Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@_kubraakyol

Elizabeth Bay Darcy'nin bu hallerini şaşkınlıkla izliyordu, ancak tek bir kelime dahi etmedi. Birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra Bay Darcy tedirgin bir halde Elizabeth'in yanına geldi ve nihayet konuşmaya başladı.

'Bu zamana kadar uğraştığım boşuna. Fayda etmiyor, duygularımı bastıramıyorum bir türlü. İzin verirseniz eğer, size olan sevgimi göstermek istiyorum artık. Size hayranım, sizi seviyorum hem de büyük bir tutkuyla seviyorum.'

"Eveeet bugünlük bu kadar yeter." dedi Deniz ve kitabı kapatıp çekmecenin üzerine bıraktı. Saatlerdir Deniz'in yatağında yatıyorduk ve Deniz aralıksız bir şekilde bana kitap okumuştu. Kollarının arasından bir an bile ayrılmamıştım. Başım da hep göğsündeydi.

"Ama Deniz." diye nazlandım. "En güzel yerinde bıraktın."

"Ne güzel işte, şimdi merakla bekleyeceksin ve okumam için heyecanlanacaksın." dedi sırıtarak. "Hem artık gözlerim ağrımaya başladı. Hem de uykum geldi. Biraz dinlenmemiz lazım. Saat bire geliyor."

Gece yarısına ne zaman geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tek düşündüğüm Deniz'in yanındayken zamanın ne kadar da çabuk geçtiğiydi. Sanki birileri akrep ve yelkovanı zorla arkasından ittiriyordu. "Tamam o zaman uyuyalım." dedim ve gece lambamı kapatıp tekrar Deniz'e sarıldım. "Elizabeth de Bay Darcy'yi seviyor mu?" dedim merakla. Deniz'in bana yine ne kadar sabırsız olduğumla alakalı kelimeler söyleyeceğini ve Okuyunca öğrenirsin. diyeceğini düşünüyordum ama beni yanıltmıştı.

"Bilmem, sence seviyor mu?" dedi merakla. Sanki kitaptaki karakterlerden bahsetmiyordu, sanki bu soru bana yönelttiği bir soruydu.

"Bence seviyor." dediğimde derin nefesini saçlarımın üzerine bıraktı.

"İyi uykular Ada." dedi gece lambasını kapatarak.

"İyi uykular Deniz." dedim yorgun bir sesle. Deniz'le uyumaya o kadar alışmıştım ki hayatımdan çıktığında onsuz nasıl uyuyacağımı bilmiyordum.

4 Ekim, Cuma

"Deniz, uyan çabuk." dedim Deniz'i uyandırmaya çalışarak. Saat öğlen on ikiye geliyordu ve daha önemlisi Deniz işe geç kalmıştı. "Deniz uyan hadi. Sana diyorum." dedim ve kolundan tutup onu sarstım. "İşe geç kaldın."

Mırıldanarak bir şeyler söyledi ama gözlerini açmamıştı. "Bugün evden çalışacağım." dedi kolumdan tutup beni yatağa tekrar yatırırken.

"Evden mi?" dedim mahcup bir sesle. "Yani seni boşuna mı uyandırdım?"

"Evet, evden." dedi ve beni sırt üstü yatırıp başını göğsüme koydu. "Ayrıca Uygar şirkette, o halleder."

Sanki biri bana komut vermiş gibi parmaklarımı Deniz'in saçlarının arasına daldırdım. "Özür dilerim uyandırdığım için."

"Yok, özür dileme. Yeterince uyuduk... Bu arada sen acıkmadın mı? Neredeyse yirmi dört saattir bir şey yemiyoruz."

"Acıktım. Aşağı inelim istersen."

"Hmm." dedi düşünceli bir sesle. "Yalnız Ülkü abla izinli, pazartesi gününe kadar olmayacak. Kız kardeşi hastalanmış, onun yanına gitti."

"Kahvaltı hazırlamayı biliyorum Deniz. Aç kalmayız merak etme." dedim sırıtarak.

"Kahvaltı hazırlayamıyor olsan bile aç kalmazdık Ada." Göremesem bile gülümsediğini hissedebiliyordum. "Tamam, şahane yemekler yapamıyor olabilirim ama biraz bir şeyler biliyorum ben de."

"Hmm." dedim düşünceli bir sesle. "Bana kahvaltı hazırlayabilirsin o zaman."

"Hiç şüphen olmasın küçük hanım." dedi ve üzerimden kalkıp doğruldu. "Ama önce bir duş almam lazım."

"Ben de alsam fena olmaz." dedim ve yataktan kalktım.

"Tamam o zaman, aşağıda buluşalım." dedi ve banyoya doğru yürüyerek tişörtünü çıkartıp koltuğa fırlattı.

Arkasından bir süre baksam da hızlıca düşüncelerimi savuşturdum ve her ne kadar artık kullanmıyor olsam da benim için ayrılan odaya gidip banyoya girdim. Kısa bir duş almıştım. Ardından hiç beklemeden giyindim ve aşağı indim. Deniz çoktan mutfağa inmiş, çay için ocağa su bile koymuştu.

"Kolay gelsin." dedim sandalyelerden birine oturarak. "Yardım edebilirim eğer istersen."

İşaret parmağıyla burnumun ucuna hafifçe vurdu. "Bana güvenmiyor musun?"

"Güveniyorum. Beraber yaparsak daha hızlı biter diye düşündüm." dedim dirseklerimi masaya dayayıp yüzümü ellerimin arasına alırken. "Güneş acaba dayımla konuştu mu?" dedim sıkıntılı bir nefes vererek.

"Konuşsa dayın mutlaka seni arardı."

"Dayıma yalan söylemekten nefret ediyorum. Güneş'in bana sürpriz yaptığını ve o yüzden İstanbul'a geldiğini söylemekle hata mı ettim sence?"

Deniz elindeki malzemeleri tezgaha bıraktı ve ellerini omuzlarıma koyup bana yavaşça masaj yapmaya başladı. "Yani sanırım biraz öyle oldu ama bu süreçte Güneş'in isteklerine de kulak vermelisin. Yüzleştiği şey kolay değil. Dayınla konuşmak için hazır hissetmiyor."

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Uygar'dan bir haber var mı? Telefon numarasıyla ilgili bir şey söyledi mi yani?"

Deniz eğildi ve çeneme hafif bir öpücük kondurdu. "Henüz yok ama araştırıyor. Merak etme bulacağız."

"Tüm bunların içinden akıl sağlığımı kaybetmeden çıkarsam çok iyi olacak." dedim yarım bir gülüşle. "İkizimin mezarı boş çıkıyor, kız kardeşim tüm olanları öğreniyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Sanki bir kabusun içindeyim."

"Hepsi geçecek." dedi ve elleriyle yanaklarıma hafifçe iki kez vurdu. "Neyse ben kahvaltı hazırlamaya devam ediyorum." dedi ve hızla yanımdan uzaklaştı.

Yaklaşık yarım saat sonra Deniz Ülkü ablanınkileri aratmayacak bir kahvaltı hazırladığında masaya büyük bir iştahla baktım. "Bu gidişle kilo alacağım." dedim gülerek.

"Alsan ne olacak Ada? Kuş gibisin zaten." dedi muzip bir gülüşle.

Tabağımı doldurmaya başladım. "Fazla mütevazısın bu arada. Senden böyle bir performans beklemiyordum. Harika bir sofra bu."

"Hafife almışsın beni." dedi daha sırıtarak.

"Bursa'da bana sandviç verirken elim senin kadar lezzetli değil demiştin, hatırlatırım."

"Şaşırtmayı seviyorum diyelim." dedi ve çay bardağımı önüme koydu. "Eğer çok güzel yemek yaptığımı bilseydin şimdi bu sofra sana sürpriz olmazdı." Bana gerçekten de sürpriz olmuştu çünkü Deniz'in yemek yaptığını hiç düşünemezdim. O daha çok işiyle ilgilenen bir iş adamı gibiydi.

Çayımdan bir yudum aldım. "Evet, haklısın... Teşekkür ederim bu arada, şimdiden eline sağlık."

"Afiyet olsun. Hadi bekleme daha fazla. Güzelce yap kahvaltını."

"Bugün evde mi olacağız?"

"Evet bir planın mı vardı?"

"Yok, ders çalışsam iyi olur diye düşündüm. Okuldan uzak kaldım."

"Tamam, ben çalışma odasında işlerimi hallederken sen de ders çalışırsın."

Başımı salladım. "Olur." dedim neşeyle. Son bir aydır başıma gelmeyen kalmamıştı ama birkaç gündür huzurlu hissediyordum. Tıpkı şu an olduğu gibi.

Kahvaltıdan sonra yukarıya çıkmıştık. Deniz işiyle ilgilenirken ben de tüm dikkatimle ders çalışmış, bir süre sonra da sıkılıp resim yapmaya başlamıştım. Deniz bakışlarını ara sıra ekrandan çekip bana gülümsüyordu. Neden o kadar güzel gülümsüyordu ki? Beynime iyice kazınması için yapıyorsa daha fazla uğraşmasına gerek yoktu çünkü her milimi aklımdaydı. Ömrümün sonuna kadar da aklımda kalacaktı.

Resim yapmaya daldığımda Deniz yanıma gelip koluma dokunmuştu. Korkup küçük bir çığlık attığımda gülümsedi ve sarı bir boya alıp avuç içimi boyama başladı.

"Ne yapıyorsun Deniz?" diye sormuştum ama cevap vermemişti. Elimin içini tamamen boyadığında beni kolumdan tutup kaldırdı ve duvarın boş kısmına götürerek elimin boyalı kısmını duvara bastırdı. Duvarda elimin izi çıkmıştı. Çalışma masasının tam karşısında, başını kaldırdığında hemen göreceği bir yerde elimin sarı boyalı bir izi vardı. Gülümsedim.

Deniz beni duvarın yanında bırakıp tuvalin yanındaki boyaların yanına gitti ve kendi elini de boyadıktan sonra yanıma geldi. "Bak şimdi çok güzel olacak." dedi ve elini bastırıp bir süre bekledikten sonra çekti. Sarı el izimin yanında lacivert bir el izi çıkmıştı. Deniz Fenerbahçeli miydi? Hiç futbol seven, takım tutan ve maç izleyen birine benzemiyordu. Bugün Deniz'in hiç bilmediğim yönleriyle tanışırken aklıma Melis'in söyledikleri geldi. Eskiden neşeliydi demişti ve ben bugün Deniz'de bunu görmüştüm. Gözlerinde bir ışıltı vardı.

Gülümsediğimde temiz elinin parmağına boyalı elinden biraz boya sürdü ve sonra burnumun ucunu boyadı. "Deniz." dedim şaşkınlıkla. "Ne yapıyorsun?"

"Hiç." dedi. "Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor da."

"Öyle mi? Tamam o zaman. Uğraş bakalım." dedim sırıtarak ve boyalı elimin tamamıyla yanağına dokundum.

Deniz bir süre olduğu yerde durdu ve başını elimin olduğu yere eğip gözlerini kıstı. "İntikam alırken fazla acımasızsın." dedi düşünceli bir sesle.

"Hı hı öyleyim." dedim ve yutkundum. "Beni korkutuyorsun Deniz. Bana ne yapacaksın?"

"Korkmalısın." dedi ve bir anda belimden ve dizlerimin altından tutarak beni kucağına alıp olduğu yerde dönmeye başladı.

İlk baştaki küçük çığlığım yerini kahkahalarıma bıraktığında gülüş seslerimiz bütün odayı doldurmuştu. "Deniz başım dönüyor bırak lütfen." dedim kahkahalarımın arasından. Saçlarım ikimizin etrafında bir çember çiziyordu.

"Bunu sen istedin, üzgünüm." dedi ciddi bir sesle. Hiç duracak gibi durmuyordu.

"Deniz gerçekten ciddiyim başım dönüyor. Hadi bırak beni, lütfen."

Deniz birkaç kez daha döndükten sonra sonunda durdu ve beni yavaşça yere bırakıp dengemi sağlayana kadar kollarımdan tuttu. "İyi misin?" dedi yumuşacık bir sesle.

"İyiyim." dedim gülümseyerek. "Bugün bambaşka bir Deniz'le tanıştırdın beni."

"Hmm, peki nasılmış bu bambaşka bir Deniz?"

"Yani, bilmem. Hiç takım tutan birine benzemiyorsun mesela."

Sırıttı. "Pek belli etmem. Eskiden maç günlerinde Uygar'la bambaşka insanlara dönüyorduk."

"Anladım. Bir kenara yazacağım bunu." dedim gülerek.

"Sahi ben onu arayacaktım." dedi ve masasına gidip Uygar'ı arayarak sesi dışarı verdi. Uygar ikinci çalışında açmıştı.

"Uygar." dedi Deniz, sesi gergindi. "N'aber?"

"İyiyim kardeşim. Ben de tam seni arayacaktım."

"Bir haber mi var?"

"Evet, Güneş'e mesaj atan kişiyi bulduk." dedi. "Cihan Mercan diye biri. Ada, tanıyor musun böyle birini?"

"Hayır Uygar." dedim kekeleyerek. "Tanımıyorum."

"Nerede peki bu adam şimdi Uygar?" dedi Deniz.

"Tam yerini bulamadık. Adını soyadını bulmak bizi epey uğraştırdı. İyi gizlenmiş. Ama şöyle bir şey var, adam Güneş'le konuşurken Bursa'daymış. Sinyaller oraya ait. Yani muhtemelen şu an hala orada."

"Bursa mı?" dedik Deniz' le aynı anda.

"Evet." dedi Uygar sıkıntılı bir sesle. "Ada iyi düşün. Adamı tanıyor olabilir misin? Yani bir akraban falan olamaz mı? Yıllar sonra sizin tadınızı kaçırmak isteyen hasta bir eski komşu falan, olamaz mı?"

"Bilmiyorum Uygar." dedim ve ellerimle şakaklarıma masaj yapmaya başladım. Keskin bir ağrı damarlarıma saplanmıştı. "Hatırlamıyorum... Yani bahsettiğin akraba ya da komşu her şeyi bilse bile Güneş'ten her şeyi sakladığımızı nereden bilecek ki? Ben gerçekten anlayamıyorum."

"Uygar, o adamı bulmadan beni arama. Anladın mı?" dedi Deniz sakin bir sesle.

"Anladım." dedi Uygar aynı sakinlikle. "Merak etme Ada, onu bulacağız."

"Teşekkür ederim." dedim ve sandalyeme oturdum.

"Rica ederim. Neyse şimdi kapatıyorum. Kendinize iyi bakın, görüşürüz."

"Görüşürüz." dedi Deniz ve telefonu kapattı. "İyi misin Ada?"

"İyiyim." dedim ama değildim. "Öyle birini tanımıyorum Deniz. Gerçekten tanımıyorum."

"Tamam, düşünme şimdi. Uygar halledecek. Artık bulunca anlarız kimmiş, derdi neymiş."

"Onunla ben konuşmak istiyorum. Bu Cihan denen adam tüm bunları bildiğine göre Savaş ya da babam hakkında bilgi sahibi olabilir. Belki de Savaş'ın yerini biliyor."

"Tamam, evet haklısın." dedi ve kollarını bana sarıp başımı öptü. "Üzülme artık."

"İyi olacağım." dedim sessizce. "İyi olacağım."

***

Akşam olduğunda yine Deniz'in yatağında yatıyorduk. Bugün bir sürü şey yapmamıza rağmen yorgun hissetmiyordum. Uygar'la yaptığımız konuşmadan sonra at çiftliğine gidip biraz atları sevmiştik. Yıldırım abiden İnci'nin iyi olduğunu ve birkaç hafta sonra çiftliğe döneceğini öğrendiğimde çok mutlu olmuştum. Deniz hasta olduğum için ata binmeme izin vermemişti ki zaten korktuğum için öyle bir şey teklif bile etmemiştim. Sanırım binmek istediğimi düşünmüştü.

Orada çok fazla oyalanmadan tekrar eve döndüğümüzde ben mutfakta yemek yapmıştım çünkü Deniz'in online bir toplantısı vardı ve onun dikkatini dağıtmak istememiştim. Hem zaten kahvaltıyı o hazırladığı için akşam yemeği hazırlayarak ona teşekkür etmiş olacaktım.

Gün bittiğinde odaya geçmiştik ve Deniz bana kitap okumaya devam ediyordu. Bıkmadan, usanmadan bunu nasıl yapabildiğini düşündüm. Yorulmuyor muydu?

"Sence Uygar o adamı bulacak mı?" dedim Deniz'in kelimelerini bölerek.

"Anlaşılan kitap artık ilgini çekmiyor." dedi ve kitabı kapatıp çekmecenin üzerine koydu.

"Çekiyor, çekiyor da aklım hep onda."

"Uygar'ın yapamayacağı iş yoktur, merak etme sen. Her zaman bir yolunu bulur ve her şeyi halleder."

"Sırf sen istiyorsun diye mi?"

"Yani tabii biraz öyle ama iş ve aile hayatında da öyle o. Bir şeyi kafaya koyarsa bitmeden bırakmaz. Ben onun kadar azimli değilim mesela. Şirketin büyümesini sağlayan en önemli insanlardan biri o."

"Aranızdaki bağ çok güzel."

"Selay ve senin gibi." dedi gülerek.

"Nasıl arkadaş oldunuz?" dedim merakla. "Çocukluk arkadaşı olduğunuzu biliyorum evet ama nasıl oldu?"

"Ailelerimiz arkadaş bizim. Uygar'la da aynı sene doğmuşuz. Gerçi o benden bir ay sonra doğmuş, anlayacağın abi sayılırım." dedi sırıtarak.

"Yani arkadaşlığınız kaçınılmaz olmuş."

"Evet, bebeklikten bu yana beraberiz yani."

"Peki onun ailesi nerede?"

"Uygar tek çocuk. Anne ve babası da Antalya'da birkaç aydır. Ama yakında dönerler."

"Anladım." dedim yorgun bir sesle. "Senden bir şey isteyebilir miyim Deniz?"

"Benden her şeyi isteyebilirsin Ada." dedi gülümseyerek. Bedenine sardığım kolumu okşuyordu.

"Yarın Selay'ı ve Can'ı akşam yemeğine çağırabilir miyim? Selay'a ihtiyacım var. Son olanları anlatacağım. Yani yaşadıklarım telefonla anlatabileceğim şeyler değil."

"Çağırabilirsin ve bunun için benden izin istemene gerek yok. Burada artık misafir değilsin. Kendi evin gibi düşün."

"Teşekkür ederim." dediğimde gece lambasını kapattı. "Bu arada seni yormayacağım. Yemekleri ben yaparım." dedim sırıtarak. "Ha bir de Uygar'ı da çağıracağım."

"Tamam, nasıl istersen." dedi uykulu bir sesle. Göremesem bile gözlerini kapattığını hissediyordum. Artık uyuma vaktiydi.

5 Ekim, Cumartesi

Deniz'in telefonunun çalmasıyla gözlerimi açtım. Güneş yeni doğmak üzereydi. Bu saatte kim arıyor ki diye düşünürken Deniz daha fazla beklemeden telefonu yanıtladı. "Söyle Uygar."

Hızlıca yatakta doğruldum. Uykum çoktan açılmıştı. Deniz ona, Güneş'e mesaj atan kişiyi bulmadan beni arama demişti ve Uygar şimdi arıyordu. Yani bu demek oluyordu ki Uygar mesaj atan kişiyi bulmuştu.

"Uyanmanızı bekleyemedim Deniz." dedi Uygar, Deniz sesi çoktan hoparlöre vermişti. "Cihan Mercan şu an bizim evin garajında." dediğinde kalbim duracak gibi olmuştu. "Hakan yanında şu anda. Ona ne yapalım?"

Deniz bir süre düşündü. "Bir şey yapmayın. Zarar vermeyin yani. Ben hemen geliyorum." dedi yataktan kalkarken.

Aynı şekilde ben de yataktan kalktım. "Ben de geleceğim Deniz, sakın bensiz gitme." dedim kapıya doğru koşarken. Takip edilemeyen bir hızda eski odama girdim ve üzerimi değiştirip aşağı indim. Deniz beni bekliyordu. "Gelmek istediğine emin misin Ada? Yani yüzleşeceğin şeyler pek iyi olmayabilir."

"Yüzleşeceğim şeyler benim geçmişim Deniz. Hakkımda bu kadar bilgi sahibi olan birine hesap sormak benim hakkım."

"Tamam, o zaman gidelim. Haklısın." dedi kapıya doğru giderken. Hiç beklemeden peşinden gittim.

Çok kısa bir süre sonra Uygar'ın evine vardık. İçini göremesem bile dışarıdan Deniz'in ailesinin evini aratmayacak kadar büyük bir ev olduğunu anlayabiliyordum.

Arabadan indiğimizde bizi Uygar karşılamıştı. Görür görmez içten gelen bir kardeşlik duygusuyla ona sımsıkı sarıldım. "Teşekkür ederim Uygar." dedim minnetle. O da kollarını bana sardı.

"Çok zor bir şey yapmadım Ada. Sarılman gereken kişi ben değilim, Deniz." dedi kısık bir sesle. "İyi misin?"

"İyiyim." dedim ve bedenimi ondan ayırdım.

"Nerede o Uygar?" dedi Deniz burada bulunmamızın asıl sebebine dönerek. "Hala garajda mı?"

Uygar "Evet." dediğinde Deniz garaja doğru ilerledi. Biz de Uygar'la peşinden giderken Deniz çok gergin görünüyordu.

"Bir şey dedi mi hiç?"

"Hayır, siz kimsiniz diye bile sormadı."

"Onu nasıl buldunuz?"

"Çok saçma ama aynı hattan bir arama yapmış. Sinyali buldu çocuklar. Kaldığınız otele çok yakındı. Ondan sonrası da zor olmadı tabii."

"Aynı hattan bir arama daha mı? Bu adam aptal mı? Sinyal takip edeceğimizi akıl edememiş mi? Bile bile kendini kucağımıza atmış."

"Sanki ona ulaşmamızı ister gibi." dedi Uygar. "Otele yakın olması hakkında ne düşünüyorsun?"

"Bilmiyorum." dedi Deniz ve garajın kapısını açtı. İçerisi çok karanlıktı. Bir adamın homurtularını duyabiliyordum.

Uygar ışığı açtığında biraz ileride bir sandalyeye bağlanmış ve gözleri kapatılmış birini gördüğümde irkildim. Neyse ki bir yara izi yoktu. Yani Deniz'in adamları ona gerçekten de bir zarar vermemişti.

Deniz önce telefonunu, arabanın anahtarını ve cüzdanını yere bıraktı, ardından "Evet." dedi ve adama yaklaşıp gözlerini saran bez parçasını adamın canını yakacak kadar hızlı bir şekilde aşağı indirdi. "Söyle kimsin?"

"Cihan Mercan, Bunu zaten biliyorsunuz. Bilmeseydiniz burada olmazdım." Adamın yüzünü inceledim. Hiç tanıdık gelmiyordu. Genç biriydi, en fazla Deniz'den bir iki yaş büyüktü. Esmerdi ve gözleri siyah denecek kadar koyu kahverengiydi. Alnında eskiden kalma bir yara izi vardı, s harfine benziyordu. Kolunda iskelet dövmesi vardı. Daha önce görseydim mutlaka hatırlayacağım türden biriydi ve ben bu adamı daha önce göremediğime emindim.

"Kelime oyunu yapma. Söyle, kimsin? Ada'yı nereden tanıyorsun?" dedi Deniz. "Güneş'e nasıl ulaştın?"

"Söylediğin isimleri tanımıyorum." dedi edepsiz bir gülüşle. Gözleri geldiğimden beri benim üzerimdeydi. O kadar rahatsız edici bakıyordu ki Deniz'in arkasına saklandım. "Ama söylemeden geçemeyeceğim, ağzının tadını iyi biliyorsun. Kız çok güzel."

Utancımdan yerin dibine girecekken Deniz o kadar şiddetli bir şekilde adama yumruk atmıştı ki adam sandalyeyle beraber yere devrilmişti. Küçük bir çığlık attığımda Uygar kolumdan tutup beni biraz da olsa geri çekti. "Bu adam artık Deniz'i de ilgilendiriyor. Uzak dur, sakın bulaşma şimdi Deniz'e. Hak etti orospu çocuğu."

Deniz hiç zorlanmadan adamı yerden kaldırdı ve iplerini çözmeye başladı.

"Ne oldu beni bırakmaya mı karar verdin?" dedi adam sanki daha az önce suratının ortasına bir yumruk yememiş gibi rahat bir sesle.

"Yok, böyle zevki çıkmıyor." dedi Deniz, ardından bakışlarını bize çevirdi. Bal gözleri simsiyah olmuştu. Bu, Deniz'in öfke dolu olduğunun ve birazdan olacakların bir göstergesiydi.

Biz Deniz'in gözlerindeki öfkeyi fark ettiğimizde Deniz adamı ayağa kaldırdı ve iki yakasından tuttu. "Kimin adamısın? Söyle."

"Tek başımayım. Kimsenin adamı değilim." dedi Cihan. Kurtulmak için çabalamıyordu. Sanki dayak yemek onun kaderiymiş gibi boyun eğiyordu.

Deniz Cihan'ın yüzüne bir yumruk daha attığında yerimden sıçradım. Bu, az öncekinden daha beterdi ve Cihan yine yere düşmüştü. "Kimi kandırıyorsun? Konuş dedim. Kimin köpeğisin?"

"Kimsenin köpeği değilim." dedi ve yüzünü kaldırıp burnundan gelen kanı elinin tersiyle sildi. "İster inan ister inanma."

"Söyle o zaman, Ada ve Güneş'i tanımıyorsan Güneş'e o bilgileri nasıl verdin? Nereden biliyorsun bu kızların hayatında olanları?" dedi Deniz ve adamı tekrar ayağa kaldırdı. "Konuş yoksa seni geberteceğim."

"Hiçbir şey yapamazsın." dedi Cihan meydan okuyarak.

Uygar'a döndüm. "Uygar bir şey yap ne olur."

Uygar Deniz'i sakinleştireceğine beni kendine çekti ve kolunu omzuma attı.

"Sen beni duymuyor musun ulan? Konuşsana."

"Duymuyorum."

"Şerefsiz olduğun kadar sağırsın demek." dedi Deniz ve derin bir nefes aldı. "Bak, eğer on saniye içinde bana kim olduğunu söylemezsen ağzınla burnunu yer değiştirim senin." dedi Deniz ama Cihan tepki vermemişti. "Yabancı dilin Türkçe mi ulan senin? Anlamıyor musun sen beni?"

"Anlamıyorum." dedi Cihan alaycı bir sesle. "Daha açık anlat."

"İlla ağzımı, yüzümü dağıt diyorsun yani öyle mi?"

"Aynen öyle." dediğinde Deniz Cihan'ın kolundan tuttu ve garajda asılı duran eski bir aynanın önüne götürdü.

"Yüzüne iyi bak çünkü bir daha asla eskisi gibi olmayacak." dedi Deniz. Ne dediğini anlamaya çalışırken saniyeler içinde Cihan'ın saçlarından tutup hemen arkasındaki arabanın camına kafasını öyle bir çarptı ki cam anında tuzla buz oldu.

Az önceki çığlığımdan daha yüksek bir çığlık attığımda ayaklarım yerden kesilecek gibi olmuştu. Deniz yine gözlerimin önünde bambaşka birine dönüşmüştü ve ben dönüştüğü bu kişiyi hiç sevmiyordum. "Deniz." dedim bağırarak. Ve koşa koşa yanına gittim. "Deniz ne yapıyorsun? Kendine gel."

Deniz'in gözü o kadar dönmüştü ki yanına gidenin ben olduğumun bile farkında değildi. Cihan'ın yüzünü kaldırdığında ona bir daha vurmaması için kolunu tutsam da bir işe yaramamıştı. "Ada git buradan." dedi sadece. Ardından kendimi yerde bulmuştum. Farkında değildi ama beni yere itmişti.

Korkunun ve Deniz'in beni yere itmesinin getirdiği incinmişlik duygusuyla ağlamaya başladım. Tam o sırada Cihan da ayaklarımın dibine düşmüştü, yüzü kan içindeydi.

"Ada." dedi Uygar ve beni ayağa kaldırıp Deniz'in yanından uzaklaştırdı. "İyi misin Ada? Sakin ol."

"Yalvarırım durdur onu." dedim hıçkırıklarımın arasından. "Uygar yalvarırım, bir şey yap. Onu öldürecek." Yere çöküp dizlerimi karnıma çekerek kollarımı bacaklarıma sardım ve bulunduğum andan kurtulmayı diledim. Psikolojim artık kaldırmıyordu. Bunların hiçbirini yaşamak istemiyordum. Hatta artık Savaş'ı aramak bile istemiyordum. Sanki her şey onu aradığım için başıma geliyordu.

Uygar beni dinledi ve Deniz'in önüne geçip onu durdurdu. "Deniz yeter. Ne yapıyorsun sen? Kendine gel."

"Kendimdeyim." dedi Deniz sinirle. Ardından yere eğilip Cihan'ın saçlarından tutarak yüzünü yukarı çevirdi. "Söyle yoksa bütün vücudunu camdan geçiririm." dedi. "Söyle, bu bilgileri nereden öğrendin? Kimin adamısın?"

"Melih Karahan." dedi Cihan tek bir nefeste. Bütün hücrelerim donmuştu. "Onun adamıyım." Sinirlerimin bedenimi terk ettiğini hissettim. Bütün gücüm tükenmişti. O kadar tuhaf hissediyordum ki gülmeye, hatta kahkaha atmaya başladım. Melih Karahan. Deniz yüzünden bana düşman olan bu ismin harfleri beynimde daireler çiziyordu. Beni yine yerle bir etmişti. Hiç tanımadığım bu adam sırf Deniz'in hayatında olduğum için bana zarar veriyordu. Dünyam kararmıştı ve sebebi yine Melih Karahan'dı. Aslında asıl suçlu Deniz'di. Her şey onu tanıdığım için başıma geliyordu. Melih denen şerefsiz sırf Deniz'in canı yansın diye beni mahvediyordu. Artık bir sonu gelmeliydi çünkü artık ne bedenim ne de ruhum dayanabiliyordu.

"Ne oluyor lan?" dedi Deniz elini saçlarının arasından geçirerek. "Ne bu lan? Ne bu?"

Deniz hızlıca Cihan'ı yerden kaldırırken onlara korkuyla baktım. Şahit olmak istemiyordum. Bütün bunlara şahit olmak istemiyordum. Melih Karahan yüzünden, Deniz Aladağ yüzünden daha fazla acı çekmek istemiyordum.

"Nasıl öğrendiğini anlat. Ada'nın kardeşiyle ilgili ne biliyorsun?"

"Bir şey bilmiyorum. Otelde kaldığınız gün oda servisinizi ben yaptım. Odaya ses kayıt cihazı yerleştirdim. Ne konuştuysanız onu biliyorum, daha fazlasını değil." dedi Cihan. Deniz elini tekrar sıktığında Cihan'a tekrar vuracak sandım ama vurmamıştı. "Ses kaydını Melih Karahan'a dinlettim. O ne derse de onu yaptım. Yani anlayacağın bu yanında gezdirdiğin sürtükle ilgili hiç-"

Gözlerimi kapatıp olacakları gözlerimden sakladım. Ne olduğunu hissedebiliyordum. Deniz az önce sıktığı elini adamın herhangi bir yerine savurmuştu. Şiddetli bir ses duydum. Kargaşa vardı. Gözlerimi tekrar açtım. Dakikalardır savunmasız duran Cihan şimdi kurtulmaya çalışıyordu.

"Geçmişini siktiğimin pezevengi. Yemin ederim seni öldüreceğim." dedi Deniz şiddetli bir sinirle. Ardından Cihan'ı yere atıp karnına bir tekme attı.

Ben daha fazla bunlara katlanmak istemiyordum. İki ailenin savaşında zarar gören tek kişiydim ve bunu artık istemiyordum. Yavaşça ayağa kalktım ve arabanın anahtarını alıp çıkışa doğru yöneldim. Deniz Cihan'ı dövmekle meşgulken Uygar ikisini ayırmaya çalışıyordu. Beni kimsenin görmediğini düşünürken Cihan'ın sesini duydum. "Kız gidiyor."

Arkama bile bakmadan koşmaya başladım. Hiçbir şeyle yüzleşmek istemiyordum. Tek istediğim gitmekti.

"Ada." dedi Deniz. "Dur, nereye gidiyorsun?"

Dinlemedim ve son hızımla arabaya ulaşıp kapıyı kapattım. Deniz bana ulaşmıştı ama geç kalmıştı, kapıyı çoktan kilitlemiştim. "Ada, aç kapıyı. Nereye gidiyorsun?" dedi cama vurarak.

Motoru çalıştırıp geri gitmeye başladım. Deniz bir iki adım arabayla beraber gelse de daha sonra koşarak Uygar'ın yanına gitti ve az önce camını kırdığı arabaya atlayıp peşimden gelmeye başladı.

Arabayı daha önce hiç kullanmadığım kadar hızlı kullanıyordum. Deniz'in bana ulaşması istediğim son şey bile değildi. Konuşmak istemiyordum. Daha fazla bir şey öğrenmek istemiyordum.

Anayola çıktığımda hızımı daha da arttırmıştım. Kullandığım araba model olarak Deniz'in şu an kullandığı arabadan daha yüksekti ve motoru daha hızlıydı, şanslıydım. Bir arabanın sağından bir arabanın solundan geçerek arayı biraz da olsa açmıştım. Ama yine de bana yetişecek kadar az mesafe vardı.

Kaç kilometre hızla gittiğimi bilmiyordum. Hızım göstergeye baktığım taktirde kontrolü kaybetmeme sebep olacak kadar yüksekti. Arabaların korna ve fren sesleri kulaklarımı patlatacak kadar şiddetliydi. Bazılarına çarpmaktan son anda kurtuluyordum.

Deniz hemen yanımdaydı ve arabanın kornasını çalmayı bir an olsun bırakmamıştı. Yavaşladığımı hissetmiyordum ama nasıl olduysa Deniz beni geçmişti ve önüme kırmıştı.

Kulakları sağır edecek bir fren sesiyle durdum ve ellerimi yüzüme kapattım. Deniz'in kapısı açıldı, ardından gürültü bir şekilde kapandı. Birkaç saniye sonra da benim kapım açıldı. "Ada, ne yapıyorsun sen? Ölmek mi istiyorsun?" dedi beni arabadan indirerek. Sarılmaya çalışmıştı ama şu an ona değil sarılmak, görmek bile istemiyordum.

"Bırak beni." dedim onu ittirerek. Hazırlıksız yakalandığı için geriye doğru savrulmuştu.

"Ada özür dilerim."

"Ne için özür diliyorsun?" dedim saçlarımı geriye atarak. "Kütüphanede silahlı saldırıya uğradığım için mi? Üzerime araba sürdükleri için ölümle burun buruna geldim diye mi? Gözlerimin önünde Özgür'ü vurduğun için mi? Güneş artık her şeyi bildiği için mi? Cihan'ı tanınmayacak hale gelecek kadar dövdüğün için mi? Yoksa beni yere itip düşürdüğün için mi?" dedim sessizce. Ardından derin bir nefes aldım. "SÖYLESENE DENİZ. NE İÇİN ÖZÜR DİLİYORSUN?" Bu sefer bağırmıştım. Sesim çıktığı kadar bağırmak istiyordum. "Bunların hepsi benim başıma kimin yüzünden geldi biliyor musun? SENİN YÜZÜNDEN!"

"Ada ne olur sakin ol."

"Olmayacağım. Sakin olmayacağım. Bıktım anlıyor musun? Başıma gelenlerin farkında mısın? Seni tanımadan önce bunların hiçbiri benim hayatımda yoktu. Melih Karahan diye biri benim hayatımda yoktu. Çok yoruldum artık. Güneş'in her şeyi öğrenmesinin altından bile Melih Karahan çıkıyor. Senin yaşattırdığın her şeyden çok sıkıldım."

"Kes şunu Ada. Bilerek ve isteyerek yapıyormuşum gibi konuşma. Seni korumaya çalışıyorum, görmüyor musun?"

"Hı hı evet. Çok güzel koruyorsun."

"Bundan sonra-"

"Özgür'ü vurduğunda nasıl hissettiğimi bilmiyormuş gibi gözümün önümde Cihan'ı ne hale getirdin. Daha ne kadar korkunç birine dönüşeceksin?"

Deniz arabanın üzerine sert bir yumruk attı. "Kimse sana fiziksel ve ruhsal bir zarar veremez Ada. Hiç kimse senin canını yakamaz. Yakarsa da bedelini öder." dedi öfkeli bir sesle.

Başımı iki yana salladım. "Sen korkunç birisin Deniz. Gözün döndüğünde yanındaki kimseyi tanımıyorsun."

"Benden korkman için hiçbir sebep yok." dedi arabaya bir yumruk daha atarak.

"Gerçekten ne dediğinin farkında mısın? Şaka mı bu söylediklerin?" dedim bir iki adım geri giderek.

"Ben sana ne yaptım Ada? Başkalarına yaptıklarımı boş ver. BEN SANA NE YAPTIM? Sana hiç zarar verdim mi? Bir kere bile canını yaktım mı? Kalbini kıracak tek bir şey bile söyledim mi?" dedi çok yüksek bir sesle bağırarak. Ne diyeceğimi bilemeden baktım.

"Beni yere ittin Deniz! Bu, senden korkmam için gayet sağlam bir sebep. Bir gün birine daha çok sinirlendiğinde bana daha fazla zarar vermeyeceğini nereden bilebilirim?"

"Bak, gerçekten özür dilerim. Tamam mı? Farkında bile değildim. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. O adamın sana söylediklerinden sonra sakin kalamazdım ama bir daha asla olmayacak. Söz veriyorum, bir daha canını yakmayacağım. Ama şimdi eve gitmemiz gerekiyor."

"Senin canını yakan biri bunun bedelini öder diyorsun. Sen de benim canımı yaktın. Bedenim, ruhum parça parça. Sen bunun bedelini nasıl ödeyeceksin peki? SÖYLESENE, SANA GELİNCE İŞLER DEĞİŞİYOR MU? SANA GELİNCE HER ŞEY AFFEDİLİR Mİ OLUYOR?"

Deniz yavaşça diğer arabanın yanına giderken gözyaşı dolan gözlerimle ona baktım. Kırık camdan eline bir parça aldı ve yanıma geldi. Ne yapmaya çalışıyordu? "Bu elimle mi yaptım?" dedi sol elini göstererek. Cevap vermeden baktım. "Bence bu elimle yaptım." dedi ve avucunun tam ortasına uzun ve derin bir kesik açtı. Kafayı mı yemişti?

Gözlerimin önünde duran ve akmayı bekleyen gözyaşlarım Deniz'in elinden akan kanla beraber aynı anda aşağı doğru inerken "Ne yapıyorsun sen? Kes şunu." dedim. Ama Deniz durmamış, aynı derin ve uzun kesikten bir tane daha çizmişti. Yüzüne baktım, kaşlarını bile çatmamıştı. Canı yanmıyor muydu? "Kes şunu." dedim tekrardan. "Delirdin mi Deniz? Yapma, dur." Beni yine dinlememişti ve iki çizgiye üçüncü bir çizgi daha eklemişti.

"Aptal mısın sen? Ne yapıyorsun?" dedim ve yanına gidip camı elinden zorla aldım. "Daha ne kadar devam edeceksin? Yeter dur artık." Avucunun içinde kandan bir göl oluşmuştu. Korku ve dehşetle yüzüne baktım ama yüzünde hala bir ifade yoktu. "Kanamayı durdurmamız lazım." dedim titreyen bir sesle. Ardından bagaja yöneldim ve henüz eve çıkartmadığım valizden bir tişörtü alıp hızlıca parçalayarak bir sargı bezi haline getirdim. Koşarak Deniz'in yanına döndüğümde elini aşağı sarkıtmıştı ve elindeki kan gölü şimdi yerde, ayaklarının dibindeydi.

Bir tepki vermediğinde elini tutup kaldırdım ve tişört parçasını sıkıca sararak güzelce bağladım. Ben tüm bunları yaparken Deniz gözlerini kırpmadan beni izliyordu. "Eve gitmemiz gerekiyor." dedi nihayet konuşmaya karar verdiğinde.

"Hayır, hastaneye gitmemiz gerekiyor." dediğimde şoför koltuğuna oturmaya çalıştım ama beni engellemişti.

"Hayır Ada, eve gideceğiz. Önemli bir şey değil. Evde hallederim. Arabaya geç." dedi ve şoför koltuğuna oturdu.

"Bu halde araba kullanamazsın." diye çıkıştım. "Gerçekten delirmiş olmalısın."

"Arabaya geç Ada." dediğinde pes ettim ve sanki Deniz'den komut bekliyormuş gibi ağır adımlarla yolcu koltuğuna geçtim. Deniz motoru çalıştırdı ve araba ileri atıldı.

Kısa bir süre sonra Deniz'in evine ulaşmıştık. Tek kelime dahi etmemiştim. Zaten Deniz de konuşmaya meraklı gibi durmuyordu. Eve girdiğimizde boğulacak gibi oldum. Bu evde kalıyor oluşum bile Deniz yüzündendi. Misafir değilsin demişti. Evet misafir değildim. Çünkü ben bu evde bir yabancıydım. Bu evde, bu dünyaya ait olmayan bir yabancıydım.

Hiç beklemeden benim için ayrılan odaya çıktım ve çekmecenin üzerinden arabamın anahtarını alıp aşağı indim. Tek istediğim gitmekti. Onun dışında ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Bu yaşadıklarım çok saçmaydı. Böyle bir hayatın insanı değildim, olamazdım. Deniz hayatıma girdiği andan beri başıma gelmeyen kalmamıştı. Çok yorgun ve hissizdim. Sanki uzay boşluğunda savrulup duruyordum. Her şeyi geride bırakacaktım. Savaş'ın boş çıkan mezarını bile artık düşünmek istemiyordum. Her ne olacaksa benden uzakta olmalıydı. Bir an önce evime gitmek, yatağıma girip günlerce uyumak istiyordum. Belki iyi bir şey olurdu ve yatağımda ölü bulunurdum.

Kapıya doğru ilerlediğimde Deniz'in sesi beni durdurdu. "Nereye gidiyorsun Ada?"

"Neden bu evdeyim Deniz? Söylesene." dedim sorusunu görmezden gelerek. Deniz yemek masasına ait sandalyelerden birine oturmuştu. "Dur ben söyleyeyim. Senin evinde kalıyor olmamın sebebi bile senin yüzünden. Her şey ama her şey senin yüzünden." dedim sesimi yükselterek. "Neden yanındayım söylesene? Bana bunları neden yaşatıyorsun?"

"Seni koruyabilmem için yanımdasın."

Alaycı bir tavırla güldüm. "Beni kimden korumaya çalışıyorsun peki? Dur, onu da ben söyleyeyim. Beni kendi düşmanlarından korumaya çalışıyorsun. Benimle hiç alakası olmayan, hayatımda hiç tanımadığım aşağılık, şerefsiz insanlardan korumaya çalışıyorsun."

"Ne yapsaydım?" dedi korkutucu bir sakinlikle. "Benim yüzümden başına gelenleri görmezden gelip seni onların önüne mi atsaydım?"

"Tanıdığın bir sürü insan var. Bir sürü yakının var. Onların korumaya ihtiyacı yok mu? Neden sadece beni sürüklüyorsun peşinden?"

"Onlar başlarına gelebilecek şeylerle mücadele edebilir Ada, bunun nesini anlamıyorsun?"

"Ben de edebilirim, peki sen bunun nesini anlamıyorsun?" Gözümden bir yaş damlamıştı. Son zamanlarda ne kadar da çok başıma geliyordu bu.

Hafif bir tonda gülümsedi. "Benim bile baş edemediğim şeylerle savaşabilecek kadar güçlüsün yani?"

"Evet." dedim meydan okuyan bir sesle. Beni güçsüz göremezdi. Ben nelerle baş etmiştim. Bunlarla da edebilirdim. Gözümden bir yaş daha damladı. Sanırım bir ağlama krizine yakalanacaktım.

Deniz ayağa kalktı ve çok sakin bir şekilde eliyle kapıyı gösterdi. "Tamam, git."

Yerimden kıpırdayamadım, hiçbir şey söyleyemedim. Gitmek istiyordum ve o da git demişti işte. Neden hareket edemiyordum? Dilim neden tutulmuştu?

Ben olduğum yerde sabit dururken Deniz sağlam eliyle önündeki masaya o kadar şiddetli bir şekilde vurmuştu ki yerimden sıçramıştım. "GİTSENE ADA. NE DURUYORSUN?" diye bağırdı çok yüksek bir sesle. Bu hali beni korkutmuştu. Gözümden bir yaş daha damladı. "Madem gitmek istiyorsun, madem benim yanımda olmak istemiyorsun, git. Gitmene izin veriyorum işte neden ağlıyorsun? İstediğin bu değil miydi?" İstediğim buydu. Gitmek istiyordum. Bugüne kadar iyi bile sabretmiştim. "Bütün bunları yaşamayacaksın, hadi git."

Hiçbir cevabım yoktu. Sessizce arkama döndüm ve salondan çıktım. Bir yanım Deniz'e sarılmak istiyor, diğer yanımsa Deniz'in yüzünü dağıtmak istiyordu. Bir sürü şey hissediyordum. Kızgınlık, yalnızlık, çaresizlik, hayal kırıklığı. Ama en çok hissettiğim şey kırgınlıktı. Sanki kalbim parça parça kırılmış, sonra da üstüne basılmıştı. Keşke hiç karşıma çıkmamış olsaydı.

Çantamı aldıktan sonra evden çıktım ve arabama bindim. Bahçe kapısı açıktı ve etrafta nedense kimse yoktu. Hiç beklemeden bahçeden çıktım. Sanırım sonunda özgürdüm. Acaba Melih Karahan bana yine zarar vermeye kalkar mıydı? Acaba evimi mi değiştirseydim? Ya da Aydın'a geri taşınıp İstanbul'a sadece pazartesi günleri mi gelseydim?

Asla yapmayacağım şeyleri düşünme sebebim aslında kafamı dağıtmaktı. Deniz'in yanından ayrılıyor oluşumu unutmaya çalışıyordum. Yüzleşmekten korktuğum şey şimdi başıma gelmişti. Deniz'in hayatından çıkıyordum. O bir daha olmayacaktı. Ben de zaten bunu istiyordum. Kendi halimde yaşamaya dönmeyi her şeyden çok istiyordum. Ama neden bu kadar üzülüyordum?

Gözyaşlarım durmuyordu. Neden bu kadar ağladığımı anlamıyordum. Neden bu kadar kırılmıştım?

Biraz korkmaya başladığımı fark ettiğimde radyoyu açtım ve sakinleşmeye çalıştım. Acaba Selaylara mı gitseydim? Yok hayır, bu halde karşısına çıkarsam endişelenir ve bana her şeyi anlattırırdı. Ama ben konuşacak bir durumda değildim. Belki kafamı toplayınca yanına gider, son günlerde olanları sakince anlatırdım. Şimdi sırası değildi. Korkmamalıydım, İstanbul'un göbeğinde kimse bana bir şey yapamazdı. Bundan önce nasıl yaşıyorsam bundan sonra da öyle yaşayacaktım.

Eve gitmeden önce biraz sahile gitmek istiyordum. Biraz hava almak bana daha iyi gelecekti. Nefes aldığımı hissetmeye ihtiyacım vardı.

Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra sahile geldim ve arabamı uygun bir yere park edip banklardan birine oturdum. Hava açıktı ama biraz rüzgarlıydı. Sorun etmemiştim. Rüzgar tenimde gezdikçe rahatlıyordum. Sanki yüklerim teker teker gidiyordu ve bu his çok güzeldi.

Üşümeye başladığımda saate baktım. Bir saattir burada öylece oturuyordum ve eve gitmeyi hiç istemiyordum. Ama yağmur başlamıştı. Artık gitmek zorundaydım çünkü biraz daha burada durursam hasta olacaktım. Ve artık hayatımda beni iyileştirecek bir Deniz yoktu.

Buraya düşüncelerimden kurtulmak için gelmiştim ama ne kadar çabalasam da aklım hep Deniz'e gidiyordu. Acaba ne yapacaktı, hayatında bundan sonra ne olacaktı? Neyse neydi, artık düşünmemeliydim.

Yavaş yavaş banktan kalkmaya hazırlandığım sırada omuzlarımın üzerine bir şey sarılmasıyla küçük bir çığlık attım ve ayağa fırlayıp hemen arkama bakarak neler olduğunu anlamaya çalıştım.

Gelmişti.

Deniz tam karşımda bana bakıyordu.

''Deniz.'' dedim fısıltıyla. Beni nasıl bulduğunu anlamamıştım. Anlamak da istemiyordum. O Deniz'di. İstediği her şeyi yapabilirdi, gücü yeterdi. Her yalnız hissettiğimde beni yanına alan, koruyan, gücünün her şeye yeteceğine inandığım bal gözlü adam. Nereye kadar kaçarsa kaçsın kendini hep benim yanımda buluyordu. Hissediyordum, ben nasıl hep ona sığınmak istiyorsam o da bana sığınıyordu.

''Özür dilerim.'' dedi sessizce ve az önce üzerime örtmeye çalıştığı hırkayı banka koydu. "Gerçekten özür dilerim."

Konuşmak istemiyordum, şu an tek isteğim ona sarılmaktı. Ben yapamazdım ama o yapardı. Hızlı adımlarla tam karşıma geçti ve sanki bakışlarımı okumuş gibi beni göğsüne bastırdı.

Bizim hayatlarımız ayrı yönlere gitmeyecekti çünkü bizim hayatlarımız aynı çizginin üzerine yazılmıştı. Ben nereye gidersem Deniz gelir beni bulurdu. Deniz nereye giderse ben gidip onu bulurdum.

Loading...
0%