Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@_kubraakyol

Tüm sokakta yankılanan o korkunç sesten hemen önce gördüğüm tek şey arabayı kullanan adamın gözleri olmuştu. Ona Neden? demek istedim. Bunu neden yapıyorsun?

Önce arabanın kaput kısmı kapıma çarptı, sonra camım kırıldı. Sokaktaki çığlıklar yükseldi. Cam, parçalar halinde üzerime yağdı. Araba ölçemeyeceğim bir hızla savruldu.

Kollarımı yüzüme siper ettim. Boşa bir çabaydı, belki de parçalara ayrılacaktım.

Gözlerim benden bağımsız kapanırken keskin bir acı ve derin bir ağrı hissettim. Koltuklara kan sıçramıştı. Neremden yaralandığımı anlamıyordum. Zaten önemi yoktu. Muhtemelen ölecektim.

Bütün hayatımı düşündüm. Annemi, Savaş'ı, Güneş'i, dayımı, yengemi, Selay'ı, Deniz'i ve hatta babamı bile. Yapmak istediğim çok şey vardı. Hiçbir hedefime ulaşamamıştım. Demek dünyadan böyle ayrılacaktım. Her şey yarım kalacaktı.

Savaş'ı bulamamıştım. Babama hesap soramamıştım. Mimar olamamıştım.

Ölüyor olmak çok tuhaftı. Bedenim artık bir ruha sahip olmayacaktı. Gözlerim sonsuza kadar kapalı kalacaktı. Kimsenin hayatında olmayacaktım. Yıllar hatta aylar sonra sadece ara sıra yokluğumu hissedecekleri silik bir anıya dönüşecektim. Fiziksel olarak şu an neremden yara aldığımı anlamıyordum ama kalbimin ruhsal ağrısı kaburgamı parçalayacak kadar ağırdı. Ölmek istemiyorum. demek istedim ama dilim hareket etmemişti.

Beynim komut veremiyordu, düşüncelerim de benden uzaklaşıyordu. Sesler uğultuya dönmüştü. Sanırım artık sona gelmiştim. Ben yenilmiştim.

Göz kapaklarıma resmedilmiş küçüklük halimden özür dilemek istedim. Hayallerini gerçekleştiremediğim için, tonlarca ağır acıyı ömür boyunca omzunda taşıttığım için, hiçbir şeyi başaramadığım için, umudumu kaybettiğim için, yenildiğim için. Karşımdaki kızın daha güçlü olduğunu hatırladım. Yıllar geçtikçe her şey neden tersine dönmüştü?

Bunu bize neden yaptın? dedi sitemle. Gülümsemek istedim. Beş yaşındaki halim yirmi iki yaşındaki halimi azarlıyordu, haklıydı. Bunu bize neden yapmıştım?

Bana asır gibi gelen bir süreden sonra bir ambulans sesi duydum. Sokakta acı yankılar bırakıyordu.

İnsan sesleri vardı, sanırım başımıza meraklı bir kalabalık doluşmuştu. Sahi Kerem nasıldı?

"Çabuk, çabuk açılın. Herkes uzaklaşsın. Hemen uzaklaşın." dedi yabancı bir ses. Ambulans doktoru olma ihtimali yüksekti. Boynumda benim buz gibi tenimin aksine sıcak bir şey hissettim. Nabzımı ölçmüşlerdi. "Nabız alamıyorum." Kalbimin attığını hissediyordum ama demek ki küçük de olsa bir belirti yoktu. Daha ölmedim. diye fısıldadım ama muhtemelen dudaklarım hareket bile etmemişti. "Çabuk sedye, boyunluk, oksijen maskesi. Çabuk, hadi daha hızlı. Çok fazla kan var."

"Adam yaşıyor." dedi başka yabancı bir ses. Eğer kaza geçirmiş durumda olmasaydım Oh be. diye derin bir nefes verirdim. Kerem yaşıyordu. "Buraya da hemen sedye ve boyunluk. Nabzı iyi. Maskeye gerek yok."

Cemre'nin ölüm yıl dönümünde, onun öldüğü şekilde ölecektim. Bu yenilgi bana ağır geliyordu, Deniz'e daha da ağır gelecekti. Kalbim ağrıyordu. Fiziksel olarak mı yoksa ruhsal olarak mı ağrıyordu bilmiyordum ve açıkçası düşünmek de istemiyordum. Çünkü her şey bulanıklaşıyordu. Hemen yanımda olan sesler çok uzaktaymış gibi kulaklarım uğulduyordu.

Keşke beni hayata bağlayacak herhangi bir şey hemen yanımda olsaydı. Savaş, Güneş, belki Deniz.

Hiçbiri yoktu ve ben yavaş yavaş beni kucaklayan ölüme doğru gidiyordum. Bilincim kapanırken duyduğum son sözler doktorun benim için söylediği cümlelerdi. "Acele edin, onu kaybedemeyiz." Bu cümleden sonrası yoktu.

***

Tekrardan sesleri algılamaya başladığımda ağzımın içinde kan tadı hissettim. Metalik, ağır bir tattı. Kusacağımı hissettim. Sesleri anlamaya çalışıyordum ve sanırım henüz ölmemiştim.

Acaba ne durumdaydım? Doktor çok kan var demişti ve bildiğim tek detay buydu. Bedenimin her miliminin uyuştuğunu hissettim. Acı ya da ağrı yoktu. Halbuki dakikalar önce ya da belki de saatler önce canımın yandığını, çok yandığını hissediyordum. İki seçenek vardı. Ya öldüğüm için hiçbir şey hissetmiyordum ya da bana ağrı kesici verilmişti.

"Nabzını almaya başladım." dedi bir kadın sesi. Ah, yaşıyordum. Gözlerimi açmak istedim ama göz kapaklarım birbirine bağlanmış gibi hissediyordum. Bedenime komut verememek canımı çok sıkmıştı.

Burnumun ve ağzımın üzerindeki hafif ağırlıktan anladığım kadarıyla oksijen maskesi takılıydı. İşe yarıyor muydu bilmiyordum ama nefes aldığımı hissedemiyordum. Ciğerlerim kocamanmış da aldığım nefes yetmiyormuş gibi.

Sarsıntı vardı, sanırım hareket ediyorduk. Ambulansta olduğumu fark ettim.

"Geliyoruz amca, ameliyathane hazır mı?" dedi tanıdık bir ses. Deniz'in sesiydi. Gözlerimi açıp ona sarılmak istedim. Burada olduğunu bile bilmiyordum. Acaba ne zaman gelmişti? "Karın boşluğunda, göğsünde ve boynunda derin kesikler var. Kan kaybı çok yüksek, 0 rh+ kan lazım... Bilmiyorum amca, kritik... Az önce kalbi durdu... Bütün doktorlar hastanede mi?" Amcasına karşı son cümlesi bu olmuştu. Daha sonra elimde ve alnımda bir sıcaklık hissettim. Muhtemelen bir elini elimin üzerine, bir elini de alnıma koymuştu. "Ada." dedi boğuk bir sesle. "Güzelim beni duyuyor musun?" Ardından elimin üzerindeki elini çekti ve oksijen maskesi el verdiğince yanağıma koydu. "Güzelim." dedi tekrar yalvaran bir sesle. "Duyuyorsan eğer, korkma. Korkma hiçbir şey olmayacak. Yanındayım... Bir tepki ver ne olur."

"Deniz Bey şu an size tepki veremez. Ama çok düşük bir ihtimal de olsa duyabilir. Onunla konuşun." dedi hemşire umutsuz bir sesle. Haklıydı, duyuyordum.

Alnımda küçük bir ıslaklık hissettim. Sanırım Deniz alnımı öpmüştü. "Benim güzelim." dedi kısık bir sesle. Belki de normal bir sesle söylemişti ama ben çok az duyuyordum. "Kurtulacaksın. Sen inatçısın, güçlüsün, korkusuzsun. Sana hiçbir şey olmayacak... Beni bırakıp gitmeni istemiyorum." Ben de bırakıp gitmek istemiyordum. Eğer öleceksem bile bugün ölmek istemiyordum. Deniz'in kalbinde aynı yaradan bir tane daha olmasına sebep olamazdım. Bunu ona yaşatmak istemiyordum. Hem benim daha yapacak çok şeyim vardı.

Deniz'in ne durumda olduğunu göremesem bile hissediyordum. Aynı gün aynı yerden vurulmuştu, aynı yerden kırılmış, aynı şeye yenilmişti. Aslında şu an çok da farkında olduğunu düşünmüyordum. Tek endişesi bendim.

"Neden gözünden yaş geliyor?" dedi küçük bir tınıyla. "Ağlıyor mu?" Gözümden yaş mı geliyordu?

"Dediğim gibi muhtemelen sizi duyuyor, duyduklarına karşılık vücudunun bir tepkisi olabilir."

Deniz gözümün yanındaki gözyaşını sildi. "Söz veriyorum iyi olacaksın, yine ayağa kalkacaksın. Ben sana yine sarılacağım. Aksini düşündüğünü bile bile gözlerine baka baka sana güzelim diyeceğim. Çünkü Ada, sen benim güzelimsin ve ben senin beni bırakmana asla izin vermeyeceğim."

Beynimin komut verememesi ve vücudumun hareket edememesi canımı çok sıkıyordu. Kalkıp Deniz'e sarılmak ve hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Keşke her şey bir anda geçip gitseydi.

"Nefes alış verişleri düzene girdi." dedi ambulansta olduğumu hissettiğimden bu yana duyduğum kadın sesi.

Deniz'in derin bir nefes verdiğini duydum. Ondan sonra hiçbir şey konuşulmamıştı.

Çok yorgun hissediyordum. Bu durumda mümkün müydü bilmiyordum ama uyumak istiyordum. Kafamdaki sesleri susturdum, belki umduğum gibi uyuyabilirdim.

***

29 Eylül, Pazar

Göğsümün sağ tarafında bir ağırlıkla ve boynumu gıdıklayan bir hisle gözlerimi araladım.

Hastanedeydim, odayı sadece gece lambası aydınlatıyordu ve üzerimdeki ağırlığın sebebi Deniz'di. Başını göğsüme koymuştu. Saçları yakından daha yumuşak görünüyordu, elimi götürme ihtiyacı hissettim. Muhtemelen uyuyordu, uyandırmamaya dikkat ederek elimi kaldırdım ve parmaklarımı saçlarının arasına gömdüm.

Yaşıyordum ve bu daha önce hiç şükretmediğim bir nimetti, derin bir nefes aldım. Midem bulanıyordu ve dudaklarım Sahra Çölü'nü aratmayacak kadar çok kurumuştu. Konuşmak için dudaklarımı aralayacağım taktirde çatlayıp kanayacağına emindim. Su içmem gerekiyordu.

Hiçbir şey hatırlamıyordum. Üzerimize hızla gelen bir araba, tiz ve yüksek çığlığım, kulakları sağır eden bir fren sesi dışında hiçbir şey yoktu. Çarpışma anından sonrasına ait hiçbir şey hatırlamıyordum. Acaba kaç gündür buradaydım?

Karın boşluğum, göğsümün sol tarafı ve boynumun bir kısmı bende ağlama isteği uyandıracak kadar çok acıyor ve ağrıyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim. Keşke bana su verebilecek biri olsaydı, belki midemin bulantısı geçerdi. Birazdan kusacak gibi hissediyordum.

Deniz yavaş hareketlerle doğruldu ve yüzüme baktı. Gözlerimi açık görmeden önce koyu olan gözleri şimdi ışıl ışıldı. ''Ada.'' dedi beklemediğim bir heyecan ve mutlulukla. Ardından elini yanağıma koydu. ''Ada, iyi misin?''

Büyük bir çabayla dudaklarımı araladım. "Midem bulanıyor." dedim kuru bir sesle. Sesim o kadar değişikti ki ben bile kendi sesime yabancı hissettim. Narkozdan dolayı çatallı çıkıyordu, öksürme ihtiyacı duyuyordum ama bunun pek mantıklı olmadığını düşündüm. Zaten acıyan karnım öksürürken daha da acıyabilirdi. "Su içebilir miyim?" Deniz hızla yataktan kalktı ve yatağımı biraz yukarı kaldırdıktan sonra yan taraftaki bardağı bana uzattı. "Teşekkür ederim." dedim zar zor. Konuşmakta, su içmekte, hareket etmekte hatta nefes alıp vermekte bile zorlanıyordum.

Suyu içip bardağı Deniz'e uzattım. "Kaç gündür buradayım?"

"Bugün altıncı günün. Günlerden pazar." dedi yatağımı tekrar yatay hale getirirken. Ardından yanıma geldi ve başımı koyduğum yastığı düzeltmeye başladı.

"Canım çok yanıyor, neremden yaralandım?"

"Bir saate kalmaz hemşire seruma ağrı kesici koymak için gelecek. Mide bulantın için de ilaç eklemesini söylerim." dedi yüzümden uzaklaşırken. Hemen yanıma oturmuştu. "Karın boşluğun, boynun ve göğsün." dedi hüzünlü bir sesle. Sesinin titrediğini hissettim.

''Başına iş açtım.'' dedim çok büyük bir çabayla gülümsemeye çalışarak. Dudaklarım kıvrılmamıştı bile.

''Öyle düşünme sakın. Benim suçum, seni yanımdan ayırmamalıydım.''

''Bilemezdin Deniz... Kerem nasıl?''

''Taburcu oldu, iyi.''

''Selay'a haber vermem gerekiyor.''

''Biliyor, hep yanındaydı. Bir saat önce çıktı. Uyuyup dinlenmesi gerekiyordu çünkü.'' Selay'a anlattıklarımdan sonra Deniz'e çok kızgındı. Altı gün boyunca nasıl yan yana durabildiğini düşündüm. Çoktan Deniz'i vurmuş olması gerekiyordu. Bir ara soracaktım, şimdi acelesi yoktu. ''Birazdan söyleyeceğim şeye inanamayacaksın.''

''Ne? Ne oldu?''

''Selay'ın erkek arkadaşı, Can. Bir davamızda bizim şirket avukatımıza yardımcı avukatlık yapmıştı ve davayı kazanmıştık.''

''Yani Can'la tanışıyor muydunuz?''

''Kısmen evet.''

''Dayım peki? Onun haberi var mı kazadan?''

''Selay söylemek istemedi. Sana bıraktı. Yani istersen arayıp söyleyebiliriz.''

Dayımın düşeceği ruh halini düşünmek bile istemiyordum. Bana bir şey olduğunu öğrenirse sağlığı etkilenilirdi. Bunu istemiyordum. ''Yok, telaşlanmasını istemiyorum.''

Deniz kendini kaydırdı ve yüzüme daha çok yaklaştı. Elini yanağımın üzerinde gezdiriyordu. ''Beni çok korkuttun.'' Gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. Sesi bile tuhaftı.

''İyiyim, korkmana gerek yok artık.''

''Canın çok yanıyor mu?''

''Çok değil.'' dedim ama çok yanıyordu. ''Kazadan sonra ne oldu?'' dedim çatallaşan sesimi düzeltmeye çalışarak. ''Hiçbir şey hatırlamıyorum.''

''Sizin yanınıza geldiğimde baygındın, hiç kendine gelemedin. Hastaneye gelir gelmez ameliyata alındın. Şükür ki ameliyat iyi geçti. İki gün yoğun bakımda kaldın. Dört gündür de normal odada gözetim altındasın.''

''Tek hatırladığım şey çarpışma anı, onun dışında her şey silik. Hiçbir şey hatırlamıyorum.''

''Boş ver şimdi Ada, düşünme bunları.'' Yüzündeki ifade, elinde olsa kendisi de unutmayı seçecek kadar garipti. Sanırım korkunç bir kazayı atlatmıştım. ''Yapmamı istediğin bir şey var mı?''

''Hı hı.'' dedim göğsümün yaralı olmayan kısmını göstererek. ''Başını buraya koyar mısın?''

Gülümsedi, dünyanın en güzel gülümsemesiydi bu.

Deniz bir çocuğun annesine sarılması gibi yanıma kıvrıldı ve kolunu bana sarıp başını göğsüme koydu. ''Ada.'' dedi yorgun bir sesle.

''Efendim.''

''Özür dilerim.'' dedi geçekten pişman bir sesle. ''Kafayı yiyecek gibi oldum. Günlerce gözlerini görememek, sesini duyamamak... Gitmeni istemiyorum, yani hiçbir anlamda.''

''Gitmeyeceğim.'' dedim kararlı bir sesle. ''Benden öyle kolay kurtulamazsın.'' Deniz cevap vermemiş, canımı yakmamaya dikkat ederek bana daha sıkı sarılmıştı. Uyumak istediğini düşündüm. Odanın ışığına bakılırsa gece vakitleriydi.

Deniz uykuya daldıktan bir saat sonra Beyza hemşire geldi ve serumuma ağrı kesiciyle mide bulantım için ilaç katıp fazla oyalanmadan odadan çıktı. Sabaha karşı da gelip biten serumu çıkardı ve bu detaylar dışında hiçbir şey olmamıştı. Uyuyamadığım için sabaha kadar beklemiştim. Deniz ise benim aksime deliksiz uyumuştu. Ta ki kabus görene kadar.

''Ada.'' dedi korkutucu bir sesle. Sayıklıyordu. ''Gözlerini aç.''

''Deniz.'' diye seslendim. Duymamıştı. "Kabus görüyorsun, uyan." Boşta olan elimi Deniz'in omzuna koydum ve uyanması için sarstım. Vücudu kaskatı olmuştu. Muhtemelen rüyasında kaza geçirdiğimi görüyordu. Üzerinde bıraktığım etkinin bu kadar güçlü olacağını hiç düşünmemiştim.

"Ada gidemezsin, gözlerini aç." Onu sarsıp gitmediğimi, burada olduğumu söylemek istiyordum ama beni duymuyordu.

"Deniz buradayım, uyan." dedim elimi saçlarına daldırarak. O kadar terlemişti ki saçları duş almış gibi nemliydi.

Farkında olmadan bedenimi o kadar sıkmıştı ki yaralarım acıyordu. İstemsiz inledim. Hareket edemiyordum. "Deniz, uyan." diye bağırdım. "Buradayım, uyan."

Elimi karnımın üzerine sardığı eline götürdüm ve elimden geldiğince elini tuttum. Biraz olsun gevşeyen vücudu beni de rahatlatmıştı ama nefes alış verişleri hala panik halinde olduğunu gösteriyordu.

Elimi elinden çektim ve yanağına koydum. "Deniz... Bal gözlü çocuk... Uyan hadi, buradayım." dedim bu sefer fısıltıyla. Sonunda ona ulaşabilmiştim. Sesimi duydu ve vücudu tamamen gevşedi. Ardından panikle kalktı ve gözlerini gözlerimle birleştirdi. "Senden kurtulmak istemiyorum." dedi panik dolu bir sesle. Saatler önce söylediğim cümleye cevap veriyordu. "Senden kurtulmak istemiyorum, ölmeni istemiyorum." Ah, öldüğümü görmüştü.

"Ölmeyeceğim. İyiyim. Kabus gördün. İyi misin?"

Parmaklarını başına götürdü ve dağılmış saçlarını geriye attı. "İyiyim." dedi boş bir sesle. Sesi aksini söylüyordu. Bakışlarında bir ifade aradım ama hala kabusun etkisindeydi. Sanki boşluğa bakıyordu.

Telefonunu çıkardı ve birilerini aradı. "Alo Uygar, benim için temiz kıyafet gönderir misin evden? Burada kalmadı... Ada için de yeni ve temiz bir şeyler lazımdı... Tamam... Evet iyi şu anda... Ben de iyiyim, evet uyudum... Tamam teşekkür ederim, görüşürüz."

Uygar'la konuştuktan sonra yine hemen başucuma oturdu ve alnımı okşamaya başladı. "Alın yazımı sileceksin." dedim yumuşak bir sesle.

Gülümsedi. "Beraber tekrardan yazarız." dediğinde vücudumdaki bütün kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissettim.

"Fena olmaz, malum benimkisi biraz kara yazı." dedim gülümseyerek.

Deniz yüzünü bana daha da yaklaştırdı ve hala okşamakta olduğu alnımı öptü. Bu hissiyatı bir yerden anımsar gibi oldum, sanki daha öncede olmuştu ama yanlış bir anımsamaydı. Deniz beni hiç alnımdan öpmemişti. "Çok garip." dedim yüzünü yüzümden uzaklaştırırken.

"Ney?"

"Sanki daha önce de bu anı yaşamış gibiyim. Yani daha önce de alnımı öpmüşsün gibi bir his."

"Ambulansta... Hastaneye gelirken öpmüştüm. Yanılmıyorsun, gerçekten yaşadın zaten. Hissedeceğini düşünmemiştim. Beni duyuyor muydun?"

"O kadar silik ki hiçbir şey hatırlamıyorum. Narkozdan dolayı olabilir mi?"

"Hatırlamasan daha iyi Ada. Ben de unutmak için her şeyi feda edebilirim." Bir şey söyleyemiyordum. Acısını hissetmek için yüzünü görmek yeterliydi. Kalbini kalbimde hissediyordum. Yangın yeriydi. "Midenin bulantısı geçti mi?"

"Beyza gece gelip yeni ilaç verdi. Şu an daha iyiyim." dedim bir nefes vererek. Acaba bize çarpan arabadaki sürücüye ne olmuştu? "Deniz."

"Efendim güzelim." dedi. Aksini düşündüğüm halde beni inandırmak istercesine böyle hitap ediyordu.

"Sürücüye ne oldu? Bize çarpan adama yani?"

"Yaralı, hastanede yatıyor. Polisler kapısında... Sahip olduğum her şey adına yemin ederim ki onu öldüreceğim." dediğinde kanımın çekildiğini hissettim.

"Cezasını hapiste çeksin Deniz, ne öldürmesinden bahsediyorsun? Onlar gibi mi olacaksın? Katil mi olmak istiyorsun?"

"Sana yaptıklarının bedelini ödeyecekler Ada. Bu sefer susmayacağım, durmayacağım."

"Sus ya da dur demiyorum. Ama bu şekilde çözemezsin."

"Şu an bunlar senin düşünmen gereken şeyler değil. Senin tek düşüncen iyileşip ayağa kalkmak olmalı."

"Eğer onu öldürürsen duracaklarını mı sanıyorsun? Sence bu onları durduracak mı?"

"Bu bir domino etkisi Ada. Onlar ilk taşı devirdi. Ben de onlar son taşın altında kalana kadar durmayacağım."

"Sinirli olduğun için böyle konuşuyorsun. Kötü bir şey yapmanı istemiyorum. Bana çarpan kişi sadece bir piyon. Cezasını da çekiyor."

"Ada lütfen bırak da bunları ben düşüneyim."

"Beni korkutuyorsun."

"Bence bu konuyu kapatalım."

"Bu benim hayatımla ilgili bir karar ve o adamın nasıl cezalandırılacağını seçmek bana kalmış bir şey Deniz. Beni susturup durma." dedim sesimi biraz yükselterek.

"Sen benim korumam altındasın ve başına gelen her şeyden ben sorumluyum. Yani bu benim seçimim. Senin değil." dedi gergin bir sesle. O da biraz da olsa sesini yükseltmişti.

Tam bir şey söyleyecektim ki kapı çaldı ve ardından Uygar tüm sevimliliğiyle içeriye girdi. Aramızdaki gerginliği hissetmiş olacak ki yüzündeki gülümseme anında donmuş ve ciddileşmişti. "Ne oluyor, bir sorun mu var?"

"Yok." dedi Deniz hala gergin olan sesiyle. Ardından Uygar'a doğru yürüdü ve elindeki poşetleri alıp kapıya gitti. "Ben amcamın odasında duş alacağım. Bir şey olursa ararsın." Beni yok sayıyordu, inanamadım.

"Geçmiş olsun Ada, iyi misin?" dedi Uygar, Deniz gittikten sonra. "Bizi çok korkuttun." Yanıma geldi ve elini dostça kolumun üzerine koydu.

"İyiyim, teşekkür ederim." dediğimde arkasına sakladığı elini çıkardı. Elinde bir buket çiçek vardı.

"Ya Uygar, çok teşekkür ederim. Gerek yoktu hiç."

"Rica ederim. Bisküvi ve meyve suyu da getirecektim ama henüz öyle şeyler tüketemiyormuşsun." dedi sırıtarak.

Küçük bir kahkaha attım. "Borcun olsun."

"Olsun bakalım küçük hanım." dedi ve saçlarımı karıştırdı. "Bir yerin ağrıyor mu?"

"Dün gece ağrım vardı biraz ama şimdi daha iyiyim."

"Çok sevindim, harika... Deniz'le ne oldu peki? Neden öyle davranıyor?"

"O adamı öldüreceğini söylüyor." dedim dişlerimin arasından.

"Ee?"

"Ee'si katil olacak Uygar. Nasıl bu kadar rahat karşılayabiliyorsun bu söylediğimi?"

"Ada, Deniz asla birini öldürmez, öldüremez. Hatta başkasına öldürtemez bile. Bu yüzden onunla tartıştığını söyleme."

"Tartıştım." dedim haklı bir gururla. "Kesin bir dille öldüreceğim dedi."

"Haksız sayılmaz. Gerçekten öldüreceğim dese bir an bile düşünmeden ona yardım ederim."

"Uygar bir insanı öldürmekten bahsediyorsun."

"Ölüyordun Ada. Eğer boynuna gelen cam bir santim yukarı gelseydi, şah damarına denk gelecekti ve şu an hayatta olmayacaktın. O adamlar senin ölümünden bahsederken hiç düşünmediler. Sana acımadılar. Merhamet göstermen çok anlamsız."

"Ölmedim ama bak yaşıyorum."

"Ambulansta kalbin durdu. On beş dakika boyunca geri dönmedin. Deniz'in yaşadığı acıyı ve korkuyu tahmin edebiliyor musun? Aynı tarihte, aynı şekilde neredeyse birini daha kaybediyordu. Sakin olmasını bekleme. Ama birini öldüreceğini de düşünme."

"Gözü kararmış gibiydi, az önceki halini görmeliydin."

"Gözünün kararması çok normal, seni kaybetmekten korkuyor. Altı gündür bir an bile yanından ayrılmadı. Uyumadı, yemek yemedi. Seni ve onu bu hale getirenlerden hesap sormadan durabilir mi? Sen olsan ne yapardın?"

"Bilmiyorum. Katil olmasını istemiyorum.''

"Katil olmayacak. Narkoz sana baya bir işlemiş anlaşılan Ada. Deniz sadece gergin ve o gergin olduğunda böyledir. Asla yapmayacağı şeyleri söyler. Sen de bilmediğin için ciddiye almışsın."

"Ne deseydim Uygar? İyi tamam git öldür, intikamımı al mı deseydim."

"Ben genelde öyle zamanlarda eline bir viski bardağı tutuşturuyorum. Sonra kendine geliyor." Bu söylediği ona da komik gelmiş olacak ki kaşlarını çatıp birkaç saniye düşündü.

"Hastanede viskiyi nereden bulabilirim Uygar?" diye göz devirdim gülümseyerek.

"Neyse senin için başka bir şey bulacağız artık." dedi sırıtarak.

Gülümsedim ve konuyu değiştirdim. "Kaza çok mu kötüydü?''

''Ben olay yerine sonradan geldim. İçinde olduğunuz araba paramparçaydı. Çok daha kötü halde çıkacağını düşünmüştüm ama o korkunç manzaraya rağmen çok yara almamıştın. Ama çok kan vardı, çok kan kaybetmiştin. Neyse ki hastanede senin kan grubundan hazırda vardı.''

''Deniz nasıldı? Kaza yerindeyken yani.''

''Soğukkanlıydı ama ruhu çekilmiş gibiydi. Aslında bu kadar güçlü kalacağını düşünmezdim.''

''Nefreti onu daha güçlü olmaya itiyor.''

''Gücünü senden alıyor Ada. Nefretinden değil.'' Anlamayan gözlerle baktım. ''Nefreti hep vardı ama psikolojik olarak daha zayıftı. Sen, senden öncesini bilmediğin için böyle düşünüyorsun ama dediğim gibi şimdi daha güçlü. Onu değiştiriyorsun.''

''Nasıl? Ne demek onu değiştiriyorsun?''

''İyi geliyorsun ona yani.'' Gözlerimi kıstım ve devam etmesini bekledim. Ama Deniz gelmişti ve Uygar'ın kelimeleri havada asılı kaldı. ''Ee ne zaman taburcu olacaksın?''

''Bilmem.'' dedim ve Deniz'e baktım. Bildiğini düşünüp cevap vermesini beklemiştim ama bir şey söylememişti. Herhalde o da bilmiyordu. Duş aldığı için saçları ıslak ve dağınıktı, her adımında odaya kokusu yayılıyordu ve bu koku beni güvende hissettirmeye, sakinleştirmeye yetmişti.

Yavaşça yanıma geldi ve hemen dibime oturdu. ''Yarın taburcu olacaksın. Bugün taburcu olacak kadar iyileşmedin.'' Ardından Uygar'a döndü. ''Bilgisayarımı getirdin mi?''

''Getirmedim çünkü her şeyi dün gece hallettim. Yapılacak bir iş kalmadı. Önümüzdeki hafta sadece salı günü bir iş yoğunluğumuz var. Aynı gün bir toplantı da var ama senin gelmene gerek yok. Tüm raporlar, slaytlar ve tanıtım afişleri bilgisayarda hazır. İstersen skype üzerinden toplantıya katılırsın.''

''Sağ ol Uygar. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum.''

''Yine abartılı bir minnet konuşması yapmayacaksın değil mi Deniz?''

Deniz dudağının küçücük kıvrılacağı kadar gülümsedi. ''Yapmayacağım.''

''Tamam, o zaman ben evime gidiyorum. Yarın yine gelirim. İstediğiniz bir şey var mı?''

''Yok, sağ ol. Hakanlar aşağıda zaten. Bir şey olursa ona söylerim.''

''Tamam o halde.'' dedi ve bana döndü. ''Tekrar geçmiş olsun Ada.'' dedi saçlarımı karıştırırken.

''Teşekkür ederim.'' dedim ve ona sıcacık gülümsememi gönderdim.

Uygar odadan çıktıktan sonra midemin bulandığını hissettim. Sanırım ilaç etkisini kaybetmişti. "Deniz." dedim küçük bir öğürmeyle. Yatağa kusmamak için ağzımı elimle kapattım. "Kusacağım." Bir daha kusacak gibi bir ses çıkardığımda Deniz takip edemediğim bir hızda beni kucağına aldı ve banyoya getirip yavaşça lavabonun önüne bıraktı.

"Tamam, çıkabilirsin." dedim boğuk bir sesle. "Teşekkür ederim."

Deniz beni dinlemedi ve saçlarımı arkamda toplayıp eğilmeme yardım etti. Karnımdaki ve boynumdaki dikişlerin acıdığını hissettim. Canım çok yanıyordu.

Bir şeyler daha söyleyecektim ama midemdekiler buna izin vermemişti. Daha fazla dayanamadım ve beni rahatsız eden şeyleri kustum. Bomboş olan midemden çıkan tek şey Deniz'in bana verdiği su olmuştu.

Deniz'in yanında kustuğum için yerin dibine girecektim. Midesi bulanmıyor muydu? Neden buradaydı? Odaya niye gitmiyordu?

"Tamam mı?" dedi sessizce. "İyi misin?"

Hala eğilmiş pozisyondayken başımı aşağı yukarı salladım. İyi değildim, kustuğum için utanıyordum. Ayrıca kusarken karnım ve boynum kasıldığı için canım çok yanmıştı. Neden kusuyordum ki? Bir de bu eksikti.

Deniz avucuna su aldı ve ağzımın içine doldurdu. Ağzımın içinde bir süre çalkaladığım suyu yavaşça tükürdüm. Tabii bunu yaparken ağlayacağımı düşünmüyordum. Küçücük bir çocuk gibiydim. Kusuyor ve aynı zamanda hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Gözyaşlarım gözlerimden anında lavaboya damlıyordu.

"Ada ne oldu? İyi misin?"

Yavaşça başımı kaldırıp aynaya baktım. Gerçekten korkunç görünüyordum. Yanaklarım sanki bir anda 15 kiloya düşmüşüm gibi çökmüş, gözlerim çukurlaşmıştı. Yüzümde morluklar vardı ve bu morluklar içimde daha fazla ağlama isteği uyandırmıştı.

Deniz yavaşça beni kendine çevirdi ve göğsüne bastırdı. Yüzünü boynumun yara almayan tarafına getirmişti. "Lütfen o adamı öldürme." dedim hıçkırarak.

Boynuma derin bir nefes verdi ve hemen ardından nefesinin değdiği yere yumuşacık bir öpücük bıraktı. İçimde çok değişik bir his uyanmıştı.

"Öldürmeyeceğim. Bunun için mi ağlıyorsun?"

"Hayır önünde kustuğum için." Aslında bu bir bahaneydi. Öldürülmek istenmiştim. Korkunç bir kaza atlatmıştım. Kalbim durmuştu, neredeyse ölmüştüm. Deniz birini öldürmekten bahsediyordu. Şimdi de çok lazımmış gibi gözlerinin önünde kusmuştum ve canım gerçekten çok yanıyordu. Normal bir zamanda yapıldığında can yakmayan bu eylem şimdi neredeyse beni öldürecekti. Bu kadar zorlanacağımı hiç düşünmemiştim.

Deniz başımı yavaşça bedeninden ayırdı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Benden utanıyor musun?" Evet der gibi baktım. Deniz de utanmamam gerektiğini vurgularcasına başını iki yana salladı. "Birinci kural, yanımdan asla ve asla ayrılmayacaksın. İkinci kural, benden asla utanmayacaksın. Üçüncü kural, karşındaki ben bile olsam inandığın bir şeyi savunmaktan asla vazgeçmeyeceksin. Dördüncü kural, küçük de olsa benden bir şey gizlemeyeceksin. Bundan nefret ederim."

"Bir şey gizlemedim." diye çıkıştım.

"Ağlamandaki gerçek sebep yanımda kusman değil. Saklıyorsun. Ne oldu? Neren acıyor?"

"Bir yerim acımıyor." Acıdan ölmek üzereydim ama bunu Deniz'e söylersem üzülebilirdi. Çünkü emindim ki kazadan kendini sorumlu tutuyordu. Benim yüzümden daha fazla üzülüp suçlu hissetmesini istemiyordum.

"Dikişlerinden kan geliyor Ada. Canının yanmaması mümkün değil." Bunu fark etmemiştim, sanırım vücudum hala anestezi etkisindeydi. "Merak etme kendimi suçlu hissetmeyeceğim."

"Düşüncelerimi mi okuyorsun?" dedim yarım bir gülüşle.

"Hayır, sadece ne düşüneceğini bilecek kadar seni tanıyorum." Denizi ilk kez göreli daha yeni bir ay olmuştu. Tanışmamızın üzerinden ise sadece iki hafta geçmişti. Üstelik bir haftaya yakın süreyi hasta ve baygın geçirmişken beni nasıl çözebildiğini anlamıyordum. Ben şaşkınlıkla ona bakarken beni kucağına aldı ve büyük bir itinayla yatağıma doğru yürüdü. Başımı göğsüne yasladım. Burası dünyada en çok sevdiğim yerdi. "Çok masumsun ama çok zekisin. Savunmasız görünüyorsun ama Melih Karahan'a kafa tutacak kadar cesursun. Bir yanın çocuk olarak kalmak istiyor ama bir yanın da büyüyüp geçmişteki anılarını unutmak istiyor. İnsanlarla arana kocaman duvarlar örmüşsün. Farkında değilsin ama beni de o duvarların içine aldın. Seni bu sayede tanıdım. Aynı dört duvarın içindeyiz."

"Kesinlikle düşüncelerimi okuyorsun." dedim beni yatağa dikkatlice koyarken.

Kaşlarını çatıp gülümsedi. "Tamam, itiraf ediyorum. Aslında düşünce okuyan bir cadıyım. Hatta Orta Çağ'da olsaydım beni kor ateşlerde yakarlardı."

Kıkırdadım. Bu hareketim yaralarımın acımasına sebep olmuştu. Yüzümü buruşturdum. Dudaklarımdan küçük bir inleme sesi dökülmüştü. "Ah."

"Canın mı yandı?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Tamam, güldürmek yok."

"Ağlatmak da yok."

"Yok." İki parmağıyla çenemin ucunu tuttu ve alnıma küçük bir öpücük bıraktı.

"Ben çok acıktım. Midem açlıktan bulanıyor olabilir mi?"

"Bilmem. Şimdi Beyza gelir. Yemek de getirecek." dedi ve eş zamanlı olarak kapı çaldı. Beyza gelmişti ve elinde yemek tepsisi vardı.

Deniz'e "Kesinlikle sen bir cadısın." dedim ve bakışlarımı Beyza'ya yönelttim. Deniz gülümsemişti. "Çok acıkmıştım. Tam zamanında geldin."

"Bülent Bey artık yemek yiyebileceğini söyledi. Ben de bekletmeden geldim."

"Teşekkür ederim." dediğimde Beyza tepsiyi tekerlekli yatak masasının üzerine koydu ve ardından kanayan dikişlerime pansuman yapıp sargıyı değiştirdi. "Hareketlerinde zorlanma mı oldu? Neden kanadı dikişlerin?"

"Kustum. Kusarken de çok zorlandım." dedim yüzümü buruşturarak.

"Mide bulantısı için serum takmamı ister misin?"

"Yok, şimdi daha iyiyim. Sanırım aç olduğum için midem bulanıyor."

"Tamam, aksi halde tekrar söylersiniz. Ben buralardayım." dedi ve yatağımdan uzaklaştı.

O sırada Deniz tekerlekli yatak masasını önüme getirdi ve yatağı boyuma göre ayarlayıp arkamdaki yastığı düzeltti.

"Afiyet olsun." dedi Beyza hemşire ve ben ''Teşekkür ederim.'' dedikten sonra gülümseyerek odadan çıktı.

"Çok lezzetli görünüyor." Tepside mercimek çorbası, tavuk şnitzel, pilav, salata ve yoğurt vardı. Çorba içmek için kaşığa uzandığım sırada Deniz benden önce davrandı ve kaşığı alıp çorbayla doldurdu. "Ben kendim içebilirim."

"Nasıl hastasın sen? Hastalar nazlı olur. Böyle inatçı olmaz." dedi sırıtarak ve kaşığı ağzımın tam önüne getirdi. "Aç bakalım ağzını."

Küçük bir çabayla ağzımı açtım ve kaşıktaki çorbayı tek yudumda boş olan mideme gönderdim. "Sana zahmet olmasın diye."

"Zahmet olmuyor küçük hanım."

"Ben küçük değilim." dedim ve tekrar önümde beliren kaşıktaki çorbayı içtim. "Yirmi iki yaşındayım. Aramızda sadece altı yaş var."

"Ooo, o zaman tamam. Büyüksün, kocamansın." dedi bu sefer çatala salata batırırken. Apaçık benimle eğleniyordu.

"Ya Deniz, dalga geçme." derken ağzımın içine bir çatal dolusu salatayı doldurmuştu bile. "Normalde hastane yemekleri kötü olur. Buranınkiler neden çok lezzetli?"

"Benim elimden yediğin için lezzetli." dedi çok bilmiş bir sesle. Gözlerimi devirdim.

"Deniz."

"Efendim." dedi ve ağzıma bir kaşık yoğurdu doldurdu.

"Öldürmeyeceğim dedin tamam ama öldürtme de. Bana çarpan adamı yani."

Gözlerini kıstı. "Ada." dedi bir nefes alıp. "Öyle bir şey yapmayacağım. Çıkart artık aklından bu düşünceyi."

''Sinirlendiğinde ağzından çıkan kelimelere dikkat etmiyorsun. Düşünmeden konuşuyorsun. Ciddisin sanıyorum. Bu da beni endişelendiriyor.''

Büyük bir dikkatle tepsideki peçeteyi aldı ve dudağımın kenarını sildi. ''Anneni o halde gördüğünde ne hissettin?'' diye sordu sakince. Yutkundum. Bu soru irkilmeme sebep olmuştu ve Deniz nereden soracağını çok iyi biliyordu. ''Babanı öldürmek istedin, değil mi? İntikam almak istedin. Hala da öldürmek istiyorsun. İşte ben de seni o halde gördüğümde o adamı öldürmek istedim. Hala da istiyorum... Ama öldürmeyeceğim. Tıpkı senin de babanı öldürmeyeceğin gibi. Şimdi beni anladın mı?'' Peçeteyi hala dudağımın kenarında tutuyordu.

''Aynı şey değil Deniz.'' dedim kocaman olmuş gözlerimi eski haline çevirmeye çalışırken. Peçeteyi sonunda yüzümden çekmişti. ''Benim anneme olan hislerimle senin bana olan hislerin.'' Neler dediğime inanamıyordum. Kelimelerim, kurduğum cümlenin sonuna yaklaşırken fısıltıya dönmüştü. ''Aynı değil.'' Neden bana karşı herhangi bir hissi olduğunu düşünmüştüm ki?

"Ne hissettiğimi nereden bileceksin ki?" dedi ve kaşığı sakince tepsiye koyup ayağa kalktı. "Hava alsam iyi olacak. Birazdan gelirim." Odadan çıkmıştı.

Arkasından kafasında incir ağacı çıkmış gibi baktım. Ne demiştim ki şimdi?

Önümdeki masayı ittirdiğimde Selay büyük bir coşkuyla odaya girdi ve koşa koşa yanıma gelip bana sarıldı. "Aptal. Aptal. Aptal."

"İyiyim Selay, teşekkür ederim."

"İyi olduğunu biliyorum ama bu, beni çok korkuttuğun için aptal olduğun gerçeğini değiştirmiyor."

"Korkmana gerek yok artık. Bak iyiyim." dediğimde bedenini bedenimden ayırdı.

"Ne demek korkma Ada? Neredeyse ölüyordun!"

"Söz, doksan yaşıma kadar ölmeyeceğim."

"Dalga geçme Ada. Ne kadar korktuğumu tahmin edemezsin. Aklımı kaçıracaktım."

"Tahmin edebiliyorum Selay. Ama geçti gitti. Bak, iyiyim."

"Dayına haber verecek misin?"

"Kaza geçirdiğimi söylerim ama küçük bir şeymiş gibi bahsederim Selay. Onu korkutmak istemiyorum."

"Ben de öyle düşünmüştüm, söylemedim."

"İyi yapmışsın... Selay bir şey soracağım."

"Sor."

"Sana Deniz'i anlattığımda onu öldürecek kadar kızgındın ama neredeyse her gün burada onunlaymışsın."

"Sen bizim evden ayrıldıktan sonra Can geldi. Senin anlattıklarını ona anlattım. Deniz'i tanıdığını, bir ihale davasında onların avukatına yardımcı olduğunu söyledi. O dönemde Deniz'i tanımış ve bütün geçmişini biliyor. Sen haklıymışsın. Deniz tamamen suçsuz. Melih Karahan pisliğin tekiymiş. Ama yine de yanında olman tehlikeli Ada. Bir an önce çözüm bulmak zorundasın."

"Bulacağım... İğnenin içinde ne olduğuna baktırdın mı?"

"Baktırdım. Zehir vardı. Sen o iğneyi nereden buldun?" Selay'a dehşetle baktım. "Ayrıca atın ilk raporlarını ve son raporlarını inceledim. Raporda yazan ilacı verselerdi çoktan iyileşirdi ama tam aksine at daha da kötüye gitmiş. Muhtemelen uzun süredir ata ilaç yerine zehir veriyorlar."

"Deniz. Deniz'in atı."

"Deniz'in atı mı? Ada eğer daha fazla o zehirden verirlerse bir aya kalmadan at ölür."

"Bu kesin Melih Karahan'ın işi."

"Ne yani bunun altından da mı onlar çıkacak diyorsun?"

"Evet, hatta eminim. İyileşme şansı var mı?" dedim çaresiz bir sesle.

"Yani, kliniğe yatması lazım. Çok iyi bir özenle bakılması ve tedavi olması lazım. O şekilde iyileşme şansı bulabilir."

Derin bir nefes verdiğim sırada kapı çaldı ve içeriye Uygar girdi. "Selam kızlar." dedi ama yüzü bembeyazdı. Bir şey olmuştu.

Selay'la aynı anda selam diye yanıtladık. "Sen gitmemiş miydin?" dedim merakla.

"Gidiyordum, bir şey unutmuşum da geri geldim."

"Sen iyi misin?"

"Aslında hayır. Bir şey söylemem lazım."

"Dinliyorum, söyle."

"Size çarpan kişi." dedi buz gibi bir sesle. Bir an bayılacak sandım.

"Ee, ne olmuş o kahrolası şerefsize?" dedi Selay öfkeyle.

"Ölmüş." dedi Uygar tek nefeste. Ne hissedeceğimi bilemiyordum. Sevinmeli miydim? Beni öldürmek isterken ölmüştü. Belki de ilahi adalet yerini bulmuştu. Kim bilir?

"Gebersin pislik." dedi Selay yine benim yerime.

"Yaralı demişti Deniz. Durumu kötü müydü?" dedim düz bir sesle.

"Değildi Ada, yarın taburcu olup mahkemeye çıkarılacaktı. Ama ölmüş. Öldürülmüş." Bütün kanımın çekildiğini hissettim. Uygar benimle aynı şeyi düşünüyordu, tıpkı onun gibi yüzümün bembeyaz olduğuna emindim. Ama olmazdı, yanıldığımıza emindim. Deniz yapmamıştı. Bana yapmayacağını söylemişti.

"Hayır, aklından bile geçirme." dedim Uygar'a ters bir sesle. "O yapmadı."

"Polis her yerde Deniz'i arıyor."

"Deniz'i aramaları için hiçbir sebep yok." dedim gözyaşlarım çizdikleri rotada ilerlerken.

"Bir sebepleri var Ada." dedi ve ardından telefonunu çıkardı. Deniz'in sesi odada yankılanmıştı. Bir ses kaydını dinliyorduk.

O adamı öldüreceğim Melih. Yemin ederim o adamı öldüreceğim. O orospu çocuğunun ölüsünü alacaksınız hastaneden.

"Hayır." dedim sessizce. "O yapmadı."

 

Loading...
0%