Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@_kubraakyol

Melih "Sen nereden öğrendin bunları?" diye Deniz'e hesap sorduğunda Özgür'ün yüzüne baktım. Şaşırmış ya da mahcubiyet duyuyor gibi durmuyordu. Aksine arsız bir şekilde gülüyordu.

"Bu saatten sonra nereden öğrendiğimin ne önemi var? Yıllardır herkesten sakladığın sır şimdi benim ellerimde. Ve eğer bize zarar vermekte ısrar edersen bu sırrı baban dahil herkes öğrenecek. Karar senin."

"Beni tehdit edebilecek ya da korkutacak en son kişi bile değilsin. Söylediklerin beni korkutmadı. Git kime ne anlatırsan anlat."

"Yani diyorsun ki ben sizinle uğraşmaya devam edeceğim, Özgür'ü öldürebilirsin ya da babama her şeyi anlatabilirsin. Doğru mu anladım?"

"Özgür'ü vuramayacağını ikimiz de biliyoruz. Babama anlatacağın şeyler ise artık umurumda değil."

Deniz derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. "Sabrımın sınırlarını çok zorladın Melih, üzgünüm." dedi ve saniyeler içinde Özgür'ün bacağını hedef alıp tetiğe bastı. Önce gök gürültüsü seslerini bile bastıran bir ses yankılandı. Sonra kurşunun deldiği bacağını tutan Özgür'ün çığlığı kulaklarımızı yokladı.

İnanmakta zorluk çekiyordum ama Deniz Özgür'e ateş etmişti.

Melih'in bağırışları kısa süreli sessizliğimizi bozduğunda Uygar'ın koluna girdim. Midem yine bulanıyordu ve şu an kusmak en son istediğim şey bile değildi.

"Özgür oğlum. İyi misin?... Ne yaptın ulan? Ne yaptın oğluma? Söyle!"

"Bizden, özellikle Ada'dan uzak duracağını söylemediğin her an oğluna bir kurşun daha sıkacağım."

"Bırak onu."

"Bırakacağım bırakacağım. Ama sen beni böyle uğraştırırsan kapına ölüsünü bırakacağım."

"Nasıl bir manyaksın lan sen? Bırak onu yoksa-"

"Kes sesini. Burada tehdit cümlesi kuracak biri varsa o da benim. Söyle, dediklerimi tekrar et. Senden, ailenden, Ada'dan uzak duracağım, kimseye zarar vermeyeceğim de." dedi Deniz ve birkaç saniye Melih'in cevap vermesini bekledi. Melih susmayı tercih ettiğinde Deniz silahını kaldırdı ve gökyüzüne bir kurşun daha gönderdi. "Sen kendi oğluna bile acımayan şerefsizin birisin."

Melih'in son sözleri "Merhameti senden öğrenecek değilim." olmuştu. Ardından Deniz telefonu kapattı ve aşağı sarkıttığı silahı Özgür'ün başına dayadı.

"Baban bile acımıyor sana görüyor musun? Ben neden acıyayım?" dedi saçlarından yağmur damlaları süzülürken. Burada sırılsıklam olmuştuk ve şahit olduğum şeyler beni olduğum yere bayıltacak kadar korkunçtu. Deniz Özgür'ü vurmuştu. Tamam, öldürmemişti ama birini vurmuştu. Öfkeli olduğunu biliyordum ama hiç dışarıya yansıtmamış, içinde yaşamıştı. Şimdi ise birinin canını yakmak isteyecek kadar öfkeliydi. "Söylesene sana neden acıyayım?" dedi bağırarak. "Seni öldürmemem için tek bir şey söyle."

"Beni öldürmen için çok sebebin var. Düşmanının oğluyum. Sevdiğin kız bizim yüzümüzden öldü. Kardeşin ölümle pençeleşiyorsa bizim yüzümüzden. Atının kanında zehir varsa bizim yüzümüzden. Şimdi de bu kız." dedi bana bakarak. Yağmurun yüzündeki bütün kanları temizlediğini fark ettim. Bacağındaki yeni kurşun yarasına da yağmur damlaları vuruyordu. "Şimdi de onu bizim yüzümüzden kaybetmekten korkuyorsun."

Deniz gözlerini kıstığında bütün vücudu gerilmişti. "Deniz yapma, bilerek yapıyor." dedim bir anda. Dilimin tutulduğunu hissediyordum ve bu cümlelerin ağzımdan nasıl çıktığına dair hiçbir fikrim yoktu. "Seni kışkırtmasına izin verme."

"Uygar, Ada'yı arabaya götür." dedi Deniz bana bakmadan. Gözlerini ayırmadan Özgür'e bakıyordu.

"Gitmeyeceğim." dediğimde namluyu çekti ve parmağını tetiğin üzerine koydu.

"Uygar, sana ne diyorsam onu yap." dedi Deniz sert bir sesle.

Uygar ya da ben bir şey diyemeden Özgür bir şeyler söylemeye çalıştı. "Bu kızı ellerinin arasından alacağım." Benden bir mal gibi bahsediyor oluşu suratına bir yumruk indirmek istememe sebep olmuştu. Gördüğüm rüya ondan tiksinmeme sebep olmuşken şimdi karşımda duruyordu ve ona bir kurşun da ben sıkacakmışım gibi hissediyordum.

Deniz gülümsedi ve alnına düşen saçlarını geriye atarak başını iki yana salladı. "Denesene." dedi dişlerinin arasından. "Denesene, bak gör ne oluyor."

Özgür cevap vermemişti. Ve o kahrolası gözlerini benden hiç ayırmıyordu. Deniz derin bir nefes verip ani bir hareketle Özgür'den uzaklaştı ve silahını Hakan'a verdi. "Alın bunu yoksa gerçekten öldüreceğim."

"Ne yapalım peki Deniz Bey?" dedi Hakan.

"Evine yakın bir yere atın gitsin." dedi ve tekrardan Özgür'e döndü. "Gerçekten bir gün seni geberteceğim. O gün seni kimse kurtaramayacak."

"Elinden geleni yap. Yenileceksin."

Deniz yine ona doğru yöneldiğinde Uygar'ın kolundan çıktım ve koşarak Deniz'in yanına ulaştım. "Yeter." dedim olabilecek en sakin bir sesle. "Bunlara şahit olmak istemiyorum. Senin korkunç birine dönüştüğünü görmek istemiyorum. Lütfen dur artık."

Başını yukarı kaldırdığında yağmur damlaları yüzüne sertçe çarpıyordu. Konuşmayacak sanmıştım ama yavaşça başını indirip elimi tutarak arabaya doğru yöneldi. "Gidelim."

Göremesem bile Deniz'in adamlarının Özgür'ü zorla arabaya sokmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Özgür'ün çırpınışları metrelerce uzaktan bile duyuluyordu. "Beni gerçekten korkutmaya başladın." dedim kısık bir sesle.

"Az bile yaptım Ada. Artık yeter. Sana yaptıklarının, bana yaşattıklarının cezasını çekecekler. Bunu kendileri istedi. Bundan sonra durmayacağım."

Bir şey söyleyeceğim sırada Uygar yanımıza ulaşmıştı. "Sırılsıklam olduk, hadi atlayın şu arabaya." dedi ve arabanın kilidini açtı. "Hasta olacağız."

Uygar haklıydı, yağmur çok şiddetli yağıyordu, üzerimdeki ceket ısınmama yardımcı olmuyordu ve Deniz'in bu hali beni gerçekten çok korkutuyordu.

Arabanın içi dışarıdan daha iyi değildi. Biraz da olsa ısınmak için kollarımı bedenime sardım ama işe yarayacak gibi durmuyordu. İçerisi de en az dışarısı kadar soğuktu. "Klimayı açtım, biraz sonra ısınır içerisi." dedi Uygar dikiz aynasından bize bakarak.

Deniz üzerini çıkartıyordu. "Ne yapıyorsun oğlum sen, niye soyunuyorsun?" dedi Uygar şaşkınlıkla arkaya bakarken.

"Islak kıyafetlerle durmaya devam edersem daha çok üşüyeceğim. Klima birazdan ısıtır." dedi umursamayan bir sesle. Ardından üzerindeki kazağı çıkarttı. Onu ilk kez üzerinde bir şey olmadan görmemin şaşkınlığıyla ona baktım. Bakışlarımı görmemiş, ıslak kazağını ön koltuğa atmıştı. "Ada sen de ceketini çıkart. Kazağın en azından kuru. Durma ıslak ceketle, üşüteceksin." dedi uyarıcı bir sesle.

Bakışlarımı üzerinden çektim ve dediğini yapıp ceketimi çıkartım. Birkaç saniye sonra Deniz beni kendine doğru çekti ve kolunun altına alıp başımı göğsüne yerleştirdi. Aslında şu an ona yakın olmak istemiyordum ama bulunduğumuz pozisyon bütün gerginliğimi ve korkumu almıştı. Yanağım çıplak bedenine değdiğinde bir an düşüncelerimi toparlayamayacağım sandım ama kısa sürede kendime gelmiştim.

Düşüncelerimi savuşturdum. "Onu nasıl yakaladınız?" dedim titreyen bir sesle. Deniz'in sinirli olduğu anlara çok denk gelmiştim ama bu çok başkaydı. Gözümün önünde birini öldürecek kadar gözü kara bir hale geleceğini hiç düşünmemiştim.

Beni Deniz değil Uygar yanıtlamıştı. "Dedesi Salih Karahan söyledi."

"Torununu ele mi verdi yani?" dedim şaşkın gözlerle. "Ona bir şey yapacağını bile bile?"

"Ona bir şey yapacağımı daha önceden ben de bilmiyordum Ada. Planlarım arasında o kurşunu sıkmak yoktu. Ama dayanamadım." dedi yorgun bir sesle. Bütün gece uyumamıştı, bu kadar şeye nasıl dayandığını merak ettim.

"Yapmasaydın keşke. Şimdi bir de oğlumu vurdun diyerek başına bela olmasın." dedi Uygar pişman bir sesle.

"Olmayacak. Umurumda değil dedi ama gerçekleri babasına söylememden bal gibi de korkuyor. Bu onu durdurur."

"Ne yapacaksın peki şimdi? Aklında ne var?"

"Şu an aklımda olan tek şey uyumak Uygar. Bir an önce eve gidip uyumak istiyorum. Sonrasını düşünürüm."

Uygar bir şey söylemedi ve eve gidene kadarki sessizliğimizi başlattı.

Yaklaşık kırk dakikalık bir yolculuktan sonra Deniz'in evine varmıştık. Hiç beklemeden odama çıktım ve soyunmaya bile gerek duymadan küvete girip sıcak suyu açtım. Hala çok üşüyordum. Hiçbir şey konuşmak istemiyordum. Oturup saatlerce duvarı izle deseler ses çıkarmadan oturur izlerim gibime geliyordu. Gerçekten yaşadıklarıma inanamıyordum. Bu kadar aksiyon hem canımı hem ruhumu acıtıyordu.

Benden ne istiyorlardı? Özgür neden beni Deniz'in elinden almak istiyordu? Ben kimsenin elinde değildim, bu aptal düşünceyi akıllarından çıkarmaları gerekiyordu.

Çok yorulmuştum. Deniz'in hayatındaki çözülmeyen problemler neredeyse benim hayatıma mal oluyordu. Ben neden bu hayatın içindeydim?

Kurtulmak istiyordum.

Başımı geriye atıp gözlerimi kapattığımda biri kapıyı tıklattı. "Ada iyi misin?" Deniz'in sesiydi.

"İyiyim." dedim kuru bir sesle. Bu cevap beynimin otomatik verdiği cevaptan başka bir şey değildi. İyi değildim.

"Girebilir miyim? Konuşmamız lazım."

"Yalnız kalmak istiyorum. Konuşmak istemiyorum."

Deniz beni dinlemedi ve kapıyı açıp içeri girdi. Kocaman olmuş gözlerimle ona bakıp üzerimde kıyafetlerimin olmasına şükrettim. Ardından sanki çıplakmışım gibi beni görmemesi için daha çok suyun içine battım. "Deniz konuşmak istemiyorum dedim ya, neden çat kapı giriyorsun? Ya çıplak olsaydım?" Üzerine hala bir şey giymemişti, altındaki çamur ve kan içinde kalmış pantolonunu bile çıkartmamıştı. Sadece yüzünü yıkamıştı. Umursamadım, odağım gözlerindeydi. "Uyumayacak mıydın sen? Neden buradasın?" dedim cevap vermemekte ısrar edince.

"O kadar ileri gitmek istemedim. Hatta düşünmedim bile." Ah, Özgür'ü vurmasından bahsediyordu. "Ben böyle biri değilim Ada. Kimseyi incitmem, kimsenin canını bilerek yakmam. Ama... Ama kendimi durduramadım." dedi ve yavaşça bana doğru yürüyüp küvetin yanına oturdu. Başımı önüme çevirdim ve tekrar küvete yaslayıp gözlerimi kapattım.

"Son bir saatte çok korkunçtun." dedim boğuk bir sesle.

"Yaptıklarının cezasını çekmesini istedim. Yoruldum Ada. Canım acıyor." dedi ve baş parmağını alnımda gezdirmeye başladı. Özellikle mi yapıyordu bilmiyordum ama alnıma bir zaafı olduğunu düşündüm. Hastanede de alnımı sevmişti.

Konuşabilmek için kelimelerin dilimin ucuna gelmesini bekledim. Ne diyebilirdim bilmiyordum. Canı yanan biri sınırlarını ne kadar zorlayabilirdi bilmiyordum. İnsan gözü döndüğünde ne kadar ileri gidebilirdi bilmiyordum.

Yorulmakta haklıydı. Ben bile bir ayda canımdan bezmiştim. Deniz kim bilir kendi içinde neler yaşıyordu. Bıkmadan, usanmadan, her gün aynı hırsla ondan intikam almak isteyen düşmanları vardı ve bir sonu yoktu. Bu savaşın taraflardan biri ölmeden bitmeyeceğini düşündüm. O kişinin Deniz olduğunu düşündüğümde kalbimde bir bıçak yarası hissettim.

"Benden ne istiyorlar Deniz? Önce öldürmek istediler. Şimdi de beni senin elinden alacağını söylüyor. Elinden almak ne demekse?" dedim tiksinen bir sesle. "Sanki ben bir oyuncağım."

"Oyuncak değilsin Ada. Ne dediğini bilmiyor. Sana zarar vermeyecek."

Yarım bir gülüşle güldüm. "Sana zarar vermeyecek... Bu cümleyi daha önce de söylemiştin. Bak şimdi ne haldeyim." Gözlerimi açtım ve yüzüne baktım. Keşke ne düşündüğünü ve hissettiğini öğrenmemin bir yolu olsaydı. Tıpkı adı gibiydi. Dalgalı, hırçın, öfkeli, durdurulamaz, ne yapacağı kestirilemez. İçinde nasıl bir ateş ve acı vardı? O denizdi, suydu. Alabildiğine uzanan bir büyüklükte bir suydu ama ne yazık içindeki ateşi söndüremiyordu.

"Yaşadıklarını nasıl telafi edeceğimi bilmiyorum." dedi gözlerimin içine bakarak. Bakışlarını kaçırmıyordu. "Yaralarını nasıl saracağını bilmiyorum. Tek bildiğim."

"Tek bildiğin?" dedim konuşmaya devam etmeyince.

"Yanımdan ayrılmanı istemiyorum Ada. Tek bildiğim bu."

"Sen beni yanından ayırmadıkça başıma daha kötü şeyler geliyor Deniz." dedim sitemle. "Benim senin için önemli olduğumu zannediyorlar ve sırf bu yüzden bana zarar veriyorlar. Seni yıkmak için bana zarar vermekten ne zaman vazgeçecekler?"

"Benim için zaten önemlisin Ada." dedi gözlerini kısarak. "Bu onların kendi kafalarında kurduğu bir şey değil. Tek suçum önemli olduğunu onlardan gizleyememek oldu... Ne zaman vazgeçecekleri konusuna gelirsek inan ben de bilmiyorum. Bunları yaşamanı istemezdim."

"Telafi edemeyeceğin şeyleri bana neden yaşatıyorsun?" dedim gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken. "Ben bunları hak edecek ne yaptım?" Tek tek yaralarımın olduğu yerlere dokundum. "Bunları hak edecek ne yaptım Deniz?"

"Ada." dedi sessizce ama onu susturdum.

"Ben bunları yaşamak istemiyorum. Senin hayatını yaşamak istemiyorum. Eski hayatımı özledim." dedim ve ellerimle yüzümü kapatıp daha çok ağlamaya başladım.

Hareket ettiğini hissettim ama ellerimi yüzümden çekmedim. Gideceğini düşünüyordum ama suda bir ses duyunca yanıma geldiğini fark ettim.

"Yalnız kalmak istiyorum." dedim boğuk bir sesle. Ellerimi yüzüme kapattığım için ve ağladığım için sesim zor duyuluyordu.

Sudaki ses ve hareketlilik arttığında sonunda ellerimi yüzümden çekip ne yaptığına baktım. Küvete uzanmış, başını geriye atmıştı.

"Yalnız kalmak istiyorum dedim Deniz."

"Üşüyorum, ısınmam lazım." dedi umursamaz bir sesle. Sanki her şey yolundaymış gibi böyle rahat olmasına inanamadım.

"Odana git o zaman." dedim biraz yükselen bir sesle. Sanki ev benimmiş gibi onu odadan kovuyordum. "Odanda banyo yok mu?"

Başını kaldırdı ve ne hissettiğini hiç belli etmeyen bakışlarla bana baktı. "İyi değilim Ada, uyumak istiyorum."

"Yatağına git o zaman." dediğimde beni bir anda kendine çekti ve üzerine yatırdı. Kulağım tam kalbinin üzerine gelmişti. Kalp atışlarını hissedebiliyordum. Sanki yerinden çıkmak istiyordu.

Çırpınmadım ve kolumu bedenine sardım. Normalde bu durumda utanmam gerekiyordu. Çünkü küvetteydik, Deniz yarı çıplaktı ama benim şu anda küçücük bir çekincem bile yoktu.

Beni kendine sarması bana karşı en etkili silahtı. Tedirginliğim, korkularım, endişelerim bir anda yok oluyordu. Bu durumdan nefret ediyordum. Deniz'e bu kadar alıştığım için kendime kızdım. Zarar görüyordum, sebebi Deniz sayılırdı ama ben gidip ona sığınıyordum.

"Onu vurdun." dediğimde derin bir nefes verdi.

"Planlı değildi Ada. Kontrolümü kaybettim. Sorunlarımı şiddetle çözmüyorum. Benden korkmanı da istemiyorum. O sahneye şahit olduğun için çok üzgünüm. Keşke hiç karakola gelmeseydin." Deniz nefes alıp verdikçe başım da onun göğsüyle beraber hareket ediyordu. Sanki bedenlerimiz tek parçaydı. "Sen haklısın Ada. Sana zarar veriyorum. Ama artık benim hayatımı yaşamayacaksın, eski hayatına döneceksin." dedi eliyle saçlarımı okşarken. Eski hayatına döneceksin de ne demekti? "Söz veriyorum bütün bunlar bittiğinde yüzümü görmeyeceksin. Benden sonraki hayatında adımı bile hatırlamaman için, yaşattığım hiçbir şeyi hatırlamaman için her şeyi yapacağım. Hiçbir izim kalmayacak."

Bütün bunlar bittiğinde ne olacağını hiç düşünmemiştim. Tüm kalbimle istediğim tek şey bunlardan kurtulmaktı. Ama sonrasında ne olacağını bilmiyordum.

Deniz daha az önce yanımdan ayrılmanı istemiyorum demişti. Ama şimdi bütün bunlar bittiğinde hayatımda olmayacağını söylüyordu. Hayatımda olmayacak mıydı? Adımı bile hatırlamayacaksın demişti. Nefesimin içeride bir yerlerde tıkandığını hissettim. O olmayacaktı. Elleri, yüzü, gözleri, kokusu ve şu an sıkıca sarıldığım bedeni, ellerimdeki izleri, dudaklarımdaki izleri. Hiçbiri olmayacaktı.

Haklıydı. Bütün bunlar bittiğinde hayatımda olmayacaktı. Ben bunu yeni idrak ediyordum ve belki de çok kısa bir süre sonra hayatımdan çıkacak olan birinin kollarının arasında olduğum için kendime kızdım. Bana sarılmasına, elimi tutmasına, öpmesine, beraber uyumamıza izin verdiğim için, ona alıştığım için kendime çok kızdım.

Seni unutmak istemiyorum demek istedim. Ama dudaklarımdan dökülen kelimeler "Peki bütün bunlar bittiğinde sen beni unutabilecek misin?" olmuştu. Unutmasını istemiyordum.

"Unutacağım." dedi bir saniye bile düşünmeden. Bir refleksle hemen elimin altındaki kolunu sıktım. "Sen de beni unutacaksın. Başka bir yolu yok. Benden önceki hayatına devam etmek için unutmak zorundasın. Senden önceki hayatıma devam etmem için unutmak zorundayım. Başka çaremiz yok. Yanımda olmaman gerekiyor."

"Yanında olmamam gerekiyor." diyerek onu onayladım fısıltıyla. Kolları bedenimi sımsıkı sardığında gitmemi istemediğini, bana zarar verdiği için gitmek zorunda olduğumu beden diliyle bana anlattığını düşündüm. Belki de bu düşünce benim hayal ürünümdü.

Onun yanında olmamam gerekiyordu ama bu gerçek benim canımı neden bu kadar yakıyordu?

Kolundaki elimi gevşettiğimde başımı öptü, ardından "Ada." dedi yumuşak bir sesle. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri kapalıydı. "Bana kendinle ilgili bir şey anlatır mısın? Güzel bir şey."

Belli belirsiz gülümsedim. "Sen de anlatacaksan?"

"Anlatacağım." dedi, o da gülümsüyordu.

Kısa bir nefes alıp anlatmaya başladım. "Aydın'a taşındıktan sonraki ilk doğum günümde dayım Selay ve ailesini de doğum günümü kutlamak için davet etmişti. Pastamdaki inciri yediği için Selay'ın yüzünü masadaki pastaya yapıştırmıştım."

Deniz kısık bir sesle kısa bir süre güldü. "Seni biraz tehlikeli gördüm." dedi daha da gülerek.

"Öyleyim. Kork benden." dedim Deniz'e eşlik edip gülerek.

"İncir kadar sevdiğin bir şey var mı?" dedi düşünceli bir sesle.

Düşündüm. "Hmmm, resim yapmak."

"Bunu biliyorum." dedi ve ardından ben cevap vermeyince devam etti. "Doğum günün ne zaman?"

"14 Ocak. Senin?" dedim merakla.

"18 Kasım." dedi ve başımı öpüp saçlarımı tekrardan okşamaya başladı.

"Ama yıllardır kutlamıyorum." dedim buruk bir sesle. "Savaş'ı bulana kadar kutlamayacağım... Hadi sıra sende. Sen de güzel bir şey anlat."

"Burası dedemin eviydi eskiden. Küçükken yazları okul tatil olur olmaz buraya gelirdim. Ve okul başlayana kadar burada kalırdım. Kardeşlerim burayı sevmiyordu. Gelseler bile evden çıkmıyorlardı. Eren bu yüzden aşağıdaki köyü ve deniz kıyısını bilmiyor. Daha önce sormuştun hatırlıyor musun?" Başımı onaylarcasına salladım. "Neyse bir yazın sonunda babam ve annem beni almaya gelmişti çünkü ertesi gün okul açılacaktı. Ama ben gitmek istemiyordum. Onlar gelmeden bir ağacın tepesine çıkıp saklandım. Gece yarısına kadar beni aramışlardı ama bulamamışlardı. En son uyuyakalmışım ağaçta. Ve yere düştüm, öyle buldular beni."

Başımı kaldırıp gamzesine dokundum. "Gamzenin hikayesi."

Başını aşağı yukarı sallayıp gülümsedi. "Evet gamzemin hikayesi... Sana bir şey söylemem lazım Ada."

"Dinliyorum." dedim merakla.

"Yarın Bursa'ya gideceğiz." dedi tek bir nefeslik sürede. Bütün vücudumun kilitlendiğini hissettim. Dilimin ucunda bir sürü his vardı ama kelimelere dökemiyordum. Bazı hisler kelimelerle anlatılamıyordu.

"Neden?" dedim yorgun bir hisle. Bu kadar tempoya ne bedenim ne de ruhum dayanıyordu. Biraz dinlensem olmaz mıydı?

"Salih abi Bursa'da açılan yeni bir otelden bahsetmişti. O oteli almak için gideceğim. Seni burada bırakamam, o yüzden sen de geliyorsun."

"Ya Melih de almak isterse ve sana engel olmaya çalışırsa?"

"Çalışamaz. Babasına her şeyi anlatacağımı sanıp biraz da olsa gözü korkmuştur."

Aslında Salih Karahan her şeyi biliyordu ama Melih babasının her şeyi bildiğini bilmiyordu. Acaba Melih'i kim satmıştı? Kim Salih'e gidip her şeyi anlatmıştı? Neyse neydi. Düşünmek istemiyordum.

''Ben gelmek istemiyorum Deniz. Başka bir yer olsa tamam ama Bursa olmaz. Ne olur anla beni. Oraya gidemem, hazır değilim.''

''Kaçmaya devam edersen, yüzleşmezsen hep korkarsın. Ve korkak bir insan hedeflerine ulaşamaz. Savaş'ı bulmak istiyorsan önce geçmişinle bağını koparman lazım. Ancak bu şekilde geleceğe odaklanabilirsin.''

''Sen de geçmişinle bağını koparamıyorsun, sen de geleceğe odaklanamıyorsun.''

''Benim bir geleceğim yok Ada.'' dedi net bir sesle. ''Yarınımı bile göremiyorum. Ama sen öyle değilsin. Çok başarılı bir mimar olacaksın. Harika resimler yapmaya devam edeceksin. Çok mutlu ve başarılı olacaksın.''

''Sen?'' dedim fısıltı gibi bir sesle. ''Bu karanlıkta yaşamaya devam mı edeceksin? Öylece her şeyi kabul mü edeceksin?''

''Etmeyeceğim, savaşacağım ama olmuyorsa da zorlamayacağım.'' Ne diyeceğimi bilemiyordum. Karşımda gerçekten yaşama hevesi olmayan bir Deniz vardı ve onun tekrar hayata döneceğini hiç düşünmüyordum. Sanki hayatta tek bir amacı bile yoktu. ''Neyse, konumuz sensin, ben değil. Ve ben senin yarın bir adım atmanı istiyorum.''

''Savaş'ı bulacağıma dair bir umudum kalmadı. O yüzden bir adım atmama da gerek yok.'' dedim biraz sinirle. Kendisi yarınımı bile göremiyorum derken bana geleceğe odaklan diyordu.

Deniz derin bir nefes verdi. ''Sende sevmediğim tek şey ney biliyor musun? Umutsuz olman. Hemen umutsuzluğa kapılıyorsun."

"Bana umuttan bahsediyorsun ama kendin yarınımı bile göremiyorum diyorsun Deniz." dedim ve üzerinden kalkıp doğruldum. "Duş alacağım çıkar mısın?" Gerçekten bütün dengelerim alt üst olmuştu. Neden sinirlendiğimi bile anlamıyordum. Kendisi geçmişte yaşıyordu ama bana geleceğe bak diyordu. Umutlu olmamı istiyordu ama kendisinin hayattan hiçbir beklentisi yoktu. Gerçi bunların beni niye ilgilendirdiğini de bilmiyordum. Nasıl olsa birkaç zaman sonra hayatımda olmayacaktı.

Onun hakkında ne kadar az şey bilirsem benim için daha kolay olacaktı, onu daha kısa sürede unutmak için daha az şey bilmeliydim. Neden az önce kendiyle ilgili bir şey anlatmasını istemiştim ki? Anılar çoğaldıkça unutmak da zorlaşıyordu.

Ben bunları düşünürken Deniz yavaşça doğruldu ve ayağa kalktı. Üzerindeki sular yavaşça aşağı süzülürken şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bakışlarıma aldırmadı ve elini uzatıp beni de ayağa kaldırdı. "Bursa konusunda ciddiyim." dedi ve yavaşça küvetten çıkıp gitti.

Hiçbir şey düşünmeden duşakabine girdim ve dakikalar süren bir duştan sonra giyinip yatağıma uzandım. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Ağzımda iğrenç bir tat vardı. Bandajlarım ıslandığı için artık işe yaramaz bir hale gelmişti ve canım yanıyordu. Göğsümdeki yaranın kanadığını fark ettiğimde küçük bir lanet mırıldandım ve kıvranarak yataktan kalkıp koridora çıktım. Deniz'in odasının kapısı açıktı. Uykusu vardı, acaba uyuyabilmiş miydi?

Bunu neden düşünüyordum ki? Bana neydi?

Merdivene yaklaştığımda biri beni tutup geriye çevirdi ve o biri Deniz'den başkası değildi. "Bandajlar benim odamda." dedi sessizce. O da duş almıştı, temiz kıyafetlerini giymişti ve bir çocuğun bakışlarını andıran bir bakışla beni izliyordu. Ona şaşkın gözlerle baktım. Ne yapacağımı nereden biliyordu ki? "Az önce odana geldiğimde bandajlarını değiştirecektim ama banyodaydın. Çıkarken de kendi odama aldım. Hadi gel değiştirelim." dedi elimi tutup odasına yönlendiğinde.

"Ben hallederim." diyerek elinden kurtulmaya çalıştım. Bana dokunmasını istemiyordum. Onu daha fazla görmek istemiyordum. Sesini, kokusunu duymak istemiyordum. Onu unutamama korkusu bütün benliğimi sarmıştı.

"Halledemeyeceğini ikimiz de biliyoruz Ada. Neden inat ediyorsun?"

"İnat etmiyorum." dedim bakışlarımı kaçırarak.

"Ediyorsun Ada. Bilmediğim ne var? Bir şey mi oldu? Bakışlarını kaçırıyorsun." dedi merakla.

"Bir şey olmadı." dedim ve elimi elinden çektim. Bakışları bir anlığına birbirinden ayrılan ellerimize kaydı. Ardından tekrar gözlerime baktı.

"Benden bir şey saklamaman konusunda anlaşmıştık." Anlatmak istemiyordum işte neden ısrar ediyordu ki?

''Saklamıyorum Deniz. Sadece'' dediğimde cümlenin devamını bekleyen bakışlarla baktı. ''Sadece sana alışmak istemiyorum. Bana dokunmanı istemiyorum, seni görmek istemiyorum. Sen bana dokundukça, sarıldıkça bendeki izlerin çoğalıyor ve bir gün hayatından çıktığımda o izleri silmek benim için hiç kolay olmayacak.'' Ah, işte gözyaşlarım akmaya başlamıştı bile. ''Ben senin kadar güçlü değilim. Yapamam, o kadar kolay unutamam. İzlerini o kadar kolay silemem.''

Elini yanağıma uzattığında bir adım geri çekilip başımı iki yana salladım. ''Lütfen bana dokunma.'' dedim ellerimle gözyaşlarımı silerken.

Deniz dehşet dolu gözlerle bana bakıyordu. Bu halime en az benim kadar şaşırmıştı. ''Tamam, dokunmuyorum.'' dedi ve elini indirdi. ''Ama bandajlarını değiştirmemiz gerek. Yaran kanıyor.'' Derin bir nefes aldı. ''Sana dokunmayacağım ama bandajını değiştirirken yanında olmam gerekiyor. Bir şeye ihtiyacın olabilir. Yardım etmem gerekebilir.'' Başımı aşağı yukarı salladım. ''Hadi gel.'' dedi ve eliyle odasının kapısını gösterdi. Yavaş adımlarla odasına girip yatağına oturdum. Yatak hala benim bıraktığım gibiydi.

Ben çekmece üzerindeki yeni bandajlara bakarken Deniz pencerenin önüne gitti ve dışarıyı izlemeye başladı. Sanırım beni görmesinden rahatsız olacağımı düşünmüştü.

Kazağımı çıkardıktan sonra tek tek bandajları da çıkarttım. Göğsümdeki yara açılmıştı ve yaram biraz kanıyordu. Peçeteyle temizledikten sonra üzerine krem sürüp temiz bandajı yapıştırdım. Zor bir şey yoktu, Deniz'e ihtiyacım da yoktu. Kendim halledebilirdim. Bu yaşıma kadar her şeyi kendim halletmiştim.

''Benim için de kolay olmayacak.'' dedi ben son bandajı yaramın üzerine yapıştırırken. Kaşlarımı çatıp ona baktım ama o hala dışarıyı izliyordu. Neyden bahsettiğini anlamamıştım. ''Yatağımda uyumuşsun. Yastığımda kokun var.'' Benden bahsediyordu. Yanılmıştım, o da benim izlerimi kolay silemeyecekti. ''Öyle kolay unutabileceğimi mi zannediyorsun?'' dedi bana dönerken. Üzerimde kazağım yoktu, sadece iç çamaşırım vardı ama utanmıyordum. Zaten daha önce de karşısında böyle kalmıştım. Hem ruhum bile ona karşı çıplakken bedenim yarı çıplak olsa da fark etmezdi. ''Neredeyse evin her yerinde izin var Ada. Senin için ne kadar zorsa benim için de o kadar zor.''

Ayağa kalktım ve yatağın üzerinden kazağımı alıp giyerek boş gözlerle ona baktım. Söyleyeceğim herhangi bir şey yoktu. Vücudumun verdiği tek tepki ise ağlamaktı.

''Ağlama. Ağlama çünkü sen karşımda ağlıyorsun ve ben dokunamıyorum bile. Sebebi olduğum gözyaşlarını silemiyorum.'' dedi ve hızlı adımlarla banyoya girdi. Bana dokunamamak ona nasıl bu kadar acı verebilirdi ki? Ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Çıkana kadar beklese miydim yoksa odama mı dönseydim? Bu iki düşünce beni farklı yönlere çekerken vücudum beni Deniz'in yatağına yönlendirdi. Yavaşça oturdum. Bir şey söylemem gerektiğini düşündüm. Öylece çekip gidemezdim.

Deniz çok kısa bir süre sonra odaya döndü. Şaşırmış gibiydi. ''Gidersin zannediyordum.'' Gitmem için mi banyoya kaçmıştı?

Gidememiştim ve ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Bu odada kalmak istemiyordum. Aklıma gördüğüm kabus geliyordu. Yanağımda kalan tek gözyaşını sildim. ''O buradaydı.'' dedim yorgun bir sesle.

''Kim?" dedi ve yatağın yanına gelip benden belli bir mesafe uzağa oturdu.

''Özgür.'' dedim tiksinerek. ''Bu sabah burada, bu yatakta uyurken rüyamda onu gördüm. Bu yatakta benimle uyuyordu. Beni zorla öpmeye çalıştı.'' Deniz'e baktım. Bütün vücudu gerilmişti. Yumruk yaptığı ellerindeki damarları bulunduğu mesafeden bile görebiliyordum. ''Bir şeyler söyledi. Bir aydır Deniz'in peşindeyim ama sen onun dikkatini dağıtıyorsun, sayende hiçbir şeyi fark etmiyor ve bu da bizim çok işimize yarıyor dedi.''

Deniz'in yüzüne baktım. Şaşkınlıkla bana bakıyordu. ''Başka bir şey söyledi mi?''

''Deniz senin kim olduğunu bilmiyor ve öğrendiğinde seni hayatında tutmayacak gibi bir şeyler daha söyledi.''

''Senin kim olduğunu öğrendiğimde mi?''

''Deniz inan bana ne demek istediğini bilmiyorum. Seninle benim ne ilgim var ki sen bunu öğrendiğinde beni hayatından çıkaracaksın? Hem ben Özgür'ü tanımıyorum bile.''

Deniz başını geriye attı ve kısa bir nefes verdi. ''Yaşadıkların bilinçaltına böyle şeyler işliyor Ada. Özgür de seni tanımıyor. Boşuna üzülüp dert etme. Saçma bir kabus görmüşsün, o kadar.'' dedi ve başını indirip bana baktı. Rahatmış gibi görünüyordu ama yüzünde anlam veremediğim bir gerginlik vardı.

''Ben odama gitsem iyi olacak. Sen de uyu istersen.''

Başını aşağı yukarı salladığında kapıya doğru ilerledim. ''Bursa'da biraz kalacağız Ada. Birkaç günlük kıyafet hazırla yarın için.''

Ben Bursa'ya gitme fikrine bile alışamamışken Deniz birkaç gün kalmaktan bahsediyordu. Yenilgiyle başımı salladım ve odadan çıktım. Yarına kadar zamanın nasıl geçeceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Çok uyumuştum ve şimdi uykum yoktu. Önce çanta hazırlayıp sonra mutfağa, Ülkü ablanın yanına gidecektim. Hem belki akşam yemeği için ona yardım ederdim.

Odama geçip birkaç günlük çanta hazırlayıp beklemeden mutfağa indiğimde saat üçü biraz geçiyordu.

''Kolay gelsin.'' dedim mutfağa girdiğimde. Ülkü abla sebze doğruyordu.

''Teşekkür ederim güzel kızım. Neden indin? Bir şeye mi ihtiyacın var?"

''Odada canım sıkılıyor ve o kadar çok uyudum ki artık uyuyamıyorum. Sana yardım etmeye geldim.''

''Gerek yok kızım, yardım edilecek bir şey yok, sen otur burada bana yeter... Ama önce dolabı aç bakalım ne var?'' dedi neşeli bir sesle. Hızlı adımlarla dolabın yanına gittim ve kapağı açtım. Bir koca tabak dolusu incir dolması vardı. ''Ülkü abla.'' dedim nazlı ve şımarık bir sesle. ''Bu benim için mi?''

''Tabii senin için kızım. Bu sabah yaptım. Deniz oğlum istedi. Seveceğini düşünmüş.''

''Sevmem mi? Bayılırım.'' dedim ve dolabın kapağını kapatıp çatala bile gerek duymadan bir tane inciri ağzıma attım. ''Mmmm çok lezzetli olmuş bu.''

''Afiyet olsun kızım. Sen iste neler yaparım ben daha.''

''Çok teşekkür ederim Ülkü abla. Eline sağlık." dedim bir başka inciri de mideme gönderirken.

"Akşam yemeği için Deniz'in ailesi gelecek. Daha doğrusu sana geçmiş olsun demek için ziyarete geliyorlar. Yukarıda terasta mangal yapacak Uygar. Ben Deniz'in sevdiği yemekleri yaparım diyordum ama plan değişti. Bana sadece salata ve meze yapmak kaldı."

"E tamam işte ben de yardım edeyim sana." dedim ve tatlı tabağını dolaba geri koyup dolaptan meze malzemesi çıkardım. "Evet, aklında bir şey var mı yoksa ben kendi bildiklerimi yapayım mı?"

"Sen ne yapmak istiyorsan onu yap. Madem bu kadar heveslisin." dedi Ülkü abla ve kesme tahtasını alıp salata sebzelerini doğramaya başladı.

***

Ülkü ablayla mutfaktaki işimiz bittiğinde Uygar elinde bisküvi ve meyve suyuyla gelmişti. Beni mutfakta görünce kocaman sırıttı. "Bak sana ne getirdim." dedi elindekileri gösterirken.

"Ya Uygar ben şaka yapıyoruz sanıyordum. Gerçekten meyve suyu ve bisküvi mi aldın?" dedim sırıtarak.

"E tabii canım. Söz verdim o kadar. Hem hastalara meyve suyu ve bisküvi alınır. Bunları da biz mi öğretelim?" dedi sahte bir sinirle.

Küçük bir kahkaha attım. "Tamam tamam, teşekkür ederim." dedim ve bisküviyi açıp yemeye başladım. Normalde yemek yiyen biri değildim ama bu evde iştahım açılıyordu.

"Rica ederim. Hadi artık yukarıya çıkalım biz." dedi Uygar ve ardından Ülkü ablaya döndü. "Ülkü abla biz yukarıdayız. Ateşi falan yakarım ben. Sen etleri hazırlayıp gelirsin."

Ülkü abla "Tamam oğlum." dedi ve az önce Uygar'ın getirdiği poşetlere yöneldi. "Baharatlarını hazırlar getiririm. Bir şey olursa seslenin."

"Tamamdır." dedi Uygar ve merdivenlere yöneldik.

"Ada, Deniz'in tutuklandığını kimse bilmiyor. Aman diyeyim sen de sakın bir şey kaçırma ağzından."

"Yok söyleyemem... Demek o yüzden bu sabah karakolda kimse yoktu."

"Evet. Sadece şirket avukatı biliyor."

"Anladım. Çaktırmam ben de merak etme."

Uygar onaylarcasına başını salladı. "İyi misin peki? Kötü görünüyordun. Şey yani, Özgür'le olanlar."

Yüzümü buruşturdum. "İyiyim."

"Yaraların ne durumda? Ağrın var mı?"

"Yani, pek iyi sayılmam. Neyse, ben sana bir şey soracağım Uygar. Deniz yarın Bursa'ya gideceğimizi söyledi. Bilgin var mı?"

"Evet. Salih abinin bahsettiği oteli alacak. Melih'in nabzını ölçeriz hem. Bakalım bir şey yapacak mı diye."

"Melih'i denemek için alıyor yani?"

"Evet." dedi terasa çıktığımızda.

"Özgür'e ne yaptılar?" dedim merakla.

"Evine yakın bir yere bırakmış çocuklar. Hastaneye götürmüştür herhalde sevgili babası. Ben de pek bilmiyorum."

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Onu vurmamalıydı."

"Olan oldu artık, boş ver sen düşünme bunları."

Uygar'ı başımı aşağı yukarı sallayarak yanıtladım ve ona yardıma başladım.

Deniz uyanıp yanımıza geldiğinde çoktan ateşi yakmış, etleri de barbeküye dizmiştik. Masayı bile hazırlamıştım. Bütün tabakları, mezeleri, salataları ve bardakları mutfağa gidip gelerek almış, güzel bir sofra kurmuştum.

"Sen neden uyandın?" dedi Uygar Deniz'e kaşlarını çatarak. "Annenler gelmez hemen. Uyusaydın ya biraz daha."

Deniz yavaşça bahçe koltuğuna oturdu ve arkasına yaslanıp kollarını ensesinde birleştirdi. "Uyuyamadım." dedi ve ardından bana seslendi. "Ada."

Yavaşça ona döndüm. Gözleri uykusuzluktan kıpkırmızıydı. "Efendim."

"Bu akşam Selay ve Can da gelecek. Can'a bir teşekkür borcum var. Yemeğe davet ettim onları."

Bir süre bir şey diyemeden yüzünü inceledim. "Ben onlara da servis açayım o zaman." dedim ve merdivenlere doğru yürüdüm.

Aşağıdan Selay ve Can için de servis alıp yukarı çıktığımda Deniz ve Uygar benim hakkımda konuşuyordu. Daha önce de olduğu gibi etik kuralları yine boş verdim ve konuşmalarını dinledim.

"Ada'yı çok korkuttun Deniz. Neden vuruyorsun kızın gözlerinin önünde Özgür'ü?"

"Söylediklerini sen de duydun Uygar. Ne yapsaydım? Tebrik mi etseydim? Ada'nın halini görüyorsun. Benim yüzümden bu hale geldi. Ona baktıkça vicdanım beni öldürecek gibi oluyor. Ya ölseydi? Bunu hiç düşündün mü?"

"Deniz tam da toparlanıyorsun derken yine dağıttın kendini. Bak Ada iyi, yanında."

"Ona tekrar bir şey olacak diye aklım çıkıyor Uygar." dedi ve derin bir nefes verdi. "Nasıl dağılmayayım?"

"Bundan sonra ona bir şey olmasına müsaade etmeyeceğiz oğlum biz de. Topla kendini, Ada etkileniyor."

"Kafası dağılsın istiyorum. Bursa'ya gitmek belki iyi gelir. Uzaklaşması lazım bir süre."

"Oteli aldıktan sonra hemen dönecek misiniz?"

"Hayır. Kardeşini bulacağıma dair ona söz verdim. Biraz orada kalıp araştıracağım. Nüfus müdürlüğüne gideriz belki bilmiyorum."

"Ada biliyor mu?"

"Hayır, söylemedim."

"Niye?"

"Gerçek olmamasını umduğum bir şey öğrendim Uygar. Ada zaten şu an iyi değil. Duyarsa daha kötü olur."

"Ne? Ne öğrendin?"

Birden elimin ayağımın tutmadığını hissettim. Düşmekten korkuyordum. Gerçek olmamasını umduğu şey neydi?

"Abiciğim." diye bir ses Deniz ve Uygar'ın konuşmasını böldüğünde yakalanmamak için hızlıca son kalan merdivenleri çıkıp Denizlerin yanına gittim.

"Annenler gelmiş." dedi Uygar şaşkınlıkla. "Melis'in sesi bu."

Deniz başını merdivenlere çevirdiğinde benimle karşılaştı. Ne öğrenmişti? Benden ne saklıyordu?

Deniz sanki konuşmalarını duyduğumu biliyormuş gibi gözlerini kaçırıp ayağa kalktı. "Melis koşma sakın." diye bağırdı merdivenlere doğru.

Yavaşça yürüyüp elimdeki tabakları masaya bıraktım. "Neyin var Ada? Rengin solmuş." dedi Uygar yanıma gelip sessizce.

"Biraz yoruldum sanırım."

"E yorulursun tabii kaç kere aşağı indin çıktın. Yapma dedim sana o kadar." dedi Uygar, Melis son merdivene geldiğinde.

Melis Deniz'e sarıldı. "Canım abim benim."

"Hoş geldin meleğim."

"Hoş buldum bir tanecik abim." Kısa bir süre sonra Melis Deniz'in kollarından ayrıldı ve koşarak yanıma geldi. "Ada, geçmiş olsun." dedi ve bana da sarıldı. "İyi misin? Nasıl oldun?"

"İyiyim. Teşekkür ederim." dedim ve bedenlerimizi ayırdım. "Hoş geldin."

"Hoş buldum. Ağrın var mı?"

"Çok değil. İyiyim merak etme."

Melis dostça omzuma dokundu. "Otursana, yorgun görünüyorsun."

"Ne oturması? Şu masaya bakın hepsini Ada yapmış." dedi Uygar beni şikayet ederek. "Dinlenmeyi reddediyor."

Deniz'in bakışlarını üzerimde yakaladım. Benimle hiç konuşmuyordu. Varlığımı sorguladım. Sanki ben yoktum.

"Gerçekten hepsini sen mi yaptın Ada?" dedi Melis masaya yöneldiğinde. Ardından tabaktan meyve alıp ağzına attı. "Hem de Ege mutfağı mezeleri."

"Evet, ben yaptım." dedim ve ayakta durmakta zorlandığım için hemen yanımdaki sandalyeye oturdum.

"Seninle evlenen yaşadı." dedi Melis bir anda. Neye uğradığımı şaşırdım. Hiç evlenme düşüncesi olan biri değildim ve şimdi bunu duymak bende garip bir his uyandırmıştı. Ne kendimi beyaz bir gelinliğin içinde ne de yanımda birini damatlıkla hayal edebiliyordum.

"Melis." dedi Uygar uyaran bir sesle.

"Ne var Uygar abi ya? Ada hem çok güzel hem yetenekli hem de hamarat."

"Tamam, kapatın şu konuyu artık." dedi Deniz ve masaya doğru yürüyüp tam karşımdaki sandalyeye oturdu. Bana bakmıyordu, inatla bakmıyordu. Aklından ne geçtiğini çok merak ediyordum ama bundan önce merak ettiğim tek şey Deniz'in ailemle ilgili ne öğrendiği konusuydu. "Annemler nerede Melis?"

"Eren atlara bakmak istedi. Çiftliğe uğradılar." Deniz başını aşağı yukarı salladı. "Abi İnci hastaymış. Ne oldu ona?"

"Biraz enfeksiyon kapmış. Bir kliniğe yatırdılar." dedi Deniz arkasına yaslanırken. Gerçekten bu kadar uykusuzluğa nasıl dayanıyordu? Gözleri kan çanağından bile beterdi ve dokunsam bayılacak gibi duruyordu.

"Önemli bir şeyi yok değil mi?"

"Yok abicim, merak etme sen." dedi Uygar ve Melis'e göz kırptı.

"Siz öyle diyorsanız." dedi Melis ve hemen ardından oluşan kısa süreliği sessizliği Selay'ın sesi bozdu.

"Biz geldik." dedi abartılı bir neşeyle. Sandalyeden kalkıp beni kucaklamasını bekledim. Herkes hep bir ağızdan hoş geldiniz dediğinde Selay'a sarıldım.

Hemen arkalarından Deniz'in ailesi de gelmişti ve büyük bir selamlaşma faslından sonra nihayet herkes masadaki yerine oturdu. Bir yanımda Selay bir yanımda Eren vardı. Deniz karşımda oturuyordu ve onun bir yanında Melis, bir yanında Uygar vardı. Canan Hanım ve Fatih Bey masanın iki ucuna oturmuştu. Ülkü abla ve Can da karşılıklı yerini aldığında nihayet yemeye başlamıştık.

Herkes neşeyle yemeğini yerken Deniz ve ben birbirimizi izliyorduk. Gözlerini bile kırpmadan bana bakıyordu. Ne anlatmaya çalışıyordu bilmiyordum. Aklında ne vardı bilmiyordum. Ailemle ilgili ne öğrendi bilmiyordum.

"Ada eline sağlık, her şey çok güzel olmuş." dedi Deniz'in annesi gülümseyerek.

"Teşekkür ederim, afiyet olsun." dedim ve ben de onun gibi gülümsedim. Ardından bakışlarımı tekrar Deniz'e çevirdim. Bir şey yemek bir yana tabağına hiçbir şey almamıştı bile.

Kimse Deniz'le beni fark etmemişti ve bu gece aklımda olan tek şey Deniz'in ne bildiğiydi. Bir an önce öğrenmek istiyordum.

Yorgunlukla yüzüme baktı. Gözbebeklerinin arkasında kıvranan ruhuna sarılmak istedim. Onunla ilgili çok iyi bildiğim bir şey vardı.

Onu unutamayacaktım. Beni unutamayacaktı.

 

Loading...
0%