@_kubraakyol
|
''Tamam, önce sakin olun.'' dedi Uygar. "Deniz nerede? Ona ulaşamıyorum." "Biraz önce hava almak istediğini söyledi ve çıktı." dedim tedirgin bir sesle. Uygar telefonunu çıkarttı ve ''Nereye gideceğini söyledi mi? dedi bana, bir numara çevirirken. Başımı iki yana salladım. O sırada hoparlörden bir erkek sesi odada yankılandı. ''Efendim Uygar Bey.'' ''Alo Hakan, Deniz'i gördünüz mü? Ada'ya dışarı çıkacağını söylemiş.'' ''Yok Uygar Bey, her çıkışta birer kişi duruyor. Deniz Bey çıksa illa biri arayıp bana haber verirdi. Odada değil mi? Ters bir durum mu var?'' Uygar sıkıntılı bir nefes verdi. ''Düz bir durumumuz oldu mu da tersi soruyorsun Hakan? ... Neyse, Deniz'i bulmam lazım. Herkes gözlerini dört açsın. Polis gelirse hemen beni ara.'' ''Polis mi? Uygar Bey ne oluyor?'' ''Sonra anlatırım. Deniz'i arayacağım. Dışarı çıkmadıysa hala hastanede demektir.'' ''Çocuklar da arasın mı?'' ''Hayır siz dışarıda bekleyin, içeriye kimseyi sokmayın yeter.'' ''Tamamdır, haber veririm.'' Uygar Hakan'a cevap vermedi ve telefonu kapattı. ''Ben Deniz'i arayacağım, buraya gelirse beni ararsınız.'' ''Ben de geliyorum.'' dedim bacaklarımı yataktan sarkıtarak. Uygar ve Selay aynı anda bana döndü. "Saçmalama." ''Sizi dinlemeyeceğim.'' dedim ve canımın etim koparcasına yanmasına aldırmadan yataktan kalktım. ''Deniz senin yataktan çıktığını görürse beni mahveder Ada. Burada kalman lazım.'' ''Önce onu bulalım da ben sonra seni savunurum merak etme.'' ''Ada, hayır. Hemen yatağa geri yat.'' dedi Selay korkutucu bir uyarıyla. ''İyiyim.'' Yalan söylüyordum. Hayatımın hiçbir döneminde canımı bu kadar yakan fiziksel bir acı çekmemiştim. Bütün hücrelerim tenimden kurtulmak istercesine çığlık çığlığa koşturuyor gibi hissediyordum. Deniz'i görünce ne yapacağımı bilmiyordum. Polisler tarafından arandığını bile bilmiyordu. Onu alıp saklamak ve suçsuz olduğu ispat edilene kadar ortaya çıkarmamak istiyordum. Emindim, o yapmamıştı. ''Sakın engellemeye çalışmayın. Sizi gerçekten dinlemeyeceğim.'' Uygar ve Selay birbirine pes ettiklerini anlatan bakışlarla baktı. ''Pekala, ben burada kalıyorum. Deniz gelirse haber veririm.'' dedi Selay kızgın bir ifadeyle. Aldırmadım ve kapıya doğru yürüdüm. Uygar önümdeydi. "Ne planlıyorsun?" dedim merakla. Koridorda yürüyorduk. Canım yandığı için yavaş yürüyordum ve bu durum Uygar'ın hızını da kesmişti. "Bilmiyorum. Beraber düşünüp bir yol bulmamız lazım. Bunun için de ona ulaşmamız lazım. Polise görünmeden nasıl yapacağız onu da bilmiyorum gerçi." "Kim attı sana o ses kaydını?" dedim kuru bir sesle. "Melih attı. Kazadan hemen sonra Deniz Melih'i aramış. Şerefsizin telefonu konuşmaları kayıt ediyormuş meğer. Deniz de bu cümleleri söylemiş. Adam öldükten sonra da hiç durmadan bu kaydı polislere vermiş Melih." "O yapmadı Uygar, bunu kanıtlamak zorundayız." "Biliyorum o yapmadı. Yapmaz. Yapsa bilirdim. Benden asla saklamaz." "O adam nasıl ölmüş ve ne zaman ölmüş?" "Yastıkla boğulmuş. Bu sabaha karşı." "Deniz günlerdir yanından ayrılmadı diyen sen değil miydin Uygar? Benim yanımdan ayrılmadıysa hangi ara öldürecek o adamı? Ayrıca gece uyandığımda Deniz burada uyuyordu. Sabaha kadar uyuyamadım ve Deniz buradan hiç ayrılmadı. Hep buradaydı. Bunu kanıtlayabiliriz. O öldürmedi. Biliyorum, o yapmadı." "Azmettirici olarak görünüyor Ada. Cinayeti işleyen kişi olarak değil." "Nasıl?" dedim kekeleyerek. "Nasıl yani?" "Kazayı yapan kişinin öldürülmesi için dün gece bir adama mesajlar atılmış. Mesajı atan kişi Deniz olarak görünüyor. Konum olarak da buradan atılmış gibi. Bende konuşmaların ekran görüntüsü de var. Polis ses kaydına ek olarak bunları da delil olarak sayıyor." "Deniz telefonunu eline almadı bile." "Muhtemelen telefon kopyalayıcı gibi bir şey kullanıldı. Bence Melih her şeyi itiraf eder diye adamına güvenmedi ve kendisi öldürttü. Şimdi de Deniz'in ses kaydını ve o mesajları delil olarak sunup suçu ona yıkmaya çalışıyor." "Komplo yani." "Evet." dedi Uygar net bir sesle. "Deniz yapmadı. Dediğim gibi yapsa bilirdim." "Peki nasıl kanıtlayacağız?" dedim endişeli bir sesle. Bunun bir kurtuluşu mümkün müydü? "Deniz'i bulup konuşmamız lazım.'' dedi ve derin bir nefes alıp bana döndü. ''İyi misin?'' Yüzümü buruşturdum çünkü midem yine bulanıyordu. ''İyiyim. Adamı gerçekten öldüren kişi nerede şu an?" "Gözaltında." "Tamam, adama ulaşmamız gerekiyor. Ona o mesajları atan kişiyle yüz yüze görüşüp görüşmediğini öğrenmemiz lazım." "Erdem abi yani şirket avukatı karakolda şu anda. Adamın ifadesini okumuş. Adam mesajları atan kişiyle hiç yüz yüze görüşmediğini söylemiş. Yani oradan da bir şey çıkmayacak gibi görünüyor maalesef.'' Başımın döndüğünü, yerin ayaklarımın altında kaydığını hissettim. Elimizde hiçbir kanıt yoktu. Telefonumu alıp Deniz'i aradım. Ulaşılamıyordu. "Telefonu kapalı. Buralarda bir yerde olmalı... Çatıya çıkmış olabilir mi?'' ''Çatı mı?'' ''Evet. Hava almak istediğini söyledi, dışarı çıkmadığını biliyoruz. Burada da tek hava alınabilecek yer çatı.'' ''Evet haklısın oraya bakalım.'' dediğinde çoktan asansöre yönelmiştik. Asansörden inip çatıya ulaştığımızda korktuğumuz başımıza gelmişti, her yerde polis arabalarının siren sesleri yankılanıyordu ve tahmin ettiğim gibi Deniz buradaydı. Yerde bağdaş kurmuş ve duvara yaslanmış bir vaziyette sigara içiyordu. ''Deniz.'' diye haykırdığımda bakışları beni buldu ve panikle ayağa kalktı. ''Burada ne işin var Ada? Yataktan neden çıktın?'' Birkaç saniye sonra gözleri gözlerimden ayrıldı ve hemen arkamda duran Uygar'ı buldu. ''Ne oluyor Uygar? Sen gitmedin mi?'' Uygar'ın telefonu çalıyordu, polisin geldiğini haber vermek için Hakan'ın aradığına emindim. ''Gidiyordum, yoldan döndüm. Sana bir şey söyleyeceğim ama sakin ol.'' ''Ne oluyor Uygar?'' ''Ada ve Kerem'e çarpan sürücü ölmüş.'' ''Dünya bir orospu çocuğundan kurtulmuş işte. Hak ettiğini bulmuş piç herif.'' dedi ve sonuna geldiği sigarayı yere atıp ayakkabısıyla söndürdü. ''Öldürülmüş Deniz.'' dedi Uygar bir çırpıda. Deniz'in yüzü anında bembeyaz kesilirken vücudu da kaskatı olmuştu. Bakışları o kadar ifadesiz ki onu daha önce hiç bu kadar donuk görmemiştim. Sanırım şoka girmişti. ''Polis her yerde seni arıyor.'' ''Siren sesleri.'' dedi Deniz kısık bir sesle. O kadar kısıktı ki bir an sadece dudaklarını hareket ettirdiğini sandım. ''Ne yapacağız?'' dedi Uygar panikle. Onu hep soğukkanlı görmüştüm, şimdiki hali beni korkutmuştu. Deniz bakışlarını yavaşça bana çevirip başını sağa sola salladı. ''Ben yapmadım.'' Gözlerimdeki yaşları durduramayacak bir hale geldiğimin farkında olmadan Deniz'in yüzünü ellerimin arasına aldım. ''Biliyorum, sakin ol. Sen yapmadın.'' ''Kanıtlamamız lazım.'' dedi Uygar. ''Bir yol bulacağız ama şimdi teslim olmak zorundasın. Bu saatten sonra kaçamayız.'' ''Neyi kanıtlıyoruz ulan? Neyi kanıtlıyoruz?'' diye bağırdı Deniz ve ellerimin arasından hızla çekilip birkaç metre uzağa gitti. ''Katil değilim ben, kimseyi öldürmedim. Neyin içine düştük Uygar? Ne oluyor?'' ''Bilmiyorum Deniz. Detay anlatacak vaktimiz yok. Yakalanmadan aşağı inip polisleri karşıla. Kimin yaptığını bulacağım.'' Deniz sanki bulunduğu andan sıyrılmış gibiydi. ''Sikeyim.'' dedi bomboş bir sesle. Ardından başını göğe kaldırdı ve tüm gücüyle bağırdı. ''Gerçekten sikeyim.'' Hızlı adımlarla Deniz'in yanına gittim ve tam önünde dikilip iki yandan ellerini tuttum. ''Yapma, Deniz böyle yapma.'' ''Artık dayanamıyorum.'' dedi ve ellerini ellerimden çekti. ''Seni getirdiğim hale bak. Şu haline bak. Sana zarar vermekten başka ne yapıyorum?'' ''Deniz sakin ol, Ada'yı korkutuyorsun. Hadi aşağı inelim. Çözeceğiz bana güven.'' ''Daha ne kadar batacağım Uygar?'' ''Ne batması Deniz? Kendine gel.'' Uygar Deniz'in koluna girdi ve onu asansöre doğru sürükledi. Kalbimin sıkıştığını hissettim. Ben ne yapacaktım? Oradan oraya savrulurken kendimi güvende hissettiğim tek yer onun yanıydı ve şimdi ben onsuz ne yapacaktım? Deniz olmadan ne yapacaktım? Uygar Deniz'le beraber benimle aynı hizaya geldiğinde benim elimi de tuttu ve ben de onlarla birlikte asansöre doğru yürüdüm. Bir kabusun içinde olmayı çok isterdim ama ne yazık ki her şey gerçekti. Asansöre yaklaştığımızda polisler çoktan yukarıya çıkmıştı. Nefes alamadığımı fark ettim. ''Deniz Aladağ.'' dedi içlerinden en genç olanı. ''Bizimle karakola geliyorsun.'' Deniz yenilgiyle başını salladığında polisler Deniz'in kollarını Uygar'ın kollarının arasından aldı ve Deniz'in bilekleri kelepçeyle kilitlendi. Hemen ardından iki polis Deniz'in iki yanına geçti ve merdivenlerden koşar adımlarla yürümeye başladılar. Deniz de onlarla beraber koşuyordu. Bir an acaba gerçek katillere bu muameleyi yapıyorlar mı diye düşündüm. Hayır, yapmıyorlardı. Adalet hep tersine işliyordu. Deniz'in arkasından bakakalmışken Uygar koluma girdi ve yürümeme yardım etti. Yürümek istemiyordum, nefes almak bile istemiyordum. Bu hastane kıyafetlerini istemiyordum. Serum bandını istemiyordum. Yara bandajlarını istemiyordum. Deniz'in yanında olmak istiyordum, tüm bunlar geçene kadar onun kollarında uyumak istiyordum. Bu kadar kısa sürede içime bu kadar işlediğine inanamıyordum. Sanki tüm hayatım boyunca yanımdaymış gibi, sanki her korktuğumda bana sarılmış gibi, sanki hep göğsümde uyumuş gibi hissediyordum. Yokluğu tüm hücrelerime işlediğinde irkildim ve ''Ben şimdi ne yapacağım?'' dedim kendime sorduğum soruları Uygar'a sorarak. ''Uygar, ben ne yapacağım? Biz ne yapacağız? Nasıl kurtulacak? Nasıl? Biz-'' ''Ada, kendine gel. Paniğe kapılma. Sana her zamankinden çok ihtiyacı var.'' ''Nereye götürdüler?'' dedim hıçkırıklarımın arasından. ''Kokusunu bıraksaydı. Uygar bari kokusunu bıraksaydı. Ben, ben ne yapacağım şimdi?'' ''Ssshh Ada, kendine gel.'' dedi ve beni bir hopluk sürede kucakladı. Başımı dengede tutamadığım için Uygar'ın göğsüne yasladım. Burası yabancıydı, benimmiş gibi değildi. ''Orada kalmayacak, inan bana bir yolunu bulacağım. Deliller yeterli değil. Muhtemelen delil yetersizliğinden salacaklar. O kadar kolay değil. Bırakma kendini, ne oluyor sana?'' ''Beni ona götür.'' ''Deniz ikimizin de kulaklarını koparsın diye mi?'' ''Sana ihtiyacı var dedin. Ona gitmek istiyorum. Uygar lütfen, hastanede kalmak istemiyorum.'' ''Hastanede kalmak istemiyorsan seni eve götüreyim mi? Karakola götüremem Ada, anla beni ne olur. Orası olmaz. Her şeyi iste ama bunu isteme. Yaraların açık ve orası mikrop dolu bir yer.'' Gözyaşlarım Uygar'ın kazağını ıslatmıştı. ''Lütfen.'' dedim sessizce ama götürmeyeceğini biliyordum. *** Uygar ve Selay'la birlikte Deniz'in evine geldiğimizde yürüyemeyecek kadar yorgundum ve ağlamalarım bir nebze olsun durmamıştı. Neyse ki Uygar beni hala taşıyordu ve odama kadar getirmişti. Çok uykum vardı, uyumak istiyordum. Ülkü abla ''Bir şey istiyor musun kızım?'' dediğinde Uygar beni çoktan yatağa bırakmıştı. Konuşacak halim yoktu. Başımı sağa sola salladım. Hiçbir şey istemiyordum, gözlerimi kapattım. Uykuya dalmam bir dakika bile sürmemişti. Tekrardan gözlerimi açtığımda gece karanlığındaydık. Saatlerdir uyuyordum ve çok susamıştım. Burada bana su verecek bir Deniz yoktu. Kendimi telkin ettim. Her şeye rağmen Deniz'e ait bir yerdeydim, onun izleri buradaydı. Ağlamayacaktım. Sonuçta hayattaydı ve her şeye çare bir bulunurdu. Yavaşça yataktan kalktım, Selay hemen karşımdaki koltukta uyuyordu. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmak istemiyordu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek koridora çıktım. Deniz'in odasına girsem kızar mıydı bilmiyordum ama bir önemi yoktu. Açık kapılardan birine yöneldim. Onun dünyasında olmak istiyordum. Belki de zaten dünyasındaydım. İlk girdiğim odada tutturmuştum. Daha önce hiç girmemiştim ama burasıydı. Her yerde kokusunun olmasından anlamıştım. Işığı açtım. Siyah ve gri tonları beklerken her şey beyazdı. Hatta inadına beyaz gibiydi. Dünyanın karanlığına inat kendi dünyası bembeyazdı. Gardırop, yatak başlığı, yatak örtüsü, kitaplık, lambader, boy aynası, her şey beyaz ve sadeydi. Dağınık yatağın yerini hesaplayıp ışığı kapattım ve yatağa doğru ilerledim. Onun yatağında, onun kokusuyla uyumak istiyordum. Belki biraz da olsa bana iyi gelirdi. Kokusunun daha çok bulaştığı yastığa sarıldım ve cenin pozisyonu alıp ağlamaya başladım. Ağlamayacağım diye kendime verdiğim sözü tutamamıştım ve gözyaşlarımı nasıl durduracağımı da bilmiyordum. Dağılmaktan, parçalanmaktan, tekrar eski halime gelmeye çalışmaktan, her halimin bir önceki halimden daha kötü olmasından, dağılmış parçalarımın altında kalmaktan ve oradan hiç çıkamamaktan nefret ediyordum. Gücümü kaybetmiştim ve sürekli yeniliyordum. O kadar hissizleşmiştim ki eskiden içimde oluk oluk kanayan ruhumun sancılarını bile şimdi anımsayamıyordum. Uzay boşluğunda savrulan ve nereye gideceği belli olmayan bir madde gibiydim. Üstelik sonsuza kadar o boşlukta savrulacak gibi hissediyordum. Bu his midemi bulandırmıştı. Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere döndüğünde sabahın ilk ışıkları odaya dolmaya başlamıştı. Aslında sadece Deniz tutuklandığı için ağlamıyordum, şokla idrak edememiştim belki ama ben öldürülmek istenmiştim. Hiç tanımadığım insanlar yüzünden, sırf Deniz'in çevresinde ya da yanında olduğum için öldürülecektim. Kendi içimde defalarca Neden? diye sorsam da bir cevap bulamıyordum. Neden bendim? Melis'in ya da Eren'in ölmesi Deniz'i daha fazla yıkmaz mıydı? Tabii ki onlar ölsün istemiyordum ama benimle uğraşmaları canımı fazlasıyla sıkmaya başlamıştı. Kendi hayatımla ilgili hiçbir şeyle ilgilenemiyordum. Hiçbir gelişme kaydedememe rağmen en azından Savaş'ı arıyordum, şimdi aklıma gelmiyordu bile. Vicdanım bir gün beni gerçekten öldürecekti. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum, tek isteğim sanki hiç uyumamışçasına tekrardan uyumaktı. Gözlerimi kapattım, dinlenmek istiyordum. Belki Uygar ilerleyen saatlerde beni karakola götürmeye ikna olurdu. Güzelim. diye derinlerden gelen bir sesle gözlerimi açtım. Bana sadece Deniz güzelim derdi ama karşımda yatan kişi kesinlikle Deniz değildi. Evdeki herkesi uyandıracak kadar şiddetli bir sesle çığlık attım. ''Sen buraya nasıl girdin?'' dedim korkuyla, ardından hızla yataktan kalkıp pencereye baktım. Camdan mı girmişti? Ve bana neden güzelim diyordu? En son uyumaya çalışırken güneş doğuyordu, şimdi ise zifiri karanlıktı ve dışarıda fırtınalı bir yağmur vardı. Üşüdüğümü hissedip kollarımı bedenime sardım, çok soğuktu. Odaya korkunç gök gürültüsü sesleriyle birlikte yağmur damlaları dolmuştu ve şiddetli rüzgar camı salıncak gibi hızla sallıyordu. Çok karanlıktı ama o kadar sık süreyle şimşek çakıyordu ki karşımdaki yüz dışarıdaki havayla birlikte bir aydınlanıyor, bir kararıyordu. ''Buraya nasıl girdin dedim sana?'' dedim bağırarak. ''Ülkü abla, Selay. Neredesiniz? Buraya gelin hemen.'' Hemen yanımdaki çekmecenin üzerinden bibloyu aldım ve her an ona doğru atacak gibi elimde tuttum. ''Hemen git buradan.'' ''Bizi kimse göremez, duyamaz. Boşuna çırpınma güzelim.'' Sesi o kadar donuk ve ifadesizdi ki burada olmasından değil de sesinden korktum. ''Bana sakın bir daha güzelim deme, sakın.'' dedim tiksinerek. ''Duydun mu beni?'' ''Ne oldu Deniz'den başkasına yakıştıramadın mı?'' dedi ve alayla güldü. ''Oradan asla çıkamayacağını biliyorsun değil mi? O bir katil. Bir katilin kollarında mı uyumak istiyorsun?'' ''Git yoksa seni öldürürüm.'' dediğimde yavaş adımlarla üzerime doğru yürüdü. ''Hep böyle sert misin?'' dedi mide bulandıran bir sesle. Ne ima ettiğini anlamamayı dilerdim. Bir adım geri attım. ''Deniz katil değil. Katil olan sizsiniz. Beni öldürmek istediniz!'' dedim bağırarak. ''O adamı Deniz öldürtmedi. Siz de bunu biliyorsunuz.'' ''Deniz'den nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?'' dedi ve bir adım daha yaklaşıp tek eliyle ellerimi bir çırpıda arkamda birleştirerek beni duvara yasladı. Diğer eliyle de yüzümü okşuyordu. ''Bırak beni, seni öldüreceğim.'' dedim ve bacağına bir tekme attım. Hiç etkilenmemişti. Bu kadar güçsüz olduğuma inanamadım. ''Şanslı piç.'' dedi dişlerinin arasından. ''Deniz'den bahsediyorum. İlk karşılaştığımızda fark etmemişim, şimdi yakından bakıyorum da gerçekten ama gerçekten çok güzelmişsin.'' ''Bırak beni orospu çocuğu, seni gebertirim.'' dedim hala çırpınırken. Neden kimse duymuyordu? ''Teninin her yerinde imzamın olmasını istiyorum.'' dedi ve boynuma yaklaştı. Büyük bir çığlık attım. Kendimi olabildiğince geri çekiyordum ama yine de ona engel olamıyordum, gerçekten onu öldürecektim. ''Bırak beni pislik, bırak diyorum.'' "İstemiyor musun yoksa?'' dedi ve olabilecek en iğrenç bir sesle devam etti. ''Nasılsa Deniz'le de sevişmiyor musun? Bir sefer de Özgür Karahan'ın koynuna gir. Herkes benimle olmak için deli oluyorken sen bana karşı mı koyacaksın gerçekten? Çok komiksin.'' Neredeyse bayılacaktım. ''Yoksa sana hiç dokunmadı mı?'' ''Kes sesini, kes.'' dedim ve tam bacaklarının arasına bir tekme attım. Arkamda ellerimi tutan eli biraz olsun gevşemişti ama yine de kurtulmama yetmemişti. Nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. ''Selay.'' dedim çığlık atarak. ''İmdat kimse yok mu?'' Yüzümü okşayan eliyle çenemi öyle sert tutup kendi yüzüne sabitlemişti ki refleksle gözlerine bakmak zorunda kaldım. Çok korkunçtu, sinirini hissedebiliyordum. ''Sana kimse bizi göremez, duyamaz demedim mi? Bağırıp durma, boşuna çırpınma.'' ''Deniz seni öldürecek.'' ''Deniz aptalın biri, hapisten asla çıkamayacak. Ben de onun dokunmadığı birine sahip olacağım. Ne acı verici bir şey değil mi? Onun açısından yani.'' "Aptal olan sensin. Bana asla dokunamayacaksın. Elinden kurtulduğumda seni geberteceğim. Duydun mu beni? Yemin ederim seni geberteceğim." "Bir aydır gölge gibi Deniz'in peşinde dolaşıyorum. Ruhu bile duymadı. Onun dikkatini dağıtıyorsun ve bu o kadar çok işimize yarıyor ki sana anlatamam. Hiçbir şeyin farkında değil. Daha senin kim olduğunu bile bilmiyor. Şimdi söyle, ben mi aptalım yoksa Deniz denen o yavşak mı?" dedi ve çenemdeki elini çekip parmaklarını koluma gömdü. "Bırak kolumu." dedim çaresiz çırpınışlarımla. Daha senin kim olduğunu bilmiyor da ne demekti? "Senin kim olduğunu öğrendiğinde seni hayatında tutacağını mı sanıyorsun? Pişman olacaksın, onun için yaptıklarına pişman olacaksın." "Ne saçmalıyorsun sen? Neyden bahsediyorsun?" "Ne o, ilgini çektim mi yoksa sonunda?" "Ne saçmalıyorsun diye merak ettim sadece." "Zamanla öğreneceksin güzelim, zamanla." "Deniz." diye bir çığlık attım. Sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha. "Ada uyan." diye sarsıldım. Biri kollarıma şiddetli bir baskı uyguluyordu. "Uyan Ada." dedi aynı yumuşak ses. Selay? "Deniz." dedim hıçkırıklarımın arasından. Kabus görmüştüm ama bu kabus değil, sanki geleceğin bir fragmanıydı. "Deniz, beni bırakma." sayıklamalarımla beraber yatakta doğrulup dizlerimi karnıma çektim ve gözlerimi açtım. Selay korkuyla gözlerime bakıyordu. "Kabus mu gördün? Bir şey yok korkma. Güvendeyiz." Parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. Vücudum terden sırılsıklam olmuştu. Kalbim hala deli gibi çarpıyordu ve nefes alış verişlerim çok dengesizdi. "İyi misin?" "Özgür... Melih Karahan'ın oğlu. Buradaydı. Bu yatakta. Deniz senin kim olduğunu öğrendiğinde seni yanında tutmayacak dedi." Selay şaşkınlıkla yüzüme baktı. "O kadar çok şey yaşadın ki bilinçaltın sana oyun oynuyor. Bu kabusun hiçbir anlamı yok. Unut gitsin. Düşünmeye değmez bile." "Neden beni tanıyor gibiydi? Ayrıca ben kimim ki ve Deniz bunu öğrendiğinde beni yanında istemeyecek?" "Özgür seni tanımıyor Ada. Hayatında sadece bir kez gördün ve Deniz'den önce seni bilmiyordu bile. Düşünme lütfen, sadece bir rüya bu. Hadi kalk elini yüzünü yıkayalım. Çok terledin." "Deniz'in yanına gitmek istiyorum." "Az önce Can'la konuştum. Sadece avukat ve savcının görmesine izin varmış. Gitsek bile göremeyiz. Uygar da hiç görememiş. Tutuklandığından beri ifadesi alınıyormuş ama iyiymiş. Can beni sakın evden çıkmayın diye uyardı. Deniz özellikle söylemiş. Evden çıkmamızı istemiyor." Ellerimi yüzüme kapattım. "Oradan çıkabilecek mi?" "Siber Suçlarla Mücadele de olaya dahil olmuş. Mesajları Deniz'in atmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar. Şirket avukatlarının demesine göre deliller tutuklu yargılanmasına sebep olacak kadar yeterli değil. Gözaltı süresi dolana kadar daha geçerli delil bulunmazsa Deniz'i salacaklar." Kolumdaki saate baktım. Sabah sekizi on geçiyordu. "Gözaltı süresi ne zaman dolacak?" "İki buçuk saati daha var. Yirmi dörtten saatten fazla orada tutulamayacağını söyledi Can." "Karakolda bekleyebiliriz. Oraya gitmek istiyorum." "Hastasın Ada. Biraz daha dinlen. Kahvaltı yapalım. İki saat sonra çıkarız. Tabii delil yetersizliği durumu devam ederse." "Cezaevine gönderilme ihtimalinden mi bahsediyorsun?" "Evet." dedi sıkıntılı bir nefes vererek. "Maalesef o ihtimali göz ardı edemeyiz." Kafamın içi o kadar doluydu ki her şeyi çıkartıp atmak istiyordum, nasıl kurtulacağımı bilmediğim bir çıkmaz sokakta önümdeki duvara doğru koşuyordum. Arkamı döndüğümde beni kovalayan geçmişimle ve acılarımla karşılaşacaktım. Tek kurtuluşum duvardan atlamaktı ama ne yazık ki duvardan atlamama yardım edebilecek kimse yok gibi hissediyordum. Kafamı dağıtmaya ve Deniz'in yanımda olmadığı gerçeğinden uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. ''Selay.'' dedim yorgun bir sesle. Soran gözlerle baktı. ''Deniz'in atına verilen zehirden haberi var mı kimsenin?'' ''Dün buraya geldiğimizde Uygar'a anlattım. Atı hemen benim fakülteden bir arkadaşımın kliniğine götürdüler. Panzehir verildi. Gözetim altında.'' ''Peki bunu yapanlar, yani zehir verenler kim? Suçlu kim, bulundu mu?'' ''Uygar gitti kliniğe. Veteriner haberi yokmuş gibi davranıyor ama haberinin olmaması imkansız. Çok üzücü ama muhtemelen üstü kapanıp gidecek bu olayın da.'' ''Her şeyden ama her şeyden kaçmayı ve sıyrılmayı nasıl başarabilirler Selay? Ne biçim insan bunlar.'' "Bunlar saf kötü insanlar Ada. Deniz bunlarla nasıl baş ediyor?" Yarım bir gülüşle gülümsedim. "Baş edemiyor." "Tamam, canını sıkma. Deniz oradan çıkacak. Bana güven. Can ne yapar ne eder onu oradan çıkarır." "Korkuyorum. Beni öldürmeden durmayacaklar gibi hissediyorum." "Korkma Ada. Hem bak kazanın soruşturması devam ediyor. Size çarpan kişiye kim emir vermiş, neden vermiş hepsi soruşturma sürecinde şu an." "Adam ölmüş Selay. Nasıl öğrenecekler ki gerçeği? Melih bütün delilleri yok etmiştir çoktan. Şerefsiz herif." "Umutsuzluğa kapılmaz mısın artık?" "Elimde değil. Şu olanlara bak." Selay elimi tuttu ve beni yavaşça yataktan kaldırıp kapıya doğru yönlendirdi. "Hadi odana gidelim. Güzel, sıcak bir duş al. Temiz kıyafetlerini giy. Sonra aşağı inelim ve Ülkü ablanın hazırladığı mükemmel sofraya oturalım. Bir güzel karnını doyur. Sonra çıkalım ve karakola gidelim." "Ya Deniz çıkmazsa?" "Ada şimdi seni döveceğim. Dua et yaraların var." Büyük bir can sıkıntısıyla benim için ayrılan odaya girdim ve kendimi banyoya attım. Su o kadar iyi gelmişti ki tüm yorgunluğumu üzerimden atmış gibi hissediyordum. Günlerdir su yüzü görmeyen bedenim, ruhumun aksine halinden memnundu. Uzun süre banyo yapamamamın acısını şimdi yarım saat suyun altında durarak çıkartmıştım ve bu bana tahmin ettiğimden daha iyi gelmişti. Daha iyi hissediyordum, daha umutlu ve daha sakin. Sanki her şey yoluna girecekti. Belki de bir avuntuydu, bilmiyordum. Banyodan çıkıp dolabı açtım. Dolabın içi bir sürü eşyayla doluydu. Kazada arabanın içinde parçalara ayrılan kıyafetlerimin yerine burada benim için alınmış yepyeni kıyafetler vardı. Deniz iyileşip buraya döneceğime o kadar inanmıştı ki bana bir sürü kıyafet almıştı. Gülümsedim. Üzerime rastgele balıkçı yaka siyah bir kazak ve siyah kot pantolon geçirdikten sonra yine siyah bir kot ceketi alıp aşağı indim. Ülkü abla ve Selay beni masada bekliyordu. "Günaydın Ada kızım, iyi misin?" dedi Ülkü abla çay koyarken. "İyiyim, teşekkür ederim." "Hadi gel otur hemen. Günlerdir serumla besleniyorsun. Yemeklerimi özlemedin mi?" Gülümsemek istedim ama sadece dudaklarımı yukarı doğru kıvırabilmiştim. "Özledim. Özlemez miyim?" Sandalyeye oturdum. "Eline sağlık." "Akşama Deniz'in en sevdiği yemekleri yapacağım." dedi hevesle. İçimden ağlamak geliyordu. "Orada bir şey yiyememiştir yavrum." Sol gözümden akan bir yaşa engel olamadım. Deniz bütün gece ifade vermişti, uyuyamamıştı. Muhtemelen hiçbir şey yememişti. Üzerinde hiçbir şey yoktu, belki de üşümüştü. Ben kuş tüyü kadar rahat bir yatakta uyumuştum, ev sıcacıktı, şimdi de yemek yiyordum. O orada nelerle uğraşırken ben kendi hayatıma bakıyordum. Ben hasta yatarken o hiç uyumamıştı, yemek yememişti. Ben ise burada oturmuş gündelik hayatıma devam ediyordum. "Ben yiyemeyeceğim." dedim ve apar topar kalkıp, koşarak bahçedeki salıncağa gittim. Selay yanıma geldiğinde salıncağa çoktan oturmuştum ve hafif hafif sallanıyordum. "Yemek yemen gerek." "Deniz bütün gece uyuyamadı, yemek bile yememiştir. Ben burada ne yapıyorum? Uyuyorum, yemek yiyorum, hayatıma devam ediyorum." "Ada sen insanı delirtirsin. Deniz gözaltında diye kendini cezalandıramazsın. Duydun mu beni? Deniz ölmedi, yaşıyor ve büyük ihtimalle birkaç saat sonra burada olacak. Kendine niye işkence çektiriyorsun?'' ''Canım istemiyor Selay, zorlama lütfen.'' ''Hayır efendim zorlayacağım. Günlerce yemek yiyemedin. Açlıktan ölmek mi istiyorsun?'' ''Niye bütün bunlar benim başıma geliyor Selay? Artık gerçekten sıkıldım ve yoruldum. Hak ediyorum herhalde başıma gelenleri.'' ''Aç kaldıkça saçmalamaya başladın. Yürü kalk, yemek yiyeceksin. Yoksa seni karakola götürmeyeceğim.'' ''Gerçekten dayanamıyorum, kafamda milyonlarca soru işareti var. Nefes almak bile zor geliyor.'' dedim Selay yanıma otururken. ''Biliyorum, elimden geldiğince senin yanında olmaya çalışıyorum. Ama hiç yardımcı olmuyorsun. İyi olacağına kendini daha da kötüye sürüklüyorsun Ada. Biraz toparlanır mısın artık?'' ''Deniyorum.'' Selay derin bir nefes verdi. ''Bu zamana kadar hep çok güçlüydün. Seni beş yaşında tanıdığımda bile çok güçlüydün. Atlattığın şeyler bunlardan daha kolay değildi Ada. Şimdi bunlarla da baş edebilirsin.'' ''Sorun da bu zaten Selay. Nasıl olsa güçlüyüm, atlatırım diye üzerime yüklenen dağ gibi acılar. Limiti de yok biliyor musun? Kabullendikçe daha ağırları geliyor. O dağların altında kalacağım bir gün. Kimse farkında değil.'' ''Kimse farkında değil mi? Bana haksızlık ediyorsun.'' ''Çok yoruldum Selay, gerçekten çok yoruldum.'' Gözyaşlarım çizdikleri rotada ilerlerken Selay'a söylediğim son kelimeler bunlar olmuştu. Sonrasında Selay beni yavaşça salıncaktan kaldırdı ve içeriye götürüp kahvaltı masasına oturttu. ''Daha iyi misin?'' dedi Ülkü abla ben sandalyeme geçtiğimde. Başımı aşağı yukarı salladım. ''Kerem nerede Ülkü abla?'' dedim bir anlık farkındalıkla. Kazayı beraber yapmıştık ama nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim taburcu olduğuydu. ''Kerem evinde. Bir hafta istirahat vermiş doktor ama Deniz daha fazla dinlenmesini istedi. İki üç hafta kadar evde dinlenir.'' ''İyi ama değil mi? Kazadan kalan kötü bir hasar yok?" ''Yok kızım, merak etme sen onu. Arar konuşursun akşama doğru. Ben az önce annesini aradım, uyuyormuş Kerem.'' ''Ararım.'' dedim ve hiç istemiyor olsam da tabağıma bir şeyler aldım. Midem hiçbir şey almazken nasıl yiyecektim bilmiyordum ama eğer yememeye devam edersem kötü olacağımı çok iyi biliyordum. Kısa bir kahvaltı öğününden sonra Selay'la biraz daha oyalanıp evden çıktık ve karakola doğru yol aldık. Gözaltı süresinin dolmasına az kalmıştı ve bizim oraya varışımızla Deniz'in serbest kalması hemen hemen aynı zamana denk gelecekti. Tabii serbest kalırsa. Normalde bir saat süren yol şimdi inadına daha uzun sürüyor gibi hissediyordum, sanki hiç yaklaşmamıştık. "Biraz sakinleşir misin Ada?" dedi Selay bir yoldan sola dönerken. Gerçekten çok gergindim ve beni ancak Deniz'in serbest kalması sakinleştirebilirdi. "Korkuyorum Selay. O ses kaydını sen de duydun." "Evet duydum. Hatta mesajları da okudum. Ama ben serbest kalacağına eminim, her şeye rağmen." "Umarım." Bana bir asır gibi gelen süreden sonra nihayet karakola gelmiştik. Bir saat önce gelmek için can attığım yerden şimdi koşarak uzaklaşmak istiyordum çünkü Deniz'in tutuklu kalma ihtimalini düşündükçe kalbim sıkışıyordu. "İyi misin Ada?" dedi Selay kapısını kapatıp hızla yanıma gelirken. "İyi görünmüyorsun." "İyiyim iyiyim. Hadi gel içeri gidelim." dedim ve Selay'ın koluna girdim. Buz gibi terlediğimi hissediyordum. Sanki ellerim ve bacaklarım tutmuyordu. Sonunda karakola girdiğimizde bizi Can ve Uygar karşılamıştı. "Ada." dedi Can beni gördüğünde ve yanına gider gitmez bana kocaman sarıldı. "Seni görme fırsatım olmadı. İyi misin, nasılsın?" "İyiyim." dedim ve vücutlarımızı ayırıp gözlerine baktım. "Bana iyi bir haber ver ne olur. Deniz serbest kalacak mı?" "Birazdan ifade süresi bitecek. Haber bekliyoruz." dedi Uygar elini koluma koyarak. En iyi arkadaşını bu koşullarda görmenin onu ne kadar yıprattığını düşündüm. Çaresizlik çok kötü bir şeydi. Sıkıntılı bir nefes verdim ve Uygar'ın arkasındaki banklara yürüyüp bir tanesine oturdum. "Ben bir gidip bakayım." dedi Uygar ve koridorun sonuna doğru ilerledi. Deniz'le beraber gelmesi için bildiğim bütün duaları etmeye başladım. "Savcı ya da polis ne diyor Can? Mahkemeye mi çıkacak ne olacak belli mi?" dedi Selay odağını benden alıp Can'a yönelterek. "Ayrıca şirket avukatı nerede?" "İçeride, Deniz'in yanında sorguda. Ne olacağını net bir şekilde söyleyemem Selay ama umarım serbest kalır. Sanal ortamda gerçekleşmiş bir konuşmayı delil olarak kabul edeceklerini düşünmüyorum." "Selay Siber Suçlarla Mücadele falan diyordu." "Evet, mesajların Deniz'in telefonundan atılmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar." Başımı aşağı yukarı sallarken Uygar ve Deniz'in karşıdan bize doğru geldiğini görmemle ayağa sıçrayışım bir olmuştu. "Deniz." dedim fısıldayarak. Ardından adımlarımı ona doğru hızlandırdım. "Deniz." dedim bu sefer duyacağı bir sesle. Tepki vermiyordu. Gözlerinde bir yaşam belirtisinin kalmadığını uzaktan bile hissedebiliyordum. Sonunda koşarak yanına yaklaştığımda bana bakıyordu ama beni görmüyordu. Ona sarılmak istiyordum ama bakışları beni durdurmuştu. Yabancıymışım gibi hissettim. Hala şokta mıydı? "Deniz." dedim fısıltıyla ve iki yanından ellerini tuttum. "İyi misin?" Sesini duymak istiyordum ama hiç konuşacak gibi durmuyordu. Deniz bir elini elimden çekti ve yanağıma yerleştirdi. İçimden derin bir oh çektim. Nihayet kendinde olduğuna dair bir belirti gösterdiğini düşünürken diğer elini de elimden çekti ve başımı göğsüne bastırdı. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Bunun nasıl mümkün olduğunu bilmiyordum ama Deniz serbest kalmıştı ve ben kollarının arasındaydım. Kollarımı beline sardığımda Deniz de kollarını bana sardı ve başıma küçük bir öpücük kondurup saçlarımı okşamaya başladı. "Evden çıkmaman gerekiyordu. Söz dinlemedin değil mi?" dedi nihayet konuşmaya karar verdiğinde. Sesini duymayalı bir ömür geçmiş gibi hissederken başıma bir öpücük daha kondurdu. "Dinlemedim." diye itiraf ettim. Ardından bedenimi ondan ayırdım ve gözlerinin tam içine baktım. "İyi misin?" Az önce ifadesiz olan gözleri şimdi bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. Ama yine konuşmamış, sadece onaylarcasına başını aşağı yukarı sallamıştı. Uygar'a döndüm. "Nasıl oldu bu? Kurtuldu mu şimdi? Bitti mi?" "Henüz değil. Adli kontrol şartıyla serbest kaldı. Ama şöyle bir haberim var, mesajların Deniz'in telefonundan atılmadığı kanıtlanmış." Derin ve uzun bir nefes verdim. "Bu çok güzel bir haber." Uygar onaylarcasına başını salladı. "Evet, şimdi o mesajları gerçekten kim attı onu araştıracaklar." "Kesin bu işin altından da Melih Karahan çıkacak." dedi Can yanımıza geldiğinde. "Orası zaten kesin." dedi Uygar ve teşekkür amacıyla elini Can'ın omzuna koydu. "Her şey için teşekkürler Can." "Rica ederim, işimi yaptım sadece." Deniz dakikalar sonra tekrar konuşabilmişti ve dudaklarında şekillenen kelimeler sadece "Teşekkürler." olmuştu. "Rica ederim Deniz. Geçmiş olsun tekrardan, bir şey olduğunda mutlaka arayın." dedi elini Deniz'e uzatarak. Deniz de elini uzattı ve tokalaştılar. Kısa bir vedalaşma sürecinden sonra karakoldan çıkmıştık. Can ve Selay evine gidiyordu. Uygar, Deniz ve ben de Deniz'in evine gidiyorduk. Şirket avukatı bazı resmi işler için karakolda kalmıştı. Arabayı Uygar kullanıyordu ve biz Deniz'le arkada oturuyorduk. "Dediğimi yaptınız mı?" dedi Deniz, dikiz aynasından Uygar'a bakarak. "Evet. Yarım saate orada oluruz." "Ne? Ne oldu? Eve gitmiyor muyuz, neler oluyor?" dedim merakla. "Ufak bir işimiz var, eve daha sonra gideceğiz." dedi Deniz. Bana değil ön camdaki yola bakıyordu. "Endişelenmeli miyim?" "Her şey yolunda Ada, merak etme." Beni yanıtlayan Uygar olmuştu. Deniz'in üzerinde adını koyamadığım bir tuhaflık vardı. Bana karşı mesafeliymiş gibi hissediyordum. Belki de hala gerçek hayata dönemediği için böyle davranıyordu bilmiyordum ama bu durum canımı sıkmıştı. Uygar'ın dediği gibi yarım saat sonra bir yere varmıştık. Burası hiçbir arabanın geçmediği, dağlık, ıssız bir araziydi. Karşıda iki tane araba vardı ve muhtemelen bizi bekliyorlardı. Kim olduklarını bilmiyordum ve bu durum beni korkutmuştu. Gök gürlediğinde sabaha karşı gördüğüm rüyayı hatırladım ve yüzümü buruşturdum. "Bir yerin mi acıyor?" dedi Uygar aynadan bana bakarak. "Yok, önemli bir şey değil. İyiyim." dediğimde Uygar arabayı durdurdu ve motoru susturdu. Deniz arabadan inmeye çalıştığında onu taklit ettim ve ben de arabadan indim. Diğer iki arabanın olduğu yere yöneldiğinde peşinden yürümeye başladım, beni beklemiyordu. Neyse ki Uygar hemen yanımdaydı ve bozuk yol yüzünden düşme ihtimalime karşı her an tetikteydi. "Kimin yanına gidiyoruz?" dedim Uygar'a sessizce. "Bizim çocuklar onlar, bize bir süprizleri var arabanın içinde." Anlamayan gözlerle ona baktığım sırada arabaların yanına ulaşmıştık. Yağmur başlamıştı ve her iki arabanın yanında iki tane adam vardı. "Hakan, nerede o orospu çocuğu?" dedi Deniz gergin bir sesle. Kimden bahsediyordu? "Bu arabanın içinde Deniz Bey." Deniz Hakan'ın yanındaki arabanın kapısını o kadar hiddetli açmıştı ki kapı kırılacak sandım. "Uygar ne oluyor?" dedim Deniz arabanın içinden birini zorla indirmeye çalışırken. Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Uygar sadece omuz silkti ve gözleriyle Deniz'i işaret etti. Deniz yaka paça arabadan indirdiği adamı önüme ittirip yere düşürdüğünde ne yapacağımı bilemeyerek Deniz'e baktım. Herhangi bir şey söylemedi ve yere eğilip önümdeki adamın saçlarından tutup yüzünü bana doğru kaldırdı. Donup kalmıştım çünkü hemen ayaklarımın dibinde olan ve dayak yemekten yüzü kanlar içinde kalmış olan bu kişi Özgür Karahan'dı. "Şu kızı getirdiğiniz hale bak." dedi Deniz Özgür'le bakışlarım buluştuğunda. Ardından elini Özgür'ün saçlarından çekip telefonunu çıkartarak beni ve Özgür'ü fotoğraf çekti. "Ne yapıyorsun ruh hastası?" dedi Özgür zar zor aldığı nefeslerini kelimelere dökerek. Ağzı bile kan içindeydi. Ne kadar uzun süre dayak yediğini merak ettim. Her yeri mosmordu. "Çok sevgili babana gönderdim bu fotoğrafı. Birazdan arar diye düşünüyorum." dedi Deniz alayla. Ve ayağıyla Özgür'ün karın boşluğuna o kadar sert bir tekme attı ki benim bile canım yanmıştı. "Böyle mi durduracaksın beni? Döverek mi? Tek başımayken mi? Savunmasızken mi?" Deniz'in gözlerinde ani bir karartı görmüştüm. Birazdan yapacaklarının habercisiydi bu karartı. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Özgür'ü zorlanmadan olduğu yerden kaldırdı ve çenesinin altına onu bayıltacak kadar sert bir yumruk attı. "Ulan siz bu kızın arabasına notlar bırakırken, ona kütüphanede silahla saldırırken, üzerine araba sürerken bu kız savunmasız değil miydi? Şimdi bizi mi sorguluyorsun ulan orospu çocuğu? Geberteceğim seni." dedi ve yüzünün ortasına bir yumruk daha attı. "Deniz." dedim titreyen sesimle. Uygar koluma dokundu ve müdahale etmemem için bana engel oldu. "Sinirini atması lazım. Bırak Ada." Özgür'ü görmek beni ürpertiyordu. O rüyadan hemen sonra onu karşımda görmek midemi bulandırmıştı. Ondan iliklerime kadar nefret ediyordum. Deniz bir yumruk daha atacakken telefonu çaldı ve Özgür'ü sert bir şekilde yere ittikten sonra telefonunu açıp sesi hoparlöre verdi. "Oğlumu hemen bırak Deniz." dedi emir veren bir ses. Deniz telefonunu Uygar'a verdi ve ne zaman aldığını bilmediğim silahı belinden çıkartıp Özgür'e doğrulttu. "O kadar kolay değil Melih. Bazı şartlarım var." "Sen eninde sonunda Özgür'ü bırakacaksın, bunu ikimiz de biliyoruz. Ama ben sana bunu ödetmez miyim sanıyorsun? O kızı elinden alacağım, sen de sadece arkasından bakmakla yetineceksin." "Ada'nın saçının telini bile benden alamazsın. Açık ve net söylüyorum. Senin derdin benimle. Bundan sonra Ada'ya bir zarar vermeyeceksin. Şimdi söylediklerimi tekrar et. Ada'ya dokunmayacağım de.... Söylesene ulan şerefsiz." Melih Karahan sadece güldü. Bu Deniz'i daha çok sinirlendirmişti. Tetiğe dokunduğunda Özgür'ü vuracak sandım ama düşündüğüm şeyi yapmamış, gökyüzüne ateş etmişti. İşte şimdi Melih'in endişelenme vakti gelmişti. "Özgür oğlum." dedi bağırarak. Deniz sinirli bir kahkaha attı. "Korkma korkma. Onu vurmadım, tabii henüz." dedi namluyu Özgür'ün şakağına dayayarak. "Bunun bedelini ödeyeceksin." dedi Melih Karahan kükreyen bir sesle. "Sikeceğim şimdi bedelini. Bu zamana kadar yapmadığım şeyler için bir sürü bedel ödedim zaten. Bundan sonra gerçekten bir şeyler yapayım da bedel ödediğime değsin bari. Değil mi?" "Ne istiyorsun? Söyle, ne istiyorsun?" "Şu an silahımın namlusu biricik oğlunun şakağında. Eğer yaşamasını istiyorsan Ada'dan uzak duracaksın. Yaklaşmayacaksın. Yoksa hem Özgür'ü gebertirim, hem de." "Hem de? Hem de ne?" "Babana Gökalp'in öldüğünü ama senin senelerdir bunu ondan sakladığını anlatırım." dedi Deniz bir anda. Bu kozu burada kullanacağı aklımın ucundan bile geçmezken Deniz zafer dolu bir gülümseme bahşetti bana. İşte şimdi çarklar tersine dönmeye başlamıştı. |
0% |