Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@_kubraakyol

Dakikalardır hatta saatlerdir hiç hareket etmeden aynı pozisyonda yatıyorduk. Deniz'in söylediği gibi olmuştu, onun sıcak teni benim soğuk bedenimi ısıtmaya yetmişti. Üşümüyordum. Uyumamıştık, konuşmamıştık. Yaptığımız tek şey birbirimizin nefesini dinlemekti. Deniz'in bana hala kızgın olduğunu biliyordum ama affetmeye yer aradığı da apaçık belliydi.

"En çok neye kızdım biliyor musun?" dedi Deniz sessizliğimizi bozarak. Ardından elini hareket ettirdi ve bana hediye ettiği kolyenin mavi deniz kabuğu şeklindeki ucunu elinin içine aldı.

"Neye?" dedim sessizce.

"Hayatını tehlikeye atmana. Bunu düşünememene... O adam nasıl ulaştı sana?"

"Mail attı." dedim. "Özür dilerim ama ne yapacağımı bilemedim. Kortum." Sesim biraz daha düzelmişti. "Beni affedebilecek misin?"

"Ben sana sadece kızgınım Ada. Affedip affetmemek gibi bir durum yok aramızda." dedi. Sesi keyiften uzak geliyordu. "Ama kararım değişmeyecek. İş konusunda yani."

Derin bir nefes aldım ve bu konuyu şimdilik kapattım. "Sana bir şey söylemem lazım." dedim, daha yeni duran gözyaşlarım yine akmaya başlamıştı. "Saklamıyorum, saklamayacağım. Ama." dedim ama cümlemin devamını getirememiştim.

Boynumdan sırtıma inen kemiğin üzerine yumuşak bir öpücük bıraktı. "Ne oldu?"

"Öğrenmen gereken bir şey. Gerçekten söyleyeceğim. Ama kendimi hazır hissetmiyorum." dedim hıçkırarak.

"Sen iyi misin?"

"Hayır." dedim. "Hayır Deniz." Her zaman bu soruya iyiyim diye cevap veriyorken şimdi doğruyu söylemiştim. İyi değildim. "Çok kötü bile denilemeyecek kadar kötü hissediyorum." Gözyaşlarım önce şakağıma, oradan da yastığa akıyordu.

"Tamam, ne zaman iyi hissedersen o zaman söyle. Ama neden ağlıyorsun?"

"Çünkü seni kaybetmekten korkuyorum." dedim boğuk bir sesle hıçkırarak.

Deniz ani bir hareketle üstümden atladı ve önüme yatarak beni iki kolunun arasına aldı. Bacaklarımı da kendi bacaklarının arasına sıkıştırmıştı.

Dudaklarını burnumun üzerine getirdi. "Tartıştık diye ayrılacağımızı mı düşündün Ada?" Kolyemin ucunu yeniden tuttu. Gülümsemişti. Kaybetmekten korkma sebebimi yaptığımız tartışma zannediyordu. Ama ben babamı öğrendiğinde onu kaybedeceğimi düşünüp korkuyordum.

''Hayır düşünmedim.'' dedim net bir sesle. ''Ama Mehmet'le buluştuğumu sakladım diye bana böyle davranacağını da hiç düşünmedim... Neden kolyeye dokunuyorsun?''

''Benim aldığım bir şeyi yanından hiç ayırmaman hoşuma gidiyor.'' dedi gözyaşlarımı silerek. Gerçekten ağlamamdan nefret ediyordu.

''Sana dövmemin hikayesini anlattıktan sadece bir gün sonra böyle bir kolyeyi bana hediye etmeyi nasıl başardın?'' dedim ve biraz da olsa gülümsedim.

''Sen anlattıktan hemen sonra birini aradım ve olabilecek en kısa sürede mavi deniz kabuğu olan bir kolye yapmasını istedim. O da sağ olsun saatler içinde bana ulaştırdı." Ben şaşkınlıkla bakarken Deniz kollarını gevşetip uzaklaşarak yataktan kalktı. Yorganın hala üzerimde olmasına ve beni görmemesine şükretmiştim.

"Boşuna kedi gibi saklanma Ada. Bir şey görmedim merak etme." dedi muzip bir gülüşle. "Ayrıca bütün gün yatacak mısın? Kalk artık. Beni de kendine benzettin."

"Bana benzemek kötü bir şey mi?"

Yatağın yanına çöküp alnımı sevmeye başladı. "Hayır aksine güzel bir şey. Senin kadar tatlı, sevimli, güzel ve mis gibi kokan biri olmadığım için üzgünüm." Gülümsüyordu. "Ama böyle miskin biri de olmak istemem açıkçası."

"Neden hep alnımı seviyorsun?" dedim merakla.

"Çünkü alnın bir bebeğin alnına benziyor. Küçük, tatlı ve yumuşak." Eğildi ve alnımı öptü. "Ben hastaneye gideceğim birazdan." Gelip gelmeyeceğimi sorgulayan bakışlarla baktım. Aslında gitmek istemiyordum çünkü geleli sadece birkaç saat olmuştu ama Mehmet'in benden önce Deniz'e her şeyi anlatmasından korktuğum için gitmek istiyordum.

"Gelmek istiyor musun?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Tamam, o zaman hadi kalk ve giyin. Ben aşağıdayım." dedi ve üzerimden uzanıp kazağını alarak saniyeler içinde üzerine geçirdi.

Deniz gider gitmez yataktan kalkmış ve giyinmiştim. Anladığım kadarıyla acelesi vardı. Beklemeden aşağı indiğimde Deniz kapıya yaslanmış benim merdivenlerden inişimi izliyordu, elinde bir kutu olduğunu fark ettim.

"Bu senin için." dedi bana uzatarak.

"Nedir bu?" dedim merakla.

"Bilmem, açınca göreceğiz."

Kutunun ambalajını açtığımda beni bir telefon kutusu karşılamıştı. Kendi telefonumun yere düşüp parçalara ayrıldığını bile unutmuştum. Ama Deniz unutmamıştı. ''Deniz bu çok pahalı.'' Bana dünyada en çok rağbet gören ama en pahalı olan telefonun son modelini almıştı. ''Ben sana hiç böyle bir hediye alamam ama.'' dedim. Neden bu kadar zengindi ki? Onunla tanışmadan önce kendimi orta halli biri sanıyordum ama öyle değildi. Ben düpedüz fakirdim.

"Hediye almana gerek yok." dedi. "Bir zamanlar her yaptığım şey için bana teşekkür eden bir kız vardı?" Tek kaşını kaldırmıştı.

"Teşekkür ederim." Beklemeden ilerdim ve kollarımı beline sardım.

Saçlarımı öptü. "Rica ederim, hadi artık çıkalım."

Hastaneye gidene kadar Deniz'in aldığı yeni telefonun kurulumunu yapıp önceki uygulamalarımı indirmiştim. Hastaneye geldikten sonra da Deniz ilk olarak Melis'in yanına girmişti. Bense bekleme odasında tek başıma oturuyordum. Daha sonrasında ne yapacağımızı ise bilmiyordum.

Sıkılıp ayağa kalktım ve sağa sola yürümeye başladım. Uygar gelmişti. "Ada, neden geri geldiniz?" dedi bana sarılırken.

"Biraz terasa çıkalım mı?" dedim gözlerime biriken yaşları silerek.

"İyi misin sen?"

"Hayır Uygar. Seninle biraz konuşmak istiyorum."

"Tamam hadi çıkalım o zaman, gel."

Terasa çıktıktan sonra Uygar kısa duvara dayandı ve bir sigara yaktı. "İçtiğini bilmiyordum." dedim şaşkınlıkla.

"Çok içmiyorum çünkü sigara öldürür ve ben ölmek istemiyorum. Yaşamak güzel bir şey." Gülümsedim. "Hem düşünsene ben daha evlenmedim bile. Daha benim kızlarım olacak. Yok yok ölmek için çok gencim." dedi sırıtarak.

"Kızların? Lar? Birden fazla söyledin farkında mısın?" dedim küçük bir kahkahayla.

"Evet bronz tenli, ela gözlü, kıvırcık ve sarı saçlı beş tane kızım olacak." dediğinde gözümün önünde beliren Miray'ın portresini hemen yok ettim. Sadece öylesine bir denk gelişti.

"Keşke senden de bir şeyler alsaydı bu kızlar. Hepsi annesine mi benzeyecek?" dedim sırıtarak.

"Annesine mi?" dedi şaşkınlıkla.

"Evet Uygar. Hani sen beyaz tenli, düz ve kahverengi saçlı, açık kahve gözlüsün ya. Hani diyorum ki minik tatlı kızların azıcık sana da mı benzeseydi?"

"Hmm, olabilir." dedi düşünceli bir sesle. Aklında ne vardı merak ediyordum.

"Neyse Uygar, ben sigara içmiyorum. Benim yerime içer misin?"

Uygar belli belirsiz gülümsedi. "İçerim sevgili çırağım. Bu bitsin, senin yerine de içerim."

Ona buruk bir gülümseme gönderdim. "Artık asistanım değilim."

"Nasıl yani? Bu kadar çabuk mu bıktın ve yoruldun?"

"Ben vazgeçmedim. Deniz öyle karar verdi."

Uygar kaşlarını çattı ve kısa bir süre yüzüme baktı. "Sormaya korkuyorum, yapmayacağını da biliyorum ama bir şey mi yaptın?" dedi tereddütlü bir sesle.

Derin bir nefes aldım ve gökyüzüne doğru üfledim. "Dün, yangından önce Melih'in adamıyla buluştum."

"Ada sen ne dediğini duyuyor musun?" dedi Uygar irileşen gözleriyle. "Deniz'in haberi var mıydı?" Başımı iki yana salladım. "Niye öyle bir şey yaptın? Kendi canını neden tehlikeye atıyorsun? Ya o yangında bir şey olsaydı?"

"Yangının o adamla hiçbir ilgisi yok Uygar. O adam Melih'in hapse girmesini istiyor. Bunun için de Cemre'ye ve Melis'e çarpan kişiye ihtiyacı varmış ama adam kayıpmış. Beni oraya bunları konuşmak için çağırdı."

"Deniz varken neden sana anlatmak istesin Ada? Başlı başına planlı oyun işte. Deniz'den habersiz niye böyle şeylere kalkışıyorsun?"

"Ne yapacağımı bilemedim Uygar. Oldu işte bir kere. Deniz de bunu öğrendi."

"Ve çalışmana yasak koydu."

"Evet. Ne yapacağım ben Uygar? Bana çok kızgın."

"Ada, sen sen ol sakın Deniz'den bir şey saklama ve sakın ona yalan söyleme. Asla tahammül edemez böyle şeylere. Fikrini değiştireceğini hiç sanmıyorum. Keşke en azından bana söyleseydin."

"Dedim ya, ne yapacağımı bilemedim. Hala da bilmiyorum. Yardımına ihtiyacım var. Ben sana söz verdim. Sana yardım edeceğime söz verdim. Ama şimdi benim yüzümden yardımcından oldun."

Uygar saçlarımı karıştırdı ve bana kocaman sarıldı. "Düşüneceğim bir şeyler merak etme." Minnetle kollarımı beline sardım.

"Çok teşekkür ederim Uygar."

"Ne demek Ada? Sen benim hiç sahip olmadığım küçük, tatlı kız kardeşimsin.'' dedi ben bedenimi ondan ayırırken. ''Ama Deniz'in kızgınlığı kolay geçmez sana söyleyeyim. Küs kalmaz asla. Hatta şu an aranız iyidir bile. Ama dediğim gibi bir süre ilişkinize yansıtmadan, kendi kendine sana kızmaya devam eder."

"Ne yapmam gerekiyor peki?"

"Yapman gereken ilk şey ondan bir şey saklamamak olsun, benden sana tavsiye. Şimdiki duruma da düşüneceğim bir şeyler. Dert etme. Zaten şimdi Melis'in derdine düştü. Biraz kendini toparlasın da önce."

Yanaklarımı şişirerek ofladım. "Tamam."

"Ne yapıyorsunuz burada bakalım?" diye bir ses duyduğumuzda aynı anda sesin geldiği yöne doğru baktık. Deniz gelmişti.

"Biraz kaçalım dedik de senden kurtuluş yok mu be oğlum? Nereye gitsek buluyorsun bizi." dedi Uygar gökyüzüne gönderdiği dumandan hemen sonra. Gülüyordu.

"Seni değil Ada'yı buluyorum." dedi Deniz ve yanıma gelip kolunu omzuma attı. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda alnımı öpmüştü. "Nereye gidersen git, nerede olursan ol seni bulurum. Dünyanın diğer ucuna bile gitsen bulurum."

"Ölmeden sizi böyle gördüm ya artık gözüm açık gitmem." dedi Uygar ve bize yaklaşıp bir kolunu bana bir kolunu Deniz'e sardı. "Canım çiftim benim."

"Saçma sapan konuşma Uygar." dedi Deniz sert bir sesle. "Ne ölmesi?"

"Neyse neyse." dedi Uygar ve sarılmamızı sonlandırıp bizden uzaklaştı. "Melis nasıl?"

"Daha iyi." dedi. "Ha bu arada, Mehmet uyanmış." dediğinde başımı kaldırıp yüzüne baktım. İfadesiz bakıyordu. Ne düşündüğünü ve ne hissettiğini bilmiyordum. "Cemre ve Melis'e kimin çarptığını öğrenmek istiyordun. Gidip soralım. Başladığın iş yarım kalmasın."

Muhtemelen bembeyaz olmuştum ama olabildiğince yansıtmamaya çalışıyordum. Başımı aşağı yukarı salladım. "Olur." dedim kısık bir sesle.

"Tamam, ben buralardayım. Bir şey olursa ararsınız." dedi Uygar biten sigarasını çöpe atarken.

Deniz de ben de bir şey söylememiştik. Hissetmediğim bacaklarım beni zorla da olsa Mehmet'in odasına götürmüştü. Çok tedirgindim. Mehmet gerçeği söylemiş miydi? Söylemediyse bile şimdi söyleyecek miydi?

"Anlat." dedi Deniz Mehmet'e hırlayarak. "Ada ile ne işin vardı?"

"Bak Deniz, ben sizin tarafınızdayım. İnan bana Melih'e çalışmıyorum artık."

"Ne oldu? Birden melek mi oldun?"

"Hiçbir zaman onun yaptıklarını desteklemedim. Hep bir şeyler yanlış geliyordu. Dayanamadım. Gittim babasına her şeyi anlattım. Geçmişte olanlardan haberin vardır... Neyse, artık ceza almasını ve ömrünü hapiste geçirmesini istiyorum. Ve bana sadece Cemre ve Melis'e çarpan kişi yardım edebilir. Onu da sadece sizle bulabilirim." Kalbimin durduğunu hissederken Mehmet'e baktım. O da bana bakıyordu ve şükürler olsun ki Deniz'in göremeyeceği bir açıda olduğum için Mehmet'e baktığımı görmüyordu. Ellerimi birleştirip çenemin altına koydum ve başımı iki yana salladım. "Lütfen söyleme." dedim sadece dudaklarımı oynatarak. Mehmet bakışlarını benden çekti ve Deniz'e baktı.

"Biz ne alaka? Şu konuyu bir açar mısın? Neden o adamı sadece bizle buluyorsun?" Mehmet tekrar bana bakarken tekrar ettim. "Hayır lütfen söyleme."

"Yani o adamı bulup intikam almak istersin diye düşündüm."

"Muhtemelen çalışma arkadaşın olan birini neden satıyorsun?" dedi Deniz merakla. Mehmet cevap vermemişti. "Sahi adını söyleyecekmişsin. Tam o sırada nasıl olduysa yangın çıkmış." Sesi imalıydı. Sinirden olsa gerek, gülüyordu.

"Yangınla hiçbir ilgim yok. İnan bana."

"Neyse hadi uzatma. Anlat. Nedir bu adamın hikayesi? Neden kayıp?"

"Kazadan sonra kaçtı gitti. Melih her yerde onu arıyor. Bulursa öldürecek muhtemelen çünkü onunla arasında değişik bir husumet vardı. Geçmişten gelen bir şey sanırım. Neyse onu bulmamız lazım." derken bana bakıyordu. Geçmişten kalma bir husumet de neydi?

Deniz sağa sola bir iki adım attı, ardından Mehmet'in başında dikildi. "Sana hiç inanmıyorum biliyor musun? Belki bu da Melih'in oyunlarından biridir."

"Bana inanmamakta haklısın. Ama sadece dene Deniz. Zaten şu an senin hastanendeyim. Yanımda iletişim aracı bile yok. Melih'e nasıl haber verebilirim ki? Mantıklı düşün. O adamı bulun." Son cümlesini bana bakarak söylemişti.

"Adı ne bu adamın?"

Mehmet bana tekrar baktığında başımı iki yana salladım. Bir süre daha bana baktı ve derin bir nefes alıp dudaklarını araladı. Gözlerimi kapatıp olanları görmezden gelmek istedim ama Mehmet o kadar şaşırtıcı bir şey söylemişti ki gözlerimi anında geri açtım.

"Doktoru çağırın." Kalbini tutuyordu, ayrıca öksürmeye başlamıştı. "Doktor, doktoru çağırın Deniz."

"Ne oluyor?" dedi Deniz kapıya koşarken.

"Kalbim." dedi Mehmet, Deniz çoktan kapıyı açıp "Buraya bakın hemen." dediğinde.

Mehmet'e anlamak istercesine baktım, bana göz kırpmıştı. Babamın adını söylememek için rol yapmıştı. Bunu neden yaptığını bilmiyordum ama ona minnetle baktım.

"Çabuk, çabuk." dedi Deniz. Bir hemşire odaya girmişti.

"İyi misiniz beyefendi?" Hemşire Mehmet'in yanına koştu ve ona oksijen maskesi taktı. Ardından yanındaki makineden birkaç düğmeye bastı.

"Neyse biz çıkalım." dedi Deniz ve elimi tutup kapıya yöneldi. "Daha sonra geliriz."

"O adamı bulacak mısın?" dedim merakla. Koridora çıkmıştık.

"Evet. Yani en azından arayacağım."

"Bulunca ne yapacaksın peki?"

Deniz kaşlarını çattı ve olduğu yerde bir süre düşündü. "Bilmiyorum. Neden sordun?"

"Merak ettim... Bana kızgın mısın hala?"

Derin bir nefes aldı. "Geçene kadar soracak mısın?" dedi ve kolunu omzuma atıp beni iyice kendine çekti.

"Evet çünkü bana kızgın olmanı istemiyorum."

"Peki küçük hanım. Bunu değerlendireceğim." dedi ve alnıma kocaman bir öpücük bıraktı.

Melis'in olduğu kata geldiğimizde Deniz'in ailesiyle karşılaştım. Yangından sonra hepsi odama gelmiş, kısa ama samimi bir geçmiş olsun sohbetinden sonra tekrar Melis'in yanına gitmişlerdi ve hala buradalardı.

Hepsiyle kucaklaşıp bir sandalyeye oturduktan kısa bir süre sonra kalktım ve camdan Melis'i izleyen Deniz'in yanına gittim. "Lavaboya gideceğim."

Deniz bana döndü ve elini yanağıma koyarak alnımı öptü. "Tamam."

Koridordan çıktım ve lavaboya değil Mehmet'in odasına gittim. Aklımda hala soru işaretleri vardı. Neden gerçeği söylememişti?

Odasına girdiğimde yalnızdı. "Neden beni ele vermedin?" dedim şaşkınlıkla. "Neden rol yaptın?"

"Sen söylemeden Deniz öğrenmesin başkasından. Sana yardım etmek istiyorum. Kardeşinden bahsetmiştin. Erkek."

"İkizim. İkiz kardeşimdi."

"Tamam, baban ondan hiç bahsetmedi evet ama o kazadan önce Bursa'daki evinize bir mektup bıraktığından söz ederdi hep. Yıllar önce, annen öldükten birkaç gün sonra bir sandığın içine mektup bırakmış. Bir yangın çıkmış sanırım. Evime gittiğimde hiçbir şey eskisi gibi değildi, her şey yanmıştı ama o mektup hala sandığın içinde demişti. Belki kızlarım bulur da okur diyordu sürekli. O mektupta ikiz kardeşine dair bir şeyler de yazmış olabilir Ada. O mektubu bul. Belki babanı da bulabiliriz. Babanı, kardeşini bulmak istiyorsan, sevdiğin adam Melih'ten kurtulsun istiyorsan o mektubu bulman lazım."

Mektubu biliyordum. Deniz'in arabasına çarptığım gün dayım söylemişti. Ama varlığına hiç inanmamıştım çünkü yangında yandığını düşünüyordum.

Kafam o kadar karışmıştı ki bu işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Deniz'in düşmanı bir anda benim de düşmanım oluvermişti. "Bir husumetten bahsettin. Nedir o?"

"Bilmiyorum. Baban anlatmadı hiç. Ben de öğrenemedim. Ama eğer babanı bulursak öğrenebilirsin... Bursa'ya git ve o mektubu bul Ada. Ama ondan önce Deniz'e her şeyi anlat. Başkasından duymasın."

"Peki.'' dedim kuru bir sesle. ''Her şeyi anlatacağım.''

Mehmet'in odasından çıkıp Deniz ve ailesinin olduğu kata gittiğimde Deniz'i babasıyla bir köşede ciddi bir şey konuşurken gördüm ve Uygar'ın yanına oturdum. ''Ne konuşuyorlar?''

''Bir gece kulübünün satış görüşmesi var. Deniz gitmek istemiyor ama Fatih abi gitmesi için ısrar ediyor. Onu tartışıyorlar.''

''Deniz neden gitmek istemiyor?''

''Çünkü görüşme, satılacak olan gece kulübünde yapılacak. Ve bu akşam. Günler öncesinden belliydi aslında ama hiçbirimiz Melis'in böyle olacağını düşünemedik. Deniz de onu bırakıp görüşmeye gitmek istemiyor."

''Gece kulübü ne alaka?' dedim şaşkınlıkla.

''Bilmiyorum. Satıcı mekanın son son tadını çıkarmak istiyor sanırım."

''Anladım.'' dedim anlam veremesem de. Ve başımı Uygar'a çevirdim. ''Neyse Uygar. Sence Deniz, Cemre ve Melis'e çarpan kişiyi bulursa ne yapar?''

''Hapse göndertir herhalde bilmiyorum. O nereden çıktı şimdi?''

''Mehmet diyor ya Melih'i hapse attırmak için çarpan kişiye ulaşmamız lazım diye. Deniz sanırım o adamın peşine düşecek. Eğer bulursa ne yapar?'' dedim merakla. Babamdan nefret ediyordum evet ama yine de Deniz'in ona bir zarar vermesini istemiyordum.

Yapmam gereken çok şey vardı. Önce Deniz'e gerçeği söyleyecektim. Sonra Bursa'ya gidip mektubu bulacaktım. Eğer mektup yardımcı olursa babamı bulacaktım, ardından da hem Savaş'a kavuşacaktım hem de Melih hapse girecekti.

Biz Uygar'la muhabbete daldığımızda Deniz yavaşça yanımıza geldi ve benim önüme çökerek ellerimi avuç içlerine aldı.

''Ne diyor Fatih abi?'' dedi Uygar merakla.

''İlla gideceksin diyor başka bir şey demiyor.''

''Gideceğiz yani. Doğru mu anladım?''

Deniz başını aşağı yukarı salladı ve ellerinin arasına aldığı ellerimi öptü. ''Gideceğiz.''

''Kaç gibi çıkacağız peki?''

''Birazdan çıkarız.''

Uygar elini Deniz'in omzuna koydu. ''Neyse, hadi kalk gidelim de bitsin."

Deniz yavaşça ayağa kalktığında Uygar da kalktı ve kısa bir süre sonra otoparka geldik. Hava kararmıştı.

Yalnız değildik. Hemen arkamızda Uygar vardı. Onun arkasında da Hakan ve üç koruma daha vardı. Sanırım Deniz böylesinin daha güvenli olduğunu düşünmüştü.

Deniz düşünceli bir şekilde yolu katederken tedirgin bir şekilde yolu izliyordum. Canımı sıkan bir şeyler vardı. Bu gece bir şey olacak gibi hissediyordum ve ne yazık ki hislerim beni yanıltmıyordu.

Sonunda bahsedilen gece kulübüne gelmiştik. Mekandan yayılan müzik sesi o kadar yüksekti ki arabanın içinde bile yankılanıyordu. Yüzümü buruşturdum.

"Ben gelmesem?" dedim Deniz'e bakarak. "Çok gürültü var, orada olmak istemiyorum. Lütfen."

"Biz ne konuşmuştuk? Yanımdan ayrılamazsın. Hadi gel." dedi Deniz ve arabanın kapısını açtı. Bir an müzik sesi daha yoğun gelse de kapının kapanmasıyla ses eski haline döndü. Deniz beni beklerken ben de arabadan indim ve onun yanına gittim. Ses gerçekten çok yüksekti, kendimi sesin kaynağı gibi hissediyordum.

Hava çok soğuktu. Deniz'in hırkasını iyice kendime sardım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Çok soğuk." dedim homurdanarak. Ardından ısınmak için Deniz'in kollarının arasına girerek bir nebze olsun işe yaramasını diledim.

Biz ilerlerken Uygar bizi hemen yakaladı ve yanımızda belirdi. "Bu ne biçim iş Deniz? Baban nasıl kabul etti böyle bir şeyi? Bizim burada ne işimiz var?"

"Bilmiyorum. İçeriye girelim de anlarız."

Kapıya doğru yürürken etrafta varla yok arası elbiseler giymiş onlarca kızın varlığını fark ettim. Elbiseler hiçbir yerlerini örtmüyordu ve benim aksime kalın giyinmemişlerdi. Ben ise utanmasam mont istiyorum diye ağlayacaktım. Kazak ve pantolon giydiğime şükrettim ve Deniz'in yanında yürümeye devam ettim. Bizi kapıda iki güvenlik karşılamıştı.

"Adınız soyadınız?" dedi iri yarı bir adam.

"Deniz Aladağ, Uygar Uysal, Ada Dinçer." dedi Deniz ve adam elindeki kağıttan isimlerimizi bulduktan sonra içeri girmemiz için eliyle işaret etti. "Buyurun geçebilirsiniz."

Hakan ve diğer adamlar mekanın dört bir yanına yerleşirken biz de sonunda içeri girmiştik. Ortam yoğun duman ve kendinden geçmiş insan kaynıyordu. Birbirlerine içki içeren, sağda solda umarsızca öpüşen ve el altından birbirlerine uyuşturucu veren insanlar beni iğrendirmişti. Abuk sabuk dansları midemi bulandırmış, bir an önce buradan çıkma istediği uyandırmıştı. Muhtemelen kimse dans ettiği kişiyi tanımıyordu ve bu gece, karşılıklı dans eden çiftlerden birinin evinde sonlanacaktı. Ve tabi ki sabah baş ağrısıyla uyanıp, birbirlerine sen kimsin sorularını soracaklardı.

Etrafa baktım. Striptiz yapan kadınlar ve erkeler, bağıra bağıra şarkı söyleyen sarhoş insanlar, sürekli yön değiştiren lazer ışıklar bende iğrenç bir his yaratmıştı. Buradan hemen gitmek istiyordum.

Müzik sesi azaldığında içerinin çok kalabalık olduğunu fark ettim. Oturacak bir tane bile yer yoktu. Bir an önce çıkmak için saniye sayıyordum. "Burayı neden satın alacaksınız?" diye bağırdım. "Burası iğrenç bir yer." Bir adam Deniz'in cevaplamasına fırsat vermeden önümüzde dikildi.

"Deniz Aladağ siz misiniz?" dedi benim gibi bağırarak. Deniz başını aşağı yukarı salladı ve uzun uzun adamı izledi.

"Sen kimsin?"

"Görüşme yapacağınız kişinin yardımcısıyım. Cemal Bey birazdan gelecek. Benimle gelin."

Deniz ve Uygar bir süre birbirine baktı, ardından adamı takibe başladık. Bizi yuvarlak bir masanın yanına götürmüştü. "Burada bekleyebilirsiniz."

Hepimiz sandalyelerimize oturduğumuzda Deniz kısa bir süre Cemal denilen adamın emrinde çalışan adama baktı. Ne düşündüğünü merak ediyordum.

Kısa bir süre sonra takım elbiseli iki adam yanımıza gelmiş, sandalyelerine oturmuşlardı. Adamlardan biri Cemal, diğeri de onun avukatıydı. Görüşmenin neden burada yapıldığını hala anlayamasam da önemsemedim ve Selay'la mesajlaşmaya başladım. Bir yangını atlattığımdan, babamın Cemre'ye çarpan kişi olduğundan bahsetmek istiyordum. Birileriyle konuşmaya hatta belki de Miray'dan profesyonel destek almaya ihtiyacım vardı. Çünkü boğulacak gibiydim.

''Selay, n'aber?'' yazdım. Hemen dönüş yapmıştı. Deniz, Uygar, Cemal ve avukatı ise derin bir sohbete dalmışlardı. Ne konuştuklarını duyamıyordum çünkü kısılmasına rağmen müzik sesi hala yüksekti.

''İyiyim Ada. Harika bir haberim var. Miray Deniz'in teklifini kabul etmeyi düşünüyor. Hastanede çalışacak :) Ona acilen bir ev bulmamız lazım! :)''

''Çok iyi haber. Evi dert etmeyin. Benim evimde kalabilir.

Sana anlatmam gereken bir şey var, çok önemli.''

''Aramamı ister misin?''

''Konuşmak için müsait değilim. Babamla ilgili bir şey öğrendim.''

''Ne öğrendin. Çabuk söyle, ne oldu?''

"Bekle, birazdan seni arayacağım."

Sohbetin geri kalanına burada devam etmek istemediğim için ve Selay'ı aramanın daha iyi olacağını düşündüğüm için lavaboya gitmeye karar verdim. Yavaşça yerimden kalktım ve Deniz'in yanına gidip kulağına eğilerek elimi omzuna koydum. "Lavaboya gideceğim, hemen dönerim."

Deniz omzuna koyduğum elime dokundu ve yüzünü kısa süreliğine bana çevirip yanağıma kokumu da içine çekerek yumuşacık bir öpücük bahşetti. "Tamam, dikkat et."

Başımı sallayarak yanıt verdim ve ağır adımlarla yürüyerek dans eden insanların arasına karışıp, bir süre etrafı inceledim. Herkes üstüme geliyor gibi hissederken su almak için barmenin yanına giderek tezgaha yaslandım. Bir su içsem iyi olacaktı. "Bakar mısınız?" dedim barmene bağırarak. Beni duymamıştı.

Yanımdaki sandalyede işe yaramaz olduğu her halinden belli olan bir adam vardı. Zararsız görmüştüm ama gevşek gülüşüyle yanıma yaklaştığında hiç de zararsız olmadığını ve başına bela aradığını fark ettim.

"Ben bakayım yavrum." dedi bardağını tezgaha koyarak.

Önce bakışlarımı sonra da başımı ona doğru çevirdim ve telefonumu tezgaha bıraktım. "Bas git yoksa fena olur." dedim neredeyse hırlayarak.

"Ben zaten seni görünce fena oldum." dedi ve elini koluma uzatırken arsızca güldü.

Bana doğru uzanan elini elimle ittirdim ve üzerine yürüdüm. "Bir yürü git ya. Bir yürü git. Bela mı arıyorsun?" dedim elimle göğsünden ittirerek.

"Fazla hırçınsın." dedi hala gülerken. "Seni nasıl yalnız bıraktılar böyle?" Adam bariz bir şekilde bana yürüyordu ve bu durum beni oldukça rahatsız etmişti.

"Siktir git." dedim tuttuğum kolundan onu ittirirken. Ardından kolumda yumuşak bir dokunuş hissettim ve kafamı çevirip baktım. Deniz gelmişti. Çenesi kaskatıydı ve yumruk yaptığı ellerinin üzerindeki damarlar metrelerce öteden bile fark ediliyordu.

"Ne oluyor lan burada?" dedi sinirle. Beni tuttu ve arkasına çekti. Adamla aramda kocaman bir duvar gibi duruyordu ve tepkisine bakılırsa adamın bana sarkıntılık ettiğini anlamıştı.

"Sakin ol dostum." dedi adam arsız arsız. "Kızı paylaşabiliriz.''

Uygar'ın koşarak yanımıza gelip ellerini omuzlarıma koyarak ''Neler oluyor?'' demesiyle Deniz'in yakasından tuttuğu adama kuvvetli bir yumruk indirmesi aynı ana denk gelmişti ve ben Deniz'i bu sefer engellemeyecektim.

''Ne diyorsun ulan sen? Gebertirim seni.''

Adam elinin tersiyle dudağından akan kanı sildi. "Sakin ol dedik." dedi sinirle. Sonrasında ondan hiç beklemediğim halde Deniz'e kuvvetli bir kafa attı.

"Deniz." dedim büyük bir çığlıkla. Ardından Uygar'a baktım. Çoktan Deniz'i kurtarmak için ona yaklaşmıştı.

Deniz böyle bir hamle beklemediği için savrulmuştu ve arkasındaki sandalye olmasa az kalsın yere düşecekti. Uygar adamın üzerine atlarken Deniz destek aldığı sandalyede birkaç saniye durduktan sonra doğrulmaya çalıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Hızlı düşünüp hızlı hareket etmem gerekiyordu ama ben donup kalmıştım.

Deniz hızlıca toparlandı ve Uygar'ı o adamın elinden kurtarmak için onlara doğru yürüdü. İçerideki kargaşa artmıştı. Müzik sesi de artık yoktu. Mekanı dolduran tek ses kavga gürültüsünün sesiydi. Karanlık da değildi. Işıklar açılmıştı. Bazı insanlar bizi tedirgin gözlerle izlerken bazıları sarhoşluğun etkisiyle kahkaha atıyordu. Bazıları ise kargaşadan faydalanıp kendi kavgalarını başlatmıştı. Her kafadan bir ses çıkıyordu ve ben olduğum yerde çakılı kalmış gibiydim. İçeride kaos hatta bir savaş var gibiydi.

Deniz Uygar'ın üzerine çöken adamı omuzlarından tutup kaldırmaya çalışırken dışarı çıkıp Deniz'in korumalarından yardım istemeye karar verdim ve hızla arkamı döndüm. Ama güçlü bir el buna izin vermemişti.

Beni anında geri çevirdi ve tek eliyle ağzımı kapatıp diğer eliyle ellerimi arkamda birleştirerek sırtımı göğsüne yapıştırdı. İşte, yine başlıyorduk.

Bakışlarım tekrardan Deniz ve Uygar'ı bulduğunda tanımadığım biri Uygar'ın sırtında sandalye kırmıştı. Tanımadığım başka biri de Deniz'i kollarından tutup çekti ve beni göreceği yöne çevirdi. Deniz'in bakışlarının odağı beni bulduğunda esir olduğu kollardan öyle şiddetli kurtulmaya çalışıyordu ki adamın onu nasıl tutabildiğine hayret ediyordum. "Ada." dedi, sesini duyamasam da dudaklarını okumuştum.

Gözlerinin ateşi bedenini yakıyordu. Hissedebiliyordum. Sinirden daha farklı bir duygu vardı. Korku. Deniz bana ve beni tutan kişiye korkuyla bakıyordu.

Beni kimin tuttuğunu merak ediyordum ama kafamı gövdesine o kadar sıkı bastırmıştı ki hareket edemiyordum.

Beni tutan adam elini çektiğinde ilk yaptığım şey nefes almak olmuştu. Çırpınacaktım ama kulağımın dibinde yankılanan silah sesi buna engel olmuştu.

Herkes susmuştu. Az önceki gürültüden eser kalmamıştı. Çoğu kişi apar topar dışarı kaçarken Deniz'in gözünden bir yaş damladı. "Bırak onu." dedi çaresiz bir sesle.

"Sana bu kızı ellerinin arasından alacağım demiştim değil mi Deniz Aladağ?" Özgür'ün sesiydi. Nefesimin kesildiğini hissettim. Dediğini yapmıştı. Beni alacaktı.

Deniz başını hızlıca sağa sola sallarken bir yandan da kollarını saran ellerden kurtulmaya çalışıyordu. "Bırak onu Özgür."

"Bırakmayacağım." dedi ve havaya kaldırdığı silahı Deniz'e doğrulttu. "Çok istiyorsan gel al."

"Özgür bırak. Derdiniz benimle. Ada'yı bırak." Diğer gözünden de bir yaş süzülürken söylediği sözler bunlar olmuştu.

Özgür ne yapmıştı görmemiştim ama Deniz'i tutan adam kollarını bırakmıştı. Deniz ne yapacağını bilemez bir halde yavaş yavaş bize doğru ilerlerken "Çök." dedi Özgür. "Yere çök."

Deniz Özgür'ün dediğini yaptı ve bize ulaşmasına bir metre kala yere çöküp gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü yukarı kaldırdı. "Ne istiyorsun?"

"Yalvar." dedi Özgür keskin bir sesle. İçeride neredeyse kimse kalmamıştı. "Yalvarmanı istiyorum." Özgür silah olan elini kafamın arkasına getirdi ve ensemdeki saçlarımı aşağı doğru çekti. Canım çok yanmıştı ama bunu belli etmek istemiyordum. Çünkü benim canım yandığında Deniz'in canı daha çok yanıyordu. "Yalvarmadığın her saniye Ada'yı mahvedeceğim."

Deniz gözlerini gözlerimle birleştirdi. Göz kapaklarımı indirdiğimde tıpkı Deniz gibi benim de gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmüştü. Deniz Özgür'ün dediğini yapacak mıydı? Düşmanına yalvaracak mıydı? "Bütün gece seni bekleyemem Deniz. Diz çöktün, onu da yaparsın." Saçlarım biraz daha aşağı çekilirken başım da yavaş yavaş yukarı kalkıyordu.

Deniz gözlerini kapattı ve avuç içlerini yere yapıştırdı. "Yalvarırım." dedi titreyen bir sesle. "Özgür yalvarırım."

"Yalvarırım ne? Ne dedim?"

"Yalvarırım Ada'yı bırak." dedi Deniz bir çırpıda. Deniz'in Özgür'e yalvarması hiçbir işe yaramayacaktı. Bunun Deniz de farkındaydı ama sonucu düşünmeden Özgür'e boyun eğmişti. Sadece tek bir ihtimale tutunmuştu.

"Allah belanı versin senin." dedi Uygar üstüne yatmış adamın altında çırpınırken. "Allah senin belanı versin. Orospu çocuğu."

"Kaldır şunu yerden." dedi Özgür, Uygar'ı tutan adama. Adam yaka paça Uygar'ı kaldırdı ve hem benim hem Deniz'in görebileceği bir açıya getirdi.

"Söylesene." dedi Özgür keyifli bir sesle. "Hangisi ölürse üzülürsün?" Kanım çekilmişti.

"Hayır." dedi Deniz ve saniyeler içinde ayağa kalktı. "Hayır sakın."

"Seni vursam o kadar üzülmezsin bence Deniz." Özgür ensemdeki elini çekip silahı şakağıma dayadığında Deniz'in gözlerinde gördüğüm çaresizlik beni olduğum yere çivilemişti. "Ama ikisinden birine bir şey olursa yıkılırsın, mahvolursun. Tıpkı kardeşim öldüğünde benim yıkılmam gibi. Benim mahvolmam gibi. Haksız mıyım?" Deniz dehşetle bana bakarken susmayı tercih etmişti. "HAKSIZ MIYIM DENİZ? SÖYLESENE!"

"Haklısın... Haklısın ama onları bırak. Ada'yı bırak, Uygar'ı bırak. Derdin benimle. Ne istiyorsan yap bana ama onlara dokunma."

"Yok ben senin gözlerindeki o acıyı görmek istiyorum. Kardeş acısını yaşamanı istiyorum. Keşke kardeşim ölmeseydi de ben ölseydim diye gecelerce ağlamanı istiyorum... Uygar'ı kardeşin gibi görüyordun değil mi?" dedi Özgür ve silahı benden çekip Uygar'a doğrulttu.

"Beni vurursan Deniz'i ve Ada'yı bırakacak mısın?" dedi Uygar korkusuzca. ''Tamam o zaman, vur.''

Başımı iki yana salladım. "Uygar." dedim titreyen bir sesle. "Hayır Uygar."

Deniz elini bize doğru uzattı. "Bak, konuşup halledebiliriz. Yemin ederim peşine düşmem. Sana ya da etrafında olan kimseye zarar vermem. Ama bırak bizi. Bak tekrar yalvarıyorum. Bırak bizi. Sakın yapma.''

"Seni dinleyeceğimi sanmadın herhalde Deniz? Ben senin gibi korkak değilim. Öyle bacağına sıkıp bırakmam." dedi Özgür ve onu engellememize fırsat vermeden tetiğe bastı.

''HAYIR.'' Deniz'le aynı anda çığlık atmıştık ve seslerimiz birbirine karışmıştı. Boğazımızı kanatırcasına dilimizden dökülen bu çığlıklar mekandaki sessizliği alt üst etmişti. "UYGAR." dedim sesim çıktığı kadar bağırarak. "Hayır Uygar. Hayır. Hayır. Hayır. HAYIR." Çığlıklarımı bir an olsun susturamıyordum. ''Uygar ölme. Ölme sakın ölme.'' Ellerimi yanaklarıma bastırdım. Yanaklarımda gözyaşlarımdan birer göl vardı. ''Hayır.'' dedim bağırarak. Ellerimi yanaklarıma daha da bastırdım. Dayanamıyordum. Dayanmak istemiyordum. Uygar vurulmuştu.

Uygar

Vurulmuştu!

Etrafa yayılan kanla beraber Uygar'ı tutan adam Uygar'ı bıraktı ve Uygar dizlerinin üzerine düşüp kurşunun delip geçtiği yere elini koydu. Göğsünün tam ortasından vurulmuştu. Göğsümün tam ortasına bir dağ oturmuştu.

"Deniz bir şey yap. Bir şey yap Deniz. Durmasana. Deniz. Deniz bir şey yap. Ne duruyorsun? Uygar. UYGAR.'' Deniz'e ne kadar bağırsam da bir şey yapamazdı çünkü arkasındaki adam onu olduğu yere sabitlemişti. ''NE DURUYORSUN DENİZ BİR ŞEY YAPSANA. Uygar, Uygar... Bırak beni.'' dedim Özgür'ün kolundan kurtulmaya çalışırken. ''Bırak aşağılık herif. Bırak. Bırak beni bırak.''

Elimi kalbime götürdüm ve nefes almaya çalıştım. Gözlerim Uygar'ın gözleriyle buluştu. Açık kahve gözlerinden birer yaş süzülüyordu. O ölemezdi. Bizi bırakamazdı. ''Birbirinizi sakın bırakmayın.'' dedi fısıltıyla. ''İkiz yeğenlerim olacak, siz görmeseniz de sizi izleyeceğim.'' Gülümsüyordu. Koşup ona sarılmak istiyordum. İçimden bir şeyler koparken gözyaşlarım daha da arttı, Uygar'ın ağzından kan geldi ve saniyeler içinde gözlerini kapatarak yere yığıldı. Gülümsemesi yüzünde donarken buz kestim. Özgür'ü öldürecek kadar gözüm dönmüştü.

"Uygar. Hayır. Uygar. Hayır. Hayır. Hayır." Özgür tutmuyor olsa muhtemelen yere düşerdim çünkü bacaklarımı hissetmiyordum. Hiçbir uzvumu hissetmiyordum. Şuurumu kaybetmiştim.

Deniz "Kardeşim." dedi onu tutan adamın ellerinden kurtularak. Ardından Uygar'ın yanına koşup yere çöktü ve Uygar’ın başını bacaklarının üzerine koydu.

''Aç gözünü Uygar.'' dedi çaresizce. ''Beni bırakamazsın. Bırakamazsın, duydun mu?'' dedi Deniz hıçkıra hıçkıra ağlarken. ''Aç, aç gözünü aç. Uygar gözünü aç.''

Hızla arkama döndüm ve elinde silah olmasına aldırmadan Özgür'e bağırmaya, vurmaya hatta tekme atmaya başladım. ''Seni öldüreceğim. O ölürse ben de seni öldüreceğim. ALLAH BELANI VERSİN SENİN. Geberteceğim seni. Ne yaptın sen? Ne yaptın sen? Allah'ın cezası pislik. Geberteceğim seni.''

Özgür beni tekrar Deniz ve Uygar'a doğru çevirdiğinde Deniz Uygar'ın yanağını seviyordu. ''Kardeşim.'' dedi kalbimi parçalayan bir ses tonuyla. ''Ölmeyeceksin. İzin vermeyeceğim. İzin vermeyeceğim. Ölmeyeceksin. Aç gözünü kardeşim. Yalvarırım aç gözünü.”

Onların yanına gitmek istiyordum ama az önce Deniz'i esir alan adam silahının tersiyle Deniz'in ensesine vurdu ve Deniz boş bulunduğu için Uygar'ın yanına yığıldı. ''DENİZ.'' Hiç dinmeyen çığlıklarıma bir yenisi daha eklenmişti. "Hayır ya hayır ya." dedim çırpınmaya çalışırken. Çaresizlikten ölecektim. Nefes alamıyordum. Kardeşim kadar sevdiğim Uygar vurulmuştu, hatta belki de ölecekti. Sevgilimin elinden hiçbir şey gelmiyordu ve Özgür beni alıp gidecekti. Kimse de bir şey yapamayacaktı.

"Yeter bu kadar dram. Artık eğlence zamanı." dedi Özgür ve parmaklarını koluma gömüp beni dışarıya çekiştirmeye başladı. Canım yanıyordu ama aldırış etmiyordum. Çünkü Uygar'ın acısı bütün benliğimi kaplamıştı.

Direndim ama çok güçsüzdüm. Özgür en az Deniz kadar güçlüydü ve ona karşı koyamayacağımı biliyordum. "Bırak beni." dedim adımlarımı sabit tutmaya çalışarak. Aynı zamanda arkama bakıyordum. Deniz ve Uygar hareketsiz yatıyordu. "Bırak beni bırak. Bırak yalvarırım bırak. Ambulans, ambulansı aramamız lazım. Uygar ölecek. Ölemez. Duydun mu beni? Bak söz veriyorum şikayetçi olmayacaklar. Güven bana. Söz veriyorum şikayet etmeyecekler seni." dedim çaresizce.

Özgür aniden durdu ve beni kollarımdan tuttu. "Sen aptal mısın? Öyle bir şeye zaten cesaret edemezler. Kes sesini yoksa seni de vururum. Ayrıca Uygar'ın ölmesi umurumda mı sanıyorsun? Gebersin.''

"Ben sana hiçbir şey yapmadım." dedim gözyaşlarımla boğulurken. ''Deniz de yapmadı, Uygar da yapmadı. Ne olur bırak. Yalvarırım bırak. Uygar ölecek. O ÖLECEK ANLAMIYOR MUSUN? Ambulansı aramamız lazım." dedim bağırarak. Hemen ardından yanağımın üzerinde sanki biri kırbaçla vurmuş gibi bir acı hissettim. Başım aşağı eğilmişti çünkü bana tokat atmıştı.

"Kes dedim sana." dedi Özgür. "Bu sefer kahramanın seni kurtaramayacak. Zırlama daha fazla. Öldürürüm seni. Uygar'ı öldürdüğüm gibi öldürürüm seni de. Deniz gibi altı boş konuşmam ben. Yemin ederim seni öldürürüm."

Gücüm yettiğince çırpınmaya, elinden kurtulmaya çalışıyordum ama nafileydi. Kurtulamayacaktım. Ben Özgür'ün kollarında çırpınırken arkamdan biri daha geldi ve ağzımı kapattı.

"Deniz'in adamlarının hepsi baygın. Kimse sizi görmez ama yine de arka kapıdan çıkın. Özellikle kızı kimse görmesin. Bir de polisle uğraşamam." dedi Özgür emir veren bir sesle. "Kamera kayıtlarını sildirmeyi unutma. En ufak bir kanıt istemiyorum. Polis asla şüphelenmemeli."

Beni tutan adam "Anlaşıldı Özgür Bey." dedi ve hemen sonrasında beni zorla yürüttü. Artık hiçbir şey yapamazdım. Tek yaptığım çırpınmaktı ama çırpındıkça hareketlerim daha da kısıtlanıyordu. Arka kapıya yaklaşmıştık ama Özgür bizimle gelmiyordu.

Adam beni itip, hırpalarken bir yandan da bağırıp, küfrediyordu. "Homurdanma. Kes sesini, zorluk çıkarma. Sus dedim." Bir anda saç köklerim acımıştı. Hayvan herif saçımı eline dolamıştı ve beni yukarı çekiyordu. Kulağıma eğildiğinde parmak ucuma yükselmek zorunda kalmıştım. "Zorluk çıkarma, yoksa sonun hiç iyi olmaz."

Ağzım kapalı olsa da sesler çıkartmaya devam ediyordum fakat karnıma dayanan silahla susmak zorunda kaldım. "Gıkını bile çıkarırsan, gözümü kırpmadan vururum." dedi adam saçımı daha da yukarı çekerek. "Şimdi arabaya bineceğiz, eğer bir delilik yapmaya kalkarsan, cesedini parçalara ayırıp o dibinden ayrılmayan Deniz'in önüne atarım. Duydun mu beni?" İrkildim, korkudan titremeye başlamıştım ve gözyaşlarım çoktan boynumdan kazağıma ulaşmıştı. Başımı salladım. "Aferin, akıllı ol."

Dışarı çıkmıştık. Soğuk hava perde gibi üzerimi örttüğünde homurdandım ve çırpınmaya devam ettim. Adam beni olduğum yere sabitledi ve tekrar saçımdan tutup beni yukarı kaldırdı. "Yüzünü bana kapatıp öyle yürüyeceksin. Kimseye bir şey çaktırma ve dikkat çekecek bir şey yapma. Şimdi elimi ağzından çekeceğim. Sakın ama sakın ses çıkarma. Yoksa seni öldürürüm. Duydun mu beni? Seni öldürürüm."

Adamın elini çekmesiyle çığlığı basmam bir olmuştu. Ve tam o anda yanağımda fazlasıyla yakıcı bir acı hissettim. Özgür'ün tokadından sonra bir tokat daha yemiştim, sanki yanağımın üzerinde şimşek çakmıştı.

Tokadın etkisiyle yere düşerken bir hamle ile kaçmaya çalışsam da adam anında yanıma çöktü ve saçımdan tutarak başımı yukarı kaldırdı. Dudağımın patladığını hissettim. Sanırım kanıyordu. "Seni küçük sürtük, sana sus demedim mi?" Saçımdan tutup beni havaya kaldırdı. "Yürü, seninle sonra hesaplaşacağız."

Çırpınıyordum ama elinden kurtulamıyordum. Onun gücünün yanında benimki sıfırdı, üstelik bana doğrultulmuş bir silah varken, karşı koymam imkansızdı.

Bir arabaya bindirilmiştim. Adam ellerimi sıkıca bağladıktan sonra ağzıma bir bant yapıştırmıştı. Çok korkuyordum. Uygar nasıldı? Deniz kendine gelmiş miydi? Adamlar vicdana gelip ambulansı aramış mıydı? Kalbim acıyordu. Kalbim bıçakla kesilir gibi acıyordu.

Ben olduğum yerde ölme isteğiyle kavrulurken yanımdaki adamın telefonu çaldı. Yanıtlar yanıtlamaz da hoparlöre almıştı. "Alo Özgür Bey, kızı nereye götürelim?"

"Mesaj atarım nereye gideceğinizi." dedi Özgür.

"Peki Özgür Bey, ne yapalım?"

Özgür bir süre sustu. "Kıza mı? İstediğiniz her şeyi."

Kalbim deli gibi çarparken, tansiyonumun düştüğünü hissettim. Ardından burnumun ucuna yumuşak ama keskin kokulu bir şey dayandı ve kendimi koltuğa bıraktım. Birazdan bayılacaktım.

Loading...
0%