Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@_kubraakyol

Elimle gökyüzünü gösterirken "Deniz, yıldız kaydı. Gördün mü?" dedim heyecanla.

"Evet gördüm." dedi hafif bir gülümsemeyle. "Dilek tuttun mu?"

"Tuttum, sen tuttun mu?

"Tuttum." dediğinde ona döndüm. "Ama söylemem."

"Zaten söylememen gerekiyor." diye kıkırdadım. "Söylersen kabul olmaz."

"Ne yani sen şimdi bana bu yıldızın, kimseye söylemem şartıyla benim dileğimi gerçekleştireceğini mi söylüyorsun?"

"Evet tam olarak öyle söylüyorum." dedim kendimden emin bir sesle.

"Peki ya imkansız bir şeyse? Ya başka birinin hayatını da ilgilendiren bir şeyse? Neden başka birinin hayatı benim dileğime göre şekillensin?" dedi şüpheli bir sesle. Ne dilediğini çok merak etmiştim.

"Hmm, belki de o başkası, kendi hayatının senin dileğine göre şekillenmesini istiyordur. Bilemezsin." dedim omuz silkerek.

"Ama risk almış olacak. Bilmediği bir hayatı yaşayacak. Kendi hayatına kaldığı yerden devam edemeyecek."

Neden bilmiyorum, dilediği şeyin ben olduğumu düşündüm. Eğer benden bahsediyorsa ve benim kendi hayatımı geride bırakmam onu üzüyorsa bundan hemen vazgeçmeliydi çünkü ben hayatıma kaldığım yerden devam etmek istemiyordum.

"Belki bütün hayatını geride bırakmak istiyordur, kaldığı yerden devam etmek istemiyordur." Bahsettiğim kişi yine kendimdim, Deniz beni düşünmüyorsa bile bu cümlemden sonra beni düşüneceğine emindim. "Yani bence dileğinden vazgeçme."

Cevap vermemişti. Ne düşündüğünü çok merak ediyordum. Neden her şeyi açık açık söylemiyordu ki?

"Artık otele dönelim mi?" dedi. Gözlerini kısmış bana bakıyordu.

"Olur, zaten geç oldu." dedim ve koltukta doğruldum.

Bir süre sonra otele dönmüştük, hiçbir şey yapmadığım halde yorgun hissediyordum. Deniz'le hiçbir şey konuşmamıştık. Zaten o da benim gibi üstünü değiştirir değiştirmez kendini yatağa atmıştı. Gergin görünüyordu, sanırım yarınki otel satışı yüzündendi.

"İyi misin?" dedim. Başlığa dayadığı sırtını biraz daha aşağı kaydırarak başını yukarı kaldırıp tavanı izlemeye başladı. "İyi görünmüyorsun."

Başını çevirmeden bir anlık bana baktı, ardından gözlerini yeniden tavana dikti. "İyiyim." dedi bir nefes vererek. "Bir sorun yok."

Omuz siktim. Deniz pek inandırıcı değildi ama inanmış gibi yapmıştım. "Peki, öyle diyorsan." Sırt üstü uzanıp tavanı izlemeye başladığım sırada Deniz bir şeyler mırıldandı. "Bir şey mi dedin? Anlamadım." dedim fısıltıyla.

"İyi geceler diyecektim." dedi benim gibi fısıltıyla.

"Deniz." dedim uyumasına engel olarak. Eğer Salih Karahan'ın kozu işe yararsa Melih artık Deniz'in başına bela olmayacaktı. Bu da bizim için yolu sonu geldi demekti çünkü Deniz her seferinde bana, tüm bunlar bittiğinde hayatımdan gideceğinin imasını yapıyordu ve bunu düşündükçe içimde bir şeyler kararıyordu. "Diyelim ki oteli aldıktan sonra Melih Karahan hiçbir şey yapmadı yani dediğin gibi oldu ve artık seninle uğraşmaktan vazgeçti. O zaman ne olacak?"

"Nasıl yani?" dedi anlamamış gibi. Anladığını biliyordum. Deniz zeki biriydi, anlamamış olması imkansızdı. Cevap vermekten korktuğu bir soruydu, kaçıyordu.

"Yani Salih abinin verdiği koz işe yararsa Melih sizin için artık bir tehdit sayılmayacak. Bu da sizin için demek oluyor ki tüm her şey sona erdi, artık rahatsınız. Yanlış mı düşünüyorum?"

"Doğru düşünüyorsun." dedi düşünceli bir sesle.

"Tamam, sonra ne olacak?" dedim sabırsız bir sesle.

"Biraz daha açık olur musun?" dedi. Sanırım düşünebilmek için beni oyalıyordu.

"Ben." dedim en sonunda dayanamayarak. "Beni koruman için evinde kalıyorum. Artık koruman gereken bir şey olmayacak. Kendi evime ne zaman döneceğim?" Aslında gitmek istemiyordum. Gidip gitmeyeceğimi öğrenmeye çalışıyordum.

"Gitmek mi istiyorsun?" dedi kırgın bir sesle.

"Bunun eninde sonunda olacağı belli değil miydi zaten?"

"Her şey tam olarak net değil. Bunu ben oteli aldıktan sonra göreceğiz." dedi. Gitme demiyordu. Eninde sonunda Deniz'le farklı yönlere gidecektik. Buna neden üzüldüğümü bile bilmiyordum. Deniz'in sonsuza kadar hayatımda kalacağını falan mı zannediyordum? Her seferinde farklı davranıp farklı şeyler söylüyordu. Bazen kalmamı istiyor gibi bazen de gitmemi istiyor gibiydi ve ben ona ayak uydurmakta zorlanıyordum.

"Peki şirkette çalışacak mıyım? En azından lansmana kadar. Uygar'a bir sözüm vardı ya."

"Bu konuyu yarın sabah konuşalım olur mu? Şimdi uyumak istiyorum." dedi küçük bir mırıldanmayla.

Sessiz bir nefes verdim ve gözlerimin önünde tomurcuklanan ve akmaya hazırlanan yaşları sildim. "Pekala, iyi geceler."

"İyi geceler." dedi kısa bir cevapla. Uyuyacak sandım ama geceye iki cümle daha bıraktı. "Ve bu arada Ada, gitmekten bahsedip durma. Daha Savaş'ı bulmadık."

Cevap vermemiştim. Bu konunun ucu sanırım hep açık kalacaktı. Gidecek miydim yoksa kalacak mıydım bunu zaman gösterecekti.

***

3 Ekim, Perşembe

Gün ışıkları gecenin koynuna girip karanlığı aydınlığa çevirirken göğsümde, nefes almamı engelleyen bir ağırlıkla ve boynumu tatlı tatlı gıdıklayan bir hisle uyandım. Bakışlarımın odağı açık kahverengi ve dalgalı saçları bulduğunda ne olduğunu çoktan anlamıştım bile. Nasıl bu pozisyona geldiğimizi hatırlamıyordum. En son Deniz'le belli bir mesafede yatıyorduk. Şimdi ise sırt üstü uzanır vaziyetteydim ve Deniz de başını boynum ve göğsüm arasındaki boşluğa koymuştu. Kolu da belime sarılıydı.

Hiç düşünmeden elimi saçlarına daldırdım ve parmaklarımı saçlarının arasında gezdirdim. Ciğerlerimi onun kokusuyla şenlendirirken Deniz yavaş yavaş hareket etti ve başını kaldırıp yüzüme baktı. Ve üzerinde yine bir şey yoktu. Tişörtünü ne ara çıkardığını merak ettim. Böyle dolaşmaya devam ederse bir gün fena hasta olacaktı.

"Günaydın." dedim gülümseyerek. Parmaklarım hala saçlarında volta atıyordu. ''İyi misin?'' dedim, yataktan hızla kalkmaya çalışıyordu. "Ne oldu?"

"Günaydın, iyiyim." dedi ama telaşlıydı. "Oteli almaya gitmemiz gerekiyordu. Sanırım biraz geç kaldık." Yan taraftaki tekli koltuktan gömleğini aldı ve kollarını geçirip çekmecenin üzerindeki telefonunu kulağına götürdü. "Bir an önce hazırlanmamız gerek."

Yataktan kalktım ve valizime yöneldim.

"Alo." dedi Deniz telaşlı bir sesle. Bir yandan gömleğinin düğmelerini ilikliyordu, bir yandan da kulağı ve omzu arasına sıkıştırdığı telefonla konuşmaya çalışıyordu. "Uygar sanırım geç kalacağız. Sen neredesin?" Uygar mı gelmişti? "Uyuyakalmışım işte Uygar, yarım saate orada oluruz. Sen idare edersin... Bir sıkıntı var mı?... İyi, güzel... Ben Salih abiyi arayacağım birazdan, görüşürüz."

"Uygar mı geldi?" dedim Deniz'e bakarak. Ama o bana değil telefonuna bakıyordu.

"Evet, arkanı döner misin?" Anlamayan gözlerle bakınca gözlerini telefondan kaldırıp benimkilerle buluşturdu. "Eşofmanımı çıkartıp pantolonumu giyeceğim."

"Ah, tabii." dedim utanarak. Telaşla arkama döndüm ve valizden aldığım eşyalarla odadan çıktım. "Ben banyodayım."

Hızla banyoya gidip üzerimi değiştirdim ve giyinip Deniz'in yanına döndüm. Çoktan giyinmişti ve beni bekliyordu.

"Hadi çıkalım." dediğinde ona doğru ilerledim.

"Dur bir dakika."

"Ne oldu?" dediğinde tam önünde durdum ve yamuk kravatını ellerimin arasına aldım.

"Şunu düzelteyim." diyerek düzgün hale getirmeye çalıştım. "Telaştan yamuk bırakmışsın."

"Teşekkür ederim." Saatine bakıp küçük bir of çekti.

"Tamam, işte oldu." dedim ve bir adım geri uzaklaşmaya çalıştım. Deniz müsaade etmemişti.

"Şansa ihtiyacım var." dedi çocuksu bir hevesle.

"İyi şanslar o halde." dedim ama Deniz'in istediği bu değildi. Bunu dudaklarını birbirine bastırıp muzip bir şekilde gülmesinden anlamıştım. Onu öpmemi istiyordu.

Az önce geri atamadığım adımı şimdi atmaya çalıştım ama Deniz yine müsaade etmemişti. "Geç kalacağız Deniz." dedim hala çaba sarf ederken.

"Evet, ben de tam onu söyleyecektim. Geç kalacağız."

"Hadi o zaman." dedim kalkmasını ima ederek.

"Hadi o zaman." dedi öpmemi ima ederek.

Bir süre düşündüm ve gözlerimi kapatıp kısacık bir süre içinde Deniz'in tam gamzesinin üzerine küçük bir öpücük bıraktım.

Yüzümü geri çektiğimde Deniz gülümsüyordu. "Tamam, şimdi gidebiliriz."

Başımı iki yana sallayıp gülümserken Deniz çoktan çıkışa doğru ilerlemişti.

Dışarısı bugün düne göre oldukça soğuktu, arabaya koşa koşa ilerlediğimizde kendimi olabilecek en kısa sürede koltuğa atıp kapıyı kapattım.

Deniz koltuğuna geçer geçmez arabayı çalıştırıp birini arayarak sesi dışarıya verdi. Arabanın içi tanıdık bir sesle dolmuştu, Salih Karahan'ın sesiydi.

''Salih abi.'' dedi Deniz. ''Melih seni aradı mı?''

Salih Karahan derin bir nefes verdi. ''Özgür'ü vurmuşsun.'' dedi bir anda. Deniz bu ayrıntıyı sanırım unutmuştu.

''Evet vurdum ve inan bana bir dahaki sefere o kadar merhametli davranmayacağım.''

''Olanları duydum, Ada için üzgünüm. Ama sakin olman gerek.''

''Üzgün olduğunu duymak için aramadım Salih abi. Konuşmamız lazım... Melih'i her şeyi bildiğimi ve Ada'dan uzak durmasını, aksi taktirde her şeyi sana anlatacağımı söyleyerek tehdit ettim. Bildiğimi biliyorlar artık. Kimse seni aramadı mı?''

''Hayır aramadı kimse. Melih ne dedi senin söylediklerinden sonra? Ve şimdi ne yapmayı planlıyorsun?''

''Melih nereden öğrendiğimi sordu, söylemedim. Şimdi de Bursa'dayım. Nabızlarını ölçmek için bahsettiğin oteli almaya geldim.''

''Satıştan haberi var ama oteli almaya cesaret edemez.'' dedi düz bir sesle. Sesinde herhangi bir ifade yoktu. ''Bir şey yapacağını sanmıyorum. Bana güven."

''Peki bu onu ne kadar durdurur? Daha ne kadar bu şekilde tehdit edebilirim ki? Eninde sonunda her şey bir gün açığa çıkacak ve o gün Melih'in de korkacak bir şeyi kalmayacak.''

''Bahsettiğin o günü ertelemeye çalışacağız. Gerisini o gün düşünürüz. Şimdilik senin için yapabileceğim tek şey bu.''

Deniz derin bir nefes aldı. ''Tamam ama şunu söylemek zorundayım. Senin torunun beni, Ada'ya daha fazla zarar vermekle, onu yanımdan almakla tehdit etmeye devam ederse, üzgünüm Salih abi ama ona acımam. Asla acımam. Kimse Ada'yı alamaz. Bırakmam.''

''Onunla konuşmaya çalışacağım. Ada iyi mi?'' dedi samimi bir sesle.

''İyi.'' dedi Deniz kestirip atarak. Sanırım bu konu hakkında bir şey konuşmak istemiyordu.

''Tamam, yapabileceğim bir şey olursa haber ver.''

''Torununa sahip çık yeter.''

''Deneyeceğim.'' dedi Salih Karahan ve Deniz telefonu kapattı.

''Otel ihaleyle mi satılıyor?'' dedim merakla.

''Hayır, normal satışa sunulmuş. Direkt satıcıyla görüşeceğim ve imza atacağız. Sonra da bitiyor.''

''Hemen gidecek miyiz peki oteli satın aldıktan sonra?''

''Çok mu sıkıldın?''

''Biraz... Yani geriliyorum. Babamla karşılaşmaktan korkuyorum sanırım.''

''Nasıl biriydi? Baban yani, fiziksel olarak. Ona çok mu benziyorsun?''

''Evet, babasının kızı derdi bana.'' dedim gülümseyerek. Ardından hemen normal halime döndüm.

''Savaş nasıl biriydi peki? Güneş'i biliyorum, ofisime geldiğin ilk gün fotoğrafını görmüştüm.''

''Savaş hem anneme hem babama benziyordu. Siyah saçlıydı, beyaz tenliydi ama gözleri anneme benziyordu. Maviydi.''

''O zaman Güneş tamamen annene benziyor. Sarı saçlı ve mavi gözlü.''

''Hı hı.'' dedim. ''Ben babama benziyorum. Güneş anneme, Savaş da hem babama hem anneme benziyor anlayacağın.''

''Fotoğrafınız var mı?''

''Bir yangından bahsetmiştim hatırlıyor musun? O yangında tüm fotoğraflarımız yanmış. Tüm bildiğim hafızamdaki görüntüler. Neden sordun?''

''Savaş'ı aramak için fotoğrafına ihtiyacımız olacağını düşündüm.''

Başımı salladım. "Savcıdan haber var mı?"

Deniz sıkıntılı bir nefes verdi. "Hayır henüz bir haber gelmedi. Endişelenme Ada. Serhat abinin elinden hiçbir şey kurtulmaz. Bursa'nın en iyi savcılarından biri o. Bu olayı da çözecek."

"Umarım... Deniz dün gece konuştuk ya, artık işe başlayabilir miyim? Yani mesela yarın."

"Hayır, henüz iyileşmedin."

"Deniz inan bana dışarıda yorulduğumdan daha az yorulurum işte çalışırken."

"Bilemiyorum Ada, düşünmem gerek. Yaraların henüz iyileşmedi."

"İyileşti, canım yanmıyor. Hem evde canım sıkılıyor."

Bir süre düşündü. "Bakarız." dedi geçiştirerek. Umarım ikna olmuştur diye düşündüm.

"Peki." dedim ve başımı cama yaslayıp dışarıyı izledim.

Nihayet anlaşma yerine gelmiştik, burada hiç bulunmak istemiyordum ama Deniz otelde kalmama izin vermemişti. Mecburen ben de gelmiştim. Neyse ki çok kısa sürmüştü. İmzalar atılmış, otel satın alınmıştı. Sırada Melih'in yapacağı hamleyi beklemek kalmıştı. Eğer bir şey yapmazsa Deniz'in hayatındaki sorunlar büyük ölçüde çözülmüş sayılırdı. Bu da tamamen olmasa da Deniz'in hayatından çıkmama az kaldı demekti.

Yüzüm iyice asıldığında bir restoranda kahvaltı yapıyorduk. Deniz ve Uygar iş konuşurken ben dışarıdaki manzarayı izliyordum. Bursa güzeldi ama sanki benim üzerime çöküyormuş gibi hissediyordum. Buradan hemen gitmeliydik.

"Ee." dedi Uygar bana bakarak. Ama Deniz'le konuşuyordu. "Asistanım ne zaman işe başlayacak?"

"Daha dinlenmesi lazım Uygar. İyileşmedi tam olarak."

"Ama sen bakarız dedin Deniz." dedim biraz sitemle.

"Tamam işte, olur demedim. Bakarız dedim. Gayet opsiyonel bir cevaptı. Bakarız, düşünürüz, olabilir veya olmayabilir. İhtimalleri gözden kaçırıyorsun."

"Deniz, gerçekten evde sıkılıyorum. Hem hani beni gözünün önünden ayırmayacaktın? İşe gidersen ve ben evde kalırsam ne olacak?"

"Sıkılmayacaksın merak etme." dedi merak uyandıran bir sesle. Amacına ulaşmıştı, ne olduğunu merak etmiştim ama ikna olmak istemiyordum. Onu dinlemeyecektim.

"Neyse, bu konuyu evde konuşuruz."

"Konuşalım." dedi düz bir sesle. Sanki sevgiliydik ve tartışıyorduk. Bu durum gülümsememe sebep olmuştu.

"Arkadaşlar didişmeniz için sormadım o soruyu. Kendinize gelin." dedi Uygar çatalını bir bana bir Deniz'e göstererek.

"Hayır diyeceğim şeyler sorma o zaman Uygar." dedi Deniz kendinden emin bir sesle.

"Deniz, Ada'nın durumunun farkındayım ama senin de ne kadar yoğun olduğumun farkında olman lazım. Lansmana yetişemeyeceğim böyle giderse."

"Ben sana güveniyorum Uygar. Bu zamana kadar hangi iş senin elinden kurtuldu?"

"Baştan söyleyeyim de ben. Sonra hiç neden yetişmedi diye azarlama beni."

"Aşk olsun Uygar." dedi Deniz. Bir şeyler daha söyleyecekti ama Uygar lafını kesti. "Ben ne zaman-"

"Aşk olsun. Aşk olsun tabii ya, olmadan olur mu?" dedi bir bana bir Deniz'e bakarak. Sırıtıyordu.

"Uygar." dedi Deniz uyarıcı ses tonuyla. "Susacak mısın yoksa ben mi susturayım?"

"Sana da bir şey söylenmiyor." dedi Uygar kaşlarını çatarak. "İki yıldır yalnızım, hayatımda aşk istiyorum artık."

"Sen kendinden mi bahsediyordun?" dedi Deniz tek kaşını kaldırarak.

"Kendimden bahsediyordum tabii ki Deniz. Kimden bahsedeceğim?" dedi ve bana dönüp göz kırptı. Kendinden bahsetmiyordu, benden ve Deniz'den bahsediyordu. Şaşkınlıkla Deniz'e döndüm ama Uygar'ı görmemişti. Tabağındakileri bıçakla bölmekle meşguldü.

"Güzel," dedi Deniz ve küçük parçaya ayırdığı peyniri ağzına attı. "O zaman sıkıntı yok."

"Aynen öyle kardeşim." dediğinde Uygar'a baktım ve kaş gözle ne yapmaya çalıştığını sormaya çalıştım. Bir şey demeden önüne dönmüştü. "Bu otel işi çok iyi oldu. Şirket için çok iyi bir yatırım."

"Bana kaçmaya yer çıktı demiyorsun da." dedi Deniz gülerek.

"Orası ayrı. Artık kafam attığında buraya kaçacağım, doğru. Ama çok iyi bir alışveriş olduğunu da yok sayamam."

Deniz "Üç yüz seksen milyona mal olmasaydı daha mutlu olabilirdim." dediğinde yediğim yemek boğazımda kaldı ve öksürmeye başladım.

Üç yüz seksen milyon mu? dedim içimden. Hayatımda asla sahip olamayacağım bir paraydı. "Ada, iyi misin güzelim? Ne oldu?" dedi Deniz su bardağımı bana uzatırken. Bir elini de sırtıma koymuştu.

Bardağı yavaşça aldım ve içtim. "İyiyim, boğazıma kaçtı sadece." dedim ağzımı silerken.

"Neyse, öyle ya da böyle çok iyi yatırım." dedi Uygar düşünceli bir sesle. "Bakalım bundan sonra ne olacak."

"Hiçbir şey olmayacak. Olursa da artık Melih denen o şerefsiz ölümlerden ölüm beğensin."

"Deniz." dedi Uygar uyarıcı bir sesle. Gözleriyle beni gösteriyordu. "Saçma sapan konuşma."

Deniz derin bir nefes verdi ama bir şey söylemedi.

Birkaç dakika sonra kahvaltımız bitmişti ve İstanbul'a doğru yola çıkmıştık. Uygar da hemen arkamızdan geliyordu.

Düşüncelerim bir perde gibi önümü kapattığında telefonum çalıyordu. Ekranı baktım, arayan Güneş'ti.

Ben telefonu "Güneş'im nasılsın?" diye neşeyle açmıştım ama Güneş'in yanıtı soğuk bir "Neredesin?" olmuştu. O hep cıvıl cıvıldı. Böyle soğuk olmazdı ki.

"Bir sorun mu var Güneş?" dedim. "Ne oldu?"

"Evde misin?" Sesi ağlamaklı geliyordu.

"Hayır ne oldu Güneş, anlatır mısın?"

"İstanbul'dayım. Sen neredesin?"

"İstanbul mu?" dedim şaşkınlıkla. "Geleceğini neden haber vermedin?"

"Sana kaç kez oldu neredesin diye soruyorum. Evde misin, neredesin? Cevap ver." dedi sinirle bağırarak.

"Evde değilim Güneş, neler oluyor? Niye bağırıp duruyorsun?"

"İyi, her neredeysen hemen eve gel. Ben bir saate sende olurum. Konuşmamız gerek." dedi ve telefonu yüzüme kapattı.

Neler olduğunu gerçekten çok merak ediyordum çünkü Güneş kolay kolay sinirlenen biri değildi. Hem İstanbul'a neden gelmişti ki?

Deniz'in sorularına cevap vermeden dayımı aradım. İlk çalışında açmıştı. "Dayı." dedim telaşla. "Güneş neden İstanbul'da?"

"İstanbul mu? Güneş oraya mı gelmiş?" Sesi o kadar anormal geliyordu ki Güneş'ten haberinin olmadığını anladım. Demek söylemeden gelmişti. "Tartıştınız mı siz? Onu en son ne zaman gördünüz? Neden buraya geldi? Evden mi kaçtı?"

"Hayır kızım ne tartışması? Her şey çok normaldi dün gece. En son o zaman gördük zaten. Sabah da okula çıkmıştır diye hiç sorgulamadım açıkçası."

"Beni aradı, çok sinirliydi... Dayı bir şey bilmediğine emin misin?"

"Eminim kızım. Olmadı." dedi dayım derin bir nefes vererek.

"Tamam, neyse onunla konuşacağım."

"Ne olduğunu mutlaka bana da söyle."

"Peki, sana yazarım. Görüşürüz." dedim ve telefonu kapattım.

"Ne oldu Ada?" dedi Deniz endişeyle. "Dayın bir şey dedi mi?"

"Hayır, haberi bile yok. Neden geldi ki Deniz? Hem de kimseye haber vermeden."

"Bilmiyorum Ada, en son ne konuştunuz? Bir şeye kızmış olabilir mi?"

"En son dün sabah mesajlaştık. Gayet keyifliydi. Dün gece de iyiymiş."

"Bir şey oldu belli ki."

"Ama ne?" dedim. Sesim gergindi.

"Tamam, sakin ol. Gidince öğreneceğiz nasıl olsa."

"Benim evime gitmemiz lazım. Güneş oraya gidiyor. Seninle yaşadığımı ona açıklayamam."

"Tamam, nasıl istersen." dedi Deniz. Benim aksime sakin görünüyordu. Ya da bana öyle gösteriyordu. Bilmiyordum.

İstanbul'a gidene kadar hiç konuşmamıştık. Dilimin ucundaki o küf tadını atamıyordum. İçimde çok kötü bir his vardı. Güneş'in neden geldiğini düşünüp durmaktan aklımı yitirecektim. Beynimin içini örümcek ağları kaplamış gibiydi. Bir türlü temizleyemiyordum.

"Ada, iyi misin?" dedi Deniz. Evimin önündeydik. İyi değildim, kalbim sıkışıyordu ve midem bulanıyordu. Ağrımayan yaralarım bile ağrımaya başlamıştı

"İyiyim." dedim ve zor bela arabadan indim.

"Yürümene yardım etmemi ister misin?"

"Yok, iyiyim teşekkürler." dedim eve doğru yürüyerek.

Zorlansam da birkaç dakika sonra evimin bulunduğu kata ulaşmıştım. Deniz de benimle gelmişti ama Güneş onu sorarsa ne diyeceğimi bilmiyordum.

Kaygılarımı boş verip dairemin kapısını açarak içeriye doğru sessizce yürüdüm. Güneş gelmişti, salondaydı.

Ona doğru ilerleyip sarılmak için kollarımı açtım ama yüksek bir sesle "Benden daha ne kadar gizleyecektin?" dedi ve üzerime doğru geldi. "Anlatsana, bana daha ne kadar yalan söyleyecektin?" Neyden bahsettiğini anlamamıştım. Ne yalanından söz ediyordu? Bu kadar tepki vermesine sebep olan şey neydi?

Kolumu tutup sıktığında hafifçe inledim. Canımı yakmıştı. "Güneş kendine gel." dedim ve kolumu çektim. Deniz hemen arkamdaydı ama Güneş'in gözü o kadar kararmıştı ki Deniz'i görmüyordu.

"Benden nasıl gizlersiniz? Bana nasıl anlatmazsınız?" dedi hayal kırıklığıyla.

"Neyi gizledim, doğru düzgün söyler misin?" dedim hafif bağırarak. Onu ilk kez böyle görüyordum. Çok sinirliydi.

"Annem." dedi bir nefeste ve nefretle yüzüme baktı. Sanki dilim mühürlenmişti. Öğrenmişti. Gerçeği biliyordu. Ama nasıl? "Annem intihar mı etti?" Gözlerinde tomurcuklanan gözyaşlarını görebiliyordum.

"Güneş ben." dedim.

"Söyle, anlat, biliyorum." dedi ve parmaklarını avuç içlerine bastırdı.

"Sen nereden öğrendin?" dedim kekeleyerek. Sözcükleri zar zor seçiyordum. Beni asla affetmeyecekti.

"Kimden öğrendiğimin ne önemi var?" dedi bağırarak. Tüm apartman sesini duymuş olmalıydı.

"Güneş sakin ol." dedi Deniz. "Sakin ol, anlatacağız."

"Anlatacağız?" dedi ve soran gözlerle bana baktı. "Bu herif de kim? Ne demek anlatacağız? Ne demek dedim?" dedi ve kolumu tekrar sıktı. "Anlat çabuk. Bana nasıl söylemezsin? Nasıl? Yıllardır aptal yerine mi koydun beni?" Bakışları bir anlık Deniz'le buluştu ve ardından yine bana baktı. "En çok benim bilmem gereken şeyleri benden başka herkes biliyor öyle mi?"

Sessizce "Özür dilerim." dedim. "Ama sana anlatamazdım. Çünkü ben nefretle büyüdüm ve senin de tüm bunları yaşamanı istemedim. Yaşadıklarım hiç kolay değildi." Bedenimi artık taşıyamayan bacaklarım titrediğinde kendimi Güneş'in elinden kurtardım ve hemen arkamdaki sandalyeye bıraktım. Deniz de yanıma oturdu. "Tam olarak ne bildiğini anlatır mısın? Bana kızgın olduğunu biliyorum ama detayları anlattığımda beni anlayacaksın. Ama bana önce bunu kimden öğrendiğini söyle."

Kuru bir sesle "Dün gece telefonuma mesaj geldi." dedi. Gözlerime sanki boş bir duvara bakıyormuş gibi bakması canımı çok yakıyordu. O benim küçüğüm, her şeyimdi. Kalbinin acıyla kavrulması boğazımda bir yumruya sebep olmuştu. Yutkunamıyordum.

Güneş çantasından telefonunu çıkartarak bana doğru uzattığında Deniz benden önce davrandı ve mesajı okumaya başladı. "Savaş'ın kaybolduğunu ve annenin üzüntüden öldüğünü düşünüyorsan yanılıyorsun. Bence herkese hesap sorma vaktin geldi." Ona her şeyi ben anlatacaktım. Bu şekilde öğrenmemeliydi. Onun güvenini kaybetmiştim ve belki de asla tekrar kazanamayacaktım.

"Mesaj atan numarayı aradım. Babamın Savaş'ı alıp gittiğini, annemin de intihar ettiğini söyledi. Sonra da yüzüme kapattı. Söyle şimdi. Annem neden intihar etti? Babam neden gitti? Abim nerede? Anlat. Bilmek istiyorum." dedi yumuşamayan sinirinle.

"Bilmiyorum." dediğimde önümde volta atıyordu. Düşündüğüm tek şey nereden bildiğiydi. Kim söylemişti? Bu mesaj kimden gelmişti.

"Ne demek bilmiyorum ya ne demek bilmiyorum? Hepsini tek tek anlatacaksın. Neden nefretle büyüdün? Anlat hadi."

"Yeter ya." diye bağırarak kalktım ve Güneş'i hemen arkasındaki koltuğa ittim. "Yeter. Sen benim ne yaşadığımı biliyor musun? Senelerdir ne yaşadığımı biliyor musun?" dedim nefes almaya çalışarak.

"Böyle mi savunacaksın kendini? Anlatsaydın o zaman. Her ne yaşıyorsan benimle paylaşsaydın. Ama sen saklamayı seçmişsin. Sakın şimdi bana ne yaşadım biliyor musun gibi saçma sapan şeyler söyleme. Duydun mu? Her şeyi sakladıktan sonra bana böyle her şeyi tek başıma göğüsledim diyemezsin."

"Benim yaşadıklarımı yaşama istedim Güneş duydun mu? Senelerdir gözümü her kapadığımda annemin o halini görüyorum. Kabuslarla uyanıyorum, senelerdir."

"Ne?" dedi dağılmış bir ifadeyle.

"Annem kendini astı Güneş. Ve ben gördüm. Duydun mu? Onun cansız bedenini gördüm." Güneş bir şey diyememişti. Boşluktan yararlanarak devam ettim. "Babam bir gece Savaş'ı alıp götürdü. Sonra, sonra annem odaya girdi ve dakikalarca gelmedi. Yanına gittim... Odada cansız bedeni vardı." dedim parmaklarımı göz kapaklarıma defalarca bastırarak. "Gitmiyor, gözümün önünden gitmiyor."

"Abla." dedi Güneş, sakinleşmişti ama bu sefer ben kendimi kaybetmiştim.

"Yıllardır Savaş'ı arıyorum. Yok, hiçbir yerde yok."

"Söylemen gerekirdi. Acını paylaşırdım, birbirimize destek olurduk. Ama böyle her şeyden habersiz bir aptal gibi yaşamak... Ne olursa olsun bana bunu yapmaya hakkınız yoktu. Sana, dayıma, yengeme o kadar kızgınım ki. Sizi asla affetmeyeceğim."

"Güneş özür dilerim. Yemin ederim senin içindi. Acı çekmeni istemedim. Şu halime bak. Benim gibi olma istedim." Güneş başını iki yana salladı ve telefonunu Deniz'den alıp hızla kapıya yöneldi. "Nereye gidiyorsun?"

Peşinden gitmeye gücüm yoktu. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Geçmişte olanları Deniz ve yakın çevrem hariç kimse bilmiyordu. Güneş'e kim söylemişti? Başka kim biliyordu?

"Aydın'a dönüyorum. Sakın peşimden gelme. Bir süre senin yüzünü görmek hatta sesini bile duymak istemiyorum." dedi öfke dolu bir sesle. "Dayıma sana sürpriz yapmak için İstanbul'a geldiğimi söyleyeceğim. Sen de aynen böyle söylersin. Onunla şu an yüzleşecek bir psikolojide değilim." Utanmasam yere yığılacaktım. Bana karşı neden bu kadar katıydı?

Bir ağlama krizine yakalanacağımı anladığımda Deniz yavaşça beni kucağına alıp koltuğa oturdu. "Ağlayabilirsin." dedi sessizce.

Dakikalarca tuttuğum gözyaşlarım Deniz'in tek bir sözüyle yanaklarımdan süzülmüştü. Sarsılarak ağlıyordum ve gözyaşlarıma söz geçiremiyordum. "Kim yaptı bunu?" dedim çaresiz bir sesle. "Nasıl oluyor Deniz? Ben sana Güneş'in geçmişte olanları bilmediğinden bahseder bahsetmez bu bilgi Güneş'e nasıl ulaşıyor? Kim yaptı bunu? Nasıl olur?"

"Numarayı Uygar'a attım. Araştıracak. Sakin ol. Öfkesi çok taze. Sana hak verecek. Güven bana. Şu an sadece kızgın. Eski halinize döneceksiniz." dedi ve alnıma bir öpücük bıraktı.

"Yakın çevrem hariç kimse bilmiyordu. Bu notu her kim yazdıysa bütün geçmişimden haberdar. Kim bu Deniz? Benim düşmanım yoktu ki. Böyle bir şey nasıl olabilir?"

"Öğreneceğiz Ada." dedi ve saçlarıma da bir öpücük bıraktı. "Bulacağım. Söz veriyorum."

"Deniz." dedim neredeyse yalvaran bir sesle. "Gitmeni istemiyorum. İstemiyorum çünkü tek başıma bütün bunlarla mücadele edemem."

Deniz cevap vermedi ve mümkünmüş gibi bana daha sıkı sarıldı. Kaç yarım saat o pozisyonda durduğumuzu bilmiyordum. Hıçkırıklarım kısa sürede kesilmiş, yerini sessiz nefeslere bırakmıştı. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Zaten her şey çığırından çıkmıştı. Hiçbir şey bilmiyordum. Şu an bildiğim tek şey Deniz'in Güneş'e mesaj atan kişiyi bulacağıydı. Deniz'e güveniyordum ve bu güven hissi çok güzeldi. Aslında ona ait her şey güzeldi. Beni sarıp sarmalaması, bebeğiymişim gibi kollarının arasında sakinleştirmesi, ona sığınmama izin vermesi, ona sarıldığımda kalp atışlarının değişmesi, saçları, gözleri, adı gibi deniz kokması ve daha birçok kelime onunla beraber çok güzeldi.

Bir asır gibi geçen süreden sonra ilk konuşan kişi Deniz olmuştu. "Daha iyi misin?"

Başımı aşağı yukarı salladım. "İyiyim."

"Artık gidelim mi peki?"

"Gidelim." dedim ve yavaşça doğrulup bacaklarımı aşağı indirdim. Hala Deniz'in bir bacağında oturuyordum. Deniz'in eli belimde gezerken alnımı alnına dayadım ve "Deniz." diye fısıldadım.

"Efendim güzelim." dedi ve diğer elini yanağıma koyarak yüzümü sevmeye başladı.

"Her şey geçecek değil mi? Hepsi bir gün bitecek. Bir gün iyileşeceğim değil mi?"

"Bir gün büyüyüp dünyanın en mutlu kadını olacaksın. Sana zaman veremem ama bu dediğim gerçekten olacak Ada, bana güven."

"Güveniyorum." dedim bir saniye bile düşünmeden. "Ama ben zaten büyüğüm." Nasıl olduğunu bilmiyordum ama gülümsemiştim. Zaten Deniz'in yanında gülümsememek mümkün değildi.

Deniz iki elini de yüzüme koydu ve burnumun ucunu öptü. "Hayır, sen hala küçük bir bebeksin. Benim be-" dedi ve sonra birden sustu. Cümlesine devam edememişti ama ne söyleyeceğini ikimiz de çok iyi biliyorduk.

"Evet." dedim sessizce ve yarım bıraktığı cümlesini onayladım. Nasıl ve ne zaman olduğunu bilmiyordum ama sanırım ben gerçekten de onun bebeğiydim. Bana öyle hissettiriyordu.

***

Sonunda Deniz'in evine geldiğimizde saat beşe geliyordu. Yine çok yorulmuştum ve uyumak istiyordum. Bunun için odama çıkacaktım ama Deniz bir şey göstermek istediğini söylemişti ve beni çalışma odasına götürüyordu.

"Ne göstereceksin Deniz? Söyler misin artık?"

"Ben sabırsız bir adamım Ada. Ama şunu söylemek zorundayım ki sen benden daha sabırsızsın. Bunu nasıl yapıyorsun?" dedi gülerek. Neşesi sesine yansıyordu.

"Bilmem, özel olarak harcadığım bir çaba yok. Dümdüz sabırsızım. Ekstra bir şey yapmıyorum yani."

Arkama geçti ve gözlerimi tek eliyle kapatarak diğer eliyle kapının kolunu indirdi. "Bakalım beğenecek misin?" dediğinde birkaç adım ilerlemiştik.

"Neyi?" dedim merakla. Deniz elini çektiğinde göz kapaklarımı açtım.

Çalışma odasının yarısını resim atölyesine çevirmişti. Şaşkınlıkla açılan ağzımı elimle kapattım. "Deniz." dedim sevinç ve şaşkınlık dolu bir sesle. "Deniz bunu benim için mi yaptın?"

Odaya doğru ilerledim ve boş tuvalde elimi gezdirip tekrar Deniz'e döndüm. "Evde olduğun zamanlarda sıkılmaman için." dedi. Bana mı öyle geliyordu bilmiyordum ama gözlerinde bir ışıltı vardı.

"Çok teşekkür ederim." dedim koşup boynuna atlayarak. Sanırım fazla atlamıştım çünkü Deniz ani bir refleksle tek koluyla belimden tutmuştu ve ayaklarım havaya kalkmıştı. Dizlerimi kırdım. Bu kadar güçlü olmasına inanamıyordum. Tek koluyla bunu nasıl başarıyordu? Sanki üç kiloydum.

"Önemli değil." dediğinde hemen önüme serilen boynuna küçücük bir öpücük bıraktım. Ardından kendimi yerde buldum.

"Tehlikeli sularda yüzüyorsun." dedi kaşlarını çatarak. Anlamayan gözlerle baktım. "Bir daha bunu yapma."

"Ne?" dedim hala anlamayarak. "Neyi yapmayayım?"

Deniz başını iki yana salladı ve gülümsedi. "Neyse boş ver. Gerçekten beğendin mi burayı?"

"Evet çok beğendim." dedim ve odayı gezmeye başladım. Buraya ilk kez giriyordum. Deniz'in normal hayatında nasıl olduğunu biliyordum ama iş hayatında nasıl olduğunu bilmiyordum. Ama şimdi anladığım kadarıyla disiplinli ve çalışkandı. Bunu sadece odaya bakarak bile anlayabilirdiniz. Çünkü oda çok düzenliydi. Her şey yerli yerindeydi. Dağınıklık yoktu. Bütün kitaplar raflara özenle yerleştirilmişti. Hepsini okuduğuna emindim.

Uzun zamandır okumak istediğim bir kitap gözüme çarptığında yavaşça kitaba dokundum. "Alabilir miyim?" dedim nazlı bir sesle.

"Alabilirsin. Okumuş muydun daha önce?"

"Hayır, hep erteledim. Bir türlü başlayamadım."

Deniz yanıma geldi ve kitabı elimden alıp kapağına dokundu. "Gurur ve Önyargı... Çoğu okuyucu Aşk ve Gurur adıyla okusa da ben bu ismi tercih ediyorum."

"Özel bir nedeni var mı?"

"Kitapta asıl anlatılan şey aşk değil aslında. Gurur, önyargı ve toplum değerleri yüzünden iki kişinin birbirine yaklaşamamasını ve bir türlü bir araya gelememesini anlatıyor daha çok."

"Peki sonunda gurur ve önyargılarını yıkıp bir araya geliyorlar mı?"

"Okuyup kendin öğrenmeni tercih ederim." dedi gülerek. "Gerçekten çok sabırsızsın." Omuz silkip dudağımı büktüm ve kitaplıktaki diğer kitaplara göz gezdirmeye başladım. "Peki sence." dedi Deniz merakla. "Gurur ve önyargı aşka engel mi?"

"Bilmem daha önce hiç aşık olmadım. Nelere göz yumup neleri görmezden geleceğimi pek kestiremiyorum. Yani bu soruna net bir cevap veremem." dedim ona dönerek. Bana başımın üstünde incir ağacı çıkmış gibi şaşkınlıkla bakıyordu. "Niye öyle bakıyorsun?"

"Şaşırdım sadece." Deniz buna bile şaşırdıysa beni öpen ilk kişi olduğunu öğrenince ne yapardı acaba?

"Hiç aşık olmadım ama bir sevgilim vardı." diye itiraf ettim. "Bir ay kadar önce ayrıldık. Seninle kütüphanede karşılaştığımız ilk gün." Hayat çok garipti. Birileri hayatımızdan çıkarken birileri giriyordu.

"24 Ağustos." dedi sessizce. Hatırlıyordu.

"Bu yaşıma kadar tek erkek arkadaşım oydu ama ona aşık değildim Deniz." dedim asıl konuya dönerek. "Çok bencilce biliyorum ama onunlaydım. Bir yıl boyunca arkadaş gibiydik. Elini bile tutmadım."

"Nasıl yani?" dedi yanıma gelip çenemi tutarak. Başparmağını dudağımın üzerine koymuştu. "Yani sen şimdi diyorsun ki." Anlamıştı. Bende sadece kendi izlerinin olduğunu biliyordu. Elimde, dudağımda ve tenimde sadece Deniz'in izleri vardı.

Gözlerinin içine baktım. "Evet." dedim ve elimi yüzüne koydum. Pencereden sızan ışık tam gözlerine vuruyordu ve bal rengi gözleri daha da açık renkmiş gibi görünüyordu.

Bir şey dememişti. Sadece gülümsüyordu. Gözlerinde bir ifade aradım ama hiçbir şey belli etmiyordu. "Hangi ressam o güzel gözlerin hakkını verebilir?" dedi yumuşacık bir sesle. Anlamayan gözlerle baktım ama cevap vermek yerine elimi tuttu ve kitabı da alarak çıkışa doğru yöneldi. "Gurur ve Önyargı'dan çok sevdiğim bir alıntı... Hadi Ada, daha bitirmen gereken bir kitap var."

Loading...
0%