@_kubraakyol
|
Bütün gün çalışmamızın ardından Deniz hava almak istediğini söyleyip aşağı inmişti, bense biraz daha çalışma odasında kalıp ders çalışmaya devam etmiştim ve yaklaşık bir saat daha odada kalmıştım. En sonunda akşam olduğunda ve sıkılıp bahçeye indiğimde Deniz ile Uygar'ı küçük gölün başında viski içerken bulmuştum. "Uygar." dedim şaşkınlıkla. "Ne zaman geldin? Hiç duymadım." "Az önce geldim." dedi Uygar. Deniz'in telefonu çalmıştı. "Ne var?" dedi hiç beklemeden. "Ne diye arayıp duruyorsun? Yaptıkların yetmedi mi?" "Güneş'e yolladığımız notu soracaktım." dedi Melih Karahan arsız arsız gülerken. "Allah belanı versin senin. Ne istiyorsun bizden?" "Seni çaresiz görmek çok hoşuma gidiyor. Ayrıca Özgür'ü yaralamanın hesabını sormayacağımı mı sandın? Ne masum bir yanılgı." "Senin hiç mi korkun yok? Hiç mi babana her şeyi anlatacağımdan korkmuyorsun?" "Anlatırsan anlat. Kimseden korkum yok artık. Güneş'i arayan adam, ahmaklığından mı aynı hattan görüşmeler yaptı sanıyorsun? Bile bile yaptım, benim yaptığımı kolayca öğrenmen içindi hepsi. Senden asla korkmayacağım." Gerçekten inanamıyordum, adamını yem gibi önümüze atmıştı. "Başına ne gelirse benden bil. Ayağın taşa mı çarpacak? Bil ki o taşı oraya ben koydum. Seni mahvedeceğim." "İyi. O zaman yarın ilk işim babana gidip her şeyi anlatmak olacak." dedi Deniz ve telefonu Melih'in yüzüne kapattı. "Orospu çocuğu durmuyor, durmayacak." dedi ve bardağını yere fırlattı. Anında tuzla buz olan bardağa baktım. "Bu adamı durdurmak için ne yapacağım ben Uygar?" Uygar sıkıntılı bir nefes verdi. "Bilmiyorum Deniz. İçimden onu öldürmek geliyor... Salih abiye anlatacak mısın peki? Senin her şeyi öğrenecek olman onu artık korkutmuyor desen belki bir şeyler düşünebilir." "Bilmiyorum Uygar. Düşünmem lazım. Bu kadar savunmasız olmak artık zoruma gidiyor. Her dakika her saniye yaptığım her şeyden nasıl haberleri olur?" "Savunmasız değilsin. Daha beter günlerin oldu. Yalnızca artık daha dikkatli olmak zorundasın, yani Ada için." dedi Uygar ve Deniz yanıma gelip kolunu omzuma atarak başımı öptü. Uygar bana göz kırptığında Deniz'in Uygar'a sevgili olduğumuzu söylediğini anlayıp utandım. Uygar bize hayran hayran bakıyordu. "Yılın çifti." dedi sırıtarak. "Bunu bir ara kutlayalım." "Neden olmasın?" dedi Deniz. "Selayları da çağırırız." dediğinde Selay'a söylemediğimi fark ettim. Ne tepki vereceğini çok merak ediyordum. "Olur olur. Neyse hadi ben gidiyorum." dedi Uygar ve önce Deniz'e sonra da bana sarıldı. "Daha yeni geldin." "Beni özlediğini biliyorum Deniz ama bizimkiler geldi. Onları alacağım havaalanından." Deniz sırıttı. "Ne özleyeceğim seni ya?" dedi alayla. Uygar Deniz'e öpücük attığında neredeyse kahkaha atacaktım. İlk defa şahit olduğum bu halleri beni gerçekten güldürmüştü. "Ben de seni seviyorum. Ama bu konuyu daha sonra konuşalım yoksa annem beni kesecek." dedi Uygar ve hızlı adımlarla arabasına doğru yürüdü. "Çok sevindi." dedi Deniz Uygar'a bakarken. "Neye?" dedim merakla. "Bize." dedi gülümseyerek. Ardından başımı kocaman öptü. "Üşüdün, hadi içeriye girelim." "Deniz bir şey söyleyeceğim." "Söyle sevgilim." "Sana bir rüyadan bahsetmiştim ya hani. Şey hani Özgür bana, Bir aydır gölge gibi Deniz'in peşinde dolaşıyorum. Ruhu bile duymadı. Onun dikkatini dağıtıyorsun ve bu çok işimize yarıyor. demişti ya." "Hmm, rüyanın gerçek olma ihtimalinden mi bahsediyorsun?" "Evet, eğer seni izlemiyorlarsa bu kadar şeyi nereden bilecekler ki? Nasıl haberleri olabilir?" "Sanmıyorum." dedi ve derin bir nefes verdi. "Neyse, sen düşünme bunları şimdi. Hadi yukarıya çıkalım." Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Saat epey geç olmuştu ve yorgun hissediyordum. Üstelik yarın okula gidecektim, bu yüzden hemen yatıp uyumak istiyordum. Yatağa geçtiğimde Deniz odasına getirdiği bilgisayarda hala bir şeyler yapıyordu. "Senin uykun gelmedi mi?" dedim esneyerek ve elimi uzatıp onu yanıma çağırdım. "Hadi gelsene." "Geldim geldim, birine bir mail atmam gerekiyordu." dedi ve yatağa yaklaşıp elimi tuttu. Ardından hemen yorganın altına girip kolunu belime sararak beni kendine doğru çekti. Yüzümü boynuna yaklaştırdığımda yanağımı onlarca öpücükle doldurmuştu. Son kez alnımı öptüğünde "İyi geceler güzelim." dedi ve gece lambasını kapatarak bana sarıldı. "İyi geceler." dedim ve ona sarıldım. 7 Ekim, Pazartesi Deniz "Ada, geç kalacağız. Hadi acele et biraz." diye bağırdığında banyoda saçlarımı tarıyordum. Gerçekten acele etmem gerekiyordu çünkü okula geç kalacaktım. "Geliyorum." diye bağırdım. "Sen in, hemen arkandan geleceğim." Fazla oyalanmadan aşağı indim. İçeride harika bir koku vardı. Ülkü abla mı gelmişti? "Ülkü abla." diye sevinç çığlığıyla mutfağa girdiğimde Ülkü abla mutfağı topluyordu. Beni "Günaydın güzel kızım." diye karşıladı. "İyi misin?" "Günaydınnnn. Hoş geldin." dedim ona sarılarak. "Özlettin kendini." Gülümsedi. "Ben de sizi özledim yavrum. Geç hadi salona, kahvaltını yap. Deniz seni bekliyor." "Ben daha fazla bekletmeyeyim o zaman." dedim ve koşa koşa salona gittim. Deniz alelacele kahvaltısını yapıyordu. Arkasından kollarımı boynuna doladım ve yanağına büyük bir öpücük kondurdum. "Afiyet olsun." "Hmm." dedi Deniz yanağımı yanağına yapıştırdığımda. Ardından boynuna dolanan kollarımın üzerine ellerini koydu. "Beni buna alıştırma ama." dedi başını çevirip yanağımı öperek. "Yoksa her gün isterim." Kollarımı çektim ve sandalyeme geçtim. "Benim için bir sorun yok." dedim gülümseyerek. 'Beni okula sen mi bırakacaksın?" "Evet." dedi kahvaltısına devam ederken. "Ama acele et çünkü benim toplantıya yetişmem lazım." "Tamam tamam. Zaten aç değilim. İstersen hemen çıkabiliriz." "Hayır Ada, düzgünce yemek yemezsen seni götürmem okula." "Peki düzgünce yemek yersem, okul çıkışı işe gelebilir miyim?" dedim sevimli tutmaya çalıştığım bir sesle. "Hayır." dedi hiç düşünmeden. Ellerimi çenemin altında birleştirdim. "Deniz lütfen. Senden ayrı mı kalayım yani? Hem evde sensiz sıkılırım." Deniz bir süre gülümseyerek beni izledi. "Sevimlilik yapma yoksa seni ısıracağım." dedi burnunu kırıştırarak. "Bu gelebilirsin demek mi oluyor yani?" dedim heyecanla. "Sanırım evet." dedi ağzını silerek. "Ama önce şu boş tabağını doldur yoksa kararımdan vazgeçeceğim." "Yok vazgeçme." dedim ve hızlıca tabağımı doldurup çok kısa bir sürede karnımı doyurdum. Beklemeden evden çıkıp okula gelmiştik. "Beni kim alacak okul çıkışı?" dedim emniyet kemerimi çıkartırken. "Hakan'a söyleyeceğim. Seni yine burada bekler." dedi ve bana doğru döndü. "Dikkat et Ada, tamam mı?" Sesi keyiften uzaktı. Sanırım yanından ayrılıyor oluşum onu üzüyordu. Ya da en son okula geldiğimde kaza geçirdiğim aklına gelmişti. Elimi yanağına uzattım. "Merak etme kendime çok iyi bakacağım. Başıma hiçbir iş açmayacağım ve işim biter bitmez sana koşacağım." dediğimde gözlerinin parladığını hissetim. Yanağındaki elimi alıp avuç içimi öptü. "İyi dersler benim dünyalar güzeli sevgilim." "Üç saat sonra görüşürüz." dedim yanağına uzanıp onu öpmeden hemen önce. Ardından arabadan indim ve koşarak binaya girdim. Gerçekten ama gerçekten çok sıkıcı geçen dersten sonra nihayet Deniz'in yanına gitme vaktim gelmişi. Şükürler olsun ki Hakan arabayı hızlı kullanıyordu ve zaman geçmeden şirkete gelmiştik. Deniz'i görememiştim çünkü toplantıdaydı, bu yüzden Uygar'ın odasına gittim. En az Deniz'in odası kadar büyüktü ve odada maketten yapılmış bir sürü minik ev vardı. "Girebilir miyim?" dedim açık kapıya vurduktan hemen sonra. Uygar masanın üzerindeki maketten yapılma siteyle uğraşıyordu ve kendi kendine bir şeyler konuşuyordu. Kapıyı tıklattığımda başını çevirip bana baktı. "Kendi kendine konuştuğunu bilmiyordum." dedim sırıtarak. "Nihayet ya, gerçekten nihayet." dedi şükür dolu bir sesle. Ardından bana sarıldı. "Şurada lansmana sadece ve sadece iki hafta kaldı ve şu maketlerin haline bak. Nasıl yetişecek bilmiyorum. Ben kendi kendime konuşmayayım da kim konuşsun?" "Kurtarıcın geldi." dedim kendimden emin bir sesle. "Her şey yetişecek merak etme." "Deniz nasıl izin verdi gelmene?" "Birazcık sevimlilik yapmış olabilirim." dedim çantamı koltuğa bırakarak. "Şimdi, ben ne yapacağım? Asistanın ne yapıyordu mesela?'' "Açık konuşmak gerekirse asistanımı baya yoruyordum. Ama seni ilk günden yoramam yoksa Deniz beni keser." "Beni korkutamazsın." dedim sırıtarak. "Söyle hadi, ne yapmam lazım?" "Odan yan tarafta. Masan, bilgisayarın, telefonun var. Beni arayanlarla sen konuşacaksın. Bilgisayarda tüm projeler var, detayları da var. Hepsi ayrı ayrı dosyalanmış şekilde. Senden istediğimde çıktılarını alıp bana vereceksin. Bu maketi yaparken malzemelere ihtiyaç duyuyorum, onları alt kattaki depodan alıp bana getirmen gerekecek. Hmm, bunlar normal rutinin. Ama şu an tek derdim lansman. Kusursuz bir reklam hazırlamak istiyorum. Yani bu gördüğün maket site her alıcıyı cezbetmeli." "Ben pek de yorulacağımı düşünmüyorum sevgili patronum." dedim meydan okuyarak. Uygar şüpheyle baktı. "Zaten yorulmaman gerekiyor küçük çırak. Dediğim gibi Deniz beni gerçekten keser çünkü. Hadi odana götüreyim seni." Hemen yan odaya geçtiğimizde odayı inceledim ve beklemeden sandalyeye oturdum. Bilgisayar açıktı. Uygar yarım saat kadar bir sürede hangi programları nasıl kullanacağımı bana göstermiş, ardından odasına geçmişti. Kısa bir sürede bilgisayarın altını üstüne getirip hepsini çözmüştüm. Çoğu şey zaten fakültede bize öğretilmişti. O yüzden hiç zorlanmamıştım. Önümdeki kağıda bir şeyler yazarken kapım çaldı. Yine bir saat önce gelen çaycı ablanın geldiğini sanıp başımı kaldırmadan "Girebilirsiniz." demiştim ama kapı kapanınca bakma ihtiyacı hissettim. Deniz gelmişti. Sevinçle ayağa kalktım ve ona sarıldım. "Hoş geldin." dedi saçlarımın kokusunu içine çekerken. "Yorulmadın değil mi?'' "Yorulmadım." dediğimde beni hızla masayla kendi arasına sıkıştırıp elini belimde gezdirdi ve kulağımla omzum arasındaki kısmı öptü. "Deniz ne yapıyorsun?" dedim telaşla. "Biri görecek, şirketteyiz." "Nerede olduğumuzu biliyorum, hatta sana bir sır vereyim. Şirketin sahibi benim." dedi çok bilmiş bir sesle. Sırıtıyordu. "Kapı kapalıyken kimse girmez merek etme. Ve evet, ben de seni özledim." Bazı duyguları Deniz söylemeden adlandıramıyordum. Sadece beş saat yanında değildim ama o yokken eksik hissediyor ve bir an önce tamamlanma ihtiyacı duyuyordum. Sanırım bu duygu gerçekten özlemdi. Son cümlesi yüzünden alt dudağımı ısırıp utandığımı saklamaya çalıştım ama iki parmağıyla çenemden tuttu. "Utanınca da ayrı bir güzel oluyorsun. Ben seninle ne yapacağım?" "Bilmem." dedim omuz kısarak. "Utandırma o zaman." "Bak, onu yapamam işte. O yüzden alışsan iyi edersin." "Denerim." dedim hala utanırken. "Neyse, benim çok az bir işim kaldı. Sen de toparlan. Çıkarız yarım saate." "Ama Uygar'ı tek mi bırakacağım?" dediğimde saatine baktı. "O da çıkar artık yavaştan." dedi ve gülümsedi. "Daha ilk günden patronunu yalnız bırakamıyor musun yani?" Kaşlarımı kaldırıp başımı iki yana salladım. "Bırakamıyorum." "Peki bakalım işkolik hanım." dedi kabullenerek. "Ben odama geçiyorum. İşin bitince gelirsin." "Tamam." dedim cilveli bir sesle ve belimdeki elini tutup avuç içini öptüm. Deniz kocaman gülümseyip çıktıktan sonra toparlanıp ilk önce Uygar'ın yanına gittim ve çıkacağımı söyledim. "Ben de birazdan çıkacağım. Yarın görüşürüz." dedi Uygar ve bana sevimli bir gülümseme gönderdi. "Görüşürüz patron." dedim ona el sallayarak. Deniz'in odasına gittiğimde camdan bakıyordu ve aynı zamanda telefonla konuşuyordu. Bölmek istemediğim için konuşmadan sessizce yanına ilerlerken telefon Deniz'in elinden kaydı ve gürültülü bir şekilde yere düştü. "Deniz." dedim telaşla yanına ulaşıp. Ve kolundan tutup kendime çevirdim. "Deniz ne oldu, iyi misin?" "Melis." dedi sadece. Ardından koşarak odadan çıktı. "Deniz dur." dedim ama durmamıştı. Telefonunu yerden alıp peşinden koştum. Kalbim sızlamaya başlamıştı çünkü Melis'e kötü bir şey olmuştu. Asansöre çok az kala bir mesafede Deniz'i yakaladım ve onunla beraber asansöre bindim. "Deniz." dedim donmuş yüzünü yüzüme sabitlemeye çalışarak. "Deniz kendine gel." "Kriz geçirmiş." dedi buz gibi bir sesle. "Hastaneye gitmem lazım." "Tamam, sakin ol önce. Duyuyor musun beni?" dedim elimi yüzüne koyarak. Duymadığına emindim. Telefonumu çıkartıp Eren'i aradım. Ağlıyordu. "Eren neredesiniz?" dedim telaşla. "Melis nasıl?" "Hastanedeyiz Ada. Ablam iyi değil. Hiç iyi değil." "Eren yapma sakin ol. Biz abinle geliyoruz. Ne zaman oldu bu?" "Dört beş saat oluyor." dedi oflayarak. "Toplantısı var diye ve Melis'in yaşadığı bu şey her zamanki gibidir diye abime söylemedik ama az önce ablamın kalbi durdu. Acilen gelmeniz lazım. Abime ihtiyacım var." "Tamam Eren, geleceğiz. Şirketten çıktık şimdi. Hemen geleceğiz. Ağlama tamam mı? Kötü bir şey olmayacak. Söz veriyorum sana." "Çabuk gelin n'olur." "Tamam geliyoruz." dedim ve telefonu kapattım. Ardından Uygar'ı aradım. "Bir şey mi unuttun küçük çırak?" dedi gülerek. "Hayır Uygar, hastaneye gidiyoruz. Acilen ofisten çıkman lazım." "Melis mi?" dedi hissetmiş gibi. "Evet." dedim Deniz'e bakarak. Boş bir şekilde etrafa bakıyordu. "Biz şimdi arabaya bineceğiz. Beni sakın yalnız bırakma çünkü Deniz de hiç iyi değil ve ben onu toparlayamam." "Tamam Ada. Çıktım bile. Hemen arkanızdan geleceğim." "Tamam." dedim ve telefonu kapatıp Deniz'in cebinden arabasının anahtarını alarak onu yolcu koltuğuna yönlendirdim. "Gel." dedim ürkek bir sesle. Sanki karşımda camdan yapılmış bir nesne vardı ve ben onu kırmaktan ölesiye korkuyordum. Arabayı çalıştırıp otoparktan çıktım. "Deniz iyi misin?" dedim ama sesim ona ulaşmamıştı. "Deniz, hadi bana cevap ver lütfen. Kendine gelmen lazım." "Melis'e bir şey olursa o adamı öldürürüm." "Bir şey olmayacak Deniz. Daha Melis'in durumunu bile bilmiyoruz. Kötü düşünme bak yalvarırım." dedim ama cevap vermemişti. Kısa sürede hastaneye ulaşmıştık. Yoğun bakım ünitesine ulaştığımızda Eren'i, Canan Hanım'ı ve Fatih Bey'i görmüştüm ve bayılacak gibi olmuştum. Çok kötü görünüyorlardı. "Abi." dedi Eren koşarak Deniz'e doğru gelirken. "Abi, ablam." Eren Deniz'e öyle bir sarılmıştı ki Deniz anında o güçsüz halinden sıyrılmıştı. Kendi kendineyken savunmasız oluyordu ama ailesinin yanında bunu asla yansıtmıyordu. Deniz Eren'i "Ssh." diye sakinleştirdi. "Tamam Erenciğim yok bir şey." "Abi ablam çok kötü." Fatih Bey ağır adımlarla çocuklarının yanına gelip ikisine de sarıldı. "Eren sakin ol." "Durumu nasıl?" dedi Deniz titreyen sesiyle. "Nasıl oldu? Neden oldu? İlaçlarını mı içmedi?" "İlaçlarını içiyor, her gün ben içiriyorum." dedi Eren hiç durmayan gözyaşlarıyla. "Durumu kötü, kalbi durdu." Deniz hemen çenesinin altındaki Eren'in başını öptü ve ona daha sıkı sarıldı. "Geçecek, atlatacak." dedi ve annesinin yanına gitti. Canan Hanım hiçbir şey söylememişti. Zaten bu durumda olan biri nasıl konuşabilirdi ki? Melis'in bulunduğu odanın camından baktım. Kalp ritmini takip ettikleri ekrana baktığımda korkudan dehşete düşmüştüm çünkü zikzak olması gereken çizgi sanki biraz sonra dümdüz olacak gibi ilerliyordu. Melis'i inceledim. Solgun görünüyordu, acaba ağzının üzerindeki maske ona yeterince oksijen sağlıyor muydu? Sıkıntılı bir nefes verip Deniz'in yanına gittim ve yanındaki sandalyeye oturdum. Uygar nihayet gelmişti ve Deniz'in dağılmış ruh halinin aksine çok sarsılmaz duruyordu. İlk Deniz olmak üzere ben dahil herkese sarılıp karşımızdaki sandalyelerden birine oturdu. "Canan abla, Fatih abi ve Eren." dedi soğuk bir sesle. "Siz eve gidin, biz Deniz'le buradayız." "Kızımı asla bırakmam." dedi Fatih Bey. "Gözünü açmadan şuradan şuraya gitmem." "Burada olmanızın kimseye bir faydası yok." dedi Deniz'in amcası. Ne zaman geldiğini bile fark etmemiştik. "Uygar haklı. Eve gidin. Melis'in durumu stabil. Kötüye giden bir şey yok, olmayacak da. Yeğenim bana emanet. Ona gözüm gibi baktığımı biliyorsunuz." "Olmaz Bülent. Melis uyanmadan gitmem." "Amcam ve Uygar haklı." dedi Deniz. "Zaten saatlerdir buradaymışsınız. Nöbetleşe kalırız Melis'in yanında. Eve gidin baba, dinlenin. Ben burada olacağım ve ona bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Burada kalabalık etmeyelim. Bir şey olursa mutlaka arayacağım." "Kardeşinin kalbi durdu Deniz." dedi Canan Hanım. "O neredeyse-" "Anne." dedi Deniz sert bir sesle. "Dediğimi yapın. Eve gidin ve dinlenin. Yarın yine gelirsiniz. Daha önce de olduğu gibi sağ salim eve getireceğim onu." "Ablamı bırakmak istemiyorum." dedi Eren. Yanına gidip ona sarıldım. Bir bebek gibi savunmasız görünüyordu. "Melis şu halinizi görse size çok kızar biliyorsunuz değil mi? Hadi, gerçekten eve gidin. Çok ciddiyim." dedi Bülent Bey. Fatih Bey hızlı adımlarla kardeşinin yanına gitti ve ona sarıldı. "Ona kötü bir şey olmasına izin verme Bülent." "Vermeyeceğim." dedi Bülent Bey ama sesi çok umutsuzdu. Deniz'in ailesi gittiğinde bekleme alanında sadece Deniz, ben ve Uygar kalmıştık. Dakikalar hatta saatler geçmişti. Deniz sürekli önümüzde sağa sola yürüyordu. Çok kötü görünüyordu ama ağlamıyordu. Kendini tuttuğunu düşündüm. Keşke ağlayabilseydi. Keşke içine atmasaydı. "Ben kahve almaya gidiyorum, istiyor musunuz?" dedi Uygar. Başımı iki yana salladım, istemiyordum. Aynı şeyi Deniz de yapmıştı. Uygar gittikten sonra Deniz bir iki adım daha yürüdü ve hemen yanındaki duvara çöküp dizlerini kendine çekti. Ağlıyordu, bunun iyi geleceğini düşündüm ve hızlıca yanına koşup dizlerinin dibine çöktüm. "Deniz." dedim elini tutarak. Hızlıca başını yukarı kaldırdı ve gözyaşlarıyla dolmuş yüzüyle yüzüme bakıp dizlerini aşağı indirerek bana sımsıkı sarıldı. Neredeyse bir çocuk gibi ağlıyordu. Ellerimi saçlarında gezdirdim. "Geçecek sana söz veriyorum. O iyileşecek." "Daha önce hiç kalbi durmamıştı. Ada o çok kötü. Belki de ölecek." dedi ve sustu. "Hayır Deniz. Sakın öyle düşünme." dedim ısrarcı bir sesle. Ardından ondan uzaklaşıp elimi yanağına koydum. "Duydun mu? O iyi olacak." "Aşağı inip hava alacağım." dedi kalkmaya çalışırken. Kalkmasına yardım ettim. "Ben de geleyim." "Hemen döneceğim. Yalnız kalmak istiyorum Ada, lütfen." dediğinde ısrar etmedim, belki yalnız kalmak ona iyi gelirdi. Uygar birkaç dakika sonra gelip yanıma oturduğunda başımı omzuna yasladım. "Melis iyi olacak mı?" dedim kuru bir sesle. "Bilmiyorum Ada, kalbi durmuş. Daha önce hiç olmamıştı. O çok kötü, Deniz de öyle." "Bülent Bey beni iyileştirdi, Melis'i de iyileştirir." "Senin durumun farklıydı Ada. Bülent abi senin iyileşeceğinden her zaman emindi." "Banim de kalbim durmamış mıydı?" Uygar sakin ama sesli bir nefes verdi. "Senin kalbin diğer organların zarar gördüğü için durmuştu, kalbinde bir sorun yoktu. Melis'in kalbi çok hasarlı ve yaralı Ada... Bülent abi belli etmiyor ama çok umutsuz." "Anladım." dedim sessizce. Neredeyse ağlayacaktım. Deniz'in hala gelmediğini fark ettiğimde hava çoktan kararmıştı. Çoktan gelmesi gerekmiyor muydu? "Deniz hala gelmedi." dedim ayağa kalkarak. "Nereye gitti sahi o?" "Hava almak istediğini ve aşağı ineceğini söyledi. Bir arasam iyi olacak." dedim telefonumu çıkartarak. Sonradan ani bir farkındalıkla aramayı sonlandırıp alnıma vurdum. Telefonu bendeydi. "Kahretsin." "Ne oldu?" "Telefonu bende. En iyisi aşağı gidip bakayım." dedim merdivenlere yönelerek. Uygar başını sallamakla yetindi. Dışarı çıkıp hastanenin etrafında bir tam tur attım. Ama yoktu. Uygar'ı aradım. "Efendim Ada." "Deniz yok." dedim hastanenin içine girerek. "Nasıl yani? Bir yere gitmiş olmasın?" "Arabasının anahtarı bende. Gidecek olsa benden alırdı." "Allah Allah nerede ki?" dedi Uygar. Meraklı gözlerle etrafa bakıyordum. "Bilmiyorum, aşağıda onu arıyorum şimdi." "Tamam ben de buralara bakayım. Haberleşiriz." "Tamam." dedim ve telefonu kapatıp tekrar dışarıya çıkarak dışarıda dolaşan tek tük insana Deniz'in fotoğrafını gösterdim. "Affedersiniz, bu kişiyi gördünüz mü buralarda?" Hepsinin cevabı aynıydı. "Hayır, görmedik." Meraktan ölecektim. Hemen döneceğini söylemişti. Kafayı yemek üzereydim. Fotoğrafı göstermek için kantine de gittim. Şükürler olsun ki biri onu görmüştü. "Evet onu gördüm, en son ana caddeye doğru yürüdü. Sanırım bir taksiye bindi." "Çok teşekkür ederim." dedim ve güvenlik kulübesine gittim. "Merhaba, Deniz'i gördünüz mü? Biri onun bir taksiye bindiğini söyledi." "Merhaba." dedi. "Evet, Deniz Bey hastanenin taksi durağından bir taksiye bindi ve gitti." Derin bir nefes verdim, ne yapacağımı bilmiyordum. Arabası, telefonu buradaydı. Hiçbir şey söylemeden nereye gitmişti? "Ada." dedi Uygar beni bulduğunda. "Deniz'i bulamadım. Burada ne yapıyorsun?" "Bulamazsın çünkü taksiye binip gitmiş." "Ne demek gitmiş ya? Melis bu haldeyken nereye gitti bu?" "Bilmiyorum. Uygar düşün. Canı sıkkın olduğunda, kafası attığında, yalnız kalmak istediğinde nereye gider?" "Özellikle gittiği bir yer yok. Genelde bana gelir." "Tamam, peki. Hastanenin kamera kayıtlarına baksak taksinin plakasını bulabilir miyiz dersin?" dedim ve güvenliğe döndüm. Adam hemen bilgisayara döndü ve görüntüleri açtı. İşte, Deniz oradaydı. Taksiyi yakınlaştırmıştı. Ardından görüntüyü devam ettirdiğinde arabanın plakası göründü. Hemen telefonuma plakayı yazdım. "Çok sağ ol abi, eyvallah." dedi Uygar ve koşarak taksi durağının yolunu tuttuk. "Merhaba, kolay gelsin." dedi Uygar içeri girdiğimizde. Ardından telefonumu alıp ekranı karşısındaki adama gösterdi. "Deniz'i arıyoruz. Bu taksiye binmiş. Şoförün onu nereye bıraktığını öğrenmemiz lazım." "Arar sorarım şimdi Uygar Bey." Adam telefonunu açtı ve rehberdeki bir isme tıkladı. "Alo Kadir, Deniz Bey'i nereye bıraktın?" "Hanımeli Bar diye bir yer var. Oraya gitmek istediğini söyledi. Oraya bıraktım az önce." "Tamam, sağ olun." dedim ve Uygar'ı kolundan tuttuğum gibi dışarı çıktım. Hava daha da kararmıştı. "Arabam hemen ileride." dedi Uygar eliyle bir yeri işaret ederken. Çok kısa bir zamanda arabaya ulaştık ve anında koltuğa yerleştim. "Bu bar nerede?" dedim Uygar motoru çalıştırdığında. "Bilmiyorum. Ne işi var orada Ada? Melis orada öylece yatarken bara gitmek de nereden çıktı? Bazen suratının ortasına bir yumruk geçiresim geliyor." dedi Uygar gazı köklerken. "Hiçbir haber vermeden gitmek ne demek? Seni, Melis'i nasıl orada öyle bırakıp gider?" "Uygar lütfen sakin ol, sağlıklı düşünemiyor. Ne yaptığının farkında değil... Keşke tek başına dışarı çıkmasına izin vermeseydim." "Kendini suçlama... Hayır yani Melis yaşıyor, ölmedi. Allah korusun, ölmüş gibi davranıyor. İyi bir dayağı hak etti." "Uygar lütfen, şu an aklı başında davranan tek kişi sensin. Yalvarırım sakin ol. Bizi toparlayacak sadece sen kaldın." "Tamam sakinim. Şimdi haritalardan şu mekanın nerede olduğuna bakar mısın? Yakın bir yer olmalı. Şoförün az önce bıraktığını düşünürsek." "Hemen bakıyorum." Telefonumu çıkartarak haritaları açtım ve gideceğimiz yeri arattım. "Otomobille 30 dk sürüyormuş. Öyle yazıyor." dedim ve ofladım. "Trafiği de hesaba katarsak-" "Trafiği boş ver gidebileceğimiz en kısa sürede gitmeye çalışacağım." Uygar iyice gaza bastı. Ben de telefonumu onun önüne bıraktım. "Sizi en yalnız bırakmaması gereken zamanda alıp başını gidiyor. Deli olacağım." Sonunda barın önüne vardığımızda kafamı camdan dışarıya çevirdim. Eski bir tabelada Hanımeli Bar yazıyordu. Sokaklar tenha görünüyordu ve burası hiç de tekin bir yere benzemiyordu. Arabadan inip Uygar'ın yanına giderek koluna girdim. Kapıda koruma yoktu, kolayca içeri girdik. İçerisi sigara, alkol ve uyuşturucu kokuyordu. Her yer duman altıydı, göz gözü görmüyordu. Ve bardan çok bir fuhuş yuvasını andırıyordu. Küçük bir mekandı. Yüz metrekare ya vardı ya yoktu. Masalarda göz gezdirdim ama Deniz ortalarda görünmüyordu. Böyle ortamlarda ne işi vardı? Neden yanımızdan ayrılmıştı ki? Uygar yüzüme baktı. "Yok gibi görünüyor. Barmene soralım." Başımı salladım. "Başkan şu adam buralarda mıydı bugün?" dedi barmenin önünde dikildiğimizde. Deniz'in fotoğrafını gösteriyordu. "Buralardaydı ama şu an nerede bilmiyorum. Bir etrafa bakın isterseniz. Sormadan söyleyeyim dışarıyı gören kameralarımız yok. Yani dışarı çıktı mı diye bakamayız." dedi ve işine döndü. "Bak şimdi sana ne diyeceğim." dedi Uygar. "Dışarı çıkacağız ve çok uzaklaşmadan farklı yönlere gidip Deniz'i arayacağız. Ben geri dönmen gerektiği zaman seni arayacağım. Deniz'i bulsan da bulmasan da yanıma geleceksin. Anlaştık mı?" Olumlu anlamda başımı salladım. "Bak, dikkat et tamam mı? Seni yalnız bırakmak en son seçeneğim ama şu an yapmak zorundayım." "Aklın kalmasın. Telefonum seni aramak için hep hazır olacak. Bir şey olursa hemen arayacağım." Dışarı çıktığımızda Uygar'la farklı yönlere doğru yürüdük. Sokağı dönene kadar kafamı çevirip sürekli Uygar'a baktım. Döndüğüm sokak boştu, evler viraneydi ve kimsenin bu evlerde yaşadığını düşünmüyordum. Deniz de ortalarda görünmüyordu. Adını seslendim ama yanıt yoktu. Sarhoş olmamasını ve bir yerlere zil zurna yığılıp kalmamasını diledim. "Deniz neredesin? Beni duyuyor musun?" Şansım bana kahkaha atıyor olmalıydı. Çünkü Deniz'i sorabileceğim tek bir kişi bile yoktu. Bir sokağı daha döndüm. Ardından bir sokak daha ve bir sokak daha. Hepsi boştu. Deniz yoktu. Soracak kimse hala yoktu. Hava çok kararmıştı. Korkuyordum. Kaybolma ihtimalime karşı Uygar'a konum atıp başımı kaldırdım. Karşımda iki tane serseri duruyordu ve tehlikeli oldukları yüz metre öteden bile belli oluyordu. Geri geri hızlı adımlar attım ama beni çoktan fark etmişlerdi. Hemen sağımdaki yola dönüp koşar adım yürümeye başladım. "Hey fıstık nereye gidiyorsun? Koşma." Sesleri yaklaşmıştı. Neden geldiğim yöne doğru koşmamıştım ki? Uygar beni bulamayacaktı. "Yolunu mu kaybettin? Biz yardımcı olalım." Daha hızlı koşmaya başladım ama onlar benden daha hızlıydı. "Biz yolunu kaybedene yol oluruz güzelim. Korkma." Hemen Uygar'ı aradım. Ama tam açtığı anda serserilerden biri telefonu elimden kaptı. "Uygar." diye bir çığlık attım. İki kişiydiler ve telefonu alan kişi eliyle ağzımı kapattı. "Sana koşma dedik." İkisi de de alkol ve uyuşturucu karışımı bir şey kokuyordu. Çocuk diğer eliyle kolumu büktü. Canım yanmıştı. İnledim ama sesim dışarıya ulaşmamıştı. "Gel bizim misafirimiz ol." Çırpındım ama kurtulamayacağımı biliyordum. Tek tesellim Uygar'ın beni bulmasıydı. Karanlık bir sokağa sürüklenirken artık bu yaşananların beni korkutmadığını fark ettim. Hiçbiri beni korkutmaya yetmiyordu. Bu yüzden direnmeyi bıraktım ve usul usul yanlarında yürüdüm. Beni nereye götürdüklerini bile bilmiyordum ama emin olduğum bir şey vardı. Uygar ya da Deniz beni mutlaka bulacaktı. "Kızı ilk ben gördüm. İlk benim olacak." dedi biri. Diğeri "Hayır ben gördüm ve ben yakaladım. O yüzden benim." derken belimi ve bacağımı okşuyordu. "Bu yavruyu sana bırakacağımı mı sandın?" Bedenim üzerinde söz hakları varmış gibi konuşmaları midemi bulandırmıştı. Birazdan kusacak gibiydim. Nefes alamıyordum, hem ağzımı hem burnumu kapatmışlardı. Çırpındım ve nefes alma umuduyla başımı kaldırdım. Karşıda biri oturuyordu ve o biri Deniz'den başkası değildi. Beni fark etmesi için sesler çıkardım, ayaklarımı yere çarptım ama bu yöne bakmıyordu. Bir duvara yaslanıp bacaklarını göğsüne çekmiş, başını da bacaklarına sardığı kollarının arasına saklamıştı. "Kız nefes alamıyor, şu elini çek. Ölü bir kızla sevişmek istemiyorum." En azından birinin aklı çalışıyordu. Nefes alamadığımı fark etmişti. Çocuk elini çektiği anda Deniz. diye çığlık attım. Duymuştu. Başını kaldırdı ve olduğumuz yere baktı. Nihayet fark etmişti. "Kapa çeneni." dedi çocuk ve tekrar ağzımı kapattı. "Deniz de kim? Sahibin mi?" Deniz yavaşça ayağa kalkıp yürümeye çalıştı. Yürüyemiyordu, anladığım kadarıyla çok sarhoştu. Kendinde değil gibi görünüyordu. Çocuklar beni geri geri çekerken Deniz de bize doğru ilerliyordu. "Kızı bırakın." Sesi çok az çıkıyordu. Ve o kadar güçsüz duruyordu ki çocukların beni bırakacağını beklemek aptallık olurdu. Hem kim karşısında böylesine sarhoş olan birini ciddiye alırdı ki. "Kızın sahipsiz kalmış. Onu yalnız bırakmakla hata etmişsin. Artık bizim." dedi ağzımı kapatan çocuk ve boynuma bir şey batırdı. Sanırım bir bıçaktı. "Size onu bırakın dedim." dedi Deniz. Bu sefer sesi bir öncekinden çok daha güçlü çıkmıştı. Bu her zamanki sesiydi. Sarhoş olmadığı zamanlardaki sesi. Boğazıma dayanan bıçak onu kızdırmaya ya da kendine getirmeye yetmiş olmalıydı. "Yoksa ne yaparsın?" Alay edercesine gülüşürlerken Deniz yavaşça bize doğru ilerledi. Ama o yaklaştıkça beni esir alanlar da geri geri yürüyordu. "Sizi gebertirim." dedi korkutucu bir sakinlikle. Deniz yalnızca benim anlayabileceğim bir şekilde güldü. Yere baktım. İki çocuğun hemen arkasında bir gölge vardı. Uygar tam zamanında gelmişti ve elinde silah vardı. Onun gölgesini izliyordum. Yavaşça yanımıza yaklaştı ve silahın tersiyle çocuklardan bir tanesinin kafasına vurdu. Daha sonra ne olup bittiğinin farkında olmayan diğeri de silahın tersinden nasibini almıştı. Ve hazırlıksız yakalandıkları için yerle bir olmaları hiç de zor olmamıştı. Çocuğun elinden kurtulur kurtulmaz Deniz'in yanına koştum ve kollarımı beline sardım. "Bir daha haber vermeden bir yere gidemezsin." dedim emir veren bir sesle. Beni taciz eden çocukların aksine sigara ya da alkol kokmuyordu. Sarhoşmuş gibi bir hali de yoktu. Uygar iki çocuğu iyice benzettikten sonra yanımıza geldi. "Deniz ne bu abuk sabuk hareketler? Ne oluyor? Biz orada ne haldeyken sen aptal gibi buraya kafa dağıtmaya mı geldin?" dedi gerçekten sinirli bir sesle. "Kafa dağıtmaya geldim doğru. Ama Melih'in kafasını dağıtmaya geldim." dedi Deniz homurdanarak. Afallayarak ona baktık. "Melih mi?" dedi Uygar şaşkınlıkla. "Melih ne alaka Deniz?" "Buradaymış ama geç kaldım. Şansı varmış ki kurtuldu. Yoksa onu öldürecektim." "Nereden biliyordun burada olduğunu?" dedim şaşkınlıkla. "Hakan izliyordu. Kim bilir kimle ne anlaşması yapmaya geldi şerefsiz." dedi yüzlerimize bakarak. Ardından yüz ifadelerimizi yeni fark etmiş gibi dudaklarını araladı. "Bir dakika bir dakika. Siz benim buraya gerçekten içip sarhoş olmaya geldiğimi mi sandınız?" dediğinde aslında gerçekten de sarhoş olmadığını fark ettim. Sarhoş olduğu için değil çaresiz olduğu için bu haldeydi. "Nerden bilebilirdik Deniz? Hem bana niye haber vermiyorsun da böyle aptal aptal tek başına iş yapıyorsun?" "Çünkü söyleseydim sen de gelmek isterdin ve Ada hastanede yalnız kalırdı." "Yalnız falan kalmazdım Deniz. Bir sürü güvenlik var. Amcan var. Yalnız olan senmişsin. Tek başına neden böyle bir şey yapıyorsun?" dedim öfkeyle. "Silah bile almamışsın. Gerçekten aklını mı yitirdin Deniz? Hadi beni çağırmadın. Çocuklardan niye kimseyi çağırmadın?" Deniz cevap vermemişti. "Aptal herif. APTAL HERİF." "Tamam Uygar, neyse. Hastaneye gidelim artık." "Gidelim gidelim ama hatırlat bir gün seni fena döveceğim." "Tamam Uygar döversin." dedi Deniz ve dakikalar sonra arabaya ulaştık. Deniz ve ben arka koltuğa geçmiştik. Başımı Deniz'in göğsüne yaslamıştım ama kısa bir süre sonra telefonuma gelen bir bildirimle kollarının arasından ayrılıp bildirime baktım. Bir mail gelmişti ve başlığı KAZA RAPORU'ydu. İki hafta önce geçirdiğim kazanın raporu zannediyordum ama detayları okuyunca öyle olmadığını anlamıştım. Başka bir kazanın raporuydu. Cemre'nin öldüğü, Melis'in şu anda yoğun bakımda yatmasına sebep olan kazanın raporunu okuyordum ve dört yıl öncesine ait bir raporun bana neden gönderildiğini düşünüyordum. Raporda kaza uzun uzun anlatılmıştı. 34 MLA 198 plakalı araç park halindeyken, 34 HTV 6456 plakalı araç yüksek hız sebebiyle park halindeki araca çarpıyor. Kazada Cemre Seçkin(24) ölürken Melis Aladağ(16) ağır yaralı kurtuluyor. Diğer aracın kullanıcısı Selçuk Dündar(42) ise kazadan... Yazının kalan kısmını okuyamamıştım, bütün harfler birbirine girmişti. Sanki bütün dünya gözümün önünde sağa sola kayıyordu. Oturduğum halde zeminin kaydığını ve düşeceğimi hissediyordum. "Sevgilim ne oldu?" dedi Deniz merakla. Yutkunamıyordum. Elim ayağım boşalmıştı. Sanki biri bir anda ruhumu ve aklımı çekip almıştı. "Ada bembeyaz oldun ne oldu?" Bunun nasıl mümkün olduğunu bilmiyordum. Hayır değildi, böyle bir şey mümkün olamazdı. Böyle saçma bir tesadüfün olması mümkün değildi. İhtimal bile olamazdı. Bir oyundu. Evet biri bana bir oyun oynuyordu. Cemre'nin katili babam olamazdı. Melis'in bu halde olmasına sebep olan kişi babam olamazdı. Saçma bir isim benzerliğiydi o kadar. Bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Kanımın damarlarımda aktığını bile hissedemiyordum. Deniz bana aşık olmuştu, kardeşini yaralayan adamın kızına aşık olmuştu. Bir zamanlar sevdiği kızın katilinin kanını taşıyan birine aşık olmuştu. Nefes alamadığımı hissederken ne yapacağımı düşündüm. Ben şimdi ne yapacaktım? |
0% |