ya. Kendi içimde kendimle tartışırken Deniz yavaşça koltuğa yattı. Tamam, konuşmayacaktı. Pekala o zaman, ben de konuşmayacaktım. Yavaşça koltuktan kalktım ve içeride olduğuna şükrettiğim banyoya girdim. Kapının yanında bir lambaya ait düğme vardı. Beklemeden bastım ve ışığı açıp aynadaki halime baktım. Korkunç görünüyordum. Yüzümü yıkayıp banyodan çıktım ve koltuğa geçerek Deniz'i taklit edip koltuğa uzandım. Yüzlerimiz birbirimize bakıyordu, göremesem bile onu izliyordum. Göremese bile beni izliyordu. Keşke bir şey söyleseydi, yine bağırsaydı, kızsaydı ama susmasaydı. Susunca hiçbir şey kazanamayacağını anlatabilseydim keşke ama zaten o bir şey kazanmak istemiyordu ki. Yenilgiyle gözlerimi kapattım ve dakikalarca uykuya dalmayı bekledim. Boşunaydı, hem çok uyuduğum için hem de düşünceler aklımı kemirdiği için uyuyamıyordum. Uyumaktan vazgeçip koltukta doğruldum, Deniz'in nefes alışveriş sesi sakinleşmişti. Sanırım benim aksime çoktan uyumuştu. Hayattaki tüm cesaret haklarımı toplayıp yavaşça koltuktan kalktım ve Deniz'in yattığı koltuğun yanına gidip dizlerimin üzerine çöktüm. Doğru tahmin etmiştim, çoktan uyumuştu. Yavaşça elimi yanağına koydum ve parmaklarımı gezdirmeye başladım. Gergin ve öfkeli ifadesi gitmiş, sakin ve huzurlu ifadesi geri gelmişti. Yüzü yumuşacıktı ve sigara-viski değil adı gibi tertemiz deniz kokuyordu. Böyle olamazdı, saçma sapan bir yanlış anlaşılma böyle bir yere varamazdı. Duymayacağını bile bile ona bir sürü şey anlatmak istiyordum, rüyamda çok korktuğumu, Melih'in bizi uykumda bile rahat bırakmadığını, bu sabahki halimize geri dönmek istediğimi ve daha bir sürü şey. ''Özür dilerim.'' dedim fısıldayarak. ''Senin hakkında düşündüklerim için, söylediklerim için, seni bu kadar kızdırdığım için.'' Yine gözümden bir yaş damlamıştı. ''Çok üzgünüm.'' dedim ve yine büyük bir cesaretle yanağına küçücük bir öpücük kondurdum. İlk ve sondu. Onu ilk öpüşüm aynı zamanda veda öpücüğüydü. Yavaşça ayağa kalktım ve yerime geçmek için arkama döndüm. İleriye doğru bir adım attığım sırada Deniz takip edemediğim bir sürede bileğimden tuttu ve beni bir çırpıda yanına yatırdı. Uyumuyor muydu? Söylediğim her şeyi duymuş muydu? Bir saniye o zaman öptüğünü de hissetti Ada! Sırtım ona dönüktü ve onun yüzü hemen başımın arkasındaydı. Nefes alışverişleri enseme ve boynuma değdikçe içimde garip bir şey hissediyordum. Tarif edemediğim bir his. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken Deniz kolunu bana sardı ve beni iyice kendine çekti. Bunu neden yapıyordu ve neden konuşmuyordu? Peki benim neden dilim tutulmuştu? Bedenimi iyice kendine çektiğinde saçlarımın üzerinde derin ve sesli bir nefes alıp yavaş yavaş geri verdi. Hareket edemiyordum ve ne tepki vereceğimi de bilmiyordum. Böyle mi uyuyacaktı? ''Ada.'' dedi çok ama çok sessiz bir fısıltıyla. Sanki benimle değil kendi kendine konuşuyordu. Yutkundum ve nefesimi tuttum. Kalbim duracak gibiydi. ''Deniz.'' ''Ada ve Deniz.'' dedi yine fısıltıyla. Sarhoş muydu? ''Birbirinden çok farklı olan ama birbiri olmadan hiçbir anlamı olmayan iki parça. Toprak ve su.'' Kesinlikle sarhoştu. Söylediklerine bir anlam aramak istemiyordum, tek isteğim sabaha kadar Deniz'in nefesini hissederek uyumaktı. *** 22 Eylül, Pazar Göz kapaklarımı araladığımda hala Deniz'in kollarının arasındaydım ama bu sefer yüz yüzeydik ve burnu burnuma değiyordu. Başımı biraz uzaklaştırıp yüzünü incelemeye başladım. "Günaydın." dedi bir anda. Gözleri hala kapalıydı. "Ben de özür dilerim." dedi ve beni mümkünmüş gibi daha da kendine çekti. Uyandığımı nasıl anlamıştı? "Sen dün akşam söylediklerimi duydun mu?" dedim çatallı bir sesle. Ben de. demişti. Demek ki özür dilediğimi duymuştu. "Duydum." dedi ve o güzel gözlerini benimkilerle buluşturdu. "Uyumuyor muydun?" Dilini damağına değdirdi ve çıks sesini çıkardı. "Ama sarhoştun?" "Sarhoş değildim Ada. Bunu da nereden çıkardın?" dedi yarım bir gülüşle. "Seni gördüm, viski içiyordun. Uyumadan önce de bir şeyler mırıldanınca, sarhoşsun sandım." Elinin tersiyle yüzüme dokundu. Bana yine şefkatli bakıyordu. Gözlerimin parladığını hissettim. "Sarhoş değildim." dedi yeniden ve saçlarımı yüzümden çekti. "Söylediğim her şey bilinçliydi." "Seni anlamadan peşin hüküm verdim... Ama korktum, ne yapacağımı bilemedim." dedim konuyu değiştirerek. Aramızda hala netliğe kavuşmamış bir konu vardı. "Sen haklıydın, aksini söylemem gerekirken Özgür'e o şekilde söylememeliydim." "Haklıysam bana neden o kadar kızdın peki?" "Ben sana o yüzden kızmadım." dedi işaret parmağını gözümün altında gezdirirken. "Ben seni herhangi bir role hazırlamıyorum. Böyle bir şeyi asla da yapmam. Dün de bunu çok net açıkladığımı düşünüyorum." Onaylarcasına başımı aşağı yukarı salladım. "Ders çıkardım söylediklerinden merak etme." dedim gülümsemeye çalışarak. "Biraz ileri gittim, tekrar özür dilerim bunlar için." "Yani senin için hayal kırıklığı ve pişmanlık değil miyim?" Gülümsedi. "Değilsin." Gülümsedim. ''Evinde kalmaya devam edecek miyim peki?'' dedim utana sıkıla. Gitmek istiyorum, hayatımdan çık dedikten sonra hala evinde kalmaya devam etmek istemem yüzsüzlüğün kaçıncı seviyesiydi acaba? ''Seni gözümün önünden ayıracağımı düşünmedin herhalde? Hiçbir yere gitmiyorsun.'' dedi ve burnumdan makas aldı. Küçük bir sessizlikten sonra derin bir nefes aldım. ''İstediğinde birinin canını yakmayı çok iyi biliyorsun, bunu biliyor muydun?'' ''Benden aşağı kalır bir yanın yok bence. Sen de beni yeterince kırdın.'' Buruk bir şekilde gülümsediğim sırada Deniz'in telefonu çaldı. ''Uygar'dır.'' dedi ve koltuğun arkasına uzanıp telefonu alıp yanıtladı. ''Efendim Uygar... Evet teknedeyiz hala... Hayır Anadolu Feneri açıklarındayız... Bugün annemlere gitmem lazım, dün gidecektim normalde... Sen bende misin?... Bilmiyorum, olmaz herhalde çünkü kliniğe gideceğiz bugün. İnci'nin kontrolü var... Yarım saate geliriz, kahvaltı hazır mı?... Tamam görüşürüz... Saçma sapan konuşma Uygar, kapat hadi.'' dedi ve telefonu kapattı. Acaba Uygar ne demişti de Deniz yüzüne kapatmıştı? ''Kalkma vakti, bu kadar yatmak ve uyumak yeter sana. Hadi bakalım.'' dedi koltuktan kalkarak, ardından benim de kalkmama yardım etti. O ayaktaydı ama ben oturmaya devam ediyordum. ''Buraya ne zaman geldik?'' ''Dün akşam sen uyurken.'' dedi içeride bir şeyler ararken. ''Kapıyı neden kilitledin peki?'' Gülümsedi. ''Sende hafif bir deli cesareti var. Kaçma diye kilitledim.'' ''Sudan korkuyorum, kaçamazdım. Boşuna kilitledin.'' dedim sırıtarak. Yanıma yaklaştı ve elini yanağıma yerleştirdi. ''Hmmm, bağırıp yardım isteyerek kaçmaya çalışırsın diye düşünmüştüm. Yüzerek gitme ihtimalini düşünmemiştim yani... Deniz sevdiğini zannediyordum.'' ''Seviyorum ama sudan korkarım. Yüzmek istesem de bu cesaretimi kıramadım. Dayım çok uğraştı ama maalesef başarılı olamadı.'' ''Anladım. Belki ben korkunu yenmene yardımcı olabilirim. Eğer istersen tabii. Adım da Deniz ya, daha yararlı olabilirim belki." dedi sırıtarak. "Ya boğulursam? Ya su, toprağı dibine çekerse?" dedim tüm ciddiyetimle. "Ya deniz adayı yutarsa?" Doğa terimlerinden bahsediyor gibi olsam da aslında bahsettiğim şey bizdik. Deniz'in beni yok etmesinden, beni de kendi hayatının karanlığına gömmesinden çok korkuyordum. Boğulmak ya da dibe vurmak istemiyordum. Acaba bunu kastettiğimi anlamış mıydı? "Benimle boğulmazsın Ada, buna müsaade etmem." Anlamış, zekasını hafife almaman gerektiğini öğrenmen gerekiyor Ada! dedi iç sesim. "Tüm çabam güvende olman için, iyi olman için. Bir de seni buna ikna edebilsem çok daha iyi olacak da işte." "İkna oldum." "Öyle mi? Ne zaman?" "Dün akşam güvertede uyumuştum. Beni alıp içeriye getirmişsin, üşümemem için. Dolaba da seviyorum diye incirli yoğurt koymuşsun." dedim küçük bir gülümsemeyle. "Bu zamana kadar ikna olmadın da bu iki şeyle mi ikna oldun Ada?" dedi sahte bir sitemle. Gülümsüyordu. Elimi yanağına uzattım ve gamzesine dokundum. "Sadece sağ yanağında gamzen var." dedim konuyu değiştirerek. "Aslında o bir gamze değil. Küçükken ağaçtan düşmüştüm. Yanağım yaralanmıştı ve orası çukur kaldı. Sonra da gamzeli biri oluverdim işte." "Ağaçtan mı düştün?" dedim şaşkınlıkla. "Evet, ne oldu küçük hanım? Oradan bakınca meyve ağaçlarının tepelerine çıkan biri gibi görünmüyor muyum?" "Yok, görünmüyorsun." "Nasıl görünüyorum peki?" "Soğuk, mesafeli, her zaman ciddi, eğlenmekten uzak. Bunun gibi şeyler. Böyle görünüyorsun." "Göründüğüm gibi miyim peki?" "Yani, biraz." "Öyle olmadığımı kanıtlayacağım. Tabii zamanla." dedi gülümseyerek ve konuşma boyunca yanağımda olan elini çekti. "Artık gitme vakti." "Nereye gideceğiz?" "Benim evime. Kahvaltı yaptıktan sonra kliniğe gideriz İnci için. Sonra da annemlere geçeriz." "Ben de mi geleceğim?" "Evet, neden?" "Çat kapı gibi olacak ya o yüzden." "Çat kapı değil Ada. Gideceğimizden haberleri var. Ayrıca sıkılacağından falan korkuyorsan o konuyu hiç dert etme. Eren dört gözle seni bekliyor. Onunla vakit geçirebilirsin." Omuz silktim. "Peki o zaman... Dün gece bir rüya gördüm." dedim Deniz'le beraber tekne kontrol kumandasına doğru yürürken. "Ne gördün?" "Melih seni, Savaş'ı ve beni yakalamaya çalışıyordu. Melih arkamızda, senle ben ortada, Savaş da önümüzdeydi." "Bizi anladım da Savaş'ı neden yakalamaya çalışsın ki?" "Bilmiyorum. Benim garibime giden de bu. Savaş'ı beş yaşındaki haliyle gördüm. Sanırım şu anki halini bilmediğim için bilinçaltım bana onu en son gördüğüm halini gösterdi." "Bir şey konuştunuz mu peki?" "Evet, Savaş'ı yakalayıp neden kaçtığını sordum. Melih Karahan'ı gösterip ondan kaçıyorum dedi. O sırada sen vuruldun. Savaş bana seni kurtarmam gerektiğini ve onu seninle bulabileceğimi söyledi." "Salih abinin anlattıkları bilinçaltını allak bullak etmiş sanırım. Her şey birbirine karışmış. O güzel aklını yorma böyle şeyler için." Sesli bir nefes verdim. "Çok korkutucu bir rüyaydı." "Etkilenmen normal. Bu arada haklıymış. Onu beraber bulacağız Ada. Savaş'ı bulman için elimden geleni yapacağım, söz veriyorum sana." "Teşekkür ederim." "Teşekkür etmen için söylemedim Ada... Gel sen kullan." dedi ve ellerimi alıp kontrol kumandasına koyduktan sonra arkama geçerek ellerini ellerimin üzerine koydu. "Ben mi kullanacağım? Ama ben hiç anlamam ki." "Ada yardım ediyorum ya işte. Nazlanma hadi, endişelenecek bir şey yok." dedi kulağımın dibinde gülerek. "Nereye gideceğimizi bilmiyorum ki." "Dümdüz gideceğiz bak ileride görünüyor zaten Anadolu Feneri kıyıları. Seninle oturmuştuk ya hani, bak orası şu karşıda görünen yer işte." "Güzel görünüyormuş. Çok güzel bir yerde yaşıyorsun." "Evet, öyle." "Annenler nerede yaşıyor?" "Şile'ye bağlı bir arazide yaşıyorlar. Yerleşim yerine biraz uzaklar. Onlar da benim gibi böyle gizli saklı bir yer tercih ettiler anlayacağın." "Kazadan sonra mı?" "Evet. Sen sormadan söyleyeyim, kazadan önce Beykoz'da yaşıyorduk hep birlikte." "Böyle ailenden ayrı olmak zor olmuyor mu? Yani ben dayım, kardeşim ve yengemin eksikliğini her anımda hissediyorum da." "Yok, alıştım ben. Hem böylesi onlar için daha güvenli hem de yalnız yaşamak daha güzel. Ayrıca eksikliklerini hissetmiyorum çünkü sürekli iletişim halindeyim. Şu ara biraz arayı açtım ama telafi ediyorum bir şekilde böyle durumları." "Anladım, Melis nasıl iyi mi peki?" "İyi iyi. Ağrısı yoktu son zamanlarda." "Daha da iyi olacak umarım." "Umarım." "Deniz bir şey soracağım. Gece neden gelmedik eve? Neden sabahı bekledin?" "Öyle bir tartışmadan sonra eve gitseydik eşyalarını topladığın gibi evden giderdin. Düşünmemiz gerekiyordu, ben de bize zaman yarattım." "Gitmemem için mi yani?" dedim şaşkınlıkla. Ve yüzümü ona döndüm. Neredeyse burnum burnuma değecekti. Bu kadar yakın mıydık? "Hı hı. Gitmemen için." Yutkundum ve kokusunu içime çektim. "Niye kalmamı istiyorsun?" "Neden soruyorsun? İyi bir şey yapıyorum." "Merak ettim sadece." "Dün de söylemiştim. İyi olmanı istiyorum, güvende olmanı istiyorum. Çünkü Ada benim için önemlisin, çünkü sana değer veriyorum." Yanaklarımın kızardığını hissettiğimde başımı hızlıca çevirdim ve gitmekte olduğumuz yöne bakmaya başladım. Utanacağımı bile bile neden böyle sorular soruyordum ki? Yaklaşık on beş dakika sonra kıyıya vardık. Kerem arabayla bizi limanda bekliyordu. Ülkü ablayı ve Uygar'ı daha fazla bekletmemek için arabaya bindik ve yola koyulduk. Arabayı Kerem kullanıyordu. "Kerem, yarın Ada'nın okulu başlıyor. Sadece pazartesi günleri dersi var. Sabahları onu okula ben bırakacağım. Çıkışta da sen alıp eve götüreceksin." "Peki Deniz Bey. Nasıl isterseniz." "Haftanın diğer günleri benimle işe gidip gelecek. O yüzden o günlerde senin bir şey yapmana gerek yok. Normal çalışma düzenin neyse ona devam edersin. Ama büyük çoğunlukla Ada'nın güvenliğinden sen sorumlusun." "Anlaşıldı Deniz Bey." "Bunların dışında söyleyeceğim bir şey yok sanırım. Ha bir de kütüphaneyi boşaltıyordu en son diğer çocuklar. Sen de gidip bir bakarsın ne durumdalar diye. Hakan izinli bugün." "Tamamdır, sizi bırakır bırakmaz giderim." "Tamam, teşekkürler." Deniz Kerem'le konuştuktan sonra bana döndü. "Kahvaltıya istediğin bir şey var mıydı?" "Yok, zaten Ülkü abla mükemmel sofralar hazırlıyor. Ekstra bir şey hazırlamasına hiç gerek yok." "Peki, sen bilirsin." ** Deniz'in evine gittikten sonra vakit kaybetmeden kahvaltı yaptık ve Yıldırım abilerin ardından kliniğe gittik. Bizi danışmada duran orta yaşlı bir adam karşıladı. ''Merhaba, hoş geldiniz Deniz Bey. Nasılsınız? Uzun zamandır görmüyorduk sizi.'' ''Hoş buldum. İyiyim, sağ olun. İnci'nin genel durumu hakkında bilgi almak istiyordum.'' Görevli camdan muayene odasına baktı. Veteriner hekimle beraber Yıldırım abi de içerideydi ve İnci'yi de görebiliyordum. ''İnci'de maalesef bir değişiklik yok Deniz Bey. İsterseniz içeriye girip veteriner hekimle de konuşabilirsiniz.'' Deniz başını aşağı yukarı salladı. ''Peki, teşekkürler, kolay gelsin.'' ''Sağ olun Deniz Bey, geçmiş olsun tekrardan.'' Hızlı adımlarla odaya girdik. Veteriner danışmadaki görevlinin aksine genç bir erkekti ve Yıldırım abiye bir şeyler anlatıyordu. ''Yani anlayacağınız İnci'de hala olumlu bir gelişme yok.'' ''Merhaba, kolay gelsin.'' dedi Deniz İnci'ye yaklaşarak. Ben odayı inceliyordum. ''Merhaba, hoş geldiniz Deniz Bey.'' ''Hoş buldum. Nedir İnci'nin durumu?'' ''Bir değişiklik gözlemlemedik maalesef. Stabil.'' Deniz sıkıntılı bir nefes verdi ve İnci'nin yüzünü okşamaya başladı. ''İlk ve son olanlar dahil olmak üzere İnci'nin bütün tahlillerini ve kullanılan bütün ilaçları istiyorum sizden. Bu zamana kadar ne zaman, ne yapıldı hepsini bilmek istiyorum.'' ''Peki Deniz Bey, nasıl isterseniz.'' dedi veteriner ve bir iğne hazırlamaya başladı. ''Eksik bir şey yaptığımızı mı düşünüyorsunuz?'' ''Yok, yanlış anlaşılma olmasın. Sadece diğer meslektaşlarınızın da fikrini almak istiyorum. Uzun zaman oldu, hala bir gelişme yok. Bir de diğerleri baksın istedim.'' ''Umarım biz eksik bir şey yapıyoruzdur. İnci'nin iyileşmesini en az sizin kadar ben de istiyorum.'' dedi ve İnci'ye doğru yaklaştı. Şırınganın içinde ne olduğunu bilmem gerekiyordu. Evet, bazen meraklı bir dedektife dönüşebiliyordum. İğneyi almak için aklıma gelen ilk şeyi yapmaya karar verdim. Başım dönüyor gibi yapıp veterinerin iğneyi tuttuğu eline doğru düşecektim. Şansım yaver giderse iğneyi elinden düşecekti. İnşallah bu esnada iğne bir yerlerime batmazdı. Derin bir nefes aldım. "Deniz başım dönüyor." dedim elimi alnıma götürerek ve bir anda veterinerin koluna doğru yığıldım. Beni tutmak için şükürler olsun ki refleksle iğneyi yere attı ve düşmemem için bana destek oldu. "İyi misiniz?" Cevap vermeye hazırlandığım sırada Deniz neredeyse koşarak yanıma geldi ve beni veterinerin kollarının arasından aldı. Bakışları korku doluydu. "Güzelim iyi misin?" dedi telaşlı bir sesle. İyiyim, iyiyim de güzelim mi? Sana güzelim dedi Ada! Neyse sonra heyecanlanırsın, ana dön. "İyiyim, ne oldu birdenbire anlamadım." dedim yere bakarak. İğneyi veterinerden önce almam lazımdı. "Hay Allah iğne de düşmüş." dedim ve hızlıca yere çöküp iğneyi elime aldım. "Mikrop kapmıştır şimdi bu." "Sorun değil, yenisini hazırlarım." dedi veteriner iğneyi almak için elini bana uzatarak. Bir iki adım geri gittim ve "Ben atarım, sorun değil." diyerek az önce odayı teftiş ederken gözüme kestirdiğim çöpe yönelip iğneyi çantama attım. Birkaç adım sonra çöpe ulaştığımda da sanki iğneyi artıyormuş gibi çöpe eğildim ve birkaç saniye sonra içeriye dönüp hızlı adımlarla Deniz'in yanına döndüm. "Ada iyi misin, ne oldu?" dedi Deniz elini yüzüme yerleştirip. Gözlerimin içinde kaybolduğunu düşündüm. Sesinin tınısı bana güzelim dediği an kadar çok güzeldi. "İyiyim, çıkalım mı artık?" "Olur tabii, çıkalım... Yıldırım abi bir şey olursa ararsın. Biz gidiyoruz. İnci'nin sonuçlarını ve tahlilleri alırsın." "Tamam oğlum. Gözünüz arkada kalmasın." dedi Yıldırım abi ve bize el salladı. Karşılık olarak ona gülümsedim ve ben de el salladım. "Kolay gelsin o zaman, iyi günler." dedi Deniz ve elimden tuttuğu gibi beni odadan çıkardı. "Hastaneye gitmek ister misin?" Koridorda yürüyorduk. Kısık bir sesle güldüm. "Sen bile anlamadıysan kimse anlamamıştır." "Neyi?" "Rol yaptım Deniz, iğneyi almak için. Başım dönmüyor yani, çok iyiyim." dedim daha da kıkırdayarak. "Oyuncu mu olsam acaba?" "İğneyi almak için derken?" dedi merakla. "Şırınganın içinde ne olduğuna baktırtacağım." "Küçük hanıma bak sen, benden daha şüpheciymiş meğer." dedi gülümseyerek. "İçimde kötü bir his var. Bilmiyorum belki boş bir kuruntudur." "Kime vereceksin peki iğneyi?" "Selay'a vereceğim. O baktırır iğnenin içindekine." Başını aşağı yukarı salladı. "Anladım. Buradaki işimiz bittiğine göre artık annemlere geçelim mi?" "Olur tabii, geçelim." dedim ve kısa bir yürüyüşten sonra arabaya ulaştık. "Eren'e söyledin mi kütüphanenin kapandığını?" "Yok daha söylemedim. Bugün söyleyeceğim." dedi Deniz emniyet kemerlerimizi takarken. Ardından arabayı çalıştırdı. "Saldırıyı biliyorlar mı peki?" Sıkıntılı bir nefes verdi. "Hayır. Ada bu arada Melis'in yanında kötü olan hiçbir şeyi konuşmuyoruz. Yani sadece anneme, babama ve Eren'e anlatacağım. Saldırıyı, kütüphaneyi kapattığımı vs." "Merak etme, hiçbir şey söylemem... Salih Karahan'ın anlattıkları peki? Uygar'a da bir şey anlatmadın evde?" "Uygar'a anlattım Ada." dedi gülümseyerek. "Sen dün akşam uyurken telefonda konuştuk... Babama da anlatacağım. O döneme ait bir şey hatırlamıyorum. Belki bir şey biliyordur." Başımı aşağı yukarı salladım. "Karar verdin mi, Melih'le konuşacak mısın?" "Yok düşünme fırsatım pek olmadı." "Ben teknede uyurken de mi olmadı?" "Tek düşündüğüm sendin. İnsan senin yanındayken senden başka bir şey düşünemiyor." Dilimi yutmuşçasına yutkundum. Bilinçli söylediği bir şey miydi yoksa yanlışlıkla ağzından kaçırdığı bir şey miydi anlayamıyordum. Dün akşam söyledikleri de aklımdan çıkmıyordu. Birbirinden çok farklı olan ama birbiri olmadan hiçbiri anlamı olmayan iki parça. Toprak ve su. Ben olmazsam hayatının anlamsız olacağını mı düşünüyordu? Ayrıca güzel olduğumu mu düşünüyordu? Ya da farkında olmadan mı birden güzelim deyivermişti? "Konuş bence." dedim konuyu bambaşka bir yere götürerek. Aferin Ada, hatırlat da bir ara ödül olarak kafanı kırayım. "Melih'le yani. Belki Salih haklıdır ve Melih sizinle uğraşmaktan vazgeçer." "Adam akıllı bir düşüneyim de ondan sonra karar vereceğim." Yarım saat kadar sonra Deniz'in ailesinin evine ulaştığımızda çok heyecanlıydım. Beni tanıyorlar mıydı acaba? Deniz benden bahsederken ne diyordu? Arkadaşım? Korumak zorunda olduğum kız? "Ben ne diyeceğim şimdi? Sen kimsin derlerse bana?" dedim bahçe kapısına yaklaştığımızda. Deniz'in bahçe kapısından kat kat daha büyük bir kapıydı. "Niye bu kadar heyecanlandın Ada? Ailem tıpkı senin, benim gibi insanlar. Etten, kemikten ve kastan oluşuyorlar." dedi sırıtarak. "Ama onlara ne diyeceğim? Beni tanıyorlar mı? "Sen kimseye bir açıklama yapmak zorunda değilsin Ada. Sakin ol yeter. Herkes senin kim olduğunu biliyor ve kimse benim yanımda olan birine sen kimsin diye sormaz. Ailem dahil." Omuz silktim. "Peki o zaman... Anne ve babanın adı neydi?" Babasının adını biliyordum ama nezaketen onun adını da sorma gereği hissetmiştim. "Babam Fatih, annem Canan." Başımı aşağı yukarı salladım. "Ha bir de unutmadan, babamlarla konuşmak için Melis'i odasına göndereceğim. Muhtemelen yanımızda kalmak isteyecek. Sen odasına çıkması için bir şeyler yapar mısın? Uzak kalması lazım." "Tabii yaparım." dedim ve bahçe kapısından içeriye girdik. "Teşekkür ederim." Bahçede ilerlediğimizde şaşkınlıktan bayılacaktım. Deniz'in bahçesinden daha büyük bir bahçe ve daha büyük bir ev bizi karşıladı. Aslında ev değil, tam anlamıyla bir saraydı. Ev yaklaşık 700-800 metrekare bir alanı kaplıyordu ve tıpkı Deniz'in evi gibi üç katlıydı. Acaba içinde kaç oda vardı? Ne yapacaksın Ada, tapuyu üstüne mi isteyeceksin? "Hadi gel." dedi Deniz kemerini çıkartırken. Onu taklit ederek ben de kemerimi çıkarttım ve arabanın kapısını açtım. Hangi ara evden çıktıklarını anlayamamıştım ama Eren ve Melis olduğunu tahmin ettiğim bir kız hızla bize doğru geliyordu. "Abimmm, canım abimmm." dedi Melis koşa koşa Deniz'e doğru giderken. Ne Eren gibi esmer ne de Deniz gibi kumraldı. Saçları beline kadar uzanan sarışın ve çok güzel bir kızdı. Sağlıklı görünüyordu. Dışarıda görsem hasta diye nitelendiremeyeceğim kadar neşeli ve dinçti. "Koşma Melis, koşma güzelim. Koşma canımın içi. Yorulacaksın." dedi Deniz endişeyle. Melis bir anda Deniz'in kollarına atladı ve Deniz de ona uyarak onu anında havaya kaldırdı. "Yorulmam ben." "Güzelim benim. İyi misin?" "İyiyim ama çok özledim seni çok. Yakışıklım benim." dedi Deniz'in yanağını bir sürü öperek. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Deniz'in Melis'i çok sevdiğini biliyordum ama bağlarının bu kadar güçlü olduğunu tahmin edemiyordum. Acaba ben Savaş'a kavuşabilecek miydim ve bizim aramızdaki ilişki böyle güzel olacak mıydı? "Ben de seni çok özledim ama anlaşmıştık, kendini yormayacaktın." dedi Deniz yavaşça Melis'i yere indirirken. "Yorulmadım ki. Çok iyi baktım kendime. Hem Eren de bana göz kulak oldu, merak etme. Çok iyiyim." Deniz kollarını Eren'e uzattı ve Eren abisine kocaman sarıldıktan birkaç saniye sonra bedenlerini ayırdı. "Hoş geldin abi, nasılsın?" Deniz "İyiyim, iyiyim." dedi ve bana döndü. "Neyse abi seni yeterince şımarttık." dedi Eren bana dönerek. "Hoş geldin Ada, sen nasılsın?" "Hoş buldum Erenciğim. İyiyim." "Melis seni Ada'yla tanıştırayım." dedi Deniz Melis'i bana, beni Melis'e göstererek. "Ada, Melis. Melis, Ada." Melis elini uzattığında ben de elimi uzattım. Eli buz gibiydi. Bir an ürperdiğimi hissettim ama belli etmedim. "Memnun oldum." dedim sevimli bir sesle. Gözleri elaydı, Eren'e benziyordu. "Ben de memnun oldum. Eren'in anlattığından çok daha güzelmişsin." dedi kocaman gülümseyerek. "Ee en tatlı kütüphane üyemi övmeyeceğim de kimi öveceğim?" dedi Eren sırıtarak. Acaba artık bir kütüphanesinin olmadığını duyunca ne yapacaktı? "Teşekkür ederim. O senin güzelliğin." dedim Melis'e, ellerimiz ayrılırken. "Hadi artık eve geçelim." dedi Deniz ve bir kolunun altına Melis'i, bir kolunun altına da Eren'i alarak ikisinin de başına birer öpücük kondurdu. O sırada Eren beni yalnız bırakmadı ve koluma girdi. "Gel bakalım buraya Ada Hanım. Öyle ayrı ayrı yürümek yok." Neşeyle yürürken eve ulaştığımızda bizi ortalamanın çok üstünde bir güzelliği ve zarifliği olan bir kadın karşıladı. Deniz'in annesi miydi? "Hoş geldiniz." dedi kocaman bir neşeyle. Bana ve Deniz'e bakıyordu. "Hoş buldum anneciğim." dedi Deniz ve annesine sarıldı. Evde sanki bayram havası vardı. Deniz'i ne kadar süredir görmediklerini merak ettim. Deniz'in annesi Deniz'den sonra bana da kocaman sarıldı. "Hoş geldin kızım." "Hoş buldum. Nasılsınız?" "İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?" "Ben de iyiyim teşekkür ederim." "Eh, hadi o zaman herkes içeriye. Ön bahçede oturuyorduk biz babanla. Sizin için de uygun mu?" Deniz bana baktı. Olur anlamında başımı aşağı yukarı salladım. "Olur bahçeye geçelim." Bahçeye geçtikten sonra bahçe takımındaki yerlerimizi aldık. Deniz Melis'in yanına oturmuştu ve onun saçlarıyla oynuyordu. Eren'se benim yanımdaydı. Babaları neredeydi acaba? "Ada, Deniz. Bir şey içer misiniz çocuklar?" "Teşekkür ederim Canan Hanım ben almayacağım." "Ben de almayacağım anne. Babam yok mu, nerede?" "Okuma gözlüğünü almaya gitti. Gazete okuyacakmış. Teknoloji çağındayız, telefondan oku diyorum ama yok. Ben nostaljik adamım diyor başka bir şey demiyor." dedi gülümseyerek. "Ha geliyor işte." Bakışlarımı geriye çevirdim. Deniz babasının kopyasıydı. Bu kadar benzeyeceğini hiç düşünmemiştim. "Ooo kimler gelmiş. Sen bu evin yolunu biliyor muydun oğlum?" dedi bize yaklaşırken. Deniz ayağa kalktı ve babasını kucakladı. Deniz'le beraber ben de selamlaşmak için ayağa kalkmıştım. "Yani baba, sadece üç haftadır gelemiyorum. Sen de yani." "Şaka yapıyorum oğlum... Sen de hoş geldin Ada kızım." dedi ve bana elini uzattı. Anlaşılan bütün aile beni biliyordu. "Nasılsın?" "Hoş buldum, iyiyim teşekkürler. Siz nasılsınız?" "İyi diyelim iyi olsun." "Hayırdır baba canını sıkan bir şey mi var?" "Emeklilik... Evde olmak bana yaramıyor." "Baba." dedi Deniz sırıtarak ve yerine geçti. Ben ve Deniz'in babası da koltuklardaki yerimizi aldığımızda ilk konuşan Deniz'in annesi olmuştu. "Ee neye borçluyuz bu ziyareti?" "Sizi özledim olamaz mı?" "Olabilir olabilir de bizi unuttun sandık biz o yüzden şaşırdık böyle." dedi Melis Deniz'in koluna küçük bir yumruk atarak. "Senin dilin uzamış üç haftada. Kessem mi acaba ben biraz?" "Ya abi." "Neyse sen kaç saattir yatağında değilsin bakalım?" "Ben söyleyeyim, dört saat olmuştur." dedi Eren Melis'ten önce davranarak. "Ooo sen o zaman doğru odana, hadi." "Hayır ya ben de burada kalacağım." Deniz bana döndü ve çaktırmadan göz kırptı. Sanırım Melis'i ortamdan uzaklaştırma zamanımız gelmişti. "Hem daha Ada'yla hiç vakit geçiremedim bile." "Tamam Ada da gelsin odana. Hem onunla vakit geçir hem de yatağında dinlen. İtiraz istemiyorum, hadi güzelim. Marş marş odana." "Ya abi ama seni de özledim, ne olur biraz daha kalayım. Hem hiç yorulmadım bile." "Akşam yemeğine kadar buradayız. Sen dinlen sonra yine inersiniz aşağıya. Hadi çok şımardın. Bir kere dinle şu sözümü." Melis bana döndü. "Gelir misin benimle?" "Tabii gelirim." dedim ve Melis'le beraber ayağa kalktım. "Sonra görüşürüz." "Sana evi gezdirmemi ister misin?" "Bence abini dinleyelim. Odanda biraz dinlen, daha sonra gezdirirsin. Olur mu?" "Peki sen bilirsin." dedi Melis eve yaklaştığımızda. Salonun diğer tarafına geçip merdivenlere yöneldik ve bir kat yukarıya çıktık. Gördüğüm kadarıyla çok modern bir evdi. Ağır mobilyalar ve süslü eşyalar yoktu. Gösterişsiz, sade mobilyalar vardı. Kim dekore ettiyse iyi bir iş çıkarmıştı doğrusu. "İşteee, benim odam burası." dedi Melis ve sağımızdaki ilk kapıyı açtı. Oda neredeyse benim evimin büyüklüğündeydi. "Çok güzelmiş." dedim gözlerimi gezdirirken. Birkaç sağlık makinesi de vardı. "Teşekkür ederim... Sen koltuğa geç, ben ikimize bir şeyler isteyip hemen geliyorum." Başımı aşağı yukarı salladım ve odanın her yerine yerleştirilmiş olan fotoğrafları incelemeye başladım. Bebeklikten yetişkinliğe kadar bütün dönemlerinin fotoğrafları vardı. Üçü hep bir aradaydı. Deniz, Melis, Eren. Bir yapbozun birbirinden ayrılmayan parçaları. Üçünün dışında fotoğraflar da vardı. Arkadaşlarıyla çektirdikleri fotoğraflar, okul fotoğrafları, mezuniyet fotoğrafları. Hepsi birbirinden güzeldi ve ne yazık ki benim Güneş'ten başka kimseyle hiç fotoğrafım yoktu. Fotoğraflar arasında yolculuk yaparken gözüm bir fotoğrafa takıldı. Deniz ve Melis'in bir kızı yanaklarından öptüğü bir selfie fotoğraftı ve o kız Cemre'den başkası değildi. Bembeyaz teni, uzun kirpikleri, orman kadar yeşil gözleri, kahverengi uzun saçlarıyla gerçekten ama gerçekten çok güzeldi. Kocaman gülümsemişti. Bir yanağından sevdiği adam, bir yanağından da sevdiği adamın kardeşi öpüyordu. Neden gülümsemesindi ki? Parmaklarım fotoğrafın üzerine gittiğinde gözümden bir yaş damladı. Keşke hayatta olsaydın Cemre. Keşke hayatta olsaydın ve Deniz tüm bu kaybolmuşluk, çaresizlik ve yorgunluğun içinde kocaman bir acıyla baş başa kalmasaydı. |
0% |