Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@_kubraakyol

Uzun ve derin bir uykudan sonra yavaşça gözlerimi araladım. Hava kararmaya başlamıştı. Yavaşça yataktan kalkıp aşağı indim. Etraf mükemmel yemek kokularıyla dolmuştu. "Deniz." dedim mutfağa girdiğimde.

"Günaydın." dedi şefkat dolu bir sesle. "İyi misin?"

"İyiyim. O yaralı elinle bir de yemek mi yaptın?" dedim küçük bir kızgınlıkla. Kapıya yaslanmıştım. "Hastaneye gitmemiz gerekiyordu."

"Evet, misafirimiz var." dedi hastane konusunu görmezden gelerek.

"Kim?" dedim ve gözlerimi devirdim. Sanki hastaneye gitmek kötü bir şeydi.

Deniz önüme geldi ve yanağımdaki saçı kulağımın arkasına attı. "Sen biraz unutkan mı oldun son zamanlarda?" dedi gülerek. Devam etmesini istediğim bakışlarla baktım. "Ada, dün gece sen dedin ya Selay'ı, Can'ı ve Uygar'ı yemeğe çağırmak istiyorum diye."

Kaşlarımı çattım. "Hı, şey evet." dedim ve Deniz'in yaralı olan elini tutup yukarı kaldırdım. Eve geldikten sonra tişörtten yaptığım sargıyı çözüp ilaç sürerek gerçek bir sargı sarmıştım. Ben ne kadar ısrar etsem de hastaneye gitmek istememişti ama elindeki her yaraya en az beş dikiş atılması gerekiyordu. Bu konu dışında konuştuğumuz bir konu olmamıştı ama aramızda kapanması gereken bir konunun olduğunu ikimiz de farkındaydık. Bir an önce konuşmak istiyordum çünkü bana Git. dediği halde neden gelip beni aldığını merak ediyordum. "Acıyor mu?" dedim sargıya hafifçe dokunarak.

"Acımıyor." dedi net bir sesle. Neredeyse inanacaktım.

"Deniz, hastaneye gitmemiz gerek. Ve gerçekten çok ciddiyim."

"İyiyim Ada. Kendimle ilgilenmiyorum şu anda. Düşünecek daha önemli şeyler var."

"Hafife alıyorsun, dikiş atılmadan iyileşmez bu kesikler."

"Sen iyi olana kadar iyileşmesin zaten Ada."

"İyiyim Deniz." dediğimde elimi tuttu ve beni merdivenlere doğru yürüttü.

"Yukarıda mı yiyeceğiz?"

"Evet, masa hazır sayılır."

"Ama Selay ve Can daha gelmedi."

"Ada, biraz sabret." dedi gülümseyerek.

Sonunda terasa çıktığımızda Selay ve Can'ın çoktan geldiğini gördüm. Tamam onları görünce şaşırmıştım ama Miray'ı görmek benim için daha büyük bir sürpriz olmuştu.

Miray Selay'ın bizden beş yaş büyük ablasıydı. Psikologdu ve Aydın'daki hastanelerden birinde görev yapıyordu. Buraya en son geçen yıl gelmişti ve onu gerçekten çok özlemiştim.

"Miray." dedim büyük bir şaşkınlıkla. "İnanmıyorum, gerçekten sen misin?"

"Sürpriz oldu değil mi?" dedi beni samimiyetle kucaklarken. "Ve evet, ben de seni gördüğüme çok sevindim."

"Hiç haberim yoktu. Selay da hiç bahsetmedi." dedim küçük bir sitemle. "Ne zaman geldin?"

"Bu sabah geldim." dedi ve kollarını benden ayırdı.

"Hoş geldin tekrardan. Seni çok özlemişim."

"Ben de sizleri özledim." dedi Miray.

"Neyse, ben hemen geliyorum. Keyfinize bakın." Herkes sandalyelerine otururken Deniz tekrar merdivenlere doğru yöneldiğinde onu takip ettim.

"Neden söylemedin geldiklerini?" dedim küçük bir sitemle.

"O zaman nasıl sürpriz olacaktı Ada?" dedi keyifli bir sesle.

Göz devirip küçük bir nefes aldım. "Ne zaman geldiler peki?"

"Üç dört saat olmuştur."

"Hiç duymadım seslerini."

"Hep mutfaktaydık ve sessiz olmaya çalıştık. O yüzden duymamış olabilirsin. Yemekleri de beraber yaptık. Elimi yormadım yani merak etme." dediğinde eline baktım. Merak ettiğimi nereden anlamıştı ki? "Küçük bir kaza deyip geçiştirdim." Anladım dercesine başımı salladım.

Deniz mutfağa yaklaşırken ben çalan zile koştum ve kapıyı açtım. Uygar gelmişti. "Hoş geldin." dedim sıkıca sarılarak.

"Hoş buldum, iyi misin?" dedi ve ellerini birkaç kez sırtıma vurdu.

"İyiyim. Yani en azından fiziksel olarak."

Uygar sarılmamızı sonlandırıp geri çekildi. "Ada, Deniz normalde böyle değildir. İnan bana. Yani anlamıyorum, konu sen olduğunda gözü hiçbir şeyi görmüyor. Seni itmesi bilinçli değildi. Tamam haklı değil, yapmaması gerekti biliyorum ama işte, ne bileyim. Ondan korkma. Sadece söylemek istedim." Yarım yamalak gülümsedim. Acaba onun evinden ayrıldıktan sonra yaşananları biliyor muydu? "Nerede şimdi o?"

"Mutfakta. Sen yukarıya çık. Biz birazdan geleceğiz. Aşağıdan alınacaklar varmış da."

"Tamam." dedi Uygar ve merdivenlere doğru yürüdü.

Deniz'le birkaç kez yukarı çıkıp yemekleri masaya taşıdığımızda Uygar ve Miray çoktan tanışmış, yan yana oturmuş ve koyu bir muhabbete dalmışlardı. Ne ara bu kadar kaynaştıklarını anlamamıştım.

"Ee Miray, nedir bu ziyaretin sebebi?" dedim Deniz ve Selay yemek servisi yaparken. "İzne mi çıktın?"

"Ziyaret değil." dedi Miray neşeyle. "Temelli geldim. Burada klinik açmaya karar verdim."

"Sen ciddi misin Miray? Çok ama çok sevindim." dedim. "Harika bir haber bu."

"Hastanede çalışmak bana göre değilmiş, onu anladım. Kendimi geliştiremiyorum. Hastalara verilen süre çok az. Ne kendim için ne de hastalar için verimli geçiyor. Ben de kendi kliniğimi açmaya karar verdim." dedi Selay'ın doldurduğu su bardağını alırken.

"Eh benim de burada çevrem oldu." dedi Selay. "Ablamın adının duyulmasına yardım edebilirim."

"Haklısın." dedim. "Selay'da mı kalacaksın peki?"

"Şimdilik evet ama kalıcı olarak nerede kalacağıma henüz daha karar vermedim. Kliniği nereye açacağıma bağlı. Bilmiyorum."

"Aslında benim bir fikrim var." dedi Deniz. Merakla ona baktık. "Klinik kirası, ev kirası derken sana biraz pahalıya patlayacak. Çünkü şu an bir gelirin yok. Yanlış mıyım?"

"Doğru." dedi Miray sıkıntılı bir sesle.

"Hastanede çalışmak istemediğini söyledin biliyorum evet ama sana bir teklifim var."

"Nedir?"

"Bizim bir hastanemiz var. Orada oldukça zor hastalıkları da tedavi etmeye çalışıyoruz ve o süreçte hastalar hem fiziksel hem ruhsal olarak maalesef çok zorlanıyor. Tabii ki gereken desteği sağlıyoruz ama itiraf etmek gerekirse bazı konularda hala eksiğiz. Özellikle psikolojik destekte. Ben de şimdi sana diyorum ki gel hastanemizde çalış. Zaman sınırlaması yok. Her hastaya istediğin kadar vakit ayırabilirsin. Tamamen kendine ait kuralların olduğu bir çalışma sistemi. Ne dersin?"

Miray şaşkınlıkla baktı. "Yani ne diyeceğimi bilemiyorum. Şaşkınım sadece."

"Hastanede işler iyi gitmezse bırakabilirsin. Seni zorlayacak bir yönetim sistemi yok. Başhekim amcam ve dünyanın en tatlı adamlarından biridir." dedi Deniz o güzel gülümsemesiyle.

"Çok ani oldu." dedi Miray gülümseyerek. "Düşünme sürem nedir? Bir kısıtlama var mı?"

"İstediğin kadar düşünebilirsin." dedi Deniz hala gülümserken.

"Tamam, bunu mutlaka düşüneceğim." dedi Miray. Kabul etmesi onun için çok daha iyi olurdu çünkü Deniz haklıydı. Klinik açması için büyük bir sermayeye ihtiyacı vardı. Kira verecek bir durumda değildi. Hastanede çalıştığı taktirde iş yeri kirası gibi bir derdi olmayacaktı. Bence kabul etmeliydi.

"Evet Miray, bir düşün." dedi Selay.

"Deniz senin eline ne oldu?" dedi Uygar düşünceli bir sesle. Kırık camlı bir araba kullandığını biliyordu, o yüzden yaralandığını anlamıştı ama nasıl olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Küçük bir kaza sadece." dedi Deniz mahcup bir sesle. Benim canımı yaktığı için kendi canını yaktığına hala inanamıyordum. Bu beni dehşete düşürüyordu.

"Hmm." dedi Uygar. Kaza olduğuna inanmadığına emindim. Kendi eline zarar verdiğini tanıyacak kadar Deniz'i tanıyordu. Bir süre düşündü ve masadaki diğer kişilerin anlamayacağı bir konuşma başlattı. "Tıpkı adın gibisin Deniz, bunu biliyorsun değil mi? Dalgalı, hırçın, öfkeli, durdurulamaz, ne yapacağı kestirilemez. Bazen çok sakin, bazen çok deli dolu. Sana, seni olduğun yere sabitleyecek bir şeyler lazım." dedi ve içkisinden bir yudum aldı. Bunları neden söylediğini ben ve Deniz'den başka kimse anlamıyordu. "Böyle kıyılarında dinlenebileceğin bir toprak parçası mesela." Bardağımdaki suyu yudumlarken tam karşımda oturan Deniz'e baktım. Bardağını kafasına dikmekle meşguldü ama bakışları benim bakışlarıma sabitlenmişti. "Ya da mesela bir ada." dedi Uygar bir anda. "Bunu dört senedir söylüyorum ama bana hiç kulak asmıyorsun ki."

Deniz'in bakışları benim gözlerimden anında Uygar'a kayarken ben de onu taklit edip Uygar'a şaşkınlıkla baktım. Benden ve Deniz'den mi bahsediyordu? Ama bizden bahsetse, dört senedir söylüyorum demezdi ki.

Deniz önündeki peçeteyi aldı ve sakince ağzını sildi. "Yoo, bence artık gayet sakin biriyim." dedi gülümseyerek. Gerçekten de sakin görünüyordu. Uygar'a kızmamış mıydı? Ya da Uygar'ın bizden bahsettiğini sanarak hata mı yapıyordum? Yanlış anlamıştım belki de.

Selay, Can ve Miray anlamayan bakışlarla bize baksalar da hiçbir şey söylememişlerdi. Gergin bir ortam yoktu ama yine de bir tuhaflık vardı. Hepsinin bunu fark ettiğine ve Selay'ın daha sonra beni bir kenara çekip her şeyi anlattıracağına emindim.

"E peki, öyle olsun." dedi Uygar sırıtarak.

"Ada bu arada." dedi Miray. "Resim konusunda kendini çok geliştirmişsin. Aşağıda gördüm ve resme bayıldım." Denizin ortasına çizdiğim ada resminden bahsediyordu.

"Ah, teşekkür ederim. Hala pek iddialı değilim aslında."

"Saçmalama Ada." dedi Selay. "Yarışmaya neden katılmadığını bile hala anlamış değilim. Kesin sen kazanırdın."

"Ne yarışması?" dedi herkes hep bir ağızdan.

"Ada o resmi resim kulübündeki yarışma için yaptı. Ödül olarak da yurt dışına bilet vereceklerdi ama işte çekildi yarışmadan." dedi Selay. Deniz'e baktım. Beni izliyordu. Muhtemelen resmi ona verdiğim için yarışmaya katılmadığımı zannediyordu ama hiç ilgisi yoktu.

"Bence kesin sen kazanırdın." dedi Uygar. "Cidden neden çekildin ki? Bak ne güzel yurt dışına gidecekmişsin."

Omuz silktim. "Belki bir gün yeniden denerim." dedim ve konuyu kapattım.

Güzel bir akşam geçiriyorduk. Deniz'in hayatımdaki insanlarla iyi anlaşması beni nedense mutlu etmişti. Aynı şekilde onların da Deniz'i sevmesi hoşuma gitmişti ve neden böyle hissettiğimi bilmiyordum.

Selay ve Can sürekli neye ihtiyacım olursa hemen onlara söylemem gerektiğini hatırlatıp duruyorlardı. Uygar ve Miray bazen toplu sohbetten sıyrılıp ikili diyaloğa giriyordu. Deniz ise her zamanki gibi dikkatini benden bir an olsun bile ayırmıyordu.

"Neyse." dedim ilgiyi kendime toplayarak. "Selay, benim size bir şey söylemem lazım." Bakışlarımı Selay, Miray ve Can'ın üzerinde gezdirdim. Hepsi dikkatle bana bakıyordu.

"Kötü bir şey mi oldu?" dedi Selay telaşla.

"Aslında kötü değil ama iyi de sayılmaz. Deniz Bursa'da Savaş'a ait bir mezar buldu." dediğimde hepsinin yüzü bembeyaz olmuştu. "Nüfus Müdürlüğü'ne gittik. Gerçekten de ikizim öldü görünüyordu. Neden ve nasıl öldüğünü öğrenmek için otopsi yaptırmaya karar verdim. Mezar boş çıktı." Az önce bana üzüntüyle bakan yüzler şimdi şaşkınlıkla bakıyordu. Ben bile daha anlam verememiştim. Şaşkın olmaları çok normaldi.

"Nasıl yani Ada? Mezar boş ne demek?" dedi Can kaşlarını çatarak.

"Birileri Savaş'ın öldüğünü düşünmemizi istemiş yani."

"Ama neden? Ve kim?" dedi Miray.

"Bilmiyoruz. Oradaki savcı araştırıyor. Henüz bir bilgiye ulaşamadık ama öğreneceğiz eninde sonunda. Ayrıca olay sonuçlanana kadar dayımlara haber vermeyeceğim."

"Söyleseydin keşke Ada." dedi Selay, dakikalar sonra tepki verebilmişti. "Belki bir şey biliyordur."

"Sanmıyorum. Benim canım fena halde sıkıldı zaten. Bir de onlar üzülmesin. Ama şöyle bir şey var, Güneş boş mezar hariç her şeyi biliyor. Annemin intihar ettiğini öğrendi."

"Ne?" dedi Selay şaşkınlıktan büyüyen ağzıyla. "Ne diyorsun sen Ada? Nasıl öğrendi?"

"Maalesef Melih Karahan yüzünden." dedi Deniz. "Bir şekilde adamları Güneş'e ulaşmış ve gerçeği söylemişler."

"Yok artık ya. Şerefsiz adam. Gerçekten bir gün size bırakmayacağım ve onu öldüreceğim Deniz." dedi Selay. Çok ciddi görünüyordu.

"Neyse, olan oldu artık." dedim. "Bir şekilde toparlar yani toparlarız herhalde."

"Bana hiç söylemedin böyle bir şey olduğunu. Anlatsaydın keşke sana destek olurdum."

"Daha ben bile olayın şokunu atlamadım Selay. Tamamen hazmettiğimde seninle daha detaylı konuşacağım merak etme." dedim gülümsemeye çalışarak. "Neyse, keyfimiz daha fazla kaçmasın."

"Ada bir şey soracağım." dedi Uygar merakla.

"Sor, dinliyorum." dedim ve çatalımı, bıçağımı bırakarak dikkatimi ona verdim. Diğer herkes tabağına odaklanmıştı.

"İkiz geni ailenizde var mıydı? Yani Savaş senin ikizin ya, akrabalarınızda var mıydı bu yoksa sadece siz mi?"

Gülümsedim. "Evet, genlerimde var. Hatta anneannemin de ikiz kardeşi varmış."

Uygar bir anlığına Deniz'e bakıp ardından yine bana baktı. "Yani şimdi çocuğunuz olursa ikiz olma ihtimali var öyle mi?" dedi.

"Çocuğunuz derken?" dedim şaşkınlıkla. Kimle olacak çocuğumdan bahsediyordu ki? Ayrıca az önce neden Deniz'e bakmıştı?

"Canım, senin ya da Güneş'in çocuğu olursa diye diyorum." dedi muzip bir gülüşle. Hiç de Güneş'ten bahsediyor gibi durmuyordu.

İnanmasam da sorusuna cevap verdim. "Evet, ikiz çocuğum olabilir." dedim omuz silkerek. Bakışlarım tam karşıya kaydığında Deniz'in beni izlediğini fark ettim.

"Yaşasın, ikiz yeğenlerim olacak." dedi Uygar sevinçle. Hala Deniz'le birbirimize bakıyorduk. Gözlerinde herhangi bir ifade yoktu.

"Uygar." dedi Deniz ama hala bana bakıyordu. "Ne anlatıyorsun sen?"

"E Ada benim kardeşim oldu artık. Eğer çocuğu olursa o çocuklar benim yeğenim olacak. Onu anlatmaya çalışıyorum." dedi kadehindeki son yudumu kafasına dikerek.

"Bana pek öyle gelmedi ama neyse." dedi Deniz neredeyse fısıltıyla. Ama ben duymuştum. Neyse ki kimse bizi dinlemiyordu. Herkes yemeğine dalmıştı.

"Neyse, bütün yemekler harika olmuş. Elinize sağlık hepinizin."

Herkes hep bir ağızdan Uygar'a afiyet olsun dediğinde alışkanlık olmuş olacak ki Deniz'e baktım. Sargılı eline bakıyordu. "Ben birazdan gelirim." dedi ayağa kalkarak.

"Bir sorun mu var?" dedi Uygar. "Ne oldu?"

"Sargıyı değiştirsem iyi olacak. Kanıyor." dediğinde beklemeden kalktım. Deniz çoktan merdivene yönelmişti. "Tek başına yapamazsın, ben yardım edeyim."

Bir kat aşağı inip Deniz'in odasına girdik. "Niye inat ediyorsun anlamıyorum." dedim homurdanarak. Bir yandan da kana bulanmış sargıyı çözmeye çalışıyordum. "Canın yanıyor işte, neden gizliyorsun? Böyle nasıl geçeceğini düşünüyorsun ki? Seni amcana şikayet edeceğim." dedim ve başımı kaldırdım. Deniz gülümseyerek beni izliyordu. "Ne? Ne oldu, neden gülüyorsun?"

Önüme düşen saçları geriye attı ve "Seni bir şeyler yaparken izlemek hoşuma gidiyor." dedi hala gülümserken.

"Deniz." dedim uyarıcı bir sesle. Ama kendimi tutamadım ve ben de gülümsedim. "Dikkatimi dağıtma."

"Elin hafifmiş." dedi konuyu değiştirerek. "Canımı yakmıyorsun."

"Keşke sen de kendi canını yakmasaydın." dedim ve kaşlarımı çatıp ona baktım. "Bir daha sakın böyle bir şey yapma."

"Kendimi cezalandırmak zorundaydım."

"İlla ki kendine zarar vermek zorunda değildin."

"Hmm, peki başka nasıl yapacaktım bu ceza durumunu? Senin yöntemlerin neler?"

Alt dudağımı aşağı sarkıttım, ardından hemen eski haline çevirdim. "Bilmem, düşünmedim."

"Bir daha öyle yapsana." dediğinde anlamayarak baktım. "Bilmem demeden önce dudağını büküyorsun ya, o an yüzün çok tatlı oluyor."

"Deniz." dedim sahte bir sinirle. "Konsantre olamıyorum."

Deniz sonunda beni dinledi ve ben sargıyı bitirene kadar sustu.

Yukarı çıkıp yemeğe devam ettikten kısa bir süre sonra herkes evine gittiğinde Deniz'le baş başa kalmıştık ve terastaki camdan dışarıyı izliyorduk. Dolunay vardı ve denizdeki yansıması o kadar güzeldi ki hayran olmamak elde değildi. "Yarışma olduğunu neden söylemedin?" dedi Deniz merakla.

"Bilmem, ne fark edecekti ki?"

"Uygar haklı Ada. O resim varken senden başkası asla kazanamazdı. Resmi bana verdiğin için mi katılmadın yarışmaya?"

"Hayır, sana verdiğimde çoktan çekilmiştim."

"Yine de yurt dışına gitmek gibi bir ödülden kendini mahrum bırakmanı istemezdim... Pasaportun mu yok? O yüzden mi istemedin?"

"Yoo, pasaportum var. Yani istemedim, tek sebebi bu." dedim konuyu kapatmak isteyerek. İpek yüzünden çekilmiştim ama şimdi anlatmaya hiç gerek yoktu.

"Peki o zaman. Dediğin gibi olsun. Artık uyuyalım mı?"

"Benim uykum yok." dedim. "Ve sana bir şey sormak istiyorum."

"Tamam, sor." dedi merakla. Bana döndü ve tüm dikkatini bana verdi. Yine yüzümdeki bütün detayları incelediği bir zaman dilimindeydik.

"Uygar yemekte ne demek istedi? Yani toprağa ihtiyacın var derken?"

Deniz elinin tersiyle boynumdaki saçları nazikçe geriye itti. O kadar nazikti ki sanki boynuma kuş tüyü değmişti. "Uygar yıllardır bunu söyler. Senin bir toprağa yani adaya ihtiyacın var. Ancak böyle durulursun, hırçın dalgaların ancak öyle sakinleşir. der."

Şaşkınlıktan büyüyen gözlerle ona baktım. Yani Uygar'a göre Deniz'in ihtiyacı olan şey onun hayatına çoktan girmişti. Demek o imaları o yüzdendi. "Anladım." dedim sessizce. "Umarım en kısa zamanda ihtiyacın olana kavuşursun."

"Neden görmüyorsun?" dedi sitem dolu bir sesle.

Yutkundum. "Neyi görmüyorum?" dedim. Neden açık açık söylemiyordu? Neden her şeyi benim anlamamı bekliyordu? Kaçtığı şey her neyse artık söylemek zorundaydı.

"Neyse boşver." dedi bozulmuş bir sesle ve içeriye doğru ilerledi. Kolundan tutup gitmesini engelledim ve onu önüme çektim.

"Söylemeni istiyorum Deniz. Aynı dört duvarın içindeyiz dedin. Benim ne hissettiğimi, ne düşündüğümü, ne istediğimi ya da ne istemediğimi biliyorsun ama ben bilmiyorum. Sen neden şeffaf değilsin? Neden senin içine bakmaya çalıştığımda bir gölgeyle karşılaşıyorum? Neden kaçıyorsun?" Deniz bir süre düşündü ve bu süre bana elli yıl gibi uzun gelmişti. Cevap verip vermeyeceğini bile bilmiyordum. Keşke hiç kolundan tutup durdurmasaydım. "Gitmeni istemiyorum dedikten sonra gitmem gerektiğini ima ettiğin bir sürü şey söyledin. Hatta o gün, küvetteyken kendin dedin, yanımda olmaman lazım dedin. Ama bugün evi terk ettiğimde peşimden geldin. Üstelik kendin de git demişken peşimden geldin. Neden?"

"Yanımda kalman bir yıldızın kayıp gitmesine bağlı olmamalı." dedi düz bir sesle. Bursa'da gördüğümüz yıldızdan bunu mu dilemişti? "Bu, bir yıldızdan istediğim bir şey olmamalı. Bunu sen de istemelisin. Kaçıyorum çünkü bunu senin de isteyip istemediğine emin olmaya çalışıyorum. İsteyene kadar da bekleyeceğim."

"Ama bir gün gide-"

"Gitmeyi unut Ada. Gidemezsin. Artık olmaz."

"Neden?"

"Çünkü seni her zamankinden daha fazla korumam lazım."

"Neden?"

"Çünkü her şey daha da karmakarışık oldu." dedi düz bir sesle. Verdiği yanıt hala doğru değildi. Hala kaçıyordu. Asıl sebebi öğrenene kadar susmayacaktım.

"Neden?"

"Çünkü güvende olman lazım."

"Neden?"

"Çünkü sana ihtiyacım var."

Bunlar bana yetmiyordu. Hep eksik kalıyordu. Tüm bu sebepler evinde kalmama bir cevap olmuyordu.

"Neden?" dedim son kez. Artık sormayacaktım. Bu sondu.

"Çünkü." dedi ve sustu. Cümlenin devamını benim mi tamamlamamı mı istiyordu? "Çünkü Ada, ben sana tepeden tırnağa, evrende kimse yokmuşçasına aşık oldum." dedi saniyeler hatta saliseler içinde. "Seni gördüğüm ilk andan beri senden kaçmaya çalıştım. Ama hayat seni hep önüme çıkardı. Kütüphanede çarpışmamız, senin benim arabama çarpman, kütüphaneye gelirken bayılman ve benim seni görmem. Sanki bu yazılmış bir kuraldı. Seni tanımak zorundaymışım gibi hep karşıma çıkıyordun. Ama inan bana hep kaçtım. Uzak durmaya çalıştım. Benim başım beladayken seni de bu işlere karıştırmaktan çok korktum ama zaten seni ilk gördüğümde olacağını bildiğim şey gerçekleşti ve sana aşık oldum. Çok direndim. Sana zarar veriyorken, canını yakan bir sürü şeye sebep olmuşken hiç suçum yokmuş gibi seni yanımda istedim. Belki de yaptığım bencillik. Kurtulmaya değil de düşmeye meyilliyken senin de hayatımda olmanı istemek düpedüz bencillik. Biliyorum yanlış, çok yanlış. Ama sen çoktan benim içime işledin. Sana ve aramızdaki bu çekime karşı koyamıyorum Ada ve itiraf etmek gerekirse koymak da istemiyorum." Heyecandan dilim tutulmuştu. Bunları duymayı bekleyip beklemediğimi bilmiyordum. Deniz'e karşı hissettiğim duyguların adını hiçbir zaman koyamamıştım. Ama sanırım onun bu itirafları benim duygularıma da tercüman olmuştu. Deniz'siz bir hayat düşünemiyordum. "Seni görememe düşüncesi, seni kaybetmek düşüncesi beni mahvediyor. Sana bir şey olması ihtimali kalbimi bin yerinden bıçaklıyor. Elini tutmayınca, başını göğsüme koymayınca, sen gülmeyince, sesini ve kokunu duymayınca, seni görmeyince çıldıracak gibi oluyorum. Sana o kadar alıştım ki bir an için bile olsa hayatımdan çıkma ihtimalini düşündükçe aklımı yitiriyorum. Bazen geceleri uyanıp senin nefes alışverişlerini dinliyorum. Sonra öpüp koklayıp tekrar uyuyorum. Ya da öylece dururken içimden adını tekrarlayıp gülümsüyorum. Senin adına gülümsüyorum. Biliyor musun? Hiçbir sevgi sözcüğü senin adın kadar güzel değil." Kalbim artık yerinden çıkmış olmalıydı. Hayatımda nabzımın bu kadar hızlı attığı başka bir an daha hatırlamıyordum. Ellerimin terlediğini hissettim. Kollarımı Deniz'in boynuna sarıp kocaman sarılmak istiyordum. "Ada görmüyor musun? Sana deli gibi aşığım." Duygularımın farkına varmam için Deniz'in bu konuşmayı yapması gerektiğini fark ettim. O anlatmasa belki de ona aşık olduğumu sonsuza kadar fark etmeyecektim.

Bazen öldüren ve süründüren, bazen de hayata tutunmamızı sağlayan aşk neydi? Tutku, bağlılık, şehvet, zaaf, ten uyumu? İnsan neden ve nasıl aşık olurdu? Bir sebebi var mıydı yoksa nedensiz mi yerleşirdi içimizdeki her hücreye?

İzlediğim yüzlerce film, okuduğum onlarca kitap bunun cevabını vermeme yetmiyordu. Bir şekilde bütün tanımlar eksik kalıyordu. Tamamlanmak mıydı, yarım kalan tarafımızın bir başkasıyla bütünleşmesi miydi? Huzur muydu, kavuşmak mıydı, yoksa kavuşamamak mıydı? Her gün hiç bıkmadan, usanmadan aynı insana sevdalanmak mıydı? Gülüşüne gülmek, dudağının kenarındaki çizgilerin bile rastgele dizildiğine inanmamak mıydı? Bir insanı ömürlük yenilgi olarak kabul etmek miydi? Neydi?

Her ne kadar daha önce bu duyguyu tatmamış olsam da insanı bambaşka duygulara yönelten, herkesin koşarak uzaklaştığı ama onsuz da yapamadığı büyük bir güç olduğunu biliyordum. Bildiğim tek bir şey daha vardı ki Deniz'in bana aşık olması gibi ben de ona aşıktım.

Deniz bir şey söylememi beklercesine gözlerimin içine bakıyordu. Elini yüzüme koyduğunda baş parmağı dudağımın üzerine denk geldi. "Seni her istediğimde öpemem. Seni her istediğimde öpemem. Seni her istediğimde öpemem. Kahretsin, bunun benim için ne kadar zor olduğunu biliyor musun?"

Söyleyecek çok şeyim vardı ama şu an konuşmak istemiyordum. İstediğim tek şey ona sarılıp, dilediğimce öpmekti. Zaten o da bunu istiyordu. Beklemeden ona ikimizin de istediği şeyi verdim ve bakışlarım yüzünde gezerken saniyelik bir hareketle yüzünü avuç içlerime alarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Onu öperken aynı zamanda ona karışmak istiyordum. Ruhum bedenimden sıyrılıp onun ruhuna kavuşmak için can atıyordu. Aynı şeyi onun da hissettiğine emindim.

Dudağımı biraz araladığımda ellerini belime koydu ve beni kendine iyice çekti. Kalp atışları benim bedenime çarpacak kadar sert ve hızlıydı. Acaba benim kalbimi de hissediyor muydu?

Hafiflemiş gibiydim. Tamamlanmış hissediyordum. İki yaralı ruh birbirine kavuşmuştu. Tek parçaydık. Artık iki ayrı kişi değil tek bir ruhtuk. Artık gitmek yoktu. Gitmeyecektim, Deniz de gitmeyecekti. Kokusu, gözleri, elleri, saçları, kalbi, ruhu, bedeni bana aitti. "Sen." dedi nefes almak için ara verdiğinde. "Ada, sen bana aitsin." dedi ve sınırsız bir arzuyla beni tekrardan öpmeye devam etti. Hayatım boyunca bu cümleyi birinden duyabileceğimi düşünmüyordum. Birine ait olma düşüncesi bana korkutucu geliyordu. Ama böyle bir cümlenin Deniz'in dudaklarında şekillendiğinde ne kadar güzel olabileceğini hiç düşünmemiştim. Kendimi geri çektim ve küçük bir nefes aldım. "Sen." dedim onu taklit ederek. "Deniz, sen bana aitsin." Konuşurken dudaklarım Deniz'in dudaklarına dokunmuş, içimin karıncalanmasına sebep olmuştu. Deniz sanki yıllardır bunu duymak için bekliyormuş gibi benim gülüşümün üzerinde gülümsedi ve tekrar beni öpmeye başladı. Arzulu ve şefkatliydi. Sanki beni incitmekten korkuyormuş gibi dokunuyordu. Sanki kollarının arasında eriyip de yok olacakmışım gibi telaşlıydı.

Biraz daha devam edeceğimiz takdirde nefessiz kalacağımızı bildiğimizden bir süreliğine yüzlerimizi uzaklaştırdık. Derin bir nefes aldım. Bu tutku başımı döndürmüştü. Onu doyasıya öpmek istiyordum. Sanki tek kurtuluşum buydu.

Gözlerimi kaldırıp bakışlarımı Deniz'in bakışlarıyla birleştirdim. Yüzünü yavaşça bana yaklaştırdı ve dudağını dudağıma bastırdı. Beni öpmüyordu. Öylece durmuştu. Gülümsedim. Deniz bunu fark ettiğinde dudakları hafifçe kıvrıldı. O da gülümsüyordu. "Ne oldu?" dedi yüzünü bir milim bile çekmeden.

"Doğruymuş, su ve toprak birbirinden hiç ayrılamıyormuş." dedim fısıltıya benzer bir sesle.

"Suyu olmayan bir ada ve toprağı olmayan bir deniz. Düşüncesi bile korkunç." dedi ve yüzümden uzaklaşıp beni bir süre inceledi. "Bunu seviyorum." dedi baş parmağıyla gözümün altını okşarken.

"Neyi?"

"Seni her öptüğümde daha fazlasını isteyen bakışlarla bakmanı." dediğinde utancımdan yerin dibine girecektim. Gerçekten öyle mi bakıyordum?

Kollarımı bedenine sardım ve yüzümü göğsüne sakladım. "Utandın mı?" dedi neşe dolu bir sesle. Sanırım gülüyordu.

"Yoo." dedim yalan söyleyerek. "Sen uyumayacak mıydın?" Konuyu değiştirmem gerekiyordu çünkü kızarmaktan ısınan yanaklarım bir an önce normale dönmeliydi.

"Kaçtı benim uykum. Mutluluktan uyuyamayacağım bu gece." dedi ve benden uzaklaşıp biri yanağıma biri dudağımın kenarına olmak üzere beni iki kez öptü. "Sen nasıl bir şeysin?" dedi yüzümü ellerinin arasına alarak. Bilmem anlamında omuz kıstım. "Ben sana her baktığımda böyle büyülenecek miyim?" dedi ve ardından alnımı öptü.

"Peki ben sana her baktığımda kalbim böyle çarpacak mı?" dedim elini kaldırıp göğsüme koyarak.

Gülümsedi ve elini çekip bana kocaman sarılarak başımın üzerine bir öpücük kondurdu. Ardından derin ve sesli bir nefes aldı. "Benim güzel bebeğim."

Bir süre öyle durduktan sonra Deniz'in odasına geçmiştik. Ondan bir santim bile ayrı kalamadığımı fark edip kolumu hemen ona sarmıştım. Yüz yüze yatıyorduk ve onun da bir kolu bana sarılıydı. "Ne düşünüyorsun?" dedim Deniz yüzümü incelerken. Beni uzun uzun seyrediyordu.

"Ne kadar güzel olduğunu." dedi ve parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı.

"Abartıyorsun." dedim ve elimi yüzüne yerleştirdim.

"Az bile söylüyorum." dedi esnememek için kendini zor tutarken.

"Sen bana laf yetiştireceğine artık uyusan mı acaba? Gözlerin kıpkırmızı oldu."

"Daha beter günlerim de oldu, endişelenme."

Gözlerimi kapattım, belki ben uyursam uyurdu. "Tamam, ben uyuyorum. Sen uyanık kal o zaman." dediğimde beni kendine o kadar çok çekmişti ki ona iyice yapışmıştım. Başım yine boynunun girintisine denk gelmişti.

"İyi geceler sevgilim." dediğinde gözlerimi açmamak için kendimi zor tuttum. Kanımın yanaklarıma hücum ettiğine ve çoktan kıpkırmızı olduğuma, heyecandan ağzımın bile açıldığına emindim. Bir tepki verememiştim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Eskisi gibi bir ilişkimiz olmadığını biliyordum. Bir şeyler değişmişti ve ben şimdi gerçekten onun sevgilisi miydim yani? Bu durumda o da benim sevgilim oluyordu, sonuçta Deniz'in yaşadığı şey platonik bir ilişki değildi. Off neler düşünüyordum böyle? Neden aklım başımdan gitmişti ki?

Bir süre sustuktan sonra ona iyice sokuldum ve onun kadar cesur davranamayıp sadece "İyi geceler." demekle yetinerek artık onu sevdiğimden emin olduğum adamın kollarının arasına sığınıp gözlerimi yumdum.

***

6 Ekim, Pazar

Gözlerimi yavaşça açtığımda güneşin çoktan doğduğunu fark ettim ve olduğum yerde doğruldum. Deniz hala uyuyordu. Ve anlamadığım bir şekilde üstünde yine bir şey yoktu. Sanırım geceleri giyinik olmaya alerjisi vardı.

Düşüncelerimi bir kenara atarak Deniz'i uyandırmaya karar verdim. Çünkü eğer biraz daha böyle yatarsak gün bitecekti. Onu uyandırmak için yüzüne eğildim ve yanağına kocaman bir öpücük kondurduktan sonra elimi yanağında gezdirdim. Sanırım uyanması için bir şeyler söylemem gerekiyordu ama ben ona nasıl sesleneceğime karar verememiştim.

Deniz biraz hareket edince uyanmakta olduğunu anladım ve elimi yanağında gezdirmeye devam ettim. "Hadi uyan, sabah oldu." dedim en yumuşak sesimle. Deniz ani bir hareketle kalktı ve beni sırt üstü yatırarak dudağıma küçücük bir öpücük bıraktı. Ardından kulağıma eğildi. "Günaydın sevgilim." Kanımın yanaklarıma hücum ettiğine ve çoktan kıpkırmızı olduğuma emindim. Evet artık ne olduğumuzu biliyordum ama onun sesinden bunu duymak bende bambaşka bir etki yaratıyordu.

"Günaydın." dedim biraz kekeleyerek. Dilim söylemek istediğim birçok şeyi geri itiyordu. Beynime hükmedemiyordum, heyecanım beni ele geçirmişti. Deniz yüzünü uzaklaştırdı ve elini boynumda gezdirdi. İçim karıncalanıyordu. Sanki bir elektrik akımına kapılmış gibiydim. Sevdiğiniz kişi tarafından sevilmek mükemmel bir histi.

"Çok güzel bir rüya gördüm." dedi o güzel gülümsemesiyle.

Elimi kaldırıp yanağına koydum. "Ne gördün?"

"Sana aşık olduğumu söylüyordum. Sen de beni öpüyordun." dedi sırıtarak.

"O bir rüya değildi Deniz." dedim gülerek.

"Hmm, bakalım değil miymiş?" dedi ve elini boynumdan çekip yanağıma koydu. "Sana aşığım." dedi sıcacık bakarken. Neden öyle bakıyordu ki? Birazdan eriyip yatağa yapışacaktım sanki.

Başımı kaldırdım ve dün akşamki gibi olmasa da onu öptüm. "Rüya değilmiş değil mi?" dedim gülümseyerek.

"Evet değilmiş. Ama eğer rüyaysa hayatımda gördüğüm en güzel rüya olabilir." dedi ve elini tekrar boynumda gezdirmeye devam etti.

"Ama gerçek."

"Bu gerçek beni mutluluktan deliye döndürebilir." dedi sırıtarak.

"Sevgilimin akıllı kalmasını tercih ederim." dedim ve elimi boynuna götürdüm. Bir süre gülümseyerek birbirimize baktık ve sanırım bunu söylememi ikimiz de beklemiyorduk.

"Ne dedin sen az önce?" dedi sırıtarak. Sanki duymamıştı.

"Akıllı kalmanı tercih ederim dedim."

"Hayır ondan önce."

"Ama gerçek dedim."

Sabırsızca gülümsedi. "Ondan sonra."

Artık kaçışım yoktu. Mecbur söyleyecektim. "Sevgilim dedim oldu mu?" dedim ve gözlerimi kapattım.

Deniz yanağıma okkalı bir öpücük kondurduktan sonra "Evet oldu." dedi. Ardından yanağımın boynumla birleştiği çizgiye sayamadığım kadar uzun, nemli ve yavaş öpücükler bıraktı. Boynunda olan elim ensesindeki saçlara kayarken diğer elim belinde geziyordu. Dudaklarımdan çok kısık bir inilti döküldüğünde belindeki elimi istemeden de olsa ona iyice bastırdım. Muhtemelen parmak izlerim çıkmıştı.

"Ada." dedi bir anda ve üzerimden kalkarak doğrulmama yardım etti. Ona cevap vermeden önce kalp atışlarımı düzene koymam gerekiyordu çünkü nabzım yüksek bir ibreye doğru yol almıştı.

"Bir şey isteyeceğim senden." dedi penceresinin önündeki masadan küre şeklindeki minyatür dünyayı alarak. "Yanıma geldi ve dünyayı bana verdi. "Çevirsene bunu."

"Ne oldu ki?" dedim anlamaya çalışarak.

"Hadi Ada, dediğimi yap."

Dediğini yaptım ve işaret parmağımla küreyi bulunduğu düzenek içinde çevirmeye başladım. "İstediğin zaman durdur." dedi ciddi bir sesle. Ne yaptığımızı hala anlamıyordum.

Bir süre sonra küreyi durdurdum. "Neresi denk geldi?" dediğinde işaret parmağımın değdiği yere baktık. "İtalya. Hmm, daha önce gitmemiştim. Güzel bir seçim."

"Neyin seçimi?" dedim merakla.

"Yarışmadan çekildiğin için kazanamadığın yurt dışı tatilinin seçimi." dedi. "Hazır ol, en kısa zamanda İtalya'ya gidiyoruz." Pencereye doğru ilerleyip dışarıya baktıktan sonra tekrardan bana döndü ve yanıma oturdu.

Şaşkınlıkla baktım. "Deniz gerçekten buna hiç gerek yok. Senin yüzünden çekilmedim ki yarışmadan."

"Gerek yok ya da var. Bu artık tartışma konusu değil." dedi ve arkasına sakladığı elini yüzüme doğru yaklaştırıp kulağımın üstüne bir şeyler sıkıştırdı. Ardından telefonunu alıp hiç anlamadığım bir zaman diliminde fotoğrafımı çekerek ekranı bana gösterdi. Ummadığım bir şekilde güzel çıkmıştım ve kulağımın üzerinde bir papatya vardı. Gülümsedim.

"Senin hayatında eksik olan ne varsa ben tamamlamak istiyorum. O yüzden itiraz etme. Ben her şeyi halledeceğim. Sana sadece valizini hazırlamak kalacak." dediğinde ciddi olduğunu anladım.

"Ama dayım ve Güneş ne olacak? Ya ben yokken Güneş dayımla konuşursa? Ya Bursa'daki savcı boş mezar için ararsa?"

"Hemen gitmeyeceğiz. Şu saçma sapan şeyler netliğe kavuşsun da öyle." dedi ve alnımı öpüp yataktan kalkarak banyoya doğru gitti. "Duş alıp hemen geliyorum. Sakın bir yere kaybolma."

"Kaybolmayacağım." dedim gülümseyerek. Ardından kalkıp eski odama girdim ve ben de kendimi hemen banyoya attım.

Su, üzerime yağarken hafiflemiş hissettiğimi fark ettim. Sanki bütün yüklerim teker teker üzerimden uçup gidiyordu. Hayatımda ilk kez yaşadığım bir duyguya karşı nasıl davranacağımı hiç bilmiyordum. Evet tehlikedeydim, sürekli tetikte olmam gerekiyordu ama ben bunları çoktan kabullenmiştim. Çünkü tüm bunlara rağmen beni hayatta tutan bal gözlü bir adam vardı. Ve o adam, benimdi.

Loading...
0%