@_kubraakyol
|
"Hiç." dedim maili Kimsin? diye yanıtlarken. "Tansiyonum düştü sanırım." Deniz kolunu tekrar omzuma attı ve başımı göğsüne yasladı. Aklımdaki soruların haddi hesabı yoktu. Kazaya sebep olan kişi Melih'in adamıysa babam o şerefsizin adamı mıydı yani? Deniz'in bu kadar acı çekmesine sebep olan kişi benim babam mıydı? Şimdi ölümle pençeleşen Melis'i o hale getiren kişi benim babam mıydı? Deniz'in bunu bilip bilmediğini merak ettim. Kaza raporunu okumamış mıydı? Cemre'nin arabasına çarpan kişinin ismini biliyor muydu? Benim o adamın kızı olduğumu biliyor muydu? Bilmiyorsa, öğrenince ne yapacaktı? Beni sevmeye devam edecek miydi? Beynim bulanıyordu. Kafayı yememek için kendimi zor tutuyordum. Hayat gerçekten çok garipti. Nasıl olmuştu bilmiyordum ama Deniz'i mahveden bu acının sebebi babamdı ve hayat Deniz'in kollarına beni atmıştı. Gördüğüm rüyayı hatırladım. Özgür bana Deniz'den bahsederek Senin kim olduğunu öğrendiğinde seni hayatında tutacağını mı sanıyorsun? demişti. Gerçekten dehşete düşmüştüm. Melih ve oğlu beni tanıyor muydu? Demek istediği şey bu muydu? Bundan mı bahsetmişti? Tırnaklarımı avuç içlerime geçirirken düşündüğüm şeyler bunlardı. Titriyordum, kalbimin sıkıştığını hissetmiştim. Babam hala onlar için mi çalışıyordu? Savaş yanında mıydı? Bunların cevabını bir an önce öğrenmek istiyordum. Yardıma ihtiyacım vardı. Ve bana sadece Deniz yardım edebilirdi ama şimdi bana sadece o yardım edemezdi. Söyleyebileceğimi düşünmüyordum. Ben Cemre'nin katilinin kızıyım diyemezdim. Melis'in bu halde olmasına sebep olan kişinin kızıyım diyemezdim. Saklayamayacağımı da biliyordum ama en azından şimdilik saklamak zorundaydım. Melis hastaneden çıkana kadar bekleyecektim. Sorularının cevaplarını öğrenmek istiyorsan yarın sabah saat 10:00'da yazdığım adrese gel. "Uygar, Ada'yı eve götürür müsün?" dedi Deniz hastanenin önüne geldiğimizde. Hala maili düşünüyordum. Cesaret edip gidebilir miydim? Orada kimle karşılaşacaktım? "Daha sonra evine gidersin, tekrar buraya gelmene gerek yok." "Götürürüm de tek kalacaksın burada." "Bir şey olmaz, amcamın odasında kalacağım. Uyur dinlenirim. Yarın işe gelmeyeceğim." dedi ve bana döndü. "Ada dikkat et." dediğinde olumlu anlamda başımı salladım. "Tamam, bir şey olursa ara." dedi Uygar ve Deniz arabadan indi. "Ada gerçekten neyin var? Barın oradan ayrıldığımızdan beri yüzün kireç gibi." dedi Uygar dikiz aynasından bana bakarak. "Bir şey yok. Sanırım biraz fazla etkilendim." dedim bakışlarımı kaçırarak. Acaba Uygar'a söylese miydim? Yok, olmazdı. Uygar Deniz'den hiçbir şey saklamazdı. Ona hemen söyleyeceğine emindim. "Uyuyup dinlen güzelce eve gidince." Başımı salladım ve hemen sonrasında kapıya yaklaşıp cama yaslandım. Konuşmak ya da herhangi bir şey yapmak istemiyordum. İçimdeki siyah oyuk giderek büyüyordu. Rengi bile şimdi daha da koyuydu sanki. Hayatımı yönetemiyordum. Sanki biri yazıyordu ve ben oynuyordum. Kendi hayatımın kontrolünü kaybetmiştim. İçim içimi kemiriyordu. Ben neden bunları yaşıyordum? Bu tesadüfler neden beni buluyordu? Keşke her şey bir kabus olsaydı. Eve geldiğimde Deniz'in odasına değil buradaki ilk odama gittim ve bir an önce sabah olması için yatağa yatıp gözlerimi kapatarak uyumaya çalıştım. Kendimi Deniz'e ait bir yerde olmaya yakıştıramıyordum. Onun aşkını, sevgisini, kokusuyla uyumayı hak etmiyordum. Suçlu hissediyordum. Sevdiğim adamın çektiği acılardan kendimi sorumlu tutuyordum. Bu yüzden onun yatağında uyumak istemiyordum. Babam annemi, kardeşimi elimden almıştı. Bunlar yetmiyormuş gibi Deniz'i bu hale getiren olayın sorumlusuydu. Hazmedememekten, yüzleşememekten çok korkuyordum. Dile getirmekten o kadar utanıyordum ki düşünmek bile istemiyordum. Evet babam benim için zaten hep katildi çünkü dolaylı yoldan annemin ölümüne sebep olmuştu. Ama şimdi onun gerçekten bir katil olduğunu öğrenmiştim. Cemre'yi o öldürmüştü ve ben bir katilin kızıydım. Deniz'in yüzüne nasıl bakacağımı düşündüm. Ona nasıl söyleyecektim? Melis bu haldeyse sebebi benim babam. diye nasıl diyecektim? İnsanlar bunu öğrendiğinde bana nasıl yaklaşacaklardı? Ömür boyu katilin kızı diye mi anılacaktım? 8 Ekim, Salı Sabah uyanır uyanmaz hazırlandım ve Hakan'la birlikte evden çıktım. Kalbim yerinden çıkacak kadar şiddetli atıyordu. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ama adrese bakılırsa merkezde bir yere gidiyordum ve şehrin göbeğinde, üstelik yanımda Hakan varken bana kimse bir şey yapamazdı. Deniz'e işten önce bir arkadaşımdan kitap almak için bir kafeye uğrayacağımı söyleyerek yalan söylemiştim. Muhtemelen gerçeği öğrendiğinde bana çok kızacaktı. Belki de buna gerek kalmadan babamın kim olduğunu öğrendiğinde Özgür'ün rüyamda dediği gibi beni yanında tutmayacak, kapı dışarı edecekti. Dört katlı bir binaya yapılmış kafenin önüne geldiğimizde Hakan arabayı park etti ve arabadan inerek kapımı açtı. "Hakan abi, sen burada bekle. Yukarı çıkmana gerek yok. Ben hemen döneceğim." "Olmaz yenge." dedi sahiplenici bir sesle. "Deniz Bey beni öldürür." "Öldürmez öldürmez." dedim gülümseyerek. Böyle bir durumda bile gülümsediğime inanamıyordum ama bana yenge demesi gülmeme sebep olmuştu. "Gerçekten hemen gidip geleceğim." dedim hemen bitmesini umarak. Allah bilir neler öğrenecektim. "Bir tehlike görürsem seni hemen arayacağım. Hem arkadaşım özel bir şey anlatacak, yani yanımda durmandan rahatsız olabilir." Hakan bir süre düşündü. "Peki yenge, sen öyle diyorsan." "Teşekkür ederim." dedim minnetle. "Hadi ben kaçtım." Kafeye girdiğimde beni genç bir garson karşıladı. Korkmam gereken bir şey yoktu, kafede bir sürü insan vardı ve o kadar insan içinde başıma bir şey gelmezdi. Gerçi daha kimle yüzleşeceğimi bile bilmiyordum. "Merhaba hoş geldiniz. Rezervasyonunuz var mıydı?" dedi sevecen bir sesle. "Rezervasyon mu?" dedim şaşkınlıkla. "Ben biriyle buluşacaktım da. Bana bu adresi söyledi." "Onun adı nedir peki?" dediğinde orta yaşlı bir adam yanımızda belirdi. "Hanımefendi bana eşlik edecek." dedi garsona. Buluşacağım kişi demek ki buydu. Garson başıyla onayladıktan sonra yanıma gelen adam eliyle merdivenleri gösterdi. "Masamız yukarıda." "Kim olduğunu söylemeyecek misin? Adını bile bilmiyorum. Beni nereden tanıyorsun?" diye sordum ama bana cevap vermemişti. "Bak fazla vaktim yok tamam mı? Ne konuşacaksan burada konuşalım." "Bu şekilde ilgi çekeriz. Şimdi lütfen benimle gel. Korkman gereken biri değilim. Hadi." Söylediklerine boyun eğdim ve merdivenlere yöneldik. Dördüncü kata geldiğimizde sonunda durmuştuk. Burada kimse yoktu. Sanırım bu yüzden bu katı tercih etmişti. "Anlat dinliyorum." dedim sandalyeye oturduğumda. "Adım Mehmet." dedi. "Ben Melih'in onun karanlık işlerinden sıkılmış eski bir adamıyım. Beni bu kadar tanısan yeterli." "Patronunun işlerinden sıkıldın ve benimle uğraşmaya mı karar verdin?" "Seninle uğraşmak gibi bir derdim yok. Bu adamın artık cezalandırılmasını istiyorum." "Sana neden inanayım ki? Bir anda iyilik elçisi mi olmaya karar verdin?" "Bak gerçekten bu adamın hapse girmesini istiyorum. Böyle bir şey istemesem Salih Karahan'a gidip her şeyi anlatmazdım." dediğinde şaşırmıştım. Demek Melih'i satan adam buydu. Kaşlarımı çattım. "Peki bütün bunların benimle ne ilgisi var? Babamla ne ilgisi var? Ve sen benim onun kızı olduğumu nereden biliyorsun? Soy ismim bile farklı onunla." "Senin onun kızı olduğunu Melih ve Özgür dahil birçok kişi biliyor. Deniz'le tanışmadan önce bile seni tanıyordu Melih. Dediğin gibi babanla soy isimleriniz farklı. Nasıl buldu bilmiyorum... Deniz'le tanışman çok trajik bir tesadüf oldu." Şimdi her şeyi anlıyordum. Evimi ve Güneş'i bulmaları nasıl bu kadar kolay oldu diye düşünürken zaten bildiklerini bilmiyordum. Kanım donmuştu. Yıllardır gözetim altında izleniyor muydum? "Tamam." dedim şaşkınlıkla. "Benden ne istiyor peki? Babam onun adamıysa kendi adamının kızından neden nefret ediyor? Ve beni biliyorsa benimle uğraşmak için neden Deniz'le tanışmamı bekledi?" "Çünkü baban o kazayı Melih'in tehditleriyle yaptı ve kazadan sonra ortadan kayboldu. Melih yıllardır babanı arıyor. Ve babanın seninle iletişime geçeceğini düşünüyor, bu yüzden de yıllardır seni ve Güneş'i izliyor." dedi mahcup bir sesle. Demek bu yüzden beni Deniz'in ellerinin arasından alacağını söylüyordu. Beni babama ulaşmak için yem olarak kullanacaktı. "Aslında seninle uğraşmak gibi bir derdi yoktu ama sen tesadüf eseri Deniz'le tanışınca sana kin beslemeye başladı. Senin canın yanınca hem babanın hem Deniz'in canı yanacak. Bir taşla iki kuş yani. Ada, babanı Melih'ten önce bulmamız lazım. Çünkü onu ancak babanla işbirliği yaparsam hapse tıktırabilirim." "Yani babam kayıp mı?" "Evet, ona ulaşmak için de yardımına ihtiyacım var. Yerini bilmediğini biliyorum ama onu beraber aramalıyız, o yüzden sana ulaştım." Başımı iki yana salladım. "Yerini bilmiyorum evet." dedim şaşkınlıkla. "Peki Savaş?" dedim heyecanla. "O nerede?" "Savaş?" dedi soru soran bir sesle. "Kardeşim, ikiz kardeşim. Babamın yanında değil miydi?" "Selçuk bize hep iki tane kız çocuğu olduğundan bahsederdi. Bir oğlu olduğundan haberim yok." "Savaş'ı neden gizliyordu ki?" dedim düşünceli bir sesle. "Peki babam bizim nerede olduğumuzu biliyor muydu?" "Hayır, zaten on üç yıl boyunca dilinden düşürmediği tek şey sizin acaba nerede olduğunuzdu. Hep sizi aradı. Yaşıyorsa belki de dört yıldır hala sizi arıyor." Bu adamla konuştukça dehşete düşüyordum. Babam bizi terk ettikten sonra İstanbul'a gelmişti, Melih'in yanında çalışmıştı, Savaş'ı gizlemişti ve kazadan sonra kaybolmuştu. "Babamla ilgili başka ne biliyorsun?" "Pek bir şey anlatmazdı. Sadece annenizin öldüğünü biliyorum." dedi üzgün bir sesle. "İşbirliği yapmamız lazım Ada. Babanı bulmamız lazım. Hem böylece sen de bahsettiğin kardeşinin nerede olduğunu öğrenebilirsin." Derin bir nefes aldım. "Peki neden bana normal bir yolla ulaşmadın da kaza raporunu attın?" "Bir an önce Deniz'e anlatman için." Başımı iki yana salladım. Böyle bir şeyi daha kendim hazmetmeden Deniz'e söyleyemezdim. "Melih daha fazla saklamaz bunu. İkinizin de canını yakmak istiyor. Çok geç olmadan ona anlat. Senden öğrensin.'' "Bu zamana kadar neden söylemedi peki? Bir aydır Deniz'in hayatındayım." "Deniz'in sana iyice alışmasını ve aşık olmasını bekledi. Böylece Deniz'in canı daha çok yanacaktı. Ve sanırım beklediği şey oldu?" dedi sorar bir şekilde. Cevap vermedim. Ağzımdan laf almaya çalışıyor olabilirdi. Açık vermek istemiyordum. Konuyu değiştirdim. "Deniz nasıl bilmiyor Cemre'ye çarpan kişinin adını?'' ''Deniz aradaki insanlarla ilgilenmez. Ona göre suçlu Melih Karahan. Ondan başka kimseyi umursamaz. Yapana değil yaptırana bakar. Mesela sana çarpan kişinin adını da bilmiyordur, buna eminim.'' ''Peki neden bana o kaza raporunu atmak için dünü seçtin?'' ''Özellikle seçmedim. Ne oldu ki dün?'' ''Melis dün yoğun bakıma alındı. Durumu da kötü.'' dediğimde karşımdaki adamın yüzü bembeyaz olmuştu. ''İnan bana bilmiyordum.'' Başımı sallayıp tekrardan derin ve büyük bir nefes aldım. Telefonum çalmıştı ve Deniz arıyordu. ''Ada, hala bahsettiğin yerde misin?'' dedi çok yorgun bir sesle. Sabahki sesinden bile daha kötüydü. Uyuyamadıkça daha kötü oluyordu. ''Evet, birazdan şirkete geçeceğim.'' ''Yok hayır, eve gidiyorum ben. İşe gitmiyorsun bugün. Seni alıp eve geçeceğim.'' ''Bir şey mi oldu? Yani Uygar ne olacak?'' ''O halleder.'' dedi ve içli bir nefes verdi. ''Bütün gece uyuyamadım ve muhtemelen sen olmadan da uyuyamayacağım.'' ''Tamam.'' dedim çaresiz bir sesle. Onun kötü olduğunu hissettikçe içim ve dışım yer değiştiriyordu. ''Hala aynı yerdeyim, beni alabilirsin.'' ''Tamam, az kaldı geliyorum.'' ''Tamam, görüşürüz.'' dedim ve telefonu kapatmak için kulağımdan çektim. Ama ''Ada.'' diye seslenince telefonu tekrar kulağıma götürdüm. ''Seni seviyorum.'' Dudaklarından dökülen iki kelime beni olduğum yere kilitlemişti. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Başka şartlar altında olsak aynı şeyi ben de ona söylerdim ama babamın yaptığı şey içimde öyle derin bir vicdan azabına sebep oluyordu ki Deniz'in sevgisini hak etmediğimi düşünüyordum. Öğrenirse ne yapacaktı? Yıllardır acı çekiyordu. Bunun sorumlusu babamdı. Bunu tam da Melis'in yoğun bakımda olduğu zaman öğrenirse benden gerçekten nefret edeceğine emindim. Ben ne diyeceğimi düşünürken Deniz beni cevap vermekten kurtarıp telefonu kapatmıştı. ''Bana yardım edecek misin?'' dedi karşımdaki adam. Ne cevap vereceğimden çok etrafımızı yeni yeni saran dumana odaklanmıştım. Dışarıya baktım, diğer binalara doğru dumanlar yayılıyordu. ''Yangın.'' dedim ve hemen ardından yangın alarmı çaldı. Genzim ise çoktan dumanla dolmuştu. Panikle ayağa kalktım. Aşağıdaki insanların çığlıkları bu kata kadar geliyordu. Telaşa kapıldım çünkü yanan bina, içinde bulunduğum binaydı. ''Sen.'' dedim Melih'in adamına. ''Sen yaptın değil mi? Aşağılık herif.'' Öksürüyordum çünkü dumanın rengi griden siyaha dönmüştü. ''Ben yapmadım. Hayır.'' dedi inkar eden bir sesle. ''Yalan söylüyorsun. Tuzaktı değil mi? Bile bile çağırdın beni.'' dedim bağırmaya çalışarak. Bağıramıyordum çünkü ağzımı her açtığımda o siyah duman boğazımı yakıyordu. ''Tuzak olsa ben neden geleyim Ada? Kendimi neden tehlikeye atayım? Ben yapmadım. Çabuk gel yoksa burada yanarak öleceğiz.'' dedi ve kolumdan tutup beni merdivenlere sürükledi. Gözlerim yanarken yürümeye çalıştım ama bizi alevler karşılamıştı. Kulaklarımda alevlerin sesi yankılanıyordu. ''Bırak kolumu sana inanmıyorum.'' ''Babanı bulmazsak Melih'ten kurtulamazsın, Deniz'in o adamdan kurtulmasını istemiyor musun?'' Alevin sıcaklığı yüzüme vururken kolumu yüzüme kapattım. Alevler her yanı sarmıştı ve bu Mehmet denen adam kendini savunmaya devam ediyordu. Merdivenlerin tahta korkulukları yanarak yerlere düşüyordu. İçimden sağlam bir küfür savurdum. Basmam gereken zemin yanıyordu. Üstelik her yer kapkara dumanla dolmuştu. "Yardım edin." diye bağırdım öksürerek. ''Sana inanmıyorum. Beni tuzağa düşürdün, seni öldüreceğim.'' Duman bütün genzime yayılmış, ciğerlerimi yakmıştı. Etraf önümüzü göremeyeceğimiz şekilde kararmıştı. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Tekrar "Yardım edin." diye bağırdım. Öksürürken ciğerimin yandığını hissettim. Genzim acıyordu. Melih'in adamı küçük bir açıklık görmüş, görür görmez de benimle beraber o açıklığa doğru atılmıştı ama tam o anda alevden bir kiriş önümüze düştü. İlerlememiz mümkün değildi. Geri dönmeliydik. Ama bir kiriş de arkamıza düşmüştü. Burada mahsur kalmıştık. Gözlerim dumandan yaşlarla dolmuştu. Sesim çıkmıyordu. "Yardım edin." dedim ama sesimi benden başka kimse duymamıştı. Çok terlemiştim. Düşünemiyordum. Ne yapmamız gerekiyordu? Ne yapmalıydık? Gözlerimin yanmasını biraz olsun engellemek için kapattım. Biraz ileride bir balkon vardı ve neden şimdiye kadar görmediğimi düşündüm. Küçük bir hamleyle kendimi oraya attım. Mehmet de peşimden gelmişti ve şükürler olsun ki alevler burayı sarmamıştı. Telefonumu çıkardım ve Deniz'i aradım. "Alo." dedim titreyen sesimle. "Deniz neredesin?" Sesim o kadar boğuk çıkıyordu ki öksürme ihtiyacı hissettim. "Ada orada mısın? Sevgilim cevap ver." Ellerim titriyordu, telefon elimden kaydı ve o an asla olmaması gereken bir şey oldu. Telefonum dört kat aşağı düşmüştü. İtfaiye sesi tüm sokağı doldurduğunda biraz da olsa rahatladım. Şükürler olsun ki birileri itfaiyeyi aramayı akıl etmişti. Nefes almaya çalıştım, biraz da olsa temiz hava almak bizi bir süre hayatta bırakırdı. Aşağıda bir itfaiye, iki ambulans ve bir de polis aracı vardı. "Ada ağlama. Kurtulacağız buradan. Korkma, kurtulacağız." dedi Mehmet. Ağladığımı bile o söyledikten sonra fark etmiştim. İtfaiye yangını söndürmeye çalışırken aşağıya baktım. Aşağıdakiler bize bakarak bir şeyler söylüyordu. Deniz'in hızla geldiğini gördüm. Ani bir frenle arabayı durdurdu. "Ada." dedi bağırarak. Dumanlar yüzünden pek net göremesem de koşarak binaya girmeye çalıştığını fark ettim. Onun ve onu engellemeye çalışanların sesini duyabiliyordum. "AÇILIN, AÇILIN SEVGİLİM İÇERİDE. SEVGİLİM İÇERİDE. BIRAKIN ADA İÇERİDE, BIRAKIN." Onu tutan kollardan sıyrılmaya çalışırken hem feryat edercesine adımı sayıklıyordu hem de görevlileri ikna etmeye çalışıyordu. "BIRAK ADA İÇERİDE. ADA. BIRAK ADA İÇERİDE BIRAK." "Beyefendi lütfen. Binaya giremezsiniz, buna izin veremeyiz." dedi görevlilerden biri megafona bağırarak. "BIRAK BENİ DİYORUM, SEVGİLİM İÇERİDE. Bırakın Ada içeride. Bırakın ne olur bırakın. Ada, sevgilim içeride." Ambulans ve itfaiyenin siren sesleri tüm sokağı doldurmuştu ama artık net duyamıyordum. Gözlerim görme yetisini yavaş yavaş yitiriyordu. Burada biraz daha kalacağımız taktirde zehirlenecektik. Ya da buna bile gerek kalmadan alevler bizi yutacaktı. Arkama döndüm ve henüz alev almamış bir tahta parçasını elime alıp koşarak tekrar içeriye girdim. ''Ada, buraya gel. Ne yapıyorsun sen?" dedi Mehmet. Alevler çok yüksekti ama çıkmaktan başka bir seçeneğim yoktu. Öleceksem de en azından mücadele ederek ölecektim. Burada hiçbir şey yapmadan bekleyerek değil. Merdivenler çökmek üzereydi. Sanki en ufak darbede yıkılacak gibi duruyorlardı ama bunu yapmaktan başka bir çarem yoktu. Önümdeki alev almış tahtayı elimdeki tahtayla kenara ittim ve kendimi merdivenlere attım. Korkuluklar alev alevdi, tutunamayacaktım ama inmek için biraz da olsa bir güç bulabilmiştim. Aşağıdaki kargaşa büyürken bina çoktan boşaltılmıştı, sadece biz kalmıştık. Megafondan yayılan ses kulağımı doldurdu. Görevli aşağıdaki kalabalığa sesleniyordu. "Hemen binadan uzaklaşın, hemen. Tekrar söylüyorum herkes uzaklaşsın." Üç merdiven inmeyi başardığımda hemen üzerimdeki avize büyük bir gürültüyle yere düştü. Yüksek sesli bir çığlık attığım anda tüm zehirli hava ciğerlerime doldu ve öldürücü bir öksürük krizine yakalandım. Tekrardan Deniz'in sesini duyduğumda az önce önüme düşen avizenin kenarından geçtim ve iki merdiven daha indim. "Bırakın beni diyorum, bırakın. Sevgilim içeride." Bir kapının kırılma sesini duydum. "Beyefendi hemen geri dönün, binaya girmeniz çok tehlikeli." Binaya mı girmişti? "Ada." dedi öksürerek. "Ada neredesin?" Bir öksürük daha. Konuşarak nefesimi harcamak istemediğimden bir cevap vermedim. "Sevgilim neredesin?" Şükürler olsun ki bir kat inmiştim. Gözlerim o kadar acıyordu ki kıpkırmızı olduklarına emindim. İstemsiz bir şekilde gözyaşlarım akıyordu. Nefes borumun da binadaki alevlerden bir farkı yoktu. Tenim yanıyordu, sıcacık olmuştum. Eriyecek gibiydim. Risk aldım ve koşarak bir kat daha indim. Merdivenler alev yüzünden yıkılmadığı için şanslıydım. Son kata inecekken karşımda Deniz'i gördüğümde neredeyse çığlık atacaktım. Ama nefesimi kontrol etmek zorunda olduğum için hiçbir şey söylemeden sadece ona koştum ve kollarının altına sığındım. Öksürüklerinin arasından "Ada, sevgilim iyi misin?" dedi. Çıkışa doğru dönmüştük. Etraf cehennem gibiydi ve burada kül olmamız an meselesiydi. "Çıkacağız şimdi az kaldı. Hadi gel." dedi ve beni kucağına aldı. "Yukarıda biri var." dedim artık çıkmayan sesimle. "Onu kurtarsınlar. Orada kaldı. Kurtarsınlar. Herkese söyle tamam mı?" "Tamam sevgilim, tamam güzelim. Söyleyeceğim. Onu da kurtaracaklar. Biz de çıkacağız buradan." "Çok korkuyorum." dedim. "Korkma bak, geldik. Çıktık bile. Yanındayım. Korkma sakın. Tamam mı? Duyuyor musun beni? Sakın korkma." dedi alnımı öperek. Çıkış kapısına nasıl geldiğimizi hatırlamıyordum. Tek hatırladığım bizi korkuyla bekleyen kalabalığın karşısında bayıldığımdı. *** Gözlerimi açtığımda hastane odasında tektim, hava kararmıştı. Elimin üzerinde bir serum, burnumun üzerindeyse bir oksijen maskesi vardı. Ciğerlerimin acıdığını hala hissedebiliyordum. Buna rağmen iyiydim. Peki Melih'in adamına ne olmuştu? Onu kurtarabilmişler miydi? Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki hatırlayamıyordum. Kapının açıldığını duydum ve bakışlarımı o yöne çevirdim. Deniz'in amcası gelmişti. "Nasıl hissediyorsun?" dedi şefkatle başımı okşayarak. "Daha iyi misin?" Olumlu anlamda başımı salladım. "Bu gece hastanede yatman gerek. Duman seni epey zehirlemiş. Ama korkacak bir şeyin yok. Nefesini kontrol edebilmişsin." Başımla anladığımı belirten bir işaret yaptım. "Deniz Melis'in yanında, uyandığını söylerim, birazdan yanına gelir." Oksijen maskesinin altından bir şeyler söyledim. "Teşekkür ederim." Bülent Bey teselli amaçlı omzuma iki kere dokundu ve sessiz adımlarla odadan çıktı. Acaba Melis'in durumu nasıldı? Bülent Bey'in dediği gibi çok az bir zaman sonra Deniz yanıma geldi ve yatağın köşesine oturup serumun bağlı olduğu elimi tuttu. "Sevgilim.'' dedi yorgun bir sesle. ''İyi misin?" Cevap verecek kadar iyi hissetmiyordum, başımı sallamakla yetindim. "Amcam söylemiştir, bu gece burada kalacaksın. Sana oksijen verecekler. Biraz zehirlenmişsin. Kurtarılmasını söylediğin adam da iyi. Burada, bizim hastanede. Ama bugün yoğun bakımda kalmaya devam edecek. İleriki saatlerde uyanır dedi amcam. Melis'in durumunda da değişen bir şey yok." O kadar çok şey yaşanıyordu ki artık takip edemiyordum. Neyi düşüneceğimi ve neye ağlayacağımı şaşırmıştım. "Görmek istediğin biri var mı? Selay, Miray, Can?" Hayır dercesine elini sıktım. "Tamam söylemeyeceğim. Peki benden istediğin bir şey var mı?'' dedi yumuşacık ve sevgi dolu sesiyle. ''Söyle hemen yapayım.'' Başımı iki yana salladığımda Deniz yanıma kıvrılıp başını yukarı kaldırdı. "Tamam. Peki yanında uyuyabilir miyim?" dedi bakışlarını yüzümde gezdirerek. Kabul eden bakışlarla baktığımda gülümsedi ve başını tekrar indirdi. Elimi kaldırdım ve oksijen maskesini çıkarttım. "Yangın." dedim bana bile yabancı gelen bir sesle. "Nasıl çıkmış?" "Kaçak varmış, bir anda elektrik şalteri patlamış. Müdahale edemeden de alevler her yeri sarmış." "Anladım." dedim sessizce. Mehmet gerçekten doğru mu söylüyordu yani? Yangında parmağı yok muydu? "Deniz." dediğimde yüzüme baktı. "Cemre ve Melis'e çarpan adam. Kim olduğunu biliyor musun?" Kaşlarını çattı. "Hayır. Nereden çıktı şimdi bu?" "Bilmem. Sanırım Melis'in bu durumu yüzünden aklıma geldi." dedim Deniz başını tekrar aşağı indirirken. "Kim olduğunu bilmiyorum Ada. Kaza raporunu bile okumadım... Neyse, şimdi bunları konuşmak istemiyorum. Sen gerçekten iyi misin?" Maskemi tekrar elime alıp "İyiyim." dedim ve maskeyi tekrar taktım. Deniz koluma hayali şekiller yaparken artık dayanamadığımı ve çok yorulduğumu hissettim. Bir şekilde kontrolü kaybetmiştim ve birileri hayatımı yönlendiriyordu. Cevabını bilmediğim o kadar çok gizemli soru vardı ki taşlar bir türlü yerine oturmuyordu. Babam Melih'in hayatına nasıl dahil olmuştu? Melih babamı neden tehdit ediyordu ve babam neyin karşılığında o arabaya çarpmayı kabul etmişti? Mehmet doğru mu söylüyordu, tek amacı babamı bulmak mıydı? Ve ben Savaş'ı bulma ihtimalime karşı bile babamla yüz yüze gelmekten kaçarken, Deniz'i Melih'ten kurtarmak için Mehmet'in babamı bulmasına yardım edecek miydim? Üstelik babam Cemre'nin katiliyken bunu yapabilecek miydim? Deniz'i düşündüm. Acaba içinde ne fırtınalar kopuyordu? Tüm acısını, öfkesini dindirecek bir şeyler yapabilmeyi o kadar istiyordum ki. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. ''Çok korktum.'' dedi Deniz uykulu bir sesle. ''Senin orada olduğunu bilip bir şey yapamamak beni parçalara ayırdı sanki.'' Deniz'in dokunmadığı kolumu kaldırdım ve elimi saçlarının arasına daldırıp beni affetmesini diledim. Benim bir suçum yoktu. Babamla yıllardır görüşmüyordum bile, Deniz bunu biliyordu. Beni suçlamayacağını biliyordum. 9 Ekim, Çarşamba Gözlerimi kapatıp yeniden açtığımda yeni bir güne başlamıştık. Kendimi iyi hissediyordum ve birazdan taburcu olacaktım. Bir an önce eve gitmek ve Deniz'den uzaklaşmak istiyordum çünkü yüzüne bile bakamıyordum. Hiçbir şey yapmadığım halde üzerimdeki suçluluk duygusu beni öldürüyordu. ''İyi hissediyor musun? İstersen biraz daha kalalım hastanede.'' dedi Deniz üzerime bir hırka giydirirken. Nereden bulduğunu bilmiyordum ama kokusuna bakılırsa kendi hırkasıydı. ''Gitmek istiyorum.'' dedim. Sesim hala düzelmemişti. Öksürdüm. ''Tamam güzelim, o zaman gideceğiz.'' ''Sen de mi geleceksin?'' dedim merakla. Yüzümü ellerinin arasına alıp burnumun ucunu öptü. ''Yavrum, orası benim de evim ya hani. Gelsem bir sakıncası olmaz herhalde. Yoksa olur mu?'' dediğinde istemsiz gülümsedim. ''Ha şöyle, gül biraz.'' ''Melis de burada ya o yüzden kalmak istersin diye düşündüm.'' ''Annemler seni ziyaret ettikten sonra eve dönmediler. Hala buradalar. Yani Melis şimdilik onlara emanet." Başımı salladım. ''Durumu nasıl?'' ''Biraz daha iyi. Bu sabah yanına girmeme izin verdi amcam.'' Başımı aşağı yukarı salladığımda kapı çaldı. ''Girin.'' dedi Deniz. Hakan gelmişti ve elinde bir zarf vardı. ''Deniz Bey, bu size geldi.'' Deniz zarfı almıştı ama bakmamış, siyah kot ceketinin cebine sıkıştırmıştı. Ne olduğunu bilmiyordum ama içimden bir ses Melih'in gönderdiğini söylüyordu. ''Hakan, araba kullanacak durumda değilim. Bizi eve sen götür.'' ''Tamam Deniz Bey, nasıl isterseniz.'' dedi Hakan ve odadan çıktı. ''Çıkalım mı artık?" Sessizce "Olur." dedim. Deniz iki yanımdan kollarımı tuttu. "Sevgilim senin neyin var?" "Bir şeyim yok. Melis'in durumu, senin o gün ortadan kaybolman ve dünkü o yangın beni sandığımdan daha fazla etkiledi sanırım." "Bir daha haber vermeden ortadan kaybolmayacağım. O kadar korkacağını bilmiyordum." "Öğrendin o zaman şimdi." "Öğrendim." dedi alnımı öpmeden hemen önce. "Öğrendim benim güzel sevgilim." Her zamankinden daha kısa süren bir yolculuktan sonra eve gelmiştik. Hiç istemiyor olsam da Deniz beni kendi odasına götürdü ve yatağı beraber uyandığımız sabahki gibi görünce kaşlarını çatarak yüzüme baktı. Normalde olsa anlamazdı belki ama pazartesi sabahı kazağımı ve rujumu yatağın üzerine atmıştım ve hala orada duruyorlardı. "Sen uyumadın mı?" dedi şaşkın bakışlarla. "Uygar'ın seni eve bıraktığı gece yani." "Uyudum." dedim yutkunarak. Tek kaşını kaldırdı. "Uyudun? Hmm, nerede uyudun? Yatak hala aynı." "Kendi yatağımda uyudum." "Kendi yatağın?" dedi soru soran bir sesle. Ardından keskin bir nefes aldı. "Ada, ne oluyor sana?" Keşke bu soruyu ben de yanıtlayabilseydim ama ne olduğunu ben de bilmiyordum. "Senin yatağın diye bir şey yok, bizim yatağımız var. Sen neyden bahsediyorsun?" "Sen yokken bu yatakta uyumak istemedim." dedim yalan söyleyerek. "Ben nezarethanedeyken yatağımda uyuyan sen değil miydin? Geçen gece neden uyumak istemedin?" dedi koyulaşan gözleriyle. "Ada benden ne saklıyorsun?" Anlamıştı. Neden anlaşmıştı ki? Şimdi ne diyecektim? "Bir şey saklamıyorum." Deniz yatağın uzun olan kısmına oturdu ve gözlerini bana dikerek dirseklerini dizlerine dayadı. Sinirlendiğini hissedebiliyordum. "Saklıyorsun." dedi ellerini birbirine kenetleyerek. "Bir şey saklamıyorum Deniz. Üstüme gelme. Korkunç bir yangını atlattım. Sence toparlanamıyor oluşum normal değil mi? Sadece iyi değilim o kadar. Her defasında bana bu imayı yapma artık. Lütfen." dedim ve hırkayı çıkartıp banyoya girerek soyundum. Hala duman kokuyordum ve bedenimde duman kirleri vardı. Her yerim is karası olmuştu. Ağlamak istiyordum. Küvete uzandım ve tavanı izlemeye başladım. İlk kez Deniz'in küvetini kullanıyordum ve çok tuhaf hissediyordum. Özel alanına bu kadar dahil olduğum birine nasıl oluyordu da gerçeği söyleyemiyordum? Kendimden çok utanıyordum. Bütün hislerim birbiriyle kavga ediyordu. Söyleyecektim. Ne pahasına olursa olsun anlatacaktım. Saklayamazdım. Bunu bilmek Deniz'in hakkıydı ve ben söylemesem bile gerçekler elbet bir gün ortaya çıkacaktı. Banyoda geçirdiğim uzun süreden sonra bir havlu alıp bedenime sardım ve havlunun ucunu göğsümün üstüne sıkıştırarak odaya döndüm. Saçımı saramamıştım çünkü uzun saçlarımı sarabileceğim bir havlu yoktu. Deniz'in çoktan odadan çıktığını düşünmüştüm ama çıkmamıştı. Yerinden hiç kalkmadan olduğu yere sırt üstü uzanmış, pür dikkat tavanı izliyordu. Geldiğimi görünce yataktan kalktı. Sanırım giyinmem için odadan çıkacaktı. Bir iki adım ilerlediğinde hastanede cebine sıkıştırdığı zarf yere düştü. Deniz varlığını unutmuşçasına zarfa baktı ve beklemeden yerden alıp ucunu yırtarak içindekini çıkarttı. Göremesem bile bir fotoğraf olduğunu anlayabiliyordum. Fotoğrafın arkasında bir şeyler yazıyordu. Deniz gözlerini bir süre fotoğrafta gezdirdi. Ardından arkasını çevirip yazıyı okudu. Bir süre sonra da dudaklarını birbirine bastırarak başını aşağı yukarı salladı. Ne olduğunu çok merak ediyordum. Yanına ilerleyeceğim sırada Deniz benden önce davrandı ve bana doğru yürüdü. Aynı zamanda kolunu yavaşça aşağı indirmiş, fotoğrafı tekrar cebine koymuştu. "Ne o?" dedim gözlerini gözlerime diktiğinde. Kaşlarını çattı, gözlerini kıstı. Cevap vermedi ve havlunun göğsüme sıkıştırdığım kısmına dokundu. Bakışlarını yüzümden hiç ayırmıyordu. Parmaklarının tersi göğsüme dokunduğunda karşısında eriyeceğimi düşündüm. "Deniz." dedim ve yutkundum. "Ne yapıyorsun?" "Havlu." dedi düz bir sesle. Gözlerime bakıyordu ve bakışlarını ellerinin değdiği yerden özellikle kaçırıyordu. "Gevşemiş." Havlunun ucunu çekti ve benim az önce yaptığımdan daha sıkı bir şekilde havlunun ucunu tekrar göğsüme sıkıştırdı. "Yere düşecekti neredeyse." "Teşekkür ederim." dedim fısıltıyla. Gözleri hala kısıktı. "Kitabını almaya gittiğin arkadaşın." dedi demir gibi sert bir sesle. Kalbimin yerinden çıkacağını hissettim. Fotoğrafta ben ve Mehmet vardık. Anlamamam için aptal olmam gerekiyordu. Acaba fotoğrafın arkasında ne yazıyordu? Gerçeği mi yazmışlardı? Kimin kızı olduğumu mu yazmışlardı? "Nasıl biriydi?" Gözleri kapkaraydı. Birazdan bir öfke patlaması yaşayacak gibime geliyordu. Çünkü ondan hem bir şey saklamıştım hem de ona yalan söylemiştim. "Deniz." dedim gözlerimi ağır ağır kapatıp açarak. "Okuldan biri mi?" Başımı iki yana salladım. "Hmm." Elimi yüzüne uzattım ama tutup aşağı indirdi. Ona dokunmama izin vermemişti ve ben boğulacak gibi olmuştum. Fotoğrafta ne yazıyordu? Deniz fotoğrafı çıkarttı ve elime tutuşturdu. Mehmet'le kafede ilk karşılaştığımız an çekilmiş bir fotoğraftı. Mehmet ayak üstü bir şeyler söylüyordu ve eliyle merdivenleri gösteriyordu. Bense gergin bir şekilde ona bakıyordum. Kaşlarını o kadar çok çatmıştı ki iki gözünün ortasındaki çukura gömüleceğimi sandım. "Bir şey saklamıyorum demiştin değil mi?" dedi sakin bir sesle. Her şey apaçık ortadayken inkar edemezdim. Fotoğrafı çevirip yazıyı okudum. Sevgili Ada'nın benim adamımla buluştuğundan haberin var mı yoksa benden mi öğrenmiş oldun? Melih Karahan. "Deniz." dedim sessizce. Diyebileceğim hiçbir şey yoktu. Olsa bile dilim konuşmayı reddediyordu. Az önce elime tutuşturduğu fotoğrafı hızlıca elimden çekti. Ve elinde şiddetli bir şekilde sallamaya başladı. "NE DENİZ'İ ADA? SÖYLESENE NE DENİZ'İ? BEN SANA BENDEN BİR ŞEY GİZLEMEYECEKSİN DEMEDİM Mİ?" dedi bağırarak. Sanki nefes almama yardımcı olabilecekmiş gibi elimi boynuma götürdüm ve parmaklarımı boynuma sardım. "BEN SENİN SAÇININ TELİNE BİLE ZARAR GELMESİNDEN KORKARKEN SEN O ADAMLA NASIL BULUŞURSUN? ANLAT. SUSMA KONUŞ." Gözlerimi kapattım ve göz kapaklarımı o kadar sıktım ki gözlerim kafatasımın içine kaçacak gibi olmuştu. "HERKESTEN HER ŞEYİ GİZLEYEBİLİRSİN. AMA BENDEN HİÇBİR ŞEYİ GİZLEYEMEZSİN ADA. BEN SENİN SEVGİLİNİM VE SEN BENDEN BİR ŞEYLER GİZLERSEN SANA GÜVENEMEM. BU ŞEKİLDE SANA GÜVENEMEM, SENİN CAN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAMAM. ÇÜNKÜ SAKLADIĞIN ŞEYLER BİR SÜRÜ KÖTÜ ŞEYE SEBEP OLABİLİR. SONUNUN NEREYE VARACAĞINI BİLMEDEN BÖYLE GİZLİ SAKLI İŞ YAPAMAZSIN." "Deniz lütfen. Lütfen konuşmama izin ver." dedim hala açamadığım gözlerimi daha da kısarak. "Benden gizledin. Bu bir. Arkadaşımdan kitap alacağım diyerek yalan söyledin. Bu iki. Az önce bir şey gizlemiyorum dedin, yine yalan söyledin. Bu üç. Dördüncüsü ve en önemlisi, hayatını tehlikeye attın. SEN BENİM GÜVENİMİ KAYBETMEK Mİ İSTİYORSUN? BÖYLE BİR ŞEYİ NASIL YAPARSIN? ANLAT ADA. SUSMA. DELİRECEĞİM SUSMA. SENİN KENDİ CANINA KASTIN MI VAR?'' "Bana bağırma." dedim ürkek ama yüksek bir sesle. Gözlerinin önünde parçalanıyordum, görmüyor muydu? Gözlerimi açtım. "Anlat o zaman." dedi her kelimeye vurgu yaparak. "Melih'in adamıyla buluşmak için ne gibi bir sebebin olabilir? Ne olduğunun farkında mısın sen? Adamını kullanıp seni tuzağa düşürmüş. Alevlerin içinde kaldın. Ben şimdi o yangının siktiğimin şalteri yüzünden çıktığına inanır mıyım sanıyorsun?" Kahkaha attı. "Adam bir de bizim hastanede paşalar gibi yatıyor." dedi ve masasından bir sigara alıp yaktı. "Benimle konuşmak istediğini söyledi." "O adamın sana anlatacağı hiçbir şey yok." "Anlat diye bağırıp duruyorsun ama beni konuşturmuyorsun bile. Daha ne kadar bağıracaksın? Canımı yakıyorsun sus artık." Cevap vermedi. Masaya yaslandı ve beni izlemeye başladı. Bir yandan da sigarasını içiyordu. "Konuşmak istediğini söyledi." Öksürüp çatallaşan sesimi düzelttim. "Cemre ve Melis'e çarpan adam hakkında bir şeyler biliyormuş. Onu söylemek için benimle buluşmak istemiş." "Bunun peşine düşmek sana mı kaldı Ada?" dedi kurşun gibi yaralayan bir sesle. "Gözlerimin önünde Melis için düştüğün hali görmüyor musun?" dedim ve her ne kadar engellemeye çalışsam da ağlamaya başladım. "Senin için bir şeyler yapmaya çalıştım tamam mı? ÖĞRENMEK İSTEDİM." "Bana neden söylemedin Ada? Bunu ilk söylemen gereken kişi bendim. "İyi değildin Deniz." Gülümsedi. "Şu an çok iyiyim ya zaten." "Özür dilerim." Başını salladı arkasına dönerek. "Adamın adını öğrenebildin mi bari? O yangında kalmana değdi mi?" Sesi biraz daha sakin çıksa da hala çok sinirli olduğunu hissedebiliyordum. Yutkundum. "Hayır, yangın çıktı. Konuşamadı." Deniz'in kızdığını bile bile hala yalan söylediğime inanamıyordum. Ama cesaretim yine kırılmıştı. Söyleyemiyordum. Yavaş yavaş yanına gittim. "Neden bu kadar safsın Ada? O adam sana hiçbir şey anlatmayacaktı. Seni oraya." dediğinde kolundan tutup kendime çevirdim. "Salih Karahan'a her şeyi anlatan o adammış Deniz. Melih'i satan kişi oymuş. O buluşmayı Melih ayarlamadı. Mehmet ondan habersiz buluştu benimle. Melih'i hapse tıkmak istediğini ve bunun için de Cemre'ye çarpan kişiyi bulmak zorunda olduğunu söyledi." "Umurumda değil." dedi ve yarım sigarasını küllüğe atıp bana döndü. "Bir daha benim haberim olmadan evden çıkmayacaksın." dedi kesin bir sesle. "Uygar'ın yanında da çalışmayacaksın. Bitti, tamam. Madem sen böyle benden habersiz arkamdan iş çevireceksin, madem yalan söyleyeceksin, madem hayatını riske atacaksın, dışarıya da bensiz çıkamazsın." "Hayır." Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım ve başımı iki yana salladım. "Uygar'ın ne suçu var?" dedim titreyen bir sesle. "Bana ihtiyacı var." "Onun sana değil herhangi bir asistana ihtiyacı var. Ülkede milyonlarca insan işsiz. Bulurum ben ona bir tane, sen hiç merak etme." "Deniz." dedim gözyaşlarım yanaklarımı doldurduğunda. ''Bunu yapamazsın. Beni eve hapsedemezsin.'' ''Benden bir şey saklamamayı öğrenmenin yolu buysa, üzgünüm Ada ama bu yoldan şaşmayacağım. '' "Bu mu ya?" dedim sinirle. "Tek bir hata ya tek bir hata. Sonucu böyle mi olacak? Çocuk gibi cezalandıracak mısın beni? Bak sen de bana neler yaptın ama ben hepsini unuttum. Hepsini yuttum. Sen bana bunu mu reva görüyorsun? Bunu mu hak ediyorum ben?" "Ben sana direkt olarak hiç zarar vermedim Ada. Her defasında aynı şeyi söylemekten vazgeç. Ayrıca ben sana hiç yalan söylemedim." "Neyse ne. Koyduğun kurala uymayacağım. Eve hapsolmayacağım. Ayrıca beni Uygar işe aldı. Sen almadın. Yani beni o kovabilir. Sen değil." "O şirketin sahibi benim Ada. Ben kimi istersem onu çalıştırırım. Uygar değil ben karar veririm. Ayrıca ısrar edersen Uygar'ı da kovarım. Bunu istemezsin diye düşünüyorum.'' "Sen bana ne demiştin hatırlıyor musun? Karşındaki ben bile olsam inandığın bir şeyi savunmaktan asla vazgeçmeyeceksin. demiştin. Vazgeçmeyeceğim. Duydun mu? Seni dinlemeyeceğim." Deniz bir süre yüzüme baktı ve bir şey söylemeden hızlı adımlarla odadan çıktı. Bunu affetmemişti, babamın kim olduğunu öğrendiğinde ve benim bunu sakladığımı öğrendiğindeyse hiç affetmeyecekti. Ve sanırım onu kaybedecektim. Bugüne kadar kimse bana ne yapacağımı ya da yapmayacağımı söylememişti. Şimdi Deniz bana engel koyuyordu ve ne yazık ki suçlu olduğum için karşı çıkamıyordum ama Deniz'in fikrini değiştirmek için onu ikna etmeye çalışacağımı da biliyordum. Yatağa oturdum ve uzun bir süre sessizce ağladım. Belki de saatler geçmişti. Üşüdüğümü hissettiğimdeyse hasta olmamak için banyoya gidip saçımı kuruttum. Ardından odaya geri döndüm ve iç çamaşırımı giydim. Sütyenimi ve diğer kıyafetlerimi giymek için havluyu üzerimden attığım sırada kapı açılmıştı. Panik yapmadım çünkü şükürler olsun ki yatakta oturuyordum, sırtım kapıya dönüktü ve saçlarım sırtımı kapatıyordu. Deniz beni görmeyecekti. Zaten beni öyle görünce odadan çıkar diye düşünüyordum ama beni yanıltmıştı. Ayak sesleri yaklaştıkça neden gelmeye devam ettiğini anlamıyordum. Tartışmıştık, muhtemelen benden nefret ediyordu ama neden bana doğru yürüyordu. Yatağın biraz çöktüğünü hissettiğimde yattığını düşündüm ama yine yanılmıştım. Kollarım iki yanımda hareketsiz duruyorken Deniz kollarını kollarımın üzerinden bana sardı. Bedenimi bedenine doğru çekti. Sağ eli sol omzuma, sol eli sağ omzuma gelmişti ve kollarını biraz daha aşağı indirmemek için büyük bir çaba sarf ettiğini hissedebiliyordum. Çıplak olduğumu anlamıştı ve kollarını özellikle yukarıdan sarmıştı. Elleri benim vücudumun aksine sıcacıktı. Sırtım göğsüne yaslandığında saçlarımın üzerine derin bir nefes bıraktı. ''Benden bir şey saklamandan, bana yalan söylemenden nefret ediyorum. Ağlamandan nefret ediyorum. Üşümene sebep olacak şeyler yapmandan da nefret ediyorum. Neden hala giyinmedin?" Beni yavaşça yatırırken aynı zamanda yorganı da üzerimize doğru çekiyordu. Bir şeyler söyleyebilmeyi diledim ama dilim yine kilitlenmişti. Başım yastığa değdiğinde cenin pozisyonuna geçip kollarımı göğsümün önünde topladım ve ellerimi çenemin altında birleştirdim. Deniz'in kolları hala bana sarılıydı ve vücudu benimki gibi şekillenmişti. Nefesi boynuma değiyordu. ''Deniz.'' dedim hem ağlamaktan hem dumandan çatallaşan sesimle. ''Yapmayacağım, bir daha gizlemeyeceğim. Ama bunu yapma. Okula gitmem gerek. İşe gitmem gerek. Ne olur beni böyle cezalandırma.'' "Okula gideceksin ama iş konusunu tartışmayacağım, fikrim değişmeyecek. Boşuna nefesini yorma. Ayrıca şu an bir işe ihtiyacın yok.'' ''Sen de yaptın. Sen de bana söylemeden, Uygar'a söylemeden beni ve Melis'i bırakıp gittin.'' ''Ben alevlerin arasında kalmadım ama.'' dedi yumuşak bir sesle. Sakinleşmişti. ''Deniz.'' dedim omzuma küçük bir öpücük bırakırken. ''Bana bunu yapma.'' ''Buz gibi olmuşsun.'' dedi konuyu değiştirip. ''Hasta olacaksın Ada. Gerçekten kendi canına kastın var.'' Kollarını etrafımdan çekti. Göremesem bile yatakta doğrulduğunu hissediyordum. Hareket ediyordu ama ne yaptığını anlamamıştım. Kısa bir süre sonra tekrar yattı ve bir kolunu boynumun altından geçirip bana yine aynı şekilde ama daha sıkı sarıldı. Sırtım göğsüne değdiğinde kazağını çıkardığını fark ettim. ''Şimdi ısınırsın.' |
0% |