@_kubraakyol
|
10 Ekim, Perşembe. 22:50 1 gün, 24 saat, 1440 dakikadır bir evin kapalı, karanlık havuzunda esirdim ve buraya geldiğimden beri bir an bile susmamıştım. Gözyaşlarım durmamıştı. Kendim için üzülmüyor ya da korkmuyordum. Kalbimi canlı canlı yerinden söküyorlarmış gibi hissetmemin sebebi Uygar'dı. Aklımı kaybettiğimden şüpheliydim çünkü hiçbir şey düşünemiyordum. Kaçmak için bir yol aramıyordum, beni hırpalamaya gelen adamlara karşı koymuyordum. Nefes alıyordum ama yaşamıyordum. Tek yaptığım şey bulunduğum yerin tek ışık kaynağı olan ve duvarın en tepesine asılı duran televizyona boş gözlerle bakmaktı. Bir haber kanalı açıktı ve sürekli gece kulübünü gösteriyordu. İşkence çekmem için ve televizyonu kapatmamam için kumandayı almışlardı. Ekranda Uygar vardı. Yerde kanlar içinde yatarken, sedyeyle ambulansa taşınırken, hastaneye giriş yaparken, her anını belli aralıklarla ekrana veriyorlardı. Çıldıracak gibiydim. Zaten gözümün önünden gitmiyordu, bir de sürekli televizyonda görünce beynim eriyor gibi hissediyordum. Tanıştığımızdan bu yana yaşadığımız anılar sürekli gözlerimin önündeydi. Kaza yaptığımda bana bisküvi ve meyve suyu getirişi, Deniz ve benim için yaptığı sevgi dolu imaları, beni abimmiş gibi sevişi, hastanenin terasında bana söylediği hayalleri, ölmek istemiyorum demesi ama ardından Özgür bizi bıraksın diye kendini feda etmek istemesi, vurulduğu an gözlerinden akan yaşları, o an bize söyledikleri. Hepsi sırayla gözümün önünde beliriyordu. Boğulacak gibiydim. Bugün öğle saatlerinde kalbi durmuştu. Öldüğü söyleniyordu. Ondan sonrası yoktu. Habere gizlilik kararı verilmişti. Bense cinnet geçirmiş, benim için getirilen ve hiç dokunmadığım yemek tepsisindeki çatalı Özgür'ün omzuna saplamıştım. Bedeli ağır olmuştu. Adamları beni hiç acımadan dövmüştü, muhtemelen yara bere ve çürük içindeydim. Umurumda değildi. İçim yangın yeri gibiydi. Kalbim çok ağrıyordu. Uygar'ı kaybetmek istemiyordum ve öldüğüne inanmıyordum. O Deniz'i bırakmazdı. O beni bırakmazdı. Sadece bir gün sürmüş olsa bile küçük çırağını bırakmazdı. Hem daha evlenecekti. Evlenecekti ve kızı olacaktı. Eşine benzeyen kızı hatta kızları olacaktı. Ölmemişti, ölmeyecekti. Daha fazla ekranı görmek istemiyordum. "Kapan artık kapan. Yeter." dedim bağırarak ve sabahtan beri yanımda duran su bardağını televizyona fırlattım. Lanet olası televizyon kapanmamıştı ama en azından ekranı kırılmıştı. Uygar'ın kan dolu bedenini görmeyecektim. O kadar çok ağlamıştım ki artık dökecek bir gözyaşım kalmamıştı. Gözlerim aynı ağzımın içi gibi kurumuş, yüzyıllardır su değmemiş bir çöle dönmüştü. Göremesem bile gözlerimin içindeki ince kırmızı çizgilerin artık koyu bir renge döndüğünü, daha da belirginleştiğini hissedebiliyordum. Burası çok soğuktu ama içimdeki ateş o kadar kavurucuydu ki hiç üşümüyordum. Bedenim Özgür'ü öldürme ateşiyle yanıp kavruluyordu. Buradan kurtulmak için ne bir yolum ne de bir çarem vardı. Tek umudum Deniz'in beni bulmasıydı. Nasıl bulabileceğini bilmiyordum ama bulacağını biliyordum. Dünyanın diğer ucuna bile gitsen seni bulurum. demişti. Keşke ona ulaşmanın bir yolunu bulabilseydim ama nerede olduğumu bile bilmiyordum. Tek bildiğim bir evin kapalı havuzunda olduğumdu. Bir ayakkabının zeminle birleşmesiyle oluşan tok sese kulak verdim ve bakışlarımı sese yönelttim. Evin yardımcısı olan kadın yemeyeceğimi bile bile elinde bir tepsiyle yanıma geliyordu. ''Sana yemek getirdim.'' dedi tepsiyi bana uzatırken. Cevap vermeden boş gözlerle baktım. ''Bayılacaksın böyle giderse. Bir şeyler yemen gerek.'' ''Bayılmak bana az gelir, ben ölmeyi bekliyorum.'' dedim fısıltı kadar kısık bir sesle. Ardından televizyona baktım. Bu sefer ekranda Deniz vardı, kırık ekrandan yüzünü tam göremesem de onu görmek bana iyi gelmişti. Görüntü bu sabaha aitti. Uygar'ın ölüm haberi henüz duyurulmamıştı ve Deniz olay hakkında açıklama yapıyordu. Dağılmış görünüyordu. Beyaz gömleğinin her yerinde Uygar'ın kanı vardı. Kulağının hemen arkasında da kandan bir yol vardı ve kurumuştu. Oradan nasıl kurtuldular, ambulansı nasıl çağırdılar bilmiyordum. Beni arıyor muydu bilmiyordum. Ne hissediyor bilmiyordum. Selay'ın, dayımın, Güneş'in haberi var mıydı bilmiyordum. Ne haldelerdi bilmiyordum. Gözüm sürekli havuza gidiyordu, atlayıp suyun dibinde boğulmak istiyordum. ''Deniz Bey kız arkadaşınız kaçırılmış. Bu konu hakkında ne söyleyeceksiniz?'' ''Deniz Bey, Uygar Bey'i kim vurdu?'' ''Deniz Bey, Uygar Bey'in durumu nasıl?'' ''Deniz Bey, kız arkadaşınızı Uygar Bey'i vuranlar mı kaçırdı?'' Deniz bu sorulara cevap vermiyor, sinek savuştururcasına eliyle geçiştiriyordu. Sadece gerekli gördüğü şeyleri söylüyordu. Onu çok özlemiştim. Elimi tutmasını, beni sahiplenmesini, öpmesini, sarılmasını, onunla uyumayı, kokusunu, ellerimin sakallarında umarsızca gezmesini, ona sığınmayı, sakallarının tenime batmasını, ona ait her şeyi çok özlemiştim. Görüntü canlı yayına geçtiğinde tüm dikkatimi ekrana verdim. Yayın yasağı gelmişti ama yine de hastane çıkışında yakaladıkları Deniz'e soru soruyorlardı. Üzerinde hala aynı gömlek vardı. Ensesindeki kandan oluşmuş yol bile orada öylece duruyordu. ''Deniz Bey, öğleden sonra Uygar Bey'in kalbinin durduğu ve öldüğü söyleniyor. Doğru mudur? Doğrular mısınız bu haberi?" ''Katil ya da katiller kimler? Şüphelendiğiniz biri var mı?'' Deniz ''Değerli polislerimiz ve savcılarımız olayla yakından ilgileniyor.'' dediğinde yaşadığım farkındalıkla şok olmuştum. Çünkü Deniz polise gitmezdi, gidemezdi. Ama bu durum artık polisin dahil olmak zorunda olduğu bir olaydı ve ben daha yeni idrak ediyordum. Korkmalı mıydım bilmiyordum. Dehşete düştüğüm başka bir konu daha vardı ki Deniz katil ya da katilleri soran muhabirin sorusunu yalanlamamıştı. Ya yayın yasağı yüzünden Uygar'ın yaşadığını gizli tutuyordu ya da Uygar'ın ölümü gerçekti ve savcılar katili yani Özgür'ü arıyordu. İlk ihtimale tutundum. Ölmemişti. Hissediyordum. Ama yine de her şeyi düşünmek zorundaydım. Kendimi her şeye hazırlamak zorundaydım. Uygar gerçekten öldüyse Özgür'ün cezasını polise bırakmadan kendim verecektim. ''Özgür Bey bunları yemenizi söyledi.'' dedi yanıma gelen kadın ekrandan gözlerimi ayırdığımda. ''Onun Allah belasını versin.'' dedim hırlayarak. ''Öldüreceğim onu. Duydun mu? Onun ecdadını sikeceğim.'' ''Tepsiyi geri götüremem. En azından kendin için ye.'' ''Götürme o zaman.'' dedim ve tepsiyi alıp duvara fırlattım. ''Onun hiçbir şeyini istemiyorum.'' ''Yemek yemezsen, kendini hırpalarsan buradan çıkmak için enerjin olmayacak.'' dediğinde ona baktım. ''Ne saçmalıyorsun sen?'' dedim şüpheyle. ''Buradan çıkabileceğimi mi düşünüyorsun? O patronun olacak katil orospu çocuğu beni bırakacak mı sanıyorsun?'' Tekrardan ağlama krizine yakalandığımda arkamdaki duvara yaslandım. ''UYGAR ÖLDÜ.'' dedim. Sesim yankılanmıştı. ''UYGAR ÖLDÜ DUYDUN MU? ÖZGÜR VURDU ONU. ACIMADAN TEK KURŞUNLA VURDU. GÖZLERİMİN ÖNÜNDE VURDU! BİR KATİLE HİZMET EDİYORSUN. BU VİCDANLA NASIL YAŞIYORSUN?" ''Sus, bağırma.'' dedi bana yaklaşarak. ''Sana yardım edebilirim.'' ''Sana inanacağımı düşünmüyorsun herhalde?'' dedim ve yakasına yapıştım. ''Benimle uğraşma. Canım yanıyor ve ben senin de canını yakmaktan asla çekinmem.'' Bir şey dememişti. ''Tepkime bakıyorsun değil mi? Kaçma potansiyelim var mı onu tartıyorsun. Sonra koşa koşa o katile yetiştireceksin.'' Karşımdaki kadın sanki bu cümleleri duymamış gibi kaldığı yerden devam etti. ''Burada bayılmış gibi yapacağım. Havuzun giriş kapısı açık. Kapıdan çık. Karşına bir koridor çıkacak. O koridora girmeden sağa dön. Bir kapı var. Deponun kapısı. Sadece bir anahtarı var.'' dedi elime bir anahtarı tutuştururken. ''Depoya gir ve kendini oraya kilitle. Oraya bakmazlar.'' ''Ne?'' dedim kaşlarımı çatarak. Anlamaya çalışıyordum. ''Sonra, sonra ne olacak? İşe yarayacak mı? Ya oraya da girerlerse?'' "Girmemeleri için elimden geleni yapacağım. Arka kapıyı açık bıraktım. Herkes oradan kaçtığını düşünecek.'' ''Neden bana yardım ediyorsun dedim, cevap versene.'' ''Çünkü abim bir süre önce işten ayrıldı. Melih Bey abimin kendisine ihanet ettiğini düşünüp onu bir yangının ortasında bıraktı.'' dedi karşımdaki kadın ağlayarak. Afalladım. ''Abim hastanede yatıyor. Durumu iyiydi ama yine yoğun bakıma alınmış. Ne yaptı bilmiyorum ama onu da öldürmekten bahsediyorlar.'' ''Abin?'' dedim, aklımda Mehmet vardı. ''Mehmet.'' dedi bir anda. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Karşımda Mehmet'in kardeşi vardı. ''Biriyle buluşmuş, kimle buluştu bilmiyorum. Abim ölsün diye yangın çıkartmış Melih Bey. Herkes şalterden çıktı sanıyor ama öyle değil. Melih Bey yaptırdı. Ama şükürler olsun ki Deniz Bey abimi kurtarmış.'' ''Şu Melih denen şerefsize bey demeyi keser misin?'' dedim ve durup düşündüm. ''Niye hala onlara hizmet ediyorsun?'' ''Abim hastaneden çıkar çıkmaz istifa edeceğim. Zaten abim gittiğinden beri bana da yapmadıkları eziyet kalmadı." ''Bana yardım ettiğin anlaşılırsa ne yapacaksın?'' ''Anlaşılmaması için elinden geleni yap o zaman.'' dedi ve az önce yere attığım tepsideki bıçağı alıp alnının kenarını kesti. ''Çünkü ben öyle yapacağım.'' ''Ne yapıyorsun sen?'' ''Kavga etmişiz gibi ve beni yaralamışsın gibi davranacağım. Beni burada baygın gördüklerinde senin yaptığını düşünecekler. Anlamayacak. Hadi durma artık, çık git buradan.'' "Sonrasında ne olacak? Sonsuza kadar depoda mı kalacağım?" "Herkes seni dışarıda aramaya başlarken kargaşa çıkacak. Seni oradan çıkarmaya çalışacağım." Başımı salladım. Kalbim hızla çarpıyordu. "Tamam, önce telefonunu ver. Durma, bana yardım etmek istiyorsan telefonunu ver." Kadın alelacele bana telefonunu verirken ellerim titriyordu. "Burası kimin evi? Neredeyiz şu anda?" dedim titreyen sesimle. "Özgür Bey'in evi." "Bey deme şuna." dedim Deniz'in numarasını çevirirken. Ellerim daha da titremeye başlamıştı. Sabırsızca beklerken Deniz ilk çalışında telefonu açmıştı. O kadar fazla duyguyu aynı anda yaşıyordum ki kalbim duracak gibiydi. "Kimsiniz?" dedi düz bir sesle. Çok yorgun olduğunu hissedebiliyordum. Muhtemelen benim gibi hiç uyumamıştı. "Sevgilim." dedim heyecanla. "Benim, Ada." "Ada." dedi. Sesindeki şaşkınlığı, korkuyu, heyecanı, telaşı ve acısına rağmen yaşadığı mutluluğu hissedebiliyordum. "Sevgilim neredesin? İyi misin? Nereye götürdü o pislik seni?" Sesindeki telaş artmıştı. "İyiyim, Özgür'ün evindeyim. Bir telefon buldum, gizli arıyorum seni. Çok fazla konuşamayacağım. Haberlerde sürekli Uygar'ı gösteriyorlar. Doğru değil de. Ölmedi değil mi?" dedim gözümden bir yaş akarken. "Yaşıyor de yalvarırım." "Ölmedi." dediğinde derin ve gözyaşı dolu bir nefes verdim. "Yaşıyor ama durumu kritik, yoğun bakımda." İçimden Çok şükür. dediğimde mutluluktan ağlamaya başladım. Yaşıyor olması göğsümün tam ortasına oturan ruhsal sancının biraz da olsa hafiflemesine yetmişti. Tamam, durumu kritikti ama ben onun yaşama tutunacağını biliyordum. "Seni kurtaracağım. Korkma tamam mı? Bir yolunu bulacağım, seni gelip alacağım." "Yalvarırım elini çabuk tut. Dayanamıyorum, çok korkuyorum." "Korkma, korkma benim güzel sevgilim. Sadece bekle. Bu gece bitmeden seni gelip alacağım." Nasıl olmuştu, neden olmuştu bilmiyordum ama bu kadın bana yardım ediyordu ve ben havuzun çıkış kapısına gelmiştim. Etrafta kimse yoktu. Hiç ses çıkarmadan kadının dediğini yapıp depoya girdim ve kapıyı kilitledim. Burası karanlıktı ve yıllardır girilmemiş gibi duruyordu. Kendimi savunacağım bir şeyler aradım. Beni burada bulabilirlerdi, onlara vurabileceğim bir şeyler bulmalıydım. Her yerde eski eşyalar vardı. Kullanılmayan küçük bisikletler, eski şamdanlar, halılar, avizeler, şömine karıştırmak için şömine maşası. İşte bu işime yarayabilirdi. Hiç düşünmeden aldım. Burada ne kadar saklanacağımı bilmiyordum. Yapmam gereken tek şey Deniz'i beklemekti. Gelecekti, geleceğini biliyordum. Depoda dolaşırken eski bir ayna buldum ve ne halde olduğuma baktım. Dudağımın kenarı, kaşımın yanı, burnumun ve alnımın üstü kabuk tutmaya çalışan yaralarla doluydu. Üstümdeki hırka ve kazağı çıkartıp vücudumu izledim. Sırtımda, karnımda, ensemde çürükler vardı. Beyaz tenli olduğum için de renkleri mordan çok siyah gibi görünüyordu. Ve daha ameliyat yaralarım bile geçmeden üstüne bu yaralar eklenmişti. Nasıl iyileşeceğimi bilmiyordum ama şu an bunu çok da umursamıyordum. İyileşmesini istediğim ilk şey ruhumdu. Kazağımı ve hırkamı giyip olduğum yere çöktüm ve duvara yaslanıp dizlerimi karnıma çektim. Zaman geçmiyordu. Saniyeler bile geçmiyordu. Kurtulacağım anı bekliyordum. O kadının planı işe yaramalıydı. Nereden geldiğini bilmediğim bir içgüdüyle mavi deniz kabuklu kolyemin ucunu elime aldım ve başımı geriye atıp gözlerimi kapattım. Çok yorulmuştum. Yemek yemediğim için ve uyumadığım için çok halsiz düşmüştüm ve eğer biraz daha uyumazsam bayılacaktım. Aklımda o kadar çok tedirginlik vardı ki kafamın içi alt üst olmuştu. Deniz geldiğinde buraya nasıl girecekti? Girse bile beni nasıl bulacaktı? Buradan nasıl çıkacaktık? Gerçekten aklımı yitirecektim. Bu ailenin beni ne zamandır tanıdığını, ne zamandan beri düşman olarak gördüğünü ve bana ne yapacaklarını merak ettim. Onların adamının kızıydım. O adam onlara ihanet etmişti, ortalarda yoktu ve bu insanlar sırf bu yüzden bana nefret besliyordu. Hiç suçum yoktu. Tek suçum babamın kızı olmaktı. Yıllardır görmediğim bir adamın kızı olduğum için bunları yaşıyordum. Deniz'le tanıştığımdan beri başıma gelenleri düşündüm. Tüm o olanlar sadece Deniz'in canını yakmak için başıma gelmemişti. Benim canımı yakmak için yapmışlardı. Yaşadıklarım karşısında babamın beni bulacağını düşünmüş olacaklar ki bana zarar vermekten hiç çekinmemişlerdi. Ben kurbandım, babama ulaşmaları için bir kurbandım ve bunca şey için Deniz'i boşuna suçlamıştım. Bunlar benim başıma onun yüzünden gelmemişti. Bunlar benim başıma babam yüzünden gelmişti. Beynim allak bullaktı. Mehmet'in demesine göre babam yıllarca bizi aramıştı. Melih bile babamla soyadım farklı olmasına rağmen bizi biliyorken babamın nasıl bulamadığını merak ediyordum. Ayrıca babam neden Savaş'tan bahsetmemişti? Boş mezarın içinde gerçekten bir ceset olduğunu ve Savaş'ın öldüğünü mü zannediyordu? Aklıma yatmayan bir sürü şey vardı. O mektubu bir an önce bulup her şeyi çözmek istiyordum. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra koridorda bir gürültü koptu. Belki de bir buçuk saattir buradaydım ve Özgür'ün bağıra çağıra herkese emirler yağdırdığını duyabiliyordum. Yokluğum fark edilmişti. Ayağa kalktım ve kulağımı kapıya dayayıp söylediklerini seçmeye çalıştım. Ses uzaktan geliyordu ama boğuk da olsa ne dediğini anlıyordum. "Her yere bakın. Her yere. Evde onu aramadığınız hiçbir yer kalmasın. Kapı açılmış, dışarıya da dağılın. Anlaşıldı mı? Dışarıya da bakın. Fazla uzaklaşmış olamaz. Hava karanlık. Ağaç kovuklarına bile bakacaksınız. SAKIN BULMADAN GELMEYİN." Kalbim yerinden çıkacak gibi hissederken gürültü yapıp yerimi belli etmemek için olduğum yere tekrar çöktüm ve o kadını bekledim. Kargaşa çıktığında seni oradan çıkarmaya çalışacağım demişti. Ona neden güvendiğimi bile bilmiyordum. Beni buraya kilitlemek istese anahtarı bana vermezdi. En azından buradan baktığımda şüphelerim azalıyordu. Gerçekten bana yardım etmek istediğine inanmak istiyordum. Ayak sesleri geliyordu. "Özgür Bey, oraya girmiş olamaz. Kapı açık demiştiniz. Kapıdan kaçmıştır çoktan." dedi buraya girmemi söyleyen kadın. Özgür buraya mı geliyordu? Panikledim ve ayağa kalkıp saklanacak bir yer aradım. Buraya gelmemeliydi. Beni bulursa hem benim hem o kadının canına okurdu. Rafların arasına girip yine olduğum yere çöktüm ve nefes almayı bile bıraktım. Çok korkuyordum, sesler iyice yaklaşmıştı. Küçük bir aralıktan baktım, kapının kolu aşağı yukarı oynuyordu. Açamadığını fark edince burada olduğuma ihtimal vermeyecekti ve gidecekti, evet aynen böyle olacaktı. Yanılmıştım. Özgür büyük bir gürültüyle kapıyı kırdı. "Bakmadığım tek bir yer bile kalmayacak." dedi. "O kızın ne yapacağı belli olmaz." Nefesimi tutup Özgür'ün beni bulmasını ve her ne yapacaksa yapmasını bekledim çünkü kurtulamayacağımı biliyordum. Ayak sesleri sonlandığında yanımda beliren gölgeye baktım ve bakışlarım yavaş yavaş gölgenin sahibine kaydı. Tuttuğum nefesimi yavaşça bıraktım. Ondan kurtuluşum yoktu. Deniz'in bir an önce gelmesini diledim. "Sen uslanmaz mısın?" dedi Özgür elini hızla bana uzatırken. Gözlerinde öldürücü bir öfke vardı. "İlla ölmek mi istiyorsun?" Beni saçlarımdan tutup zorla ayağa kaldırdığında ne yapacağımı bilemeden çırpınmaya başladım. Rafların demirlerine tutunup beni götürmesine engel olmaya çalışırken elim raftaki küçük sandığa çarptı ve sandık saniyeler içinde yere düştü. İçindekiler etrafa yayılmıştı ve hızlı çekiştiriliyor olmama rağmen gözlerim yere düşen parçalar üzerinde gezindi. Özgür gösterdiğim direnişten rahatsız olmuş olacak ki elimdeki demir maşayı zorla aldı ve tam ense köküme şiddetli bir darbe bıraktı. Başım aşağı düştüğünde yerde bir şey görmüştüm. Bayılmadan hemen önce, sadece bir saniye gördüğüm bu şey elimi kolyeme götürmeme ve kalbimin varlığını sorgulamama sebep olmuştu. Bir deniz kabuğu görmüştüm. Mavi, kocaman bir deniz kabuğu. *** Kendime geldiğimde hıçkırarak ağlıyordum. Ellerim, ağzım ve ayaklarım bağlıydı. Yerde yatıyordum ve yine kapalı havuzdaydım. Bir şeyler mırıldandığımda biri dizlerimin arkasına bir tekme savurdu. Acıyla inledim. "Demek kendine geldin." dedi Özgür ve elini belime koyup yukarı doğru gezdirdi. Çırpınıyordum. Bana dokunması midemi bulandırıyordu. Ben dokunmaması için çırpınırken kulağıma eğildi. "Her gece Deniz'in koynuna girerken iyiydi de benim dokunmam mı rahatsız etti seni?" İnkar amaçlı çığlığa benzer bir ses çıkardım ve çırpınışlarımı fazlalaştırdım. İğrenç bir kahkaha attı. "Demek kaçmaya çalışırsın ha?" Gördüğüm o korkunç kabusu hatırladım. Özgür'ün beni öpmeye çalıştığı ve benim kim olduğumu bana anlatmaya çalıştığı o korkunç kabus gözlerimin önüne geldi. Kabus görmekten hatta rüya görmekten nefret ediyordum. "Deniz'i akıllı zannederdim. Babasının sözünü dinlemesi ilk defa başına iş açtı. Yazık." Çırpınmayı bıraktım ve sessizce ne dediğini anlamaya çalıştım. "O gece kulübü Cemal'in değil benimdi. Ama Deniz ve babası o kadar aptal ki araştırmadan kulübü almaya kalktı. Sırf ben de almak istiyorum diye. Sahibi olduğum kulübü bana kaptırmamak için yarışa girdiler. Düşmanlarımın bu kadar aptal olması sinirlerimi bozuyor." Özgür iyice üzerime eğildi ve yüzüme nefesini bıraktı. "Deniz denen o herif çok şanslı. Her gece seninle uyuyor. Sana sahip olmak için neler vermezdim. Sahi neden benim olmayasın ki?" dedi ve kazağımın altından elini yukarı doğru kaydırdı. İç çekmekten ciğerlerimin acıdığını hissettim. Çok korkuyordum. Çaresizce çırpınışlarımı fazlalaştırdım ama Özgür beni sırtüstü çevirerek kollarımı başımın üstünde sabitledi. Ağzımdaki bandı hızla çektiğinde kulakları sağır edecek kadar çığlık attım ama kimsenin yardım etmeyeceğine eminim. Çırpındım. "Bırak beni, aşağılık herif. Bırak." "Çığlıkların beni daha çok tahrik ediyor." dedi ve bacaklarımın arasına bacaklarını yerleştirerek bedenini bedenime sürttü. "Bırak dedim bırak, orospu çocuğu bırak." Çığlıklar atıp küfrediyordum ama Özgür dudaklarını boynumda gezdiriyordu. Elini göğsüme kadar çıkarmasıyla bayılacak gibi oldum. Çığlıklarım durmuyordu ve kimse beni kurtarmaya gelmemişti. Mehmet'in kız kardeşi neredeydi? Neden bana yardım etmiyordu? Deniz neden hala gelmemişti? Kalbim çarpıyordu, titriyordum. Sanırım kriz geçirecektim. "İmdat." diye zavallı çığlıklarımı sürdürdüm ama boşunaydı. "Boşuna bağırma. Şehirden uzağız. Benden başka yardım isteyecek kimsen yok." dedi ve derin nefesler alarak yüzümün her yerini öptü. Midem bulanıyordu, kusmak istiyordum. Kalbim duracak kadar çok çarpıyordu. Nabzımın hızlandığını hissettim. "Bırak beni dedim. Bırak, bırak. Öldüreceğim seni." "Bana hiçbir şey yapamazsın." dedi dudaklarıma yönelirken. Ölmek istiyordum. "Seni öldüreceğim." dedim. "Ben yapamasam bile Deniz seni öldürecek. Bu yaptıklarının hesabını vereceksin." Başımı yan çevirip beni öpmesine engel olmaya çalıştım. Özgür üzerimden kalkmıyordu, nefes alamıyordum. Deniz beni bulamayacaktı. Kendime üzüldüğüm çok zaman olmuştu ama bu gece kendime ilk defa acıyordum. Çaresizliği tüm damarlarıma kadar hissederken gerçekten ölmeyi diledim. Bunları yaşamaktansa ölmeyi istedim. Baş edemiyordum, edemeyecektim. Tam pes etmişken, tam kabullenmişken derinlerden bir yerden adımın seslenildiğini duydum. "Ada, Ada neredesin? Ada." Bir ses çığlık çığlığa adımı sesleniyordu. Bu Deniz'di. Gelmişti. Dediğini yapmıştı. Beni bulmuştu. Dünyanın öbür ucunda bile olsam beni bulurdu. Özgür iğrenç bedenini üzerimden çektiğinde "Deniz, buradayım. Deniz." diye bağırdım. Ama Özgür ağzımı tekrar bantlayıp üzerimden kalktı. Sesler çıkarmaya devam ederken doğruldum ve kapıya doğru bakıp Deniz'in içeriye girmesini bekledim. "Ada, Ada buradayım." dedi çok yakından bir ses. Tepki amaçlı bir ses çıkardım. "Özgür Ada'yı bırak yoksa seni öldürürüm." dedi bu sefer Özgür'e seslenerek. Ardından birkaç saniye içinde kapıda belirdi. Kanlı gömlekten kurtulmuştu ama ensesindeki kurumuş kanı hala görebiliyordum. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Ona koşup sarılmak için can atıyordum. Başka türlü iyi olamazdım. Bir silahın tetiğinin çekildiğini duydum. Ses yakından gelmişti. Kafamı çevirip Özgür'e baktım. Deniz'e silah doğrultmuştu. Nefesimin kesildiğini hissettim. "Demek Ada'yı kurtarmaya geldin. Ama gereksiz bir davranış. Boynunun tadı çok güzel. Onu sana vermem." "Ne diyorsun lan sen orospu çocuğu?" dedi Deniz Özgür'e, bana bakarken. Bakışları korkulu ve telaşlıydı. Yüzümdeki yaralarda gözlerini gezdirirken silahını Özgür'e doğrulttu. "Ne yaptın ona? SÖYLE NE YAPTIN ONA?" Her yaranın hesabını Özgür'e soracaktı. Bunu hissediyordum. "Ona birçok şey yaptım Deniz." dedi Özgür ve beni ayağa kaldırarak sırtımı göğsüne dayadı. Silahını başıma dayamıştı. Deniz yavaş adımlarla bize doğru yaklaşırken "Hop hop hop yavaş gel. Kız artık benim dedim." dedi Özgür. Beni havuza doğru götürüyordu. "Ada'yı bırak yoksa o silah onun değil senin sonun olur." "Of çok korktum." dedi Özgür alayla ve dudağını boynuma bastırdı. "Biraz yaratıcı tehditler bul." Bir ayak sesi daha duyduğumda bakışlarımı kapıya çevirdim. Salih Karahan gelmişti. Deniz'in buraya nasıl girebildiğini düşünürken Salih'le birlikte kolaylıkla girmiş olduğunu fark ettim. "Dede." dedi Özgür şaşkınlıkla. "Ne yaptığını zannediyorsun sen Özgür? Bırak kızı." "Sen bu işe karışma dede." dedi ardından biraz düşündü. "Deniz'e yardım mı ettin? Torununun değil onun yanında mısın?" dedi beni havuza daha da yaklaştırırken. "Babana benzeme diye çok uğraştım ama sen gittin onun kopyası oldun. Nasıl yapabilirsin bunu? Nasıl bu kadar kötü olabilirsin? Ben sana hiçbir şey verememiş miyim?" dedi Salih Karahan acı dolu bir gülümsemeyle. "Niye Gökalp gibi değilsin? Niye onun gibi merhametli değilsin? Dur ben söyleyeyim. Çünkü Gökalp sizin kanınızdan biri değil. Size benzemiyor çünkü senin kardeşin değil." dedi Salih Karahan her şeyi bildiğini itiraf ederek. Artık saklamıyordu. "Her şeyi biliyorum. Kardeşinin öldüğünü, yerine başkasını koyduğunuzu, yıllardır Gökalp diye bildiğim çocuğun aslında yabancı biri olduğunu biliyorum." "Gökalp bu piçin babası yüzünden öldü." diye bağırdı Özgür kulağımın dibinde. "Bunun babasının beceriksizliği yüzünden senin torunun öldü. Benim küçük kardeşim öldü. Ve sen şimdi onun tarafında olduğunu mu söylüyorsun? Ne biçim dedesin sen?" "Benim torunum öldü ve baban olacak o adi, sırf mirasımı almak için gitti Gökalp'in yerine başkasını koydu. Sen de bu oyuna ortak oldun." Özgür dedesine cevap vermedi ve bakışlarını Deniz'e yöneltti. "Sudan korkuyordu değil mi?" dedi. Benden bahsediyordu. Deniz sudan korktuğumu biliyordu. Onsuz havuza düşersem çok korkacağımı, boğulacağımı biliyordu. Bakışlarını bakışlarıma sabitledi. "Korkmuyor." dedi net bir sesle. Korktuğumu söylediği taktirde Özgür'ün beni özellikle havuza atacağını biliyordu. "Korkmuyor." dedi tekrar. Bu seferki cevabı banaydı. Korkmamam için demişti. Özgür seni havuza atsa bile korkma. diyordu bakışlarıyla. "Eminim ki onu senden daha iyi tanıyorumdur." dedi Özgür. Deniz anlamaya çalışıyordu. "Bu kız sudan korkuyor. Hep öyleydi." "Ne saçmalıyorsun sen?" dedi Deniz, Özgür'ün adamları içeriye girdiğinde. "Neyden bahsediyorsun? Onu tanımıyorsun bile." "Yok, tanıyorum." dedi Özgür ve bir saniye bile beklemeden beni suya itti. Yan düşmüştüm. Çırpınamıyordum çünkü ellerim de ayaklarım da bağlıydı. Nefes de alamıyordum çünkü ağzım da bağlıydı. Suyun dibine doğru çöktüğümde ve zeminle buluşmama az kala bir mesafede birinin daha suyla buluştuğunu duydum. O biri Deniz'den başkası değildi. Hızla yüzerek bana ulaşmaya çalışıyordu. Gücümün tükendiğini hissettim, kalp atışlarım giderek zayıflamıştı. Nefes almayı denesem de başarılı olamamıştım. Sanki görünmez bir ip boğazımı sıkıyordu. Ciğerlerim birbirine çarpmış gibi bir hisse kapılıp panikledim. Çünkü gerçekten nefes alamıyordum. Kalbim artık atmıyor gibiydi. Zeminle birleşmeme milimetreler kala Deniz kollarını belime sarıp beni olabilecek en hızlı şekilde suyun üzerine doğru çıkarmaya başladı. Bir an önce çıkmak istiyordum çünkü ciğerlerimdeki oksijen bitmişti. Nihayet suyun üzerine çıktığımızda Deniz beni duvara yasladı ve saniyeler içinde ağzımdaki bandı çıkarttı. Ben derin ve kesik kesik nefes alırken Deniz bir eliyle beni tutuyordu. Bir elini de yüzüme koymuştu. "İyi misin?' Başımı aşağı yukarı salladım. "İyi misin sevgilim? Nefes al. Nefes al. Hadi Ada. Hadi sevgilim. Nefes al." Deniz'in dediğini yaparken nefes alışverişlerim kısa sürede nihayet düzene girmişti. O sırada Deniz bacaklarımdan tutup beni kaldırdı ve havuzun kenarına oturdum. Deniz'in yanıma gelmesini beklerken Özgür arkamdan tuttu ve beni sürüklemeye başladı. "Bırak beni. Bırak beni dedim." Sesim sanki artık çıkmıyordu. Bir kargaşa çıkmıştı, Özgür beni çekiştirirken Salih de Özgür'e engel olmaya çalışıyordu. Deniz de havuzdan çıkmıştı, beni Özgür'ün elinden almaya çalışıyordu. Özgür Deniz'e ve dedesine müsaade etmemişti. Adamları Salih'i ve Deniz'i tutmuştu. Yine Özgür'ün elinde esirdim. Deniz bizden birkaç adım uzaklaştırıldığında elinde olduğu adamdan kurtulmaya çalışıyordu. "Bırak beni. Bırak ulan bırak." "Özgür bırak bizi." dedi Salih Karahan. "Yanlış yapıyorsun. Hala yanlış yapıyorsun." "Bırakacağım dede merak etme." dedi adamlarından biri Özgür'ün eline bir dosya sıkıştırırken. "Önce bir şey anlatmam lazım." "Sen bize ne anlatabilirsin ulan?" "Sana aşık olduğun kadını anlatacağım." Söyleyecekti. Babamın kim olduğunu anlatacaktı. Korkmuyordum. Yüzleşebilirdim. "Ne saçmalıyorsun sen? Ne anlatıyorsun?" "Selçuk Dündar ismi sana bir yerden tanıdık geliyor mu?" dedi Özgür soğuk bir sesle. Deniz cevap vermeden Özgür'ün anlatacaklarını bekliyordu. "Ada'nın sevgili babası değil mi?" Deniz yine cevap vermemişti. "İşte bu kız var ya, hani uğruna önümde diz çöktüğün, bana yalvardığın, uğruna Uygar'ın ölümü göz aldığı, kurtarmak için havuza atladığın, onun için her şeyi yapacak kadar gözünü kararttığın kız." Özgür bir süre durdu ve elindeki dosyayı Deniz'in önüne attı. "Cemre'nin katilinin kızı." dedi bir saniyelik bir sürede. Deniz neye uğradığını şaşırmış gözlerle duyduklarını anlamaya çalışıyordu. "Ne?" dedi kekeleyerek. "Saçmalık... Saçmalık, yalan söylüyorsun." "Birçok şey olabilirim ama yalancı değilim. Oku şu dosyayı." dedi Özgür bağırarak. Deniz'i esir alan adam onu serbest bırakmıştı. Deniz yavaşça eğildi ve dosyayı alıp ayağa kalkarak dosyayı okumaya başladı. "Tanışmanız kaderin cilvesi oldu gerçekten. Düşmanı olduğum iki kişi birbirine aşık oldu. Ne hayat ama." Deniz dosyayı okurken bakışlarını sık sık bana çeviriyordu. İnanmak istemiyor gibi bir ifadesi vardı. Başını reddedercesine sağa sola hızlı hızlı sallarken Özgür benimle beraber Deniz'e doğru yürüdü. "Kardeşinin bu halde olmasına sebep olan adamın kızına aşık oldun. Cemre'nin ölmesine sebep olan adamın kızına aşık oldun. Senin de sınavın zormuş Deniz." Deniz gözlerime o kadar ifadesiz bakıyordu ki içim acımıştı. Beni gerçekten suçlayacak mıydı? Yıllardır görüşmediğim bir adamın yaptıkları yüzünden benden nefret edecek miydi? "Ben kardeşimin katilinin çocuğuna düşman oldum, sen kardeşini bu hale getiren adamın kızına aşık oldun. İşte aramızdaki fark bu. Sen zayıfsın. Ben güçlü." "HAYIR." dedi Deniz bağırarak. Parmaklarını kaşlarının ortasına götürdü ve bir şeyi kazıyormuş gibi bastırmaya başladı. "Hayır, bu doğru değil." "Kaza raporunu bile okumayacak kadar aptalsın. Okusaydın en baştan bilirdin. Hayatına soktuğun insanları araştırmayan bir aptalsın. Zayıfsın. Bu kızı tanıdığından beri daha da zayıf biri oldun. Dikkatin dağıldı, hiçbir şeyin farkında olmadın." "Kes." dedi Deniz kükreyerek. Ardından gözlerime baktı. Düşüncelerinin içine girmeyi o kadar istiyordum ki. "Selçuk bizim adamımızdı. Kazadan sonra ortadan kayboldu. En yakın şahidi de şimdi hastanenizde yatan Mehmet." "Oyun oynuyorsunuz, doğru değil. DOĞRU DEĞİL." dedi Deniz. Önündeki rapora rağmen inanmak istemiyordu. Bir katilin kızına aşık olmuştu. Kabullenemiyordu. "Ada biliyordu üstelik biliyor musun?" dedi Özgür. Deniz'in ifadesiz bakışları şimdi hayal kırıklığıyla dolmuştu. "Melis'in hastaneye kaldırıldığı gün öğrendi. Ama sana söylemedi. Sakladı. Mehmet denen şerefsiz söyledi. Belki de sana her şeyi anlatan da o. Onu öldüreceğim." Başımı yavaşça sağa sola sallarken gözlerim çoktan yaşla dolmuştu. "Deniz." dedim fısıltıyla. "Yemin ederim söyleyecektim." "Hala inanmıyorsan al şu fotoğraflara bak." dedi Özgür. Adamları Deniz'e bir zarf uzatıyordu. "Bu kız Selçuk'un kızı olmasa neden ona bu kadar benzesin? Saçları, gözleri, teni. Aynı babası." Özgür beni hızla yere itti ve Deniz'in ayaklarının dibine düştüm. "Şimdi kendine yedirip bu kızı alacak mısın yoksa bana bırakacak mısın?" Deniz cevap vermedi ve arkasına döndü. Gidecekti. Kim olsa giderdi. Başımı kaldırıp baktım, Deniz bir şeyler düşünüyor gibiydi. Bir süre olduğu yerde durdu ve hızlıca arkasına dönüp Özgür'e şiddetli bir yumruk indirdi. "Bir daha Ada'ya dokunursan seni mahvederim." Bütün silahlar bize doğrultulduğunda Deniz sanki zarar vermekten korkuyormuş gibi beni yavaşça kucağına aldı. "Melis'in yüzüne nasıl bakacaksınız?" dedi Özgür bağırarak. Deniz ona aldırmadı ve ayağa kalkıp hızlıca kapıya doğru yürüdü. "Ailene ne diyeceksin Deniz? Söylesene. Bu kızı onların karşısına nasıl çıkaracaksın?" Sarsılarak ağlamaya başladığımda dışarıya çıkmıştık. Deniz beni yavaşça yere bıraktı ve yanıma çöküp önce ellerimi sonra da ayaklarımı çözdü. "Söyleyecektim." dedim hıçkırarak. Deniz ne yüzüme bakıyordu ne de cevap veriyordu. "Deniz, gerçekten söyleyecektim. Saklamayacaktım." Deniz beni tekrar ayağa kaldırdı ve arabasının kapağını açıp beni yavaşça bindirdi. Ardından beklemeden şoför koltuğuna geçip motoru çalıştırdı. Yaptığı ilk şey sıcak klimayı açmak olmuştu. Üşüdüğümü anlamıştı. "Korktum Deniz, inanmak istemedim. Gerçeği öğrenmeden sana söylemek istemedim." Yine cevap vermemişti. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Bakışlarında öfke ve kızgınlık aradım ama o duygular da yoktu. Ne düşünüyordu? "Özgür haklı." dediğimde direksiyona çevrili parmakları kasıldı. Direksiyona sanki yerinden çıkacakmış gibi sıkı sıkı tutunuyordu. "Melis'in yüzüne nasıl bakacağım?" Deniz yine cevap vermedi ve araba hareket etti. "Deniz beni orada bırakmalıydın." dedim hıçkırarak. "Beni kurtarmak zorunda değilsin. Sana yalan söyledim, nefret ettiğini bile bile senden bir şey sakladım. Ben bir katilin kızıyım." "Uygar." dedim titreyen bir sesle. "Şimdi nasıl?" Deniz yine cevap vermediğinde konuşmak istemediğini yeni idrak etmiştim. Düşünüyordu. Ne hissetmesi gerektiğini, ne düşünmesi gerektiğini düşünüyordu. Bana ne kadar kızgın olduğunu düşündüm. Ben olsam kızar mıydım? Babasının yaptığı bir şey yüzünden onu suçlar mıydım? Ondan nefret eder miydim? Cevabım hayırdı. Peki benden bir şey gizleseydi kızar mıydım? Cevabım yine hayırdı. Onun haklı sebepleri olduğunu düşünürdüm. Ama o bana neden böyle davranıyordu? Neden susuyordu? Ağlamamdan nefret ettiği halde gözlerinin önünde ağlamama rağmen Ağlama. bile demiyordu. Kilometreler ve saatler süren bir yolculuktan sonra Deniz'in evine gelmiştik. Aslında eve gitmek değil hastaneye gitmek istiyordum. Beni kimse merak etmemiş miydi? Selay, dayım, yengem olanlardan habersiz miydi? Hepsine sarılmak istiyordum. Deniz beni yatak odasına kadar kucağında getirmişti ve getirir getirmez de banyoya sokmuştu. "Hastaneye gitmek istiyorum, Uygar'ı görmem lazım." dedim beni lavabonun önüne bıraktığında. Hiçbir şey söylemeden küvete yöneldi ve suyu açıp tekrar bana döndü. Bir cevap bekliyordum. Konuşmalıydı. Daha ne kadar susacaktı? "Deniz bir şey söyle artık." dedim. Yine cevap vermedi ve hırkamı çıkarttı. Ardından kazağımın altından tutup saniyeler içinde onu da üzerimden çıkarttı. Gözlerini gözlerimden özellikle kaçırırken vücudumdaki yaraları fark etmişti. Bakışlarındaki o soğuk ifadesizlik silinmiş, yerine siyah bir gölge yerleşmişti. Çenesinin, hatta bütün vücudunun kasıldığını hissettim. Kilitlenmiş gibi duran parmaklarıyla vücudumun morarmış yerlerine dokundu. Dudakları sanki bir şey söyleyecekmiş gibi aralansa da bir şey söylemedi ve çenemden tuttu. Baş parmağı, yaralanmış ve kabuk tutmuş alt dudağımda gezerken sakladığı duyguları görmeyi diledim. Yüzünde gözlerindeki karartıdan başka bir şey yoktu. "Ne kadar kızgın olduğunu biliyorum ama bana bir cevap vermek zorundasın." dedim elleri pantolonumun düğmesine giderken. Bütün yorgunluğum yine gözlerimde birikmişti ve gözyaşları şeklinde yanağımdan süzülüyordu. Pantolonumu da çıkardığında boğulurcasına ağlamaya başladım. Benden, bana cevap vermek istemeyecek kadar nefret ediyordu. Benden, gözlerime bile bakmak istemeyecek kadar nefret ediyordu. Neden bana bunu yaptığını düşünürken elimi tuttu ve beni küvete sokup çekmeceden bir şeyler alarak küvetin başucuna oturdu. Küvete uzanıp başımı geriye yaslayarak gözlerimi kapattım. Su sıcacıktı. Üşüdüğünü anlamayacak hale gelen bedenim sıcak suyla buluştuğunda gevşemeye başlamıştı. Deniz'in ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Beni iyileştirmeye mi çalışıyordu? Benden nefret ederken neden benim iyi olmamı istiyordu? Ağlama bile dememişken neden iyi olmamı istiyordu? Alnımdaki ıslaklık hissiyle gözlerimi açtım. Deniz ıslattığı bir pamukla yüzümdeki kan lekelerini temizliyordu. "Ne olur bir şey söyle. Kız, bağır, çağır, kalbimi kır ama susma Deniz." Sesim o kadar titriyordu ki ne dediğimi ben bile anlayamıyordum. "Neden sakladın de. Neden söylemedin de. Senin baban katil de. Aileme bunu açıklayamam, Melis'e açıklayamam de. Seni istemiyorum, devam edemem, ayrılalım de. Senden nefret ediyorum de. Ama bir şey de artık ne olur. Canım çok yanıyor." Hemen arkamda iniltiye benzer bir ses duyduğumda doğrulup arkama döndüm. Deniz alnını küvete dayamış, kollarını başının etrafına sarmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Paniğe kapılıp ellerimi ona uzattım ve başını zorla yukarı kaldırdım. İki gözünden de yaşlar süzülüyordu. Onu daha önce de ağlarken görmüştüm ama bu sefer farklıydı. İçini çeke çeke ve birazdan nefessiz kalacak şekilde ağlıyordu. "Deniz." dedim ona iyice yaklaşarak. Kriz geçiriyordu. "Deniz sakin ol." Yüzü ellerimin arasındaydı. "Gözlerime bak. Duyuyor musun Deniz? Gözlerime bak, hadi gözlerime bak. Duy beni Deniz. Nefes al." Ne yapacağımı bilemeden çaresizce alnımı alnına dayadım. Yüzünden yerlere düşen acıları tek tek elimle toplayıp uzak yerlere götürmek istiyordum. Onun gözlerinden düşen her damla benim kalbimde derin çukurlar açıyordu. "Kendine gel ne olur." dedim yanaklarını okşarken. "Geçecek. Tamam mı? Bak bana." Alnımı çektim ve gözlerinin gözlerimle buluşmasını sağladım. "Kendini bırakamazsın. Bana bak Deniz, gözlerime bak. Nefes al hadi ne olur." "Ada." dedi, çok güçsüz çıksa da sesini duyabilmiştim. Nihayet konuşmuştu. Birazdan önüme yıkılacak gibiydi. "Ada ben." Konuşamıyordu. Boğazından dökülen hıçkırıklar konuşmasına engel oluyordu. "Sssh. Tamam. Tamam, gel." dedim ve kollarımı ona sarıp başını göğsüme bastırdım. Bir yandan elimle saçlarını seviyor, bir yandan da tıpkı onun bana yaptığı gibi başını öpüyordum. Yüzleştiği şey çok ağırdı. Belki bana aşık olmasa bu kadar zor olmazdı. |
0% |