@_kubraakyol
|
"Ada sen Egeli miydin?" dedi Melis neşeli bir sesle. "Yok, Bursalıyım ama ben beş yaşındayken Aydın'a taşındık. Aydın'da büyüdüm." "Hee sen o yüzden böyle lezzetli mezeler yapıyorsun o zaman." "Beğenmenize sevindim." dedim yorgun bir sesle. "Pek iddialı değildim aslında ama." "Yanılıyorsun o zaman." dedi Uygar gülümseyerek. "Baya iyi hepsi." "Teşekkür ederim." dedim ve kapanan iştahıma inat tabağımı doldurdum. "Afiyet olsun tekrardan." "İyi misin peki kızım?" dedi Deniz'in babası. "Nasıl oldun?" "Daha iyiyim. Sağ olun tekrar." dedim ve bakışlarımı tekrar Deniz'le buluşturdum. Viskisini yudumluyordu. "Deniz bu kadar içme istersen." dedi Uygar. Deniz üçüncü bardağını içmeye başlamıştı. "İyiyim böyle." dedi Deniz belli belirsiz bir sesle ve bardağını ortaya uzattı. Hala bana bakıyordu. "Hadi o zaman, Ada'nın sağlığına içiyoruz." dediğinde herkes bardaklarını tokuşturdu. Acaba Deniz meraklı bakışlarımı fark etmiş miydi? Ona ne öğrendin diye sormamak için kendimi zor tutuyordum. Ne biliyordu? Acaba herkes gittikten sonra sorsa mıydım? Yoksa ben sormadan kendisi bana anlatacak mıydı? Bardağımı çektim ve bir yudum alıp masaya bıraktım. Bu gecenin bir an önce bitmesini istiyordum. Yemek boyunca geçirdiğim kaza ve Deniz'in tutuklanması hariç her şey konuşulmuştu. Etkilenmemem için bu konunun özellikle açılmadığına emindim. Zaten ben, bana bir şey sorulmadığı sürece ağzımı açmamıştım bile. Aynı şekilde Deniz de hiç konuşmamıştı. Fatih Bey ve Canan Hanım'ın sorularını Can ve Uygar yanıtlamıştı. Melis abisine sürekli laf atıyordu ama Deniz pek de oralı olmuyordu. Eren de hep benimle uğraşmak istemişti ama onu sürekli yorgunum daha sonra konuşuruz diye yanıtlamıştım. Aklımdaki tek soru hala Deniz'in ne öğrendiği sorusuydu. Hiçbir şeye odaklanamıyordum. Nihayet yemek bitmişti ve herkes dinlenebilmem için evlerine gidecekti. Deniz'e ne bildiğini sorup sormamakta çok kararsızdım. Eğer sorarsam onları dinlediğimi anlayacaktı. Sormazsam da içim içimi yiyecekti. Belki yarın sabah ağzından laf almaya çalışırdım ama şimdi hem kendimi konuşmak için hiç hazır hissetmiyordum hem de Deniz bana çok yabancı davranıyordu. Odasındaki konuşmamızdan bu yana sanki onun için bir yabancıydım. Benimle kurduğu tek iletişim gözlerime bakmasıydı ki bakışı bile soğuktu. Bütün düşüncelerime sünger çektim ve odama geçip yatağıma uzandım. Uykuya dalmak zor olmamıştı. *** Deniz ayağını frenden çektiğinde araba ileri atıldı ve beni düşünceden düşünceye sokan Bursa yolculuğumuz başladı. Gitmek istemiyordum. Çünkü geçmişimle yüzleşmeye hazır değildim. Gitmek istiyordum. Çünkü Deniz bir şey öğrenmişti ama benden saklıyordu. Ben sormadan söyleyip söylemeyeceğini çok merak ediyordum. Acaba Bursa'ya kadar bekleyecek miydi yoksa dayanamayıp anlatacak mıydı? İçimden bir ses bekleyecek diyordu çünkü hala soğuktu davranıyordu. Ve bana çok kısa bir zaman önce güzelim derken şimdi adımı bile söylemiyordu. Onun ikilemini beklemek istemiyordum, dayanamadım ve yolculuğumuzun otuzuncu dakikasında bir konuşma başlattım. "Böyle mi davranacağız Deniz birbirimize? O konuşmadan beri beni yok sayıyorsun. İletişim kurmayı bırak bir şey söylerken adımı bile söylemiyorsun." Bir saniyeliğine gözlerini yoldan ayırdı ve bana bakıp tekrardan yola döndü. "Birbirini unutmak zorunda kalacak iki kişi nasıl davranmalıysa öyle davranmaya çalışıyorum. Seni görmek istemiyorum dedin. Bana dokunmanı istemiyorum dedin. Şimdi benden ne yapmamı istiyorsun?" "Bu yüzden soğuk davranmıyorsun." dedim inkar eden bir sesle. "Başka bir şey var. Benden bir şey saklıyorsun." Belki şimdi ne bildiğini itiraf ederdi. "Saklamıyorum." dedi net bir sesle. "Saklıyorsun." diye üzerine gittim. Söylemesini istiyordum çünkü bu merak beni öldürecekti. "Sen bana böyle davranmazdın Deniz. Resmen kaçıyorsun benden. Bursa'ya neden apar topar gidiyoruz?" "Oteli almaya gidiyoruz." "Diğer sebep peki?" Cevap vermeyince bir kez daha sordum. "Diğer sebep ne?" Deniz yavaşça sağa çekti ve arabayı durdurdu. Ardından bana dönüp yine buz gibi bakışlarını benim bakışlarımla birleştirdi. "Sen bizi mi dinledin?" Derin bir nefes verdim ve kızacak olmasına aldırmadan itiraf ettim. "Dün gece Uygar'la olan konuşmalarınızı duydum Deniz. Geçmişimle ilgili ne öğrendin?" Deniz'in gözlerinde kısa süreli bir karartı gördüm. Kızdığını ve gerildiğini hissetmek için yanında olmaya bile gerek yoktu. "Kapı mı dinliyorsun?" "Konumuz bu değil Deniz. Hayatımla ilgili bir şey öğrenmişsin ve benden saklıyorsun. Sormasam anlatmayacaktın bile. Beni bilmediğim bir şeyle yüzleşmeye götürüyorsun. Orada neyle karşılaşacağımı bile bilmiyorum. Ne biliyorsan bana da söylemek zorundasın çünkü bu benim hayatımla ilgili bir şey." diye bağırdım. "Seni ilk ve son kez uyarıyorum. Bir daha asla kapı arkalarından insanların konuşmalarını dinlemeyeceksin." Ben hayatımla ilgili sırları öğrenmeye çalışırken Deniz hala kapıyı dinlememden bahsediyordu. Neredeyse deli olacaktım. Bana söylemediği her saniye daha fazla sinirleniyordum. "Deniz, ya bana ne bildiğini söylersin ya da hemen şimdi arabadan iniyorum." "İnemezsin." dediğinde kapının koluna dokundum. "Ada inemezsin." Sonunda dudakları ismimle şekillenmişti. Onu dinlemedim ve takip edilemeyen bir sürede kapıyı açıp arabadan inerek yürümeye başladım. Hemen arkamdan Deniz de indi ve bana yetişip tam önümde durdu. "Ada, hiçbir yere gidemeyeceğini sen de biliyorsun." "Söyle o zaman. Söyle ki arabaya döneyim. Ne öğrendin Deniz? Gerçek olmamasını umduğun şey ne?" Bütün duyguları aynı anda yaşamaktan çok yorulmuştum. Beynim uyuşmuştu, ağlamaya başladım. Göz yaşlarım benden bağımsız yanaklarımdan süzülürken nefes alamadığımı hissettim. Deniz derin bir nefes verip başını iki yana salladı. "Bu kadar zor olmamalı Deniz. Söyle artık. Yıllardır elimde hiçbir şey yok, sen bir şey öğrenmişsin ve benden saklıyorsun. Buna hakkın yok." "Bursa'da anlatacaktım." dedi Deniz büyük bir yorgunlukla. Sesinde bir hüzün vardı. Neler olduğunu anlamaya çalışsam da Deniz açık vermiyordu. Bana bunu neden yapıyordu? Daha ne kadar yaralanabilirdim ki? Ben zaten dipteydim ve dipte olan biri daha da düşemezdi. "Bizim çocuklar bir süredir araştırıyor Ada. Aileni yani." deyip ciğerlerini doldurmak istercesine derin bir nefes aldı. "Gerçek mi değil mi bilmiyoruz. Öncelikle bunu söylemem gerek." Ona sonuca gel der gibi baktım. "Savaş'la ilgili bir şey." dediğinde kalbimin orta yerinde derin ve bilindik bir acı hissettim. O acı on yedi senedir benimleydi. Beni gecelerce uyutmayan, sürekli ağlatan ve küçük yaşımda beni büyüten acı. Beni ben yapan, bütün hücrelerimde dolaşan ve beni bir an olsun terk etmeyen acı. Tırnaklarımı avuç içlerime batırdım. Duyacağım şeyden korkuyordum. Ama yine de duymak için can atıyordum. Bu, bir yarayı daha çok kanatmak gibi bir şeydi. Sanki bir yaranın üzerinden kabuğunu koparıyordum. "Bir mezar var." dedi Deniz tek bir nefeste. Kulaklarımın uğuldadığını hissettim. Tüm sesler birbirine karışmıştı. Zemin yerde kayıyordu ve dengemi sağlamakta zorluk çekiyordum. Başımı iki yana salladım. "Mezar taşında Savaş Dündar yazıyor." "Hayır." dedim net bir sesle. Bilincimi kaybetmiş gibi başımı sağa sola sallıyordum. "Doğum tarihi seninkiyle tutuyor." Dün doğum günümü sormuştu. Tesadüfen başlayan bir konuşma belki de Deniz'in aklındaki taşları yerine oturtmuştu. "14 Ocak 1997." "Bu gerçek değil." Bir an olsun durmadan inkar edercesine başımı sağa sola sallamaya devam ederken kurduğum cümle bu olmuştu. Bu gerçek olamazdı. "Ölüm tarihi-" dediğinde lafını kestim. "Sus." dedim bağırarak. "Sus, hayır. O ölmüş olamaz." "Sakin ol." dedi Deniz ve bana bir adım yaklaştı. "Ölmüş olamaz." dedim başımı ellerimin arasına alıp. İçim çok acıyordu. Sanki birileri içeride kalbimi kesiyordu. "Hiçbir şey kesin değil. Öğreneceğiz. Bırakma kendini." Olduğum yere çöktüm. "Bu gerçek olamaz Deniz. Duydun mu beni? Gerçek olamaz." "Ada." dedi Deniz yalvaran bir sesle. "Hadi kalk ayağa lütfen. Böyle yapma." "Ölüm tarihinde ne yazıyor?" dedim boğuk bir sesle. Deniz bir süre bekledi. "4 Haziran 2002." Ellerimle yüzümü kapattım. "Annem öldükten sadece iki gün sonra." diye fısıldadım. Kabullenemezdim. Çünkü inanmıyordum. Savaş ölmüş olamazdı. "Hayır. O ölmedi Deniz." "Ada, hadi ayağa kalk. Arabaya dönelim ne olur." dedi Deniz ağlamaklı bir sesle. Ellerimi yüzümden çekip yüzüne baktım. Yanlış mı anlıyordum bilmiyordum ama Deniz dağılmış bir ifadeyle bana bakıyordu. "Gelmek istemiyorum." dedim yere iyice oturarak. "Yüzleşemem, yapamam. Ben senelerce onu bulacağımı umarak yaşadım. Ona sarılmanın hayalini kurarken şimdi mezarına mı gideceğim? Mezarına mı gideceğim Deniz?" dedim yine bağırarak. "DNA testi yaptıracağız Ada. Yalvarırım umutsuz olma." "Bursa'da kaç tane Savaş Dündar olabilir Deniz? Doğum tarihi bile doğru." "O olduğundan emin değiliz Ada. Hadi ne olur ayağa kalk. Arabaya dönmemiz lazım. Üşüyeceksin." Herhangi bir cevap ya da tepki vermeden boş gözlerle ona baktım. Dilimde bir ağırlık ve yorgunluk vardı. Sanki konuşursam parçalara ayrılacak gibi hissediyordum. "Ada, beni duyuyor musun?" Yıllardır aradığım kardeşime asla kavuşamayacaktım. Başımı omzuna yaslayamayacaktım. O yokken nelerle mücadele ettiğimi, neleri yendiğimi, nelerle başa çıkmaya çalıştığımı, nelere yenildiğimi ona asla anlatamayacaktım. "Ada tepki ver." Düşünme, konuşma, hareket etme yetimi kaybetmiş gibiydim. Artık ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Hiçbir ana yetişemiyordum, sanki yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı. Yıllardır yalnız ve kimsesiz hissediyordum. İçimdeki o oyuğu dolduracak hiçbir şey yoktu. Sadece Savaş'ı bulduğumda tamamlanacaktım ama artık mümkün değildi. "O ölmüş." dedim sessizce. Yirmi dokuz harf arasından seçip birleştirerek kurduğum cümle buydu. Ben yıllarca onu boşuna aramıştım. Yıllarca boş bir hayale kapılmıştım. Deniz hemen önüme çöktü ve elini bana uzattı. "Sana dokunmama izin ver." dedi çaresiz bir sesle. Onunla arama o kadar net bir sınır koymuştum ki şimdi bana dokunmak için izin istiyordu. "Ada, seni ayağa kaldırmam lazım. Sana dokunmama izin ver. Duy beni yalvarırım, korkmaya başladım." Bakışlarımı gözlerine sabitleyip elimi uzattım. Beni hiç çaba sarfetmeden saniyeler içerisinde ayağa kaldırdı ve elini elimden çekti. Kendimi taşıyamayacak kadar yorgun hissediyordum. Sanki kalbimle beraber kemiklerimi de parça parça kesiyorlardı. Yavaş adımlarla Deniz'e yaklaştım ve kollarımı beline sardım. Deniz başta tereddüt etse de o da bana sarıldı. Kendimi onun kollarında küçücük hissediyordum. Bedenlerimiz tek beden gibiymişçesine birbirine yaklaştığında hıçkırarak ağlamaya başladım. "Ben böyle bir son istemiyordum ki." dedim boğuk çıkan sesimle. "Henüz bir sona gelmedik Ada." dedi Deniz başımı ikinci ya da on ikinci kez öperken. "Ağlama artık. O olduğundan emin bile değiliz." "Deniz." dedim ve mümkünmüş gibi ona daha çok sarıldım. "Ben ne yapacağım? Bu yalnızlık ve çaresizlik hissi beni bir gün paramparça yapacak." Deniz benden biraz uzaklaşıp alnını alnıma dayadı. "Ben yanındayım. Yalnız değilsin." "Yanımda olduğunu hissettir." dedim gözlerime yerleşen o koyu gölgeyi dağıtmaya çalışırken. Gerçekten yanımda olduğuna emin olmak istiyordum. Deniz beni kendinden uzaklaştırıp anlamayan gözlerle baktı. "Şu an, yanımda olduğunu bana hissettir." dedim tekrarlayarak. Hayatım boyunca, kendimi yalnız olmadığıma ikna etmek için çabalamıştım. Kafamın içinde belirli aralıklarla yalnız değilsin uyarısı yanıp sönüyordu. Ama tüm bu çabalarıma rağmen yapayalnızlık hissini üzerimden atamıyordum. Belki yeterince güçlü değildim, belki yanımdakiler bana bunu yeterince hissettiremiyordu. Belki de bunu yanımdakilerden beklemek saçmalıktı ama şu an gerçekten yalnız olmadığımı hissetmek istiyordum. Aslında Deniz'i tanımadığım günden beri bu duygum dağılmıştı. Onun yanında tamamlanmış ve güvende hissediyordum. Yalnızlık duygusu silinip gidiyordu. Deniz yavaşça üzerime eğildiğinde düşündüğüm şeyler bunlardı. Gözlerimi kapattım. Dudağımın kenarına kısa ve küçük bir öpücük bırakıp geri çekilmişti. Ona tekrardan sarıldım. "Yanındayım Ada. Hiç olmadığın kadar güçlü olmak zorundasın." dedi fısıltıyla. Konu güçten açıldığında aslında güçlü olmadığımı ama son yaşadıklarım karşısında ne kadar güçlü olduğumu düşündüm. Anı defterimi karıştırıp sayfaların çıkardığı sesleri duymazdan gelirken, hayatımda güçlü kaldığım çok az an olduğunun farkına varmam geç olmamıştı. "Canım yanıyor." dedim hıçkırıklarımın arasından. "Biliyorum." "Çok yanıyor." Deniz yüzümü ellerinin arasına aldı. "Kardeşim ölmüş." dedim gözyaşım Deniz'in eline değdiğinde. "Ada, biliyorum inanması zor ama her şey bitmiş sayılmaz. Belki de Savaş değil." "Savaş'sa ne olacak peki?" Ellerini yüzümden çekti ve bana hiç sarılmadığı kadar sıkı sarıldı. "İyileşmek için uğraşacaksın." "İyileşemezsem?" "İyileşeceksin. Her yara zamanla iyileşir. İzi kalır tabii. Hatta arada sızlar, acıtır, yakar ama iyileşir." "Onu çok özledim Deniz. Daha fazla özlemek istemiyordum ki ben. Kavuşacağız sanıyordum. Ben böyle hayal etmedim hiç." ''Sen üzüldüğünde bir şey yapamıyorum ve bu beni kahrediyor. Üzülme artık. Dedim ya, hiçbir şey kesin değil.'' ''Ölmüş olması için hiçbir sebep yoktu.'' Dehşetle Deniz'den uzaklaştım. Aklıma gelen düşünce beni nefessiz bırakacak kadar yoğundu. ''Babam, Deniz onu babam mı öldürdü? Onun hiçbir hastalığı yoktu. Ölüme yakın olan bendim. O değil." ''Ada, babanın Savaş'ı öldürmek için hiçbir sebebi yoktu. Sağlıklı düşünemiyorsun. Gel.'' dedi ve elimden tutup beni arabaya doğru yürüttü. Ön kapıyı açmasını beklerken arka kapıyı açıp binmeme yardım etti. ''Biraz uyu, gittiğimizde seni uyandıracağım.'' İtiraz etmedim ve koltuğa kıvrılıp gözlerimi kapattım. En azından uyurken bir şey hissetmeyecektim. *** Saçlarımın üzerinde gezen yumuşak bir hisle uyandım. Deniz beni uyandırmaya çalışıyordu. ''Ada, hadi uyan. Geldik.'' Birbirine yapışmış gibi hissettiğim göz kapaklarımı zorlayarak açtım. ''Günaydın.'' Yolculuk boyunca karmakarışık rüyalar görmüştüm, zaten huzurlu bir uyku uyuyamayacağımı biliyordum ama bu beklediğimden de kötüydü. ''Günaydın.'' dedim kuru bir sesle. Çok susamıştım. Deniz doğrulmama yardım etti ve koltuktan kalkıp hava almak için dışarı çıktım. "Neden bana yardım ediyorsun?" dedim bir anda. "Neden sadece oteli alıp gitmiyoruz?" "Sana bir sözüm vardı Ada. Kardeşini bulmana yardım edeceğim dedim. Ayrıca... Ayrıca benim hayatımı yaşamak istemediğini söyledin. Şimdi senin hayatını yaşıyoruz işte, bak." dediğinde yüzüme tokat atılmış gibi hissettim. Belli ki bu cümlem ona dokunmuştu, belki de onu kırmıştım. O ise kendini hayatını bir kenara koyup benim hayatımla ilgili bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Özür dilercesine baktım. "Bakma öyle." Deniz'i tanıdığım günden bu yana ilişkimiz çok başka bir yöne doğru gidiyordu. Onu ilk tanıdığımda bunları yaşayacağımız aklımın ucundan bile geçmezdi. O sadece kütüphanede karşılaştığım bir yabancıydı. Şimdi bu olanlara aklım ermiyordu. Bir bakışımdan bile ne hissettiğimi anlayacak kadar beni tanır hale gelmişti. "Benim yüzümden kendine odaklanmıyorsun. Bir nevi özür gibi düşün." dedi bir mahcubiyetle. "Tabii yaşadıklarını telafi etmez ama senin için bir şey yapmak istedim Ada. Bir gün gittiğinde mutlu olduğunu bilmeliyim. Hayatında her şey yolunda olmalı. Sana öyle veda etmek istiyorum." dedi hüzünle. Vedadan bahsetmese olmaz mıydı? Beni tanıyorsa bu kadar üzüldüğümü nasıl görmüyordu? Veda etmek zorunda olmak, onu unutmak zorunda olmak beni parça parça eritirken nasıl fark etmiyordu? Hem de ben bu haldeyken neden gitmekten bahsediyordu? Zaten kendimi Savaş için bir vedaya zor alıştırıyordum şimdi bir de Deniz'in bu konuşmaları beynimin içini kemiriyordu. "Teşekkür ederim." dedim. "Şimdi ne yapacağız?" "Yani eğer iyi hissediyorsan önce Nüfus Müdürlüğü'ne gidelim." Başımla onayladım. "Olur." Olur demiştim ama hiç istemiyordum. Kardeşin yıllar önce ölmüş cümlesini duymak için acele etmesem de olurdu. Deniz ön kapıyı açıp bir su şişesi çıkardı ve kapağını açıp bana uzattı. "Teşekkür ederim." dedim saniyeler içinde şişenin dibini gördükten sonra. "Rica ederim. Hadi gidelim o zaman." dediğinde tekrar koltuğuma geçtim. Yaklaşık on dakika sonra binanın önünde durmuştuk. Ayaklarım geri geri gidiyordu ve içim daralıyordu. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Araftaydım ama daha çok cehenneme doğru düşüyor gibiydim. "Ada içeriye girebileceğinden emin misin? Yüzün bembeyaz oldu. İstersen daha sonra gelelim." "Yok, iyiyim. Ne kadar çabuk biterse o kadar iyi olur." Deniz yavaşça başını salladı, merdivenlere yaklaşmıştık. Savaş'ın ölmüş olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalsam bile bir an önce bitmesini istiyordum. Müdürün odasına girdiğimizde müdür ayağa kalkarak bizi karşıladı. "Deniz, hoş geldin oğlum." dedi sevgi dolu bir sesle. Bir an nereden tanıştıklarını sorgulasam da aldırmadım. Deniz'in ailesi tanınmış ve nüfuzlu bir aileydi. "Hoş buldum Selim abi." dedi Deniz ve adının Selim olduğunu öğrendiğim adamla el sıkıştı. "Seni bir konuda yardım etmek için rahatsız ediyoruz." "Estağfurullah oğlum." dedi Selim, ardından elini Deniz'den ayırdı ve benimle el sıkıştı. "Buyurun oturun. Bir şey ister misiniz?" Başımı iki yana salladığımda Deniz adamı yanıtladı. "Yok abi, sağ ol. Biz bir şey öğrenmek için geldik." "Dinliyorum." dedi müdür ciddiyetle. Duvardaki saate baktım. Ritmik hareketlerle gözlerimi kapatıp açarken saatin akrebini ve yelkovanını kovalıyordum. Zaman arkasından biri kovalıyormuşçasına ilerliyordu ve tek yaptığım boş gözlerle bakmaktı. Sanki tüm düşünceler beynimde küle dönmüş, dile gelmemek için de dudaklarımda mühürlenmişlerdi. Susamadığım halde dilim kuruyordu. Sürekli yutkunma ihtiyacı duyuyor, kuruyan dudaklarımı yine kuruyan dilimle ıslatmaya çalışıyordum. Deniz "Ada ikiz kardeşini arıyor." dediğinde algılarım beni tekrar bulunduğum ana döndürdü ve bakışlarım Deniz'i buldu. O da bir saniyeliğine bana bakmış, ardından tekrar müdüre dönmüştü. Müdürün bakışları benimkilerle kesiştiğinde ciğerlerime sığmayacak kadar derin bir nefes aldım. "Ada Dündar." diyerek önce kendimi tanıttım. "İkizim Savaş Dündar'la 14 Ocak 1997 tarihinde Bursa'da doğduk. 2 Haziran 2002 gecesi annemi kaybettim. O gece babam ikizimi alıp götürdü. O günden sonra babamı da ikizimi de görmedim. Annem öldükten sonra dayım küçük kız kardeşimle beni Aydın'a götürüp kendi nüfusuna aldı ve adım Ada Dinçer oldu." dedim hala ciğerlerimde tuttuğum nefesi dışarıya vererek. "Annenin kaybı için çok üzgünüm." dedi adam ve bilgisayarının ekranına döndü. "Kimliğini verir misin?" Çantamdan cüzdanımı çıkarttım ve bekletmeden kimliğimi verdim. Müdür ekrana bir şeyler girerken Deniz cümlelerime ilave bilgiler ekledi. "Selim abi bir mezar var aslında. Ada'nın ikizinin bilgilerine uyuyor. Ama Ada on yedi yıldır burada yaşamadığı için olan bitenden habersiz. Net bilgi almak istiyoruz." dediğinde müdürün yüzü çoktan düşmüştü. Hayal kırıklığıyla bana baktığında söyleyeceği cümleyi duymamak için sağır olmayı diledim. "Çok üzgünüm." dedi ve bilgisayarın ekranını bize döndürdü. Ekranda eski aile soy ağacım vardı. Selçuk Dündar, Leyla Dündar, Savaş Dündar, Ada Dündar, Güneş Dündar. Annemin ve Savaş'ın isimlerinin yanında ölüm tarihi yazıyordu. Az önce hızla akan zaman, şimdi dünya üzerindeki anlamını yitirmişti ve benim dilimde kesik bir tat bırakan zamansızlık kavramı yığılıp kalmıştı. O an saat durmuştu. Akrep ve yelkovan ilerlemekten yorulmuştu sanki. Ses ve zaman geçirmez bir kürenin içindeymişim gibi ve hiç çıkamayacakmışım gibi hissediyordum. Bu küre yüzünden ne sesimi duyurabiliyordum ne de başkalarını duyabiliyordum. Ve yine bu küre yüzünden zamana yetişemiyordum. Çünkü bu kürenin içinde sene hala 2002'ydi. Ve ben her kaçmak istediğimde beni geçmişin koynuna atıyordu. Ben geçmişe tutsaktım. "Ada iyi misin?" diye bir ses duyduğumda hiç kırpmadığım gözlerimi yavaşça Deniz'e çevirdim. Göz pınarlarım ağlayamayacak kadar donmuştu. Nefes alamıyordum. Sanki biri nefes boruma taş atıp kaçmıştı ve o taş yüzünden nefesim ciğerlerime ulaşmıyordu. Dışarı çıkmak istedim. Olduğum yerden o kadar hızlı kalkıp dışarı çıkmıştım ki Deniz peşimden gelip bana yetişmekte zorlanmıştı. Bacaklarım bana eşlik etmeyi bırakana kadar koşmak istiyordum ama binanın bahçesinden çıkmama metreler kala Deniz kolumdan tutup arkamdan sarılarak beni olduğum yere sabitlemişti. "Ada." dedi çaresiz bir sesle. "Dur lütfen." Kollarının arasında çırpındım. "Deniz bırak beni." "Bırakmayacağım." dedi ve beni kendine doğru çevirip yüzümü ellerinin arasına aldı. "Sen bu haldeyken seni asla bırakmam... Otopsi yaptıracağız duydun mu beni? Nasıl olmuş, ne zaman olmuş? Duyuyor musun beni? Kendine gel." İki yandan kollarını tuttum ve hızla onu kendimden uzaklaştırdım. "Ne saçmalıyorsun sen Deniz? Küçücük bir bedeni rahatsız mı edeceğiz?" diye bağırdım. "Hem ne fark eder? O ölmüş." "Ada, yalvarırım sakin ol." "Sakin mi olayım? Nasıl sakin olabilirim Deniz?" dedim saçlarımı geriye atıp. Ardından hızla Deniz'e yaklaştım ve onu sertçe geriye doğru ittim. "Sen, kardeşin yaşadığı halde paramparçasın." dedim onu yine geriye iterken. "Öldüğünü düşünsene." dediğimde gözlerini kapattı. İşaret parmağımı kalbinin üzerine bastırdım. "Şurana bir ateş düşüyor değil mi? Onun ölme ihtimalini bile düşünemiyorsun değil mi?" Gözlerini açmış, göz pınarlarında biriken yaşlarla bana bakıyordu. "Ve şimdi gelmiş bana sakin ol diyorsun. Ben senelerdir onun özlemiyle yaşıyorum. Acaba bana benziyor mu, acaba beni düşünüyor mu, anılarımızı hatırlıyor mu sorularıyla kendi kendimi bitirirken o yıllar önce ölmüş. Duydun mu Deniz?" Elini bana uzattığında ondan uzaklaştım ve çevredekilerin bile duyacağı bir sesle bağırdım. "ÖLMÜŞ." "Ada böyle yapma." dediğinde gözyaşları yanaklarını esir aldı. Benim halime mi yoksa Melis'in ölme ihtimaline mi ağlıyordu bilmiyordum. "Annen, baban, kardeşlerin yanında. Sevgiyle büyümüşsün. Kimsenin eksikliğini hissetmemişsin. Beni nasıl anlayabilirsin ki? Ben yıllarca bir hayale ve umuda sığındım. Ama şimdi o umudun ve hayalin altında cesedim yatıyor." Deniz ondan uzaklaşmama ve aramıza koyduğum sınırlara aldırmadan ani bir hamleyle beni kendine çekip başımı göğsüne bastırdı. Direnmedim. Karşı koyacak kadar gücüm yoktu. Uzun bir süre Deniz'in kollarında durmuştum ve hıçkırıklarım derin iç çekişlere dönmüştü. Sakinleştiğimi fark ettiğimdeyse Deniz saçlarımı okşuyordu. ''Beni onun mezarına götürür müsün?'' dedim yavaş yavaş kaybolan sesimle. Deniz başını yavaşça aşağı yukarı salladı ve çenesi birkaç kez başımın üzerinde hareket etti. ''Bunları yaşadığın için çok üzgünüm.'' ''Benim kadar olamazsın.'' dedim. ''Yıllardır süren arayışım son buldu. Ona asla kavuşamayacağım. Hayattaki tek amacım, hedefim, hayalim Savaş'ı bulmaktı. Şimdi hepsi benden alındı Deniz. Artık ne bir amacım var, ne hedefim, ne de hayalim. Ben şimdi ne yapacağım?'' ''Senin hayatını temelinden değiştirmeyi çok isterdim.'' dediğinde başımı göğsünden ayırmadan kaldırdım ve yüzüne baktım. Gözleri hala kapalıydı ama buna rağmen az önceki gözyaşlarının nemini kirpiklerinde görebiliyordum. ''Geçmişe gidip seni oradan almayı ve bambaşka bir hayata koymayı çok isterdim. Annenin ve kardeşlerinin yanında olduğu bir hayat.'' Kollarının arasından ayrıldım ve benimle buluşturduğu gözlerine baktım. ''Artık geçsin istiyorum.'' Elimi göğüs kafesime koydum. ''Şuramda alev alev yanan acımasız bir ateş var. Beni hem yakıyor hem de büyütüyor.’’ Beni büyüten de acının acımasız ateşinde yakan da aynı şeydi. Geçmişim. ''Geçecek. Söz veriyorum.'' ''Nasıl geçecek? Yaşadığım her an hatırlayacağım. Bir an bile unutmayacağım. Nasıl iyileşeceğim?'' ''Hemen olmayacak, zaman alacak, seni büyütecek ve aynı zamanda senden bir şeyler götürecek. Ama bir gün uyandığında hiçbir şey hissetmediğini fark edeceksin. İşte o gün.'' dedi elini kalbimin üzerine koyarak. ''Buradaki ateş sönmüş olacak.'' ''O güne ulaşabilecek kadar güçlü değilim.'' ''Kendini o kadar görmüyorsun ki her şeyi aşabilecek kadar güçlü olduğundan bir haber yaşıyorsun Ada.'' dedi ve elini kalbimin üzerinden çekti. Dışarıdan nasıl göründüğüm hakkında hiçbir fikrim yoktu ama Deniz yanılıyordu. Çünkü başıma gelebilecek en kötü ihtimali yaşıyordum ve buna dayanabileceğimi hiç sanmıyordum. Buruk bir şekilde gülümseyip "Güçlü olmaya değil kardeşimi bulmaya ihtiyacım vardı." dedim ve arabaya doğru ilerlerdim. "Artık gidelim mi?" Sessizlik, soğuk ve acı. Mezarlığa giderken Deniz'e ve bana eşlik eden şeyler işte bunlardı. Konuşmamaya yemin etmiş gibi susmuştuk. Hava çok soğuktu. Derin bir ruhsal acı çekiyordum. Savaş'ın olmayacağını öğrenmek, bundan önce olmayışından daha fazla acı veriyordu. Çünkü olmayışına alışmıştım. Ama olmayacağını öğrenmek umutlarımı ve bütün hayat amacımı yok etmişti. Sanki dünyadaki varoluş sebebim Savaş'ı bulmaktı, şimdi o olmadığı için benim de olmama gerek yokmuş gibi düşünüyordum. Şehir mezarlığına geldiğimizde hala hiçbir şey konuşmamıştık. Sanırım bu ölüm sessizliğiydi ve tüylerimi ürpertiyordu. Ve hava o kadar soğuktu ki her nefes alışımda burnumun içindeki damarlar soğuktan sızlıyordu. Üzerimdeki cekete iyice sarıldım. "Şu taraftan sanırım." dedi Deniz eliyle sağdaki yolu göstererek. Yavaş yavaş yürüyordum ve bayılmaktan çok korkuyordum. Deniz yüzümden anlamış olacak ki elini belime sardı beni kendine yaklaştırdı. Kalabalık, sessizlik, soğuk, ambulanstan mezarlığa taşınan bir kadın, arkasında ağlayan iki kız çocuğu. Ve yanıtı olmayan "Dayı, annemi nereye götürüyorlar?" sorusu. Savaş'ın mezarını ararken hafızam gözlerimin önüne bu anıları sunmuştu. Güçlü kalmaya ve başımı iki yana sallayıp düşüncelerimi savuşturmaya çalıştım. Pek bir işe yarıyor gibi görünmüyordu çünkü hafızam başka anıları da önüme atmıştı. "Hadi Ada, gidiyoruz." "Gelmeyeceğim." "Burada kalamazsın. Gitmek zorundayız." "Annemin yanında kalacağım. Burada, annemin yanında." "Çok yağmur yağıyor, sırılsıklam oldun, hasta olacaksın. Hadi Adacığım böyle yapma." Ağlamaktan konuşamayan bir ses. "Ben ıslanırsam annem de ıslanır. Onu neden götürmüyoruz?" Çamur olmuş toprağa sarılıp ağlayan küçük bir kız. "Ada beni duyuyor musun?" "Ada beni duyuyor musun?" Algımı kazandım ve geçmişten sıyrılıp bulunduğumuz ana döndüm. Gözyaşlarım acelece yanaklarımdan süzüldü. "Ağlama artık Ada." Sıkıca Deniz'e sarıldım. Çünkü dağılmış ruh halime iyi gelen tek şey buydu ve sanırım aramızda bir sınır kalmamıştı. Belki de var olduğunu sandığım o sınır hiç olmamıştı. "Ben yapamayacağım sanırım." dedim. "Otele gidelim mi? İster misin?" "Bilmiyorum." Bedenimi Deniz'in bedeninden ayırdım. Bakışlarım hemen arkasına denk geldiğinde bacaklarım hissizleşmişti çünkü görmekten vazgeçmek üzere olduğum o buz gibi taş oradaydı. Savaş Dündar "Deniz." dedim ve elimi o yöne uzattım. "Deniz orada." Deniz önce gözlerime sonra elimle gösterdiğim yere baktı. Sanırım yere düşeceğimden korkmuştu, kolunu belime sarıp beni kendine yapıştırdı. Ağır ağır yürüdüm ve küçücük mezarın yanı başına oturdum. Toprağın üzeri yabani otlarla dolmuştu. Mezar taşının mermerleri o kadar eskiydi ki simsiyah olmuş ve yosun bağlamıştı. "Savaş." dedim titreyen bir sesle. "Ben geldim." Elimi adının yazılı olduğu yerde gezdirmeye başladım. "Seni çok özledim biliyor musun? Beni neden bıraktın?" Deniz arkama geçip ellerini omzuma koydu. "Anılarımızı hiç unutmadım. Kuşlar için beraber yaptığımız yuvaları, gece yarılarına kadar sokakta oynadığımız oyunları, Güneş'i güldürmek için harcadığımız çabaları, annemizin kucağından hiç ayrılmayışımızı, beraber bir ıhlamur ağacına çıkıp oradan inemeyişimizi, saatlerce resim yaptığımız günleri, bana verdiğin deniz kabuklarını. Hiçbirini unutmadım... Hatta bir deniz kabuğu dövmem var biliyor musun? Seni hep hatırlatsın diye yaptırdım. Gerçi seni asla unutmazdım. İnsan diğer yarısını nasıl unutsun ki değil mi?" Yanağıma damlayan gözyaşını sildim. "Hep sana sarılacağım anı hayal ediyordum. Acaba nasıl olur diye hep düşünüyordum. Ama böyle olacağını hiç hayal etmemiştim. Sana gerçekten veda edeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Sanki üzerime dağları yıkmışlar gibi hissediyorum şimdi. Beni neden bıraktın?" Kollarımı mermere koyup başımı kollarıma yasladım ve uzun uzun karşımdaki yazıları izledim. Harfler birbirine karışıyor ardından yine olmaları gereken yerlere dönüyorlardı. "Deniz." dedim fısıltıyla. Yanıma çöktü ve kolunu bana sardı. "Sen haklıydın. Öğrenmek istiyorum. Neden olmuş, nasıl olmuş? Benim küçük kardeşim neden ölmüş? Bilmek istiyorum." "Savcı bir yakınımız var. Onunla görüşeceğim. Gerekli izni verir, bir an önce otopsi yapılır." "Buna hakkım var mı bilmiyorum, yani onu rahatsız etmek istemezdim." "Böyle düşünme. Gidelim mi artık? Üşüdün." Başımı salladım. Birkaç yarım saat sonra adliyeye gelmiştik. Konuşmaya o kadar halim yoktu ki savcıya her şeyi Deniz anlatmıştı. Deniz'in söylediği gibi gereken izni hemen almıştık, mezar yarın açılacaktı. Adliyeden sonra hastaneye gidip eşleşme için kan örneği de verdiğimde artık otele gidip dinlenmek istiyordum. Yirmi iki yıllık yaşantımın en ağır günlerinden birini yaşıyordum ve bugünün üstesinden gelebileceğimi hiç düşünmüyordum. *** "Sabahtan beri hiçbir şey yemedin, odaya yemek söylememi ister misin? Yoksa aşağı inip mi yiyelim?" dedi Deniz odaya girdiğimizde. Hiçbir şey istemiyordum. Başımı iki yana salladım. Ne bir şey yemek ne de konuşmak istiyordum. Pencereye ilerleyip dışarıyı izlemeye başladım. Bursa'nın en kalabalık ilçelerinden birindeydik. İnsanlar gündelik yaşamına devam ediyordu, o kalabalığın içinde olmayı, o kahkahaların içine karışmayı ve tüm bunlardan uzaklaşmayı çok isterdim ama ben bir kuyunun içinde yapayalnızdım. Deniz arkamdan gelip üzerime bir şeyler sardı. "Çok üşüdün bugün." "Savaş'ın toprağın altında olmasına inanamıyorum. Bunun gerçek olduğuna inanamıyorum Deniz. Neden olabilir? Hiçbir sebep yoktu. Ölmesi için bir sebep yoktu." "Bu soruların cevabını en kısa sürede alacağız Ada." "Çok yorgunum. Bedenim, zihnim, ruhum. Hepsi çok yorgun." Deniz kısa bir sürede bir kolunu belime bir kolunu bacağımın altına koydu ve kendimi bir anda havada buldum. Yavaş adımlarla tekli koltuğa doğru yürüyüp dikkatlice oturduğunda kendimi onun kollarında küçücük bir kız çocuğu gibi hissettim. Bacaklarımı karnıma doğru çekerken başımı biraz kaldırıp yüzüne baktım. Kollarım Deniz'in boynuna sarılıydı. Deniz bir yandan bizi battaniyeyle örtüyor bir yandan beni izliyordu ve o kadar sıcak bakıyordu ki o bakışlardan mahrum kalma ihtimalimi düşündükçe göğsüm üşüyordu. Hayatımda her şey yolundaymış gibi şimdi bir de bunun için üzülüyordum. Biz birbirimizin içine işlemiştik. Sanki ben onsuz, o da bensiz yapamazdı. Saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Ağlayabilirsin." dedi yumuşak bir sesle. Anlamayan bakışlarla baktım. "Ağlamamı istemiyorsun diye düşünüyordum." dedim bana bile yabancı gelen bir sesle. Burnunu saçlarıma dayadı ve ciğerleri dolana kadar kokumu içine çekti. "Kollarımda ağlarken seni teselli edebilirim. Yaralarını iyileştirmene yardımcı olabilirim ama benden uzakta ağladığında yani sana dokunamadığımda..." "Bana dokunamadığında?" dedim meraklı bir tınıyla. "Kolay sakinleşemiyorsun." Haklı mıydı bilmiyordum, düşünmek de istemiyordum. Tek istediğim uyumaktı. "O yüzden şimdi istediğin kadar ağlayabilirsin." Ağlamak değil uyumak istiyordum. Başımı indirip gözlerimi kapattım. Uyku bana kollarını açtığında karşı koymamış, ona teslim olmuştum. Gece yarısı uyandığımda hala tekli koltukta, Deniz'in kucağındaydım. Çok susamıştım ama odada hiçbir şey yoktu. Otelin mutfağının açık olduğunu umarak ve Deniz'i uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça kalkıp battaniyeyi üzerine örttüm. Odanın anahtarını aldım ve sessizce odadan çıktım. Koridorda kimse yoktu. Asansöre binip zemin kata indim. Şanslıydım, mutfak hemen yan taraftaydı. Otel Aladağ Holding bünyesine ait olduğu için mutfağa girmekte bir sakınca görmemiştim. Zaten herkes beni Deniz'in yanında görmüştü ve bir şey diyeceklerini düşünmüyordum. Mutfak karanlıktı ama yine de el yordamıyla bir şişe su buldum ve içtim. Yukarıya çıkmak istemiyordum çünkü hem yalnız kalmak istiyordum hem de gürültü yapıp Deniz'i uyandırmak istemiyordum. Otelin kapalı havuzuna indim ve bir şezlonga uzandım. Bulunduğum yerin tek ışık kaynağı camdan içeriye süzülen ay ışığıydı. Gözlerimi kapatıp bugün yaşadığım şeyleri hazmetmeye ve tek tek tüm hücrelerime kodlamaya çalıştım. Olmuyordu. Nasıl düşünürsem düşüneyim kabullenemiyordum. Savaş gitmişti. Yıllar önce gitmişti. Yokluğunu ve onsuz yaşamayı tanımlayacak bir cümle bulamıyordum. Hissizleşmiştim. Sonsuz bir boşluğun içinde savruluyordum. Gerçekten o kadar boşlukta hissediyorum ki ne yapsam havada kalıyordu. Engebeli olsa da sonunda bir şeyler elde ettiğim yollarda düşe kalka yürümeye bile razıydım. Ama böyle sağa sola savrulma hissi çok yoruyordu. Sanki üzerinde olduğum yolları bir anda ayağımın altından çekmişler gibi hissediyordum. "Ada." diye derinden ve uzaktan gelen, kime ait olduğunu kestiremediğim bir sesle kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. "Ada neredesin?" Ses yaklaştığında Deniz olduğunu anlamıştım. Telaşlı ve korkuluydu. "Ada ses ver, hadi güzelim." Bana tekrardan güzelim dediğini duyabileceğimi sanmıyordum ama dudakları tekrar o kelimeyle şekillendiği için gülümsedim. Bu kelime bana hem güzel olduğumu hem de Deniz'e ait olduğumu hissettiriyordu. Bu histen acilen kurtulmam gerektiğini kendime hatırlattım. Ayağa kalktım. "Deniz buradayım. Havuz kenarında." Deniz'in adım sesleri hızlanırken ona doğru yürüdüm. Beni gördüğünde gözlerindeki telaş ve korku silindi ama izlerini hala görebiliyordum. "Ada burada ne arıyorsun?" dedi ve bir anda beni kendine çekip sıkıca sarıldı. "Niye odadan çıktın? Burada ne yapıyorsun? Beni neden uyandırmadın?" dedi sitem dolu bir sesle. Sesinde bir sürü his vardı. Telaş, korku, sitem, merak. "Çok susamıştım, mutfağa su içmeye indim. Sonra da burada yalnız kalmak istedim ve yukarı çıkmadım." "Minibar vardı Ada odada. İçinde su da vardı. Buraya gelmene gerek yoktu. Görmedin mi?" Odayı gezmediğim için minibarı görmemiştim. "Görmedim. Minibar mı vardı?" "Vardı, görmesen bile beni uyandırmalıydın. Buraya neden indin Ada? Beni ne kadar korkuttuğunu tahmin bile edemezsin." Bedenimi bedeninden ayırıp yüzüne baktım ve gözlerimi bakışlarıyla buluşturdum. "İyiyim Deniz korkma. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı." Elimi yüzüne koydum. "Gerçekten iyiyim." Deniz elimi tuttu ve az önce oturduğum yere yöneldi. Ellerinin titrediğini elimi tuttuğunda fark ettim. Bana bir şey oldu sanmıştı ya da kendime zarar verdiğimi düşünmüş olmalıydı. Deniz yavaşça şezlonga uzanıp beni de yanına çekti. Tereddüt etmeden yanına uzanıp başımı göğsüne koydum, saçlarımla oynuyordu. "Bir konuda anlaşmamız gerekiyor. Bir yere giderken ben uyuyor olsam bile beni uyandırıp haber vereceksin. Tek başına bir yere gidemezsin." "Uyandırmak istemedim, günlerdir uyuyamıyorsun. Hem otel sizin, başıma ne gelebilir ki?" "Uyuyamıyor olmam benim sorunum Ada. Diğer konuya gelirsek, burada kimse sana bir şey yapamaz evet, ben zaten ondan değil kendine bir şey yapmandan korktum." dedi sarılışını sertleştirerek. "Kendime bir şey yapmam. Yani hiç öyle bir girişimde bulunmadım." "Çok kötü görünüyordun. Bilmiyorum Ada, aklıma bir sürü şey geldi." "Merak etme ölüm sebebim kendim olmayacağım." dedim gülümsemeye çalışarak. Derin bir nefes aldı. "Bu konuyu kapatalım mı?" dedi hala saçımı severken. Bir süre susmuştuk. Deniz yavaşça doğruldu ve beni de kucağına alıp havuza doğru ilerledi. "Ne yapıyorsun Deniz?" "Sana iyi geleceğini düşündüğüm bir şey yapıyorum." Kollarında çırpındım, beni havuza atacaktı. "Hayır sakın. Deniz sakın yapma. Düşündüğüm şeyi sakın yapma." dedim küçük çığlıklar atarken. "Korkma Ada." dedi ve bir adım sonra havuza atladı. Önce sırtım suyla buluştu, sonra su saçlarımı dalgalandırdı. En sonunda bütün vücudum suya gömüldü. Dibe doğru batıyorduk. Hala Deniz'in kollarının arasındaydım ama beklediğimin aksine çırpınmıyordum. Kulaklarımı dolduran uğultuya aldırmadan gözlerimi açtım. Deniz'in gözleri de açıktı, beni izliyordu. Kısa süre içinde ben de ayakta duruyormuş gibi pozisyona geçtiğimde yukarı doğru yükseliyorduk. Kollarımı bir an olsun Deniz'in boynundan ayırmamıştım. Başım suyun yüzeyine çıktığında ilk yaptığım şey nefesimi geri verip derin bir nefes daha almak olmuştu. Ardından hemen havuz merdiveninin demirine tutundum. Deniz batmamam için beni belimden sıkıca kavramıştı. "Bunu neden yaptın?" dedim Deniz'in yüzünden akan suları izlerken. Su damlaları saçından alnına, ardından gözlerini geçerek yanaklarına süzülüyordu. Deniz merdiven demirine tutunduğunda ben elimi çektim ve kollarımı tekrar Deniz'in boynuna sardım. "Suyun iyi geleceğini düşündüm." dedi ve boşta kalan eliyle yüzümdeki saçları kulağımın arkasına attı. "Korktuğun gibi miydi?" Biraz düşündüm, korkmamıştım. Şu an bile korkmuyordum. Kendimi serbest bırakmıştım. Su zaten beni yukarıda tutuyordu. Ya da Deniz'in varlığına güveniyordum. "Değilmiş." Elini yanağıma yerleştirdi. "Ada." dedi çaresiz bir sesle. Devam etmesini istediğim bakışlarla baktım. "Seni öpmeme izin ver." dedi bir anda. "İzin ver çünkü olmuyor. Senden uzak duramıyorum. Kaçıyorum, uzaklaşıyorum ama sonra bir bakıyorum kaçtığım yerdeyim. Sesini duymak istiyorum, sürekli seni görmek istiyorum. Hani demiştin ya sana alışmak istemiyorum diye. Ben sana çoktan alıştım Ada. Ben sana karıştım." Ne diyeceğimi bilemeden baktım. "Bizim aramızda bir sınır yok. Sen de farkındasın biliyorum. O aramıza koyduğun sınır kelimelerden ve hayali bir çizgiden ibaret. Benden uzak duramazsın." Neden bu kadar etkileyiciydi? Neden ona bakmaktan kendimi alamıyordum? Bu haldeyken bile nasıl mükemmel görünebiliyordu? Neden onun yanında başıma bir sürü şey geldiği halde bana sarıldığında hiç hissetmediğim kadar güvende hissediyordum? Neden ona karşı koyamıyordum? Bir sürü soru aklımda dolaşırken elimi saçlarının arasına daldırdım. Nefesi dudaklarıma çarpıyor, tenimi gıdıklıyordu. Heyecandan göz bebeklerim büyürken bana doğru yaklaştı. Geri çekilmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. İçimde bir yerlerde bunu aslında benim de istediğimi fark etmem bir saniye bile sürmemişti. Önce nefesi nefesime karıştı. Sonra boşta kalan eli belimi sardı. En sonunda da dudakları dudaklarımı esir aldı. Gözlerimi kapattım. Birbirimizde bıraktığımız izlere bir yenisini daha eklerken Deniz beni bedeni ve havuzun duvarı arasına sıkıştırdı. Deniz'in yavaş ve ıslak öpücükleri yavaş yavaş boynuma doğru inerken dudaklarımdan küçük bir inilti dökülmüş, bu da Deniz'in öpücüklerini biraz da olsa hızlandırmıştı. Böyle bir tutkunun var olabileceğine inanamıyordum. Tanımlayacak bir kelime bile bulamıyordum. Suyun içerisindeydim ama su tenimin ateşini söndüremiyordu. Elimin hemen altındaki saçlarını sıktığımda vücudunun her santimi benim vücudumun her santimine dokunuyordu. Ne yapacağımızı ve ne kadar ileri gideceğimizi bilmiyordum. O kadar tecrübesizdim ki ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum. Tek yaptığım sanki mümkünmüş gibi onu kendime biraz daha yaklaştırmaktı. Deniz tekrar dudaklarıma doğru yol aldığında şezlongun üzerindeki telefonu çalmaya başladı. Deniz aldırış etmemişti ama bu saatte çaldığına göre önemli olmalıydı. "Deniz." diye fısıldadım. "Baksan mı? Önemli olabilir." Deniz homurdandı ve hızla havuzdan çıktı. Peşinden ben de çıktım ve yanına gittim. Deniz'in yüzü ekrana bakar bakmaz bembeyaz olmuştu. Beklemediği bir telefon olduğunu anladım. "Savcı arıyor." dediğinde dilimde ekşi bir tat birikti. "Mezarı yarın kazmayacaklar mıydı? Neden arıyor?" "Ben onlardan rica ettim Ada. Akşama doğru başladılar çalışmaya." dedi Deniz ve telefonu açıp sesi hoparlöre verdi. "Deniz oğlum kusura bakma." dedi bir ses. "Önemli olmasa aramazdım ama bunu söylemem gerekiyordu." "Yok Serhat abi söyle, dinliyorum." "Ada yanında mı?" "Burada yanımda, uyanık o da." "Tamam, şimdi ikiniz de sakin olun." Deniz beni sakince şezlongun üstüne oturttu ve kendi de hemen yanıma oturdu. "Dinliyoruz abi." "Deniz oğlum, saatlerdir kazı çalışması yapıyoruz. Ama bu mezar." dedi derin bir nefes vererek. "Bu mezar boş. Hiçbir şey çıkmadı." |
0% |