Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@_kubraakyol

Melis'in odasında oturduğum onuncu dakikada ve artık sıkılmaya başladığım sırada Melis elinde iki bardak limonatayla ve yüzündeki büyük neşesiyle nihayet geri gelmişti.

"Eveeeet, işte geldim. Biraz beklettim kusura bakma."

"Yok yok hiç önemli değil. Ama zahmet etmişsin. Gerek yoktu."

"Sevmiyorsun musun yoksa? Başka bir şey getireyim istersen?"

"Yok yok hiç zahmet etme. Teşekkür ederim. Çok severim limonata. Sadece zahmet etmişsin diye." dedim ve Melis'in uzattığı bardağı aldım.

"Afiyet olsun. Uzun zamandır odamda misafir ettiğim ilk kişisin. Çok zaman oldu birini ağırlamıyorum burada." Yüzünde heyecan ve hüzün vardı. Beni misafir ettiği için heyecanlı, uzun zamandır kimse olmadığı için hüzünlüydü.

"Buna layık bir misafir olmaya çalışacağım." dedim gülümseyerek. Ve bardağımdan bir yudum aldım.

"Layıksın bence... Ee anlat bakalım, okuyor musun?" dedi yatağına uzanırken.

"Evet, mimarlık okuyorum. Aslında mezun olmam gerekiyordu ama bir ders yüzünden olamadım. O dersi de bu sene vereceğim." Acaba ben de ona sorsa mıydım? Bu durumda okuyamayacağını biliyordum ve bile bile sormak yarasını deşmek gibi olacaktı.

"Ne güzel. Ben üniversite sınavına bile giremedim. Hatta liseyi bile dışarıdan bitirdim."

"Bence sen inanılmaz güçlü bir kızsın. Üniversite koridorlarında koşa koşa gezeceğin zamanlar da olacak, inanıyorum."

"Ben o kadar da umutlu değilim."

"Uygun bir kalp bulunacağına inanıyorum ben. Sen de inanmalısın."

"Bu, birinin ölmesi demek ve ben benim için birinin ölmesini dilemeyi pek doğru bulmuyorum."

"Öyle düşünmemelisin Melis. Kimse senin için biri ölsün demiyor ki. Sadece buradaki süresini doldurup hayatını kaybeden biri varsa, -ki hep vardır- onlardan biri senin yaşamına devam etmeni sağlayabilir. Bu bencillik değil, yanlış düşünüyorsun. İnsanlar doğar ve ölür. Bizim doğamızda var."

"Aslında hayatta kalarak cezalandırıldığımı düşünüyorum. O kazada ben ölmeliydim. Ölmediğim için de bunları yaşıyorum."

"Öyle sonuçlanacağını bilemezdin. İyi bir şey yapmaya çalışıyordun."

"Yaptığım şey Cemre'nin hayatına mal oldu." dedi ve gözünden bir yaş damladı. "Benim yüzümden abim de yıllardır vicdan azabı çekiyor."

Ayağa kalktım ve Melis'in yanına oturup elimi koluna koydum. "Melis yapma böyle."

"Bana hiçbir şey anlatmıyorlar ama biliyorum. O kazadan sonra hiçbir şey eskisi olmadı."

"Melis eğer bir suçlu varsa o Melih Karahan'dır. Sen içlerinde en masum olansın. Kıyaslanamazsın bile."

"Cemre de masumdu." dedi ve diğer gözünden de bir gözyaşı damladı. Ne yapacağımı bilemediğim için Deniz'e mesaj attım. "Lütfen gel, Melis ağlıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum." "Biz çok iyi anlaşıyorduk." dedi yerinden kalkarak. Ve az önce baktığım fotoğrafı alıp bana verdi. "Hep böyle gülerdi, ablam gibiydi o benim." Cemre hayatta değildi ama bıraktığı izler hala Melis'in hayatında öylece duruyordu. Bir yerlerde asılı kalmıştı.

Hep öyle olmaz mıydı? Biri giderdi ve yokluğu hayatımızın orta yerinde asılı kalırdı. Giderdi gitmesine ama bir hayalet gibi peşimizden gelmeye devam ederdi. Sesi duyulmazdı, yüzü görülmezdi, kokusu hissedilmezdi, sarılmaya kalksak o da olmazdı. Bizi saran tek şey yokluğu olurdu.

Bu yokluğun ne gibi boşluklar yarattığını çok iyi anlıyordum. Melis Cemre'yi ablası yerine koyuyordu ama artık yoktu. Bir zamanlar tıpkı bu fotoğraftaki gibi beraber güldüğü, dertlerini anlattığı, beraber eğlendiği, ağladığı, her şeyi paylaştığı kız artık yoktu.

Hayatta olmayan ya da artık hayatımda olmayan birini hayal etmeye çalıştığımda o hayal siyah beyaz oluyordu. Hayatta olan birini hayal ettiğimdeyse renkli hayaller yerleşiyordu bilinçaltımdaki dünyama. Annemi düşündüğüm her hayal siyah beyazdı, silikti. Ne kadar renklendirmeye çalışsam da olmuyordu. Çünkü beynime kazınmıştı, o yoktu. Geçmişte kalmıştı. Acaba Melis de bunu yaşıyor muydu? Siyah beyaz olan dünyasını renklendirmeye çalışıyor muydu?

"Melis geçmişi değiştiremeyiz." dedim ve ayağa kalkıp ona sarıldım.

"Yarın tam dört sene olacak. Eğer gidip onu evinden almasaydım o korkunç kaza da olmayacaktı."

"Ssh ağlama lütfen. Gel hadi otur."

"Dört yıl önce bugün o kadar heyecanlıydım ki. Abimle barışması için planlar yapıyordum. Gidip onu alacaktım ve eski mutlu günlerine döneceklerdi. Her şey benim yüzümden oldu."

Melis'i yatağa oturttum. "Melis sakinleş lütfen, beni korkutuyorsun." dedim gözyaşlarını silerek.

"Abime baktıkça acı çekiyorum. O çok neşeli biriydi, her şeyden kendine eğlenecek bir şey çıkarırdı. Ben onun neşesini elinden aldım. Gözlerindeki ışıltıyı aldım. Gömülmemiş bir ölü gibi o artık."

"Melis." dedi Deniz odaya telaşla girdiğinde. "İyi misin abiciğim? Her şey yolunda mı?"

Melis ''Abi.'' dediğinde Deniz çoktan Melis'in yanına oturmuş, onu göğsüne bastırmıştı.

''Ben sizi yalnız bırakayım.'' dedim ve odadan çıktım. Yalnız kalmaları gereken bir andı, bu acıyı ikisi de üstlenmişti. Yaralarını beraber sarmak zorundalardı.

Yaklaşık on beş dakika Melis'in odasının önünde bekledikten sonra Deniz yanıma gelmişti ve on beş dakika önceki halinden eser yoktu. Darmadağın olmuş, gözlerinin içi kırmızıya dönmüştü. ''İyi misin Deniz?'' Cevap vermedi ve beni başını aşağı yukarı sallayarak yanıtladı.

''Uyuyor şimdi, hadi gel annemlerin yanına inelim.'' deyip merdivenlere yöneldiğinde ben de peşinden gittim.

''Her şey yolunda mı?'' dedi Canan Hanım aşağı indiğimizde.

Deniz hiçbir şey belli etmedi ve ''Yolunda yolunda, naz yapıyor yine bizimki. Ben uyutmalıymış illa. Uyuyor şimdi.'' dedi. Anne ve babasını üzmemek için böyle davranmıştı.

''Aman aman iyi olsun da uyusun bir tanecik ablam.'' dedi Eren. ''Seni çok özlüyor abi.'' dedi Deniz'e dönerek.

''Ben de sizi özlüyorum Erenciğim.''

''Neyse sen bir şey anlatıyordun Deniz.'' dedi Fatih Bey ve Deniz son beş gündür yaşadığımız şeyleri anlatmaya başladı. Deniz anlattıkça o anları tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordum ve içimde bir şeyler tetikleniyordu.

Sanki Melih ve adamları buraya gelecek ve bize zarar verecekmiş gibi.

***

Deniz'in anlattıkları bittiğinde hava kararmıştı ve hepsi anlattıklarımız karşısında dehşete düşmüştü. Eren kütüphane kapandığı için değil ben saldırıya uğradığım için üzülmüştü. Gökalp'in ölümünün saklanmasına kimse inanamıyordu. Deniz'in babasının demesine göre Gökalp kesinlikle ölmüştü, hatta kalbi de ihtiyacı olan birine verilmişti. Gerçek Gökalp'in yerine kimi koydukları konusuysa kocaman bir bilinmezlikten ibaretti ve herkes Melih'e gerçekleri söyleme konusunda hemfikirdi.

Sanırım Deniz ailesini ve Salih Karahan'ı dinleyecek, Melih Karahan'a gerçekleri açıklayacaktı. Ben de onlarla aynı şeyi düşünüyordum. Belki bu sayede Melih Deniz'le uğraşmaktan vazgeçerdi.

Deniz'in ailesiyle yediğimiz akşam yemeğinden sonra birkaç saat daha hep beraber oturmuş, saat on ikiye gelirken de eve varmıştık. Neredeyse tüm günümüz orada geçmişti ama hiç sıkılmamış, aksine çok keyif almıştım. Hepsi beni çok sevmişti.

Melis gecenin ilerleyen saatlerinde daha iyiydi, yanımdayken geçirdiği krizi çok şükür atlatmış, abisiyle kahkahalarla eğleniyordu. Eren ise tüm akşam benimle uğraşmıştı, sanırım gerçekten ben onun en iyi kütüphane arkadaşıydım.

Deniz'in evine geldiğimizde Ülkü abla uyumuş, Uygar da gitmişti. Uyumak için merdivenlere yöneldiğimde Deniz benim aksime karanlık salona doğru yürüdü.

"Uyumayacak mısın?" dedim yorgun bir sesle.

"Biraz salonda oturacağım." dedi ve alkol dolabından bir viski çıkarıp kafasına dikti.

Onu böyle görmek içimi yakıyordu. Elimden bir şey gelmiyordu ve ona yardım edememek, onu iyileştirememek beni tam olarak yaralıyordu.

Onu hep güçlü ve sarsılmaz görmüştüm. Kendinden emin, boyun eğmez, demir gibi sert. Ama bugün öyle değildi. Gözlerimin önünde dağılmıştı ve ben hiçbir şey yapamamıştım.

Giderek daha kötü olmasından korkuyordum. Melis ne demişti? Gömülmemiş bir ölü. Buna inanmak istemiyordum. Hayattan bu kadar kopmuş olmasına asla inanmak istemiyordum.

Acısını yaşaması için onu yalnız bırakmaya karar verdim. Saat 23:54'tü ve dört senenin dolmasına altı dakika kalmıştı.

Ağır ağır merdivenlerden çıkıp odama geçtim ve perdeyle camı açtım. Odam denize bakıyordu. Neden daha önce merak edip de bakmadığıma şaşırdım. Zaten son günlerde merak duygum yok olmuştu. Her şeye karşı ilgisizdim. Kendi dünyamdan soyutlanmıştım ve tek odak noktam Deniz'di. Hayatta ilk defa benim kadar acı çeken biriyle karşılaşmıştım ve böyle durumlarda ne yapılır hiç bilmiyordum. Nasıl teselli edebilirdim? Ya da edebilir miydim? Söylediklerim boş sözler mi olurdu yoksa Deniz'i hayata bağlar mıydı?

Kafam allak bullak olmuştu. Uyumaya karar verdim ve üzerimi değiştirip yatağa yattım. Hafif bir rüzgar vardı, dışarıdan temiz orman ve deniz kokusu geliyordu. Deniz'in kokusuydu.

Gözlerimi kapatıp uykuya dalmayı bekledim ama olmuyordu. Deniz'i düşünmekten gözüme uyku girmiyordu. O uyuyamıyorken ve muhtemelen bütün gece uyuyamayacakken ben burada nasıl uyuyabilirdim ki?

Ayağa kalktım ve odanın içerisinde volta atmaya başladım. Acaba yanına inse miydim? Olmaz, yalnız kalmak istiyor olabilirdi. Ama ya tam tersini istiyorsa? Ya yanında birilerinin olmasını istiyorsa?

Ne yapacağımı düşünürken aşağıdan çok şiddetli bir cam kırılma sesi geldi. Ve bu ses benim aşağı inme ikilemime son vermişti. Koşarak odadan çıktım. "Deniz." dedim endişeyle. "Deniz'e bir şey oldu."

"Deniz iyi misin?" dedim koşa koşa geldiğim salona ulaştığımda. Deniz ışığı açmamıştı ama buna rağmen viski şişesinin yerdeki parçalanmış kırıklarını görebiliyordum.

Basmamaya dikkat ederek Deniz'in yanına gittim ve sakince koltuğa oturdum. Kollarını dizlerine koymuş, başını da ellerinin arasına almıştı. "İyi misin?" dedim sessizce. Beni duymuyor gibiydi ve tam olarak yerdeki cam parçaları gibi dağılmış, yüzlerce parçaya ayrılmıştı.

23 Eylül, Pazartesi

Duvardaki saate baktım. 00:01. O güne girmiştik. Tarih 23 Eylül'dü.

"Deniz, beni duyuyor musun?" Yine bir cevap vermemişti. Hatta tepki bile vermiyordu "Beni korkutuyorsun... Tamam, yeterince zor bir gün farkındayım. Ama kendini böyle bırakamazsın... Cemre'yi geri getiremeyiz. Seni çok iyi anlıyorum. Birini kaybetmek görünenden daha zor. Ama Melis için savaşmak zorundasın. Onun için hala bir şeyler yapabiliriz. Kendini bu kadar bırakma ne olursun." Elimi uzattım ve yüzünü ellerinin arasından ayırıp gözlerini gözlerimle buluşturdum. Karşımda Deniz değil yabancı biri vardı sanki. "Deniz, cevap ver lütfen."

Beni duymuyordu, elimi yanağına iyice yerleştirdim. Buz gibiydi. "İyi misin?"

"Her şeyin suçlusu benim." dedi fısıltıyla. Hemen dibinde olmama rağmen onu çok zor duymuştum. "Cemre öldüyse, Melis bu haldeyse, sorumlusu benim." İki gözünden de aynı anda gözyaşı damlamıştı ve bir tanesi elimin üzerine süzülüyordu.

"Hayır, kendine bunu yapamazsın."

"Melis'i de kaybedersem." Parmağımı dudağının üzerine koydum ve onu susturdum. Gözlerinin içinde dağılmış bir ruh vardı. Gömülmemiş bir ölü. Bu doğru olabilir miydi? Melis haklı mıydı? Deniz hayattan gerçekten kopmuş muydu?

Hayır buna inanmak istemiyordum. Ve bu yüzden tam da şu an gözlerinin arkasında hala hayata tutunmaya çalışan bir parça arıyordum. Belki bunu Deniz'e de fark ettirebilirdim.

Uzun süre gözlerinin içine baktım. Gözlerini kırpmadan beni izliyordu ve bakışlarında beni çağıran bir şeyler vardı.

Gözleri çok güzeldi. Bunu ilk defa fark etmiyordum ama her baktığımda beni şaşkınlığa düşürüyordu. Hüzünlüyken bile bu kadar güzel bakan biri mutlu olduğunda nasıl bakardı?

Gözlerinin derinliğine daldığımı fark ettiğimde yüzlerimiz arasında beş santim bile yoktu. Ne ara bu kadar yakınlaştığımı anlamamıştım.

Baş parmağımı yanağında gezdirirken burnum burnuna çoktan değmişti ve nefesi dudaklarıma değdikçe ona daha çok yaklaşmak istiyordum. Ben yanındayım demek, hepsi geçecek demek, senin hiçbir suçun yok demek istiyordum.

Ama hepsinden önce yapmak istediğim tek şey onu öpmekti. Aklımdan böyle bir şeyin geçtiğine inanamıyordum. Ama hayat zaten böyle değil miydi? İnanamadığımız anlarla dolu devasa bir kumar masası.

Gözlerimi kapattım.

Dudaklarımı dudaklarına değdirdiğim ilk birkaç saniyede tepkisizdi ama daha sonra beni sakince öpmeye başladı. Bir gözyaşının yanağıma aktığını hissettim.

Ağlaman için öpmüyorum seni Deniz. diye düşünürken Deniz bir elini belime yerleştirdi ve bedenlerimiz arasında hiç mesafe kalmayacak şekilde beni kendine yaklaştırıp diğer elini de yüzüme koydu. Tıpkı benim yaptığım gibi baş parmağını yanağımda gezdiriyordu.

O kadar yavaş öpüyordu ki zamanın bir yere takıldığını ve ilerleyemediğini hissettim. Acaba şu an ne yaptığımızın farkında mıydı?

Boşta kalan elimi Deniz'in ensesine yerleştirip onu kendime iyice çektiğim sırada onun arkamdaki eli, belimi ve sırtımı keşfediyor gibiydi.

Birkaç saniye sonra Deniz dudaklarımızı ayırmadan beni koltuktan yavaşça kaldırdı ve bir bacağının üzerine oturttu. Artık iki eli de belimdeydi, ben de kollarımı boynuna sarmıştım. Boyumuz eşitlenmiş gibi olduğu için de onu daha rahat öpebiliyordum.

Nefes almak için bile durmadığımızı fark ettiğimde Deniz'in sakin ve yavaş öpücükleri yerini daha aceleci ve hızlı öpücüklere bırakmıştı. Başımın tam anlamıyla döndüğünü hissettim ama bırakmak istemiyordum. Adının ne olduğunu bilmediğim bu duygu tüm hücrelerimi sarmıştı ve Deniz'i öptükçe yaşama döndüğümü hissetmek beni heyecanlandırıyordu.

Nefesime karışan nefesi, saçlarımın üzerinde gezen elleri, bedenime bastırdığı bedeni, hepsi bana aitmiş gibi hissediyordum.

Belki de yanılıyordum, Deniz'in tek tel saçı bile bana ait değildi ama şu an bunu düşünmek istemiyordum. Düşündüğüm tek şey anın büyüsüydü. Sanki dudakları bana her değdiğinde bana yeni bir hayat bahşediyordu.

Yaklaşık beş dakika sonra durduğumuzda Deniz yüzünü geri çekti ve burnunu burnuma bastırdı. Hiçbir şey söylemiyordu, nefes alışveriş seslerini dinledim. Dünyanın en saçma şeyi olabilirdi ama bana huzur veriyordu.

Kirpiklerinin hareket ettiğini fark ettiğimde ben de gözlerimi açtım. Karanlıktı ama gözlerinin ışıltısı bana yetmişti. Bir şey söylemem gerekiyor muydu bilmiyordum ama konuşmak istemiyordum. Sanki konuşursam anın büyüsü bozulacaktı. Deniz de benimle aynı şeyi düşünüyor olacak ki hiçbir şey söylemedi, beni yavaşça bacağından indirip tekrar koltuğa oturttu ve başını dizlerime koyarak koltuğa kıvrıldı. Ben de koltuğa yaslandım ve elimi saçlarının arasına geçirdim. Böyle uyumak istiyorsa böyle uyuyacaktı.

***

Sabah olduğunu hissettiğimde gözlerimi araladım. Dün gecenin aksine koltukta oturmuyor, yatıyordum ve başım Deniz'in göğsünün üstündeydi. Bu pozisyona hangi ara geldiğimizi hatırlamıyor olsam da umursamadım ve küçük bir telaşla koltukta doğrulup masa saatine baktım. Saat sekiz buçuk olmuştu. Evden çıkmamıza sadece yarım saat kaldığını fark ettiğimde küçük telaşım biraz daha büyüdü ve hızla koltuktan kalkmaya çalıştım. Deniz hareketlerimden dolayı uyanmıştı.

''Günaydın Ada, ne oldu?'' dedi telaşlı ve çatallı bir sesle.

''Günaydın, geç kalacağız. Okula yetişmem gerek. Ayrıca Ülkü abla da bizi böyle görürse.''

''Ülkü abla yok Ada. Senenin bu zamanlarında evde olmuyor. Evde yalnızız yani. Neden bu kadar telaşlısın?''

''Okula geç kalacağım.''

Deniz koltuktan kalktı ve tam o an çalmaya başlayan alarmını kapattı. ''Okulu bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Ayrıca geç kalmazdık, alarm çaldı bak.''

''İlkokula yeni başlayan çocuklar gibiyim.'' dedim sırıtarak. ''İlk günden geç kalmak istemedim.''

''Uyuyarak değil konuşmaya dalarak geç kalabilirsin benden söylemesi. Hadi git üstünü değiştir bir an önce.'' dedi benim gibi sırıtarak.

Gülümsedim ve ''Hemen geliyorum.'' dedim merdivenlere doğru koşarak. Duş almak istiyordum ama vaktim yoktu. Normalde yedi saatten fazla uyuyamazken şimdi neredeyse sekiz buçuk saat uyumuştum. Neden daha erken uyanamamıştım ki?

Temiz kalan son iki kıyafetimi çok hızlı bir şekilde giyindim ve saçımı da tarayıp hemen aşağı indim. Bir ara evden eşyalarımı alsam iyi olacaktı.

Aşağı indiğimde Deniz de üstünü değiştirmiş, beni bekliyordu. Dün geceye göre daha iyi görünüyordu, onu dağılmış görmeye alışkın değildim. O yüzden şimdiki hali beni mutlu etmişti. ''Hadi hazırsan çıkalım.''

''Hazırım.'' dedim ve onunla aynı anda kapıya doğru yürüdüm. Birden cebinden incirli yoğurt çıkartıp bana uzattığında şaşkınlıkla baktım.

''Teşekkür ederim.'' dedim sessizce. ''Teknedeki dolapta da vardı. Sevdiğimi unutmuyorsun.''

''Buradaki dolaba hiç bakmadın sanırım.''

''Burada mı var?'' dedim neşeyle.

''Güzelim biraz etrafına bak, yaşadığın yeri gözlemle araştır. Ne varmış, ne yokmuş falan.'' dedi yüzüme bakarak. ''Yine aynısı oldu.''

''Ne? Neyin aynısı oldu? Ne oldu?''

''Güzel olduğunu ima ettiğim her kelimeden sonra şaşırıyorsun. Yanakların kızarıyor, telaşlanıyorsun.''

''Babama benziyorum. O da siyah saçlı, siyah gözlü, beyaz tenli.''

''Babandan nefret ediyorsun ve ona benzediğin için kendini çirkin hissediyorsun. Doğru mu anladım?''

''Yani, bilmem.'' dedim buruk bir gülüşle.

''Sen hiç aynaya bakmıyorsun anlaşılan. Ben sana yardımcı olayım.'' dedi ve telefonunun kamerasını açıp ikimizi de ekrana aldı. ''Babanı değil kendini görmeyi dene.''

Başımı yavaşça çevirip Deniz'e baktım. O, ekrana bakmaya devam ediyordu. ''Denerim.'' dedim fısıltıyla.

Deniz telefonunu cebine koyduğunda arabaya ulaşmıştık. ''Hala heyecanlı mısın?" dedi kapısını açarken.

"Evet." dedim ve Deniz'in hemen ardından kapımı açıp koltuğa oturdum. "Okul çıkışında Selay'ın kliniğine gitmem gerekiyor. İğneyi vereceğim. Dönüşte de evime uğrayıp eşyalarımı alacağım."

"Tamam, Kerem seni götürür nereye istersen."

Başımı aşağı yukarı salladım. "Deniz, yanlış anlamazsan bir şey soracağım."

"Sor Ada, neden yanlış anlayayım?"

"Ülkü ablayı soracaktım. Senenin bu zamanları evde olmuyor demiştin."

"Evet, İstanbul'da yaşayan bir kız kardeşi var. 22 Eylül'de ona gidiyor. 24 Eylül'de de dönüyor."

"Anladım." dedim sessizce. Anlaşılan acısını tek başına yaşamak istediği için Ülkü ablayı birkaç günlüğüne uzaklaştırıyordu.

Birden aklımda bir düşünce belirdi. Peki o zaman ben neden dün akşam buradaydım?

Deniz aklımı okumuşçasına beni yanıtladı. "Sen yanımdan beş dakikalığına bile, beş metre bile uzakta duramazsın. O yüzden sil aklındaki düşünceleri." dedi gülümseyerek.

"Ama bak bugün ayrılıyorum yanından."

"O sayılmaz. Kerem seni yalnız bırakmayacak. Gözüm arkada değil yani."

"Eh, peki o zaman." dedim radyoyu açarak. Ve ikimizin de en sevdiği kanalı açtım. Dünyam alt üst olmak üzereydi. Ölüm tehditleri alıyordum, başıma silah dayanıyordu. Tehlikenin tam olarak ortasındaydım, bir sürü bilinmezliğin içindeydim ama hiçbiri umurumda değildi. Çünkü Deniz yanımdaydı. Ve ben dün gece onu öpmüştüm.

Başımı çevirip yüzünü inceledim. İyi görünüyordu ama yine de ne hissettiğini bilmek istiyordum. "İyi misin?" dedim tedirgin bir sesle.

''İyiyim.'' dedi hiç düşünmeden. Ya gerçekten iyiydi ya da üzerinde fazla düşünmek istemediği için iyiyim deyip geçiştiriyordu. İlk seçenek olmasını diledim. "Ne oldu, neden sordun?"

"Dün akşam seni öyle görünce sormak istedim."

"Öyle bir durumla karşılaşmanı istemezdim, özür dilerim." dedi temkinli bir sesle.

"Konumuz senin o halinle karşılaşmış olmam değil Deniz. Konumuz, iyi hissediyor musun hissetmiyor musun?"

"Benim için endişeleneceğini düşünmezdim." dedi küçük bir tebessümle.

"Rolleri değiştirdik diyelim... Hala cevap vermedin?"

"Endişelenmene gerek yok Ada, dün gece dün gecede kaldı. Gerçekten iyiyim."

"Peki, dediğin gibi olsun." deyip omuz silktim.

"Arkadaşında, Selay'da yani ne kadar kalacaksın?"

"Uzun zamandır görüşmüyoruz. Biraz vakit geçirmek istiyorum. Akşama doğru dönerim. Bir yere mi gideceğiz?" Aslında kalmak istemiyor, hemen eve dönmek istiyordum ama Deniz'i yalnız bırakmak için Selay'da oyalanmaya karar vermiştim. Ülkü abla bile evde olmuyorsa Deniz gerçekten tek başına kalmak istiyordu.

"Yok, merak ettim sadece... Ne zamandır arkadaşsınız?"

"On yedi yıl. Dayım Güneş'i ve beni Aydın'a götürdüğünde tanıştığım ilk kişi Selay olmuştu." dedim buruk bir gülümsemeyle. "Annemin son görüntüsü aklımdan aylarca çıkmamıştı, kimseyle konuşmadım. Tek kelime bile. İşe yaramasa bile tekrar konuşmam için dayım beni sürekli doktora götürüyordu... Bir gün sokağa çıktım. Selay sokakta oynarken yanıma geldi ve bana incir uzattı. Doktorun yapamadığını Selay yapmıştı, tekrar konuşabilmiştim. O andan beri Selay en iyi arkadaşım, incir de en sevdiğim meyve."

Deniz sanırım beni daha fazla üzmemek için konunun üzerinde durmadı ve "Nerede yaşıyordu?" dedi düz bir sesle.

"Arnavutköy... Deniz dönüşte eve uğramam lazım benim. Daha fazla kıyafet ve çalışma kitabı almam lazım." dedim, oyalanmaya başka bir şeyler bulduğum için mutluydum. Kıyafetlerimin ve kitapların bir acelesi yoktu.

Deniz başını salladı. Bir an yüzünü bir hüzün perdesi kapladığını düşündüm. Kısa bir süreliğine yüzüme baktı, gözlerinde gölge vardı. "Dikkat et."

"Kerem yanımda ya, bir şey olmaz merak etme."

Yolculuğumuzun geri kalanı sessiz geçmişti ve kırk beş dakika sonra nihayet okula varmıştık. Heyecanlıydım. Mezun olmama az kalmıştı ama bugün dert ettiğim tek şey Deniz'di.

Deniz'le aynı anda arabadan indiğimizde hızlı adımlarla yanıma geldi ve cebinden alelacele bir şey çıkardı. "Yeni okul döneminde sana başarı getirir umarım."

"Deniz teşekkür ederim, ne bu?" dedim heyecanla ve paketi açtım. Bir kalemdi.

"Eski kaleminin kötü hatırasını silmeye yeter mi bilmiyorum." Rüyamda babamı öldürdüğüm kalemden bahsediyordu ve bu kalem o kalemin kötü hatırasını çoktan silmişti.

Gülümsedim ve hiç tereddüt etmeden kollarımı Deniz'in boynuna sardım. "Teşekkür ederim."

Deniz kollarını belime sardı ve başıma bir öpücük kondurdu. "Bu kadar seveceğini bilsem sabah verirdim kutuyu."

"Mezun olmamdaki en büyük etken bu kalem olacak." dedim ve bedenimi yavaşça Deniz'den ayırdım.

Elini yanağıma koydu. "Bir şey olursa mutlaka ara. Kerem okulun yanından ayrılmayacak. İhtiyacın olduğu an ona söyleyebilirsin."

Elimi yanağımın üzerindeki elinin üzerine koydum. "Endişelenme, sapasağlam döneceğim."

Gülümsedi. "Görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz." dedim ve koşar adımlarla okula girdim. Ders başlamak üzereydi.

Hızlı geçen iki buçuk saatten sonra ders bitmişti. Yaz döneminde çalıştığım her şey şimdi önüme çıkıyordu ve şükürler olsun ki geçen seneye göre çok daha iyiydim. Eğer böyle giderse hiç zorlanmadan mezun olacaktım.

Dersten sonra Kerem beni Selay'ın evine götürmüştü ve geri dönmek için evin yakınlarında bir yerde beni bekliyordu.

Şanslı günündeydim. Selay'ın bugün klinikte işi yoktu ve ona rahat rahat son bir ayda başıma gelenleri anlatabilirdim. Gerçi nasıl anlatacağımı bilemiyordum. Bana çok kızacaktı.

Önce çantamdan iğneyi çıkarttım ve inceletmesi için Selay'a verdim. Neyse ki buraya kadar hiçbir sıkıntı yoktu. Asıl problem şimdi başlıyordu.

"Ee anlat artık Ada ne anlatacaksan. Kavranıp duruyorsun saatlerdir." dedi sitemle. Sıkıldığını anlayabiliyordum.

Derin bir nefes aldım ve Selay'ın küçücük bir tepki vermesine müsaade etmeden son bir ayda başıma ne geldiyse hepsini kronolojik olarak anlattım.

"Sen çıldırmışsın. Sen kafayı yemişsin. Ben de oturmuş burada seni dinliyorum. Niye dinliyorum ki? Salaklık bende. Şimdi hemen polisi arıyorum ve o Deniz denen adamı ihbar ediyorum."

"Saçmalama Selay sakin ol."

"Sakin olacağım öyle mi? Adam seni kaçırmış, neler yaşatmış ve sen sakin ol diyorsun öyle mi?" dedi ben telefonunu elinden aldığımda. "Ver şu telefonu polisi arıyorum."

"Kaçırma falan yok. Polisi arayamazsın dedim ya Selay."

"Benim sevgilim avukat Ada, hatırlatırım. Seni paşalar gibi savunur, Deniz dediğin kabadayıyı da un gibi eler."

"Savunulacak bir durum yok Selay. Anlattım ya hepsini."

"Ada sana ne oluyor? Hiç tanımadığın bir herifin evinde kalıyorsun. Sana gerçekten inanamıyorum. Bunlar normal mi sence? Mantıklı, güvenli ya da sağlıklı geliyor mu hiç?"

"Çok fazla tepki veriyorsun Selay. Pişman ettirme anlattığıma."

"Fazla mı tepki veriyorum? Ada sen iyice zıvanadan çıkmışsın. Ben derhal Harun abiyi arıyorum. Artık gelip seni İstanbul'dan alıp Aydın'a mı götürür yoksa yanına mı yerleşir bilemiyorum. Birinin senin gözlerini açması lazım." dedi ve bir anda telefonunu elimden geri aldı.

''Selay ben yetişkin biriyim, çocukmuşuz gibi beni dayıma mı şikayet edeceksin?''

''Evet edeceğim. Ya sen nasıl güveniyorsun Ada? Adam sapık mı katil mi hırsız mı psikopat mı nereden biliyorsun, nasıl güveniyorsun?''

''Sevgilisi öldürülmüş Selay, buna rağmen hiçbir şey yapmamış. Kimseye zarar vermemiş, intikam almaya çalışmıyor. Kardeşi için uygun kalp bulunamazsa kız ölecek. Tek derdi kardeşinin iyileşmesi ve tüm bunlardan kurtulmak. Başıma bir şey gelmesin diye evinde kalıyorum. Az önce söylediğin gibi bir kaçırma yok. Kafayı yiyeceğim ya, anlamıyorsun ki hiç. Ortada bir katil, sapık, psikopat varsa o da Melih Karahan'dır.''

''Onu öğrendim zaten canım, BAŞINA SİLAH DAYAYAN ADAM.'' dedi bağırarak. Tam o sırada Deniz ne yapıyordu? Dur, ben söyleyeyim. Göz yumuyordu.''

''Göz yummadı.''

''Kütüphanede başına gelenler peki? Sen orada saldırıya uğrarken Deniz ne yapıyordu? Neredeydi?''

''Ben nereden bileyim Selay?''

''Neyse ne, ben Harun abiyi arıyorum.''

''En kısa zamanda kurtulacağım Selay söz veriyorum. Lütfen dayımı arama. Her şey daha da mahvolur. Sonsuza kadar Deniz'in yanında kalacak değilim. Melih Karahan'dan kurtulana kadar Deniz'in yanında kalmak zorundayım.''

''Hayır efendim değilsin. Ada bu ülkede polis var, savcı var, hakim var, hukuk devletiyiz ya hani biz. Bırak onlar halletsin, onlar halledemiyorsa bırak Deniz ve Melih mi artık her ne haltsa onlar kendi aralarında halletsin. Kim kimi vurmuş, kim kimi öldürmüş sana ne? Seni niye ilgilendiriyor?'' Boğazımda bir yumru hissettim. Evet, beni neden ilgilendiriyordu? ''Derhal o evi terk ediyorsun ve buraya bizim evimize yerleşiyorsun. Seni asla orada bırakmam.'' Başımı iki yana salladım. ''İyi, madem öyle dayını arıyorum.''

''Selay yapma. Sadece biraz zaman ver bana. Söz veriyorum başıma hiçbir şey gelmeyecek.''

"Ona aşık mı oldun Ada?"

Bir duvara çarpmış gibi, yüzüme soğuk su atılmış gibi, kendi ayağıma takılıp yere düşmüşüm gibi bir hisle irkildim. "Ne?" dedim fısıltı gibi bir sesle. Mümkün değildi. Olmazdı, olamazdı. Ona aşık olmam için, hatta ondan etkilenmiş olmam için bile bir sebep yoktu. Hem ona aşık olsam bile o asla bana aynı duyguları beslemezdi. Çünkü bana göre insan bir kez aşık olurdu ve Deniz bu hakkını Cemre'yle kullanmıştı. Kalbinin kapılarını kilitlediğine emindim. Bana karşı hissettiği tek şey şefkatti. Fazlası olmazdı.

Cemre'yi bir zamanlar gerçekten çok sevdiğini biliyordum ama son zamanlarda neden o kadar koptuklarını bilmiyordum. Sanırım gerçekten her güzel şey biterdi, Deniz ve Cemre'nin hikayesi de bu gerçekten nasibini almıştı.

Cemre'nin ne hissettiğini çok merak ediyordum. Mesela ben Deniz'in yanındayken korkmuyordum ama çevresinde olan her şeyden çok korkuyordum. Cemre de benim gibi mi hissediyordu?

Ne olmuştu da ilişkileri patlak vermişti? Ne olmuştu da Cemre Deniz'in bebeğinin ölmesini isteyip onu aldıracak duruma gelmişti? Sanırım bunların hiçbirini öğrenemeyecektim. Acaba Deniz'in yerinde olsam ne yapardım? Biri çocuğumu benden saklasa ve daha doğmadan onun ölümüne sebep olsa ne yapardım?

"Gayet düz bir soru sordum Ada? Niye uzaylı görmüş gibi bakıyorsun?" Sıkıntılı bir nefes verdi. "Duymuyor musun sen beni Ada?"

"Bugün sevgilisinin ölüm yıl dönümü." dedim konuyu değiştirerek. Selay'ın sorduğu soru hakkında düşünmek ve konuşmak istemiyordum. Zaten söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu.

"Nur içinde yatsın."

Ona inanamayarak baktım. "Bu kadar acımasız olamazsın."

"Konu sensen olurum Ada. O adamın yaşadıklarıyla değil sana yaşattıklarıyla ilgileniyorum daha çok."

"Bak, aklıma bir fikir geldi. Sizi onunla tanıştırayım. Zannettiğin gibi biri olmadığını kendi gözlerinle gör."

Tek kaşını kaldırdı. "Düşüncelerimin değişeceğini hiç zannetmiyorum."

"Olumsuz düşünsen de gelmeyi kabul ediyorsun yani."

"Bilmiyorum."

"Lütfen. Beni hiç mi sevmiyorsun?"

"Ada sen benim kız kardeşimsin. Sadece ebeveynlerimiz farklı. Seni bu dünyadaki her şeyden çok önemsiyorum. Ne demek beni hiç sevmiyorsun?"

Omuz silktim. "O zaman Can'ı da alıyorsun ve bir akşam Deniz'in evine yemeğe geliyorsun."

"Söz vermiyorum. Sana hala çok kızgınım. Ayrıca onu tanısam bile onun evinde kalmanı onaylamayacağım."

"Benim de onayladığım söylenemez. Mecbur olduğum için yapıyorum Selay. Keyfimden değil."

"İçime gerçekten hiç iyi şeyler doğmuyor Ada."

"Sadece bana güven Selay."

Abartılı bir nefes verdi. "Peki."

Saate baktım. Dörde geliyordu. "Anlaştık sayıyorum." dedim ve yerimden kalktım. "Artık gitsem iyi olacak."

"Koruyucu meleğin endişelenir mi yoksa?" Anlamayan gözlerle baktım. "Deniz denen adamdan bahsediyorum... İsimleriniz arasındaki uyum bile canımı sıktı şu an. Ada ve Deniz." Başını tiksintiyle iki yana salladı.

"Hadi Selaycığım ben gidiyorum." dedim ve yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. "İğnenin içinde ne olduğunu bana haber verirsin."

"Tamam, haberleşiriz."

Selay'ın evinden çıkıp beni hazır olda bekleyen Kerem'in yanına gittim. "Kerem." dedim nazlı bir sesle.

"Efendim Ada."

"Ben kullanabilir miyim?" dedim. "Arabayı yani."

Alayla güldü. "Deniz Bey'in beni kovmasını mı istiyorsun sen? Geç hadi yolcu koltuğuna."

Telefonumu çıkardım ve Deniz'i aradım. Tek çalışta açmıştı. "Ada, bir şey mi oldu?" Neden sürekli endişelendiğini düşünürken aklıma bir an Kerem'in kütüphanede saldırıya uğradığımız gece söyledikleri geldi. Deniz bir travma yaşamıştı ve küçücük bir şeyin bile kötü sonuçlanacağını sanıyordu. Panik atak gibi bir şey yaşıyordu sanırım. Onu endişelendirecek şeyleri yapmaktan uzak durmam gerektiğini bir kenara yazdım.

"Yok olmadı, senden bir şey isteyeceğim."

"Söyle."

"Selay'ın evinden çıktım. Eve döneceğiz birazdan. Şey diyecektim, seninleyken hep senin arabanı kullanıyoruz ve ben araba kullanmayı gerçekten çok özlüyorum." dedim Kerem'e kullandığımdan bile daha nazlı bir sesle.

"Araba kullanmak mı istiyorsun?"

"Hı hı."

"Bunu bana sormana gerek yok ki Ada. Kullanabilirsin... Kerem yanında mı?"

"Teşekkür ederim, evet burada."

"Telefonu ona verir misin?"

Telefonu Kerem'e verdim.

"Efendim Deniz Bey. Tamamdır, anladım... Peki..."

"Ne dedi? dedim Kerem telefonu kapattığında.

"Her zamankinden daha dikkatli olmamı söyledi."

"Hadi ama. Bu kadar mı güvenmiyorsunuz bana? Ben çok iyi bir sürücüyüm."

"Senin araba kullanmanla ilgili değil. Etrafa karşı Ada." dedi ve anahtarı bana fırlattı. Ani bir refleksle yakaladım. Sesinde bir pürüz vardı ama aldırmadım. Sanırım kadın şoför fobisi vardı.

Şoför tarafına geçtim ve direksiyonun başına oturdum. Araba su gibi akıyordu. Hiçbir zaman böyle bir arabaya sahip olamayacağımı düşündüm. Bu zenginlik canımı sıkmıştı.

Kerem bugün suskundu. Pek bir şey konuşmuyordu ve ben de evime gelene kadar ona uymuştum.

Evimden bir valiz dolusu eşya ve ders kitabı aldıktan sonra koşar adımlarla aşağı indim ve tekrar direksiyon başına geçtim. Kemerimi taktığımda kulakları sağır eden bir fren sesi sokaklarda yankılanıyordu. Önemsememiştim çünkü bu tip sesler duymak benim mahallemde çok olağandı. Muhtemelen birkaç serseri drift yapıyordu.

"Burası elit bir yer değil maalesef, gürültü için özür dilerim."

"Ada." dedi korkunç bir sesle. Yüzüne baktım. Kireç gibi bembeyazdı. "Çabuk arabayı sür. Çabuk Ada durma." dedi ve arabayı çalıştırma düğmesine basıp el frenini indirdi. Ayağım frende olduğu için motor anında çalışmıştı. Tek yapmam gereken vitesi D'ye alıp gaza basmaktı.

Ama Kerem o kadar telaşlıydı ki ona odaklanmaktan ne ayağımı gaza basmam gerektiğini ne de sokaktaki fren sesinin bize doğru yaklaştığını idrak etmiştim.

Başımı yavaşça sola doğru çevirdim. Bir otomobil freni patlamış gibi, uçurumdan aşağı düşüyormuş gibi engellenemez bir hızla üzerimize geliyordu. Yutkundum.

Hissetmek çok ilginç bir duyguydu. Bir gün başıma bir şey geleceğini tüm kalbimle hissediyordum. Hatta Melih ve Özgür'ün öleceğimi ima ettikleri cümlelerden sonra kötü bir şey yaşayacağımı hissetmiyor, adeta biliyordum.

Ama bugün olacağını hiç tahmin etmemiştim.

23 Eylül.

Kaderim Cemre'yle aynı mı yazılmıştı? Cellatlarım gerçekten bugünü tercih edecek kadar kötü müydü?

Tiz bir çığlık atarken gaza basmak için artık çok geç kaldığımı fark ettim. İçinde bulunduğumuz arabadan daha büyük olan bu araba çoktan dibimize gelmişti. Gözümden bir yaş damladı. Ölmek istemiyordum.

Loading...
0%