@_kubraakyol
|
11 Ekim, Cuma. "Daha iyi misin?" dedim Deniz'in nefes alışverişleri düzene girdiğinde. Omuzunda ve boynunda hayali şekiller yapıyordum. Deniz yaşadığı krizden sonra üzerindekileri çıkartmış ve yanıma gelerek küvete oturmuştu. Sanırım yarım saat geçmişti ve su artık sıcak denemeyecek kadar ılık olmuştu. Cenin pozisyonunda yan bir şekilde kucağında oturuyordum, başım omuzundaydı ve gözyaşlarım köprücük kemiğinin içinde birikmişti. Başını hafifçe salladığında etrafıma sarılı kollarını hafifçe bastırdı. "Sana." dedi titreyen bir sesle. "Sana dokundu mu? Bir şey yaptı mı?" Özgür bana birçok şey yaptığını söylemişti. Deniz yaşadığım fiziksel ve ruhsal şiddeti görüyordu. Bu gördükleri bile onu yerle bir ediyorken korktuğu bir şey daha vardı. Korku ve çaresizliğin bütün vücudunu sardığını hissedebiliyordum. Özgür'ün benimle zorla birlikte olmuş olma ihtimalini düşünüyordu. Hemen altımda gerilen bedenini hissedebiliyordum. Sarılışını daha da sertleştirirken nefesini tutmuştu. Başımı iki yana salladım. "Hayır." dedim yutkunmadan hemen önce. "Dokunmadı. Eğer biraz daha gecikseydin." dediğimde bana daha sıkı sarılarak beni susturdu. Daha fazlasını duymak istemiyordu. O ihtimali gözünün önüne getirmek bile istemiyordu. "Yaralarının hepsinin bedelini ödeyecek." dedi. Kollarını etrafımdan çekmiş, hafifçe yaralarıma dokunuyordu. "Ömrünü tek başına bir hücrede geçirmesi için elimden geleni yapacağım." "Oradan nasıl çıktınız?" dedim aklımı kemiren şeyleri tek tek sormaya karar verdiğimde. "Özgür onu ihbar etmemem karşılığında ambulansı aramamı kabul etti." Özgür'ün adamı beni zorla arabaya bindirirken Özgür bizimle gelmemişti. Demek pazarlık yapmak için orada kalmıştı. "Eğer onu ihbar edersem." "Beni öldüreceğini söyledi." dedim cümlesini tamamlayarak. Başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı. "Bir sürü görgü şahidi var. İçlerinden biri illa ihbar eder." Kamera kayıtlarını sildirmişti evet ama Özgür'ün silahı ilk ateşlediği anı gören bir sürü insan vardı. Onlar gerçeği söyleyebilirdi. "Onları da susturmuştur. Parasıyla." dedi ve derin bir nefes verdi. "Ya da tehditleriyle. Bilmiyorum." İçlerinden birinin vicdana gelip her şeyi itiraf etmesini diledim. Polis ve savcı araştırıyordu. Mutlaka orada olanlardan biri şüphe uyandırıcı davranacaktı ve bir polis bunu yakalayacaktı. "Polis nasıl girdi işin içine?" "Polisi Özgür aradı." dediğinde şaşkınlıkla başımı kaldırıp Deniz'in yüzüne baktım. Tam karşısında duran dolaba bomboş bakıyordu. "Mekanıma silahlı saldırı düzenlediler dedi." Özgür'ün Polis asla şüphelenmemeli. dediğini hatırlıyordum. Demek daha o an bu plan kafasında dönüyordu. "Polis ondan şüphelenmesin diye." dedim fısıltı gibi bir sesle. Beni başıyla onayladı. "Benim ifademi almayacaklar mı? Sonuçta kaçırıldım ve polis de bunu biliyor. Yalan mı söyleyeceğim polislere?" "Kaçırıldığını yalanlayacağız, yani en azından medyaya karşı. Polis ve savcı gerçeği bilecek. Gizli soruşturma talep edeceğim. Melih Karahan'a karşı açık vermememiz gerekiyor. İfadende doğruları söyle yeter.'' "Yani polise Özgür'ü ihbar edeceğimi mi söylüyorsun?" dedim şaşkınlıkla. "Deniz, ofisine ilk geldiğim gün polise gidersem başıma bir şey gelir korkusuyla beni engelledin. Şimdi ise-" dediğimde lafımı böldü. "Şimdi her şey değişti Ada. Ne yapacaksa yapsın artık, korkmuyorum. Onun teklifini kabul ettim çünkü sen elindeydin. Şu an yanımdasın ve en kısa sürede polise her şeyi anlatacağız. Bana güvenmekle hata etti." "Emin misin?" dedim tedirgin bir sesle. "Bunu gerçekten yapacak mısın?" "Uygar ölümle savaşıyor. Sana vermedikleri zarar kalmadı ve ben hiçbirinde bir şey yapamadım. Polise gitsem de gitmesem de yapacağını yapıyor pislik herif. O yüzden gideceğim." dediğinde elimi yanağına yerleştirdim. "Belki de Özgür haklı. Zayıf olan benim, güçlü olan o." dedi yorgun bir sesle. Doğruldum ve yüzünü avuç içlerime aldım. "Hayır." dedim ve başımı iki yana salladım. "Hayır. Bak sen benim tanıdığım en ama en güçlü adamsın. Sakın böyle düşünme tamam mı? Hepsi geçecek. Melis uyanacak. Uygar seni asla terk etmeyecek." Bakışlarını dolaptan çekti ve gözlerimin içine baktı. Benim hakkımda ne düşündüğünü merak ediyordum. Beni kurtardığından beri babama ait gerçekler hakkında hiçbir şey konuşmamıştık. Ondan saklamış olmam hakkında bile bir şey söylememişti. Fırtına öncesi sessizlik miydi bilmiyordum. İlgilendiği tek şey iyi olup olmadığımdı. "Bana kızgınsın biliyorum." dedim. "Ama-" "Sana kızgın değilim." dediğinde bir anlık sustu. Ardından hemen devam etti. "Çok kızgınım." dedi. Sesindeki ve gözlerindeki öfkeyi hissedebiliyordum. "Ne zannediyordun Ada? Söylesene. Yıllardır görmediğin bir adamın yaptığı bir şey yüzünden seni suçlayacağımı mı zannediyordun? Seni terk edeceğimi mi zannediyordun? Benden saklarken aklında ne vardı?" Bağırmıyordu ama ses tonu o kadar tuhaftı ki canım yanıyordu. "Melis'in yanında kaldığım gece bu yüzden misafir odasındaki yatakta yattın değil mi? Suçlu hissettiğin için." "Evet." dedim. "Evet çünkü senin sevgini hak etmediğimi düşündüm. Kendimi sana ait bir yerde olmaya yakıştıramadım. Senin aşkını, sevgini, kokunla uyumayı hak etmediğimi düşündüm. Suçlu hissettim. Hala da hissediyorum. Senin çektiğin acılardan kendimi sorumlu tuttum. Bu yüzden yatağında uyumak istemedim. Bir katilin kızıyla olmak istemeyeceğini düşündüm. Bir katilin kızı olduğum için utandım. Benim babam yüzünden Cemre öldü. Benim babam yüzünden Melis hastanede. Yaşadığım vicdan azabı beni her saniye öldürdü. Benden nefret edeceğini düşündüm." "Sen beni neden tanıyamıyorsun Ada? Ben sana asla seni istemiyorum, devam edemem, ayrılalım ya da senden nefret ediyorum demem." dedi, yarım saat önce ona söylediğim cümlelere sıralı bir şekilde cevap vererek. "Hem senin hakkında katilin kızı diye düşüneceğimi nasıl düşünürsün? Ben seni Ada Dinçer olarak tanıdım. Benim için kimin kızı olduğun önemli mi sence? Sen benim için Ada'sın. Sen üzerinde her şeyin hayat bulduğu topraksın. Sen bana yeniden yaşamı vadeden topraksın. Bunları neden görmüyorsun? Kendini neden kolay vazgeçilebilir olarak görüyorsun? Neden kendini ilk gözden çıkarılacak olan biri gibi görüyorsun? Neden benim seni asla terk etmeyeceğime ihtimal vermiyorsun? Neden benim sana tepeden tırnağa aşık olabileceğime ihtimal vermiyorsun? Gözlerini açıp kapamana, saçlarının kokusuna, kaşlarını çatmana, dudağının bükülüşüne, heyecanlandığında bir çocuk gibi sabırsızlanmana, çok açım deyip hiçbir şey yiyememene, elini yüzüme koymana, cesaretine, gülümsemene, gece siyahı gözlerine, seni sen yapan her şeye aşığım ve sen, senden vazgeçeceğimi mi düşündün? Senden nefret edeceğimi düşünmüşsün. Nasıl ederim? Senden nasıl nefret ederim? Söylesene." Gözümden bir yaş daha akarken derin bir nefes aldım. "Ben sevmeyi yeni öğreniyorum Deniz. Birine gözüm kapalı güvenebileceğimi yeni öğreniyorum. Birinin beni koşulsuz sevebileceğini yeni öğreniyorum. O kadar korkuyorum ki bu sevginin şiddetinden, seni de beni de yıkacak sanıyorum. Hem, hem ben ilk gözden çıkarılan oldum her zaman. Annem ve babam benden o kadar kolay vazgeçti ki ben herkes benden kolay vazgeçer sandım. Tek bir şeyle bütün duygular alt üst olabilir. Tek bir şeyle aşk nefrete dönüşebilir. Senin de duygularının değişeceğini düşündüm. Yüzleşemedim. Korktum, inanmak istemedim. Gerçeği öğrenmeden, emin olmadan sana söylemek istemedim. Mehmet'le o yüzden buluştum. Ama sana gerçekten söyleyecektim. Saklamayacaktım." "Seni gözden çıkaracak son kişi bile değilim Ada. Sen benim kolay ya da zor fark etmez, hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğim tek kişisin. Bunları sana nasıl kanıtlayacağım bilmiyorum ama kanıtlayacağım. Ama ben sana bir daha Benden neden sakladın? diye sormak istemiyorum. Ayağın taşa takılsa söyleyeceksin. Tırnağın kırılsa söyleyeceksin. Söylemediğinde neler olduğunu ya da neler olabileceğini gördün." Başımı aşağı yukarı sallayıp Deniz'i onayladım. "Ailene nasıl söyleyeceksin Deniz? Melis'in yüzüne nasıl bakacağım? Bu vicdanı nasıl taşıyacağım? Biz nasıl devam edeceğiz?" Deniz yüzümü ellerinin arasına aldı. "Senin hiçbir suçun yok Ada. Ailem, özellikle Melis seni suçlamayacak. Çünkü buna müsaade etmeyeceğim. Çünkü sen bu hikayedeki en masum kişisin. Senin kalbin, senin vicdanın benim karşılaştığım en temiz şeyler. Kendini suçlamayacaksın. Duydun mu beni?" Başımı aşağı yukarı salladım. Deniz alnını alnıma dayadı ve birkaç saniye düşünüp konuşmaya devam etti. "Çok çaresizdim. Ne yapacağımı bilemedim. Senin peşine düşmek ve Uygar'ın yanında kalmak arasında o kadar çok kaldım ki kafayı yiyecektim." "Başımın çaresine baktım." dedim buruk bir gülümsemeyle. "Uygar'ın yanında kalmalıydın. Doğru olanı yaptın." "Ben senin saçının teline bile zarar gelmesinden korkuyorken, ben sana dokunmaya kıyamıyorken... Şimdi seni böyle gördükçe mahvoluyorum." "İyi olacağım, iyi olacağız." dedim umut dolu bir sesle. "Bir gün. Sadece bir gün senden ayrı kaldım ama koskoca bir yıl geçmiş gibi sana hasret kaldım. Ben seni kaybedemem. Eğer ben seni kaybedersem, herkes her şeyini kaybeder." dedi nefesini yüzüme bırakarak. Cevap vermemi beklemeden yüzüme yaklaştı ve sahibi olduğu dudaklarımı esir aldı. Beni her öptüğünde içimde bir şeyler karıncalanıyordu. Sanki elektrik akımına kapılmış gibi hissediyordum. Yüzümü yüzünden ayırmadan kucağındaki pozisyonumu değiştirip bacaklarımı iki yana açarak karşısına oturdum ve kollarımı boynuna, bacaklarımı da beline sardım. Onun elleri saçlarımı keşfederken Deniz'in bana ait olan en güzel şey olduğunu düşündüm. O benim olan en güzel şeydi. Saçları, yüzü, kokusu, sinirlendiğinde kararan gözleri, gerildiğinde sertleşen çenesi, elleri, kalbi, ruhu beni her defasında büyüleyecek kadar güzeldi. Bir koruyucu meleğini andırıyordu. Bana her dokunduğunda, beni her öptüğünde onunla bütünleşiyor, onunla yeniden var oluyor, yeniden doğmuş gibi temiz, saf ve günahsız hissediyordum. Ve bu duygu bana çok kutsal geliyordu. Yanındayken hissettiğim güveni ve huzuru başka hiçbir yerde hissettiğimi hatırlamıyordum. Beni büyütüyordu. Beni sevgisi ve bitmek tükenmez şefkatiyle büyütüyordu ve beni bırakmaya hiç ama hiç niyeti yoktu. Ben onundum. Ona ait olma hissi yaşadığım en güzel histi. Sevildiğim yerde olduğumu bilmek ve düşüyor olsam bile Deniz'in beni mutlaka tutacağını bilmek paha biçilemezdi. "Deniz." dedim yüzümü yüzünden ayırıp ellerimi yanaklarına koyarak. "Her şeyi anlatmak istiyorum. Anlatmam lazım. Çıkmaza girmiş gibiyim. Ve senin yardımın olmadan da bu çıkmazdan kurtulamayacağım." Bir şey söylemeden başını aşağı yukarı salladığında kollarımı boynuna sardım ve başımı omzuna yasladım. "Mehmet ne anlattıysa sana birebir anlatacağım." dedim derin bir nefes alıp. "Babam bizi terk ettikten sonra Melih'in yanında çalışmaya başlamış. Ve bu süreç on üç yıl sürmüş. Bu on üç yıl boyunca da hep beni ve Güneş'i aramış. Ama bulamamış... Melih'in tehditleriyle babam Cemre'nin arabasına çarpmayı kabul etmiş. Sonra da ortadan kaybolmuş. Mehmet'in demesine göre geçmişten gelen bir husumetleri varmış, babam bu yüzden Melih'in tehditlerine boyun eğmiş ve kaza yapmayı kabul etmiş." "Geçmişten gelen husumet neymiş peki? Ayrıca Savaş'la ilgili hiçbir şey söylememiş mi Mehmet'e?" "Mehmet geçmişte babam ve Melih arasında ne olduğunu bilmiyor. Savaş'la ilgili hiçbir şey söylememiş, hatta hep iki kızı olduğundan bahsetmiş. Bir oğlu olduğunu benden duydu Mehmet." "Çok garip değil mi? Neden söylememiş?" "Bilmiyorum. Sana bir mektuptan bahsetmiştim hatırlıyor musun?" "Evet, yangında yanmıştır demiştin." "Yanılmışım. Evimiz küle dönmüş ama mektubun olduğu sandık duruyormuş, yanmamış. Mektup da içindeymiş. Mehmet o mektubu bul, belki bu sayede babana ulaşıp Melih'i hapse tıkabiliriz dedi." "Bursa'ya gidip o mektubu bulacağız o zaman." Başımı aşağı yukarı salladım. "Evet. Sence bir şey yazıyor mudur gerçekten?" "Bilmem. Melih ve Özgür seni bu yüzden mi tanıyordu? Adamlarının kızı olduğun için mi?" "Evet. Kazadan sonra araştırıp bulmuş bizi. Dört yıldır izleniyormuşuz. Yani o başıma gelenler senin yüzünden değilmiş Deniz. Muhtemelen babam duyar da gelir diye yapmışlar." Deniz belime sarılı ellerini iyice bastırdı. Gerildiğini hissedebiliyordum. "O mektup işe yararsa Melih'ten kurtulabiliriz." "Mehmet neden saf değiştirmiş peki?" "Yani kişisel bir vicdan muhasebesi sanırım. Melih ondan şüphelenmiş. Gökalp olayını sana onun anlattığını düşünmüş. Bu yüzden de kafedeki yangını çıkartmış." dediğimde Deniz kollarımdan tuttu ve beni uzaklaştırıp yüzüme baktı. Yüzünde haklı olmanın gururunu aradım ama ifadesinde üzüntüden başka bir şey yoktu. "Sen haklıydın. Yangın kasıtlı çıkartılmış. Ama Mehmet yapmadı Deniz. Melih yaptırmış." "Bunu sana kim söyledi? Nasıl emin olabiliyorsun yapmadığına?" "Özgür'ün evindeyken seni Mehmet'in kız kardeşi sayesinde arayabildim. Bana telefonunu verdi. O anlattı. Abimi yangının ortasında bıraktılar dedi. Mehmet hastaneden çıkar çıkmaz istifa edecekmiş. Bir aydır o kadına da eziyet ediyorlarmış." Deniz kaşlarını çatıp birkaç saniye bir şeyler düşündü. "Mehmet tekrar yoğun bakıma alındı." "Haberim var... Deniz Özgür'ün evini biliyordunuz. Neden daha önceden gelmediniz? Özgür'ü vurduğun gün onu evine yakın bir yere atmışlardı." "Orası ailesinin eviydi. Seni götürdüğü yer kendi eviymiş. Salih abiyi arayıp Özgür'ün evini öğrendim. Yoksa bilmiyordum o evi." "Anladım." dedim usulca. "Hastaneye gidebilir miyiz peki? Uygar'ı görmek istiyorum." Kollarını bana sımsıkı sarıp başımı tekrar omzuna bastırdı. "Hastane polis ve gazeteci dolu. Ekrana çıkmanı istemiyorum çünkü dayınlar hiçbir şey bilmiyor. Seni bu şekilde görmelerini istemeyeceğini düşündüm." dediğinde başımı salladım. Doğru olanı yapmıştı. "Ayrıca önce karakola gideceğiz. Hakan'a da söyledim. Gazetecileri hastaneden uzaklaştırmaya çalışıyor. Gazeteciler gittiğinde biz de karakoldan hastaneye gideceğiz, merak etme." "Neden karakola gitmek yerine hastanedeki polislere ifade vermiyoruz?" "Anlatacaklarımız bir hastanede ayaküstü anlatılacak şeyler değil çünkü Ada. Zaten anlatmaya başlayınca bizi karakola götürürler." "Anladım." dedim kısa bir nefes vererek. "Selay'ın haberi var mı? Yani bu olanlardan?" Deniz yavaşça başını salladı. "Selay, Can ve Miray dün geceden beri hastanede. Yoğun bakım ünitesinin başında bekliyorlar. Gelmelerine gerek olmadığını söyledim ama dinlemediler. Aslında gelmeleri iyi oldu, Uygar çok kan kaybetmişti. Annesinin verdiği kan yetmedi. Miray'dan da iki ünite kan aldılar. Kan grupları aynıymış." "Durumu çok mu kötü?" dedim, neredeyse ağlayacaktım. "Hayati tehlikesi devam ediyor. Ameliyat çok uzun sürdü." "Deniz ben çok üzgünüm.'' dedim boğuk bir sesle. ''Ona bir şey olmasın, sakın ölmesin.'' Deniz ağlayacağımı anlamış olacak ki yüzümü omzundan çekti ve ellerinin arasına aldı. ''Ssh, bak bakayım bana. Ona hiçbir şey olmayacak, söz veriyorum.'' dedi kendinden emin bir sesle. ''Duydun mu beni?'' Başımı aşağı yukarı salladım. ''O beni bırakmaz.'' ''Korkuyorum. Bunları hak etmemiştik. Ne sen ne ben ne de Uygar. Bu o kadar tuhaf ki. Yani düşmanımızın aynı olması, kaderin bizi bir araya getirmesi, sonrasında olanlar.'' ''Kader bizi bir araya getirmek için çok çabaladı.'' dedi kollarımın altından tutup benimle beraber ayağa kalkarken. ''Hadi artık gidelim. İçeriye git ve giyin. Ben de birazdan geleceğim.'' ''Tamam.'' dedim ve havluyu üzerime alıp misafir odasına giderek kalın bir şeyler giydim. Kıyafetlerim hala o odadaydı ve Deniz'in gardırobuna geçmek için henüz bir fırsatım olmamıştı. Umursamadım ve Deniz'i beklemek için salona indim. Saat 03:06'yı gösteriyordu. Deniz beni çok bekletmeden geldi ve önümde durup montumun şapkasını başıma geçirdi. Saçımı kurutmamıştım ve bununla vakit harcamak da istemiyordum. Deniz bunu tahmin etmiş olacak ki saçımı kurutmamı söylememiş, şapkamı başıma çekmişti. Fazla zaman harcamadan arabaya geçtiğimizde Deniz ısınmamız için yine ilk olarak sıcak klimayı açtı. "Telefonun torpido gözünde." dedi gözlerini yoldan ayırmadan. Şaşırsam da onu dinledim ve torpidoyu açıp telefonumu aldım. "Barda tezgahın üstüne koymuştum. Nasıl geldi bu buraya?" "Uygar'ın cebinden çıktı. Kargaşa anından önce orada görüp almış büyük ihtimalle." dediğinde gözlerim doldu. Uygar yokken bile vardı. Yokken bile her şeyi hallediyordu. Deniz'in ona neden gözü kapalı güvendiğini ve başı sıkıştığında neden her zaman Uygar halleder. dediğini şimdi anlıyordum. Uygar gerçekten ama gerçekten harika bir dosttu. "Peki şimdi ne yapacağız? İfade mi vereceğim? Medyaya kaçırıldığımı nasıl yalanlayacağız?" "Sabaha doğru muhtemelen gazeteciler gelir. Basın açıklaması yapacağım. Kaçırılmadığını söyleyeceğim. Ve böylece Melih Karahan olayı bu şekilde kapattığımızı, susacağımızı ve onları ihbar etmeyeceğimi düşünecek." "Ama o sırada biz çoktan polise ifade vermiş olacağız." "Evet, aynen böyle olacak." "Peki polise bütün bu olanların ne kadarını anlatacağız?" "Arabanın sileceğine bırakılan nottan, saatler önce seni kurtardığım ana kadar hepsini anlatmanı istiyorum. Korktuğunu biliyorum. Ama korkma. Savcıdan özel koruma talebinde bulunacağım. Kimse bize bir şey yapamayacak." "Sence işe yarayacak mı? Bunların hepsini nasıl kanıtlayacağız?" "Kanıt işini sonra düşünürüz. Salih abiyi arar mısın benim telefonumdan?" Başımı sallayıp vitesin yanındaki telefonunu aldım ve Salih Karahan'ın adına tıkladım. İlk çalışında açmıştı. "Deniz." dedi telaşla. "Ne yaptınız? İyi misiniz?" "İyiyiz, karakola gidiyoruz." "Karakola mı?" "Evet. Bunu sana söylemek için aradım." dedi ve derin bir nefes aldı. "Ben oğlun ve torunun hakkında suç duyurusunda bulunacağım. Yıllardır sustuğum yeter." Salih Karahan uzun bir süre sustu. Ne düşündüğünü çok merak ediyordum. "Eğer seni engellersem oğlumdan ve torunumdan bir farkım kalmaz Deniz. Her zaman iyi ahlaklı ve adaletli biri olmaya çalıştım. Her zaman suçlunun cezasını çekmesi taraftarı oldum. Şimdi bunca şeyi yapanlar sırf benim oğlum ve torunum diye seni engellersem yıllardır savunduğum şeylerin tam tersini yapmış olurum ve bu vicdanla asla yaşayamam. Yani demem o ki istediğini yap. Senin yanında olacağım." "Teşekkür ederim." dedi Deniz hiç düşünmeden. Sanki bunları duyacağını biliyordu. "Bu arada ne öz oğluma ne de öz torunuma hiçbir şey bırakmayacağım. Mirasımın tamamını Gökalp'e bildireceğim. O bana Özgür'den daha iyi bir torun oldu." "Bu Melih'i daha çok kızdırmaz mı?" "Nasıl olsa hapiste olacağı için kullanacağı bir para da olmayacak zaten." "Peki Gökalp neden bütün mal varlığını bana bıraktın diye sormayacak mı?" "Gökalp haftaya Türkiye'ye geliyor. Şu bir tane lansman var ya hani. Bütün inşaat firmalarının katılacağı. Gökalp'i o lansmana davet ettim. Geldiğinde ona her şeyi anlatacağım. O yüzden beni anlar. Zaten bana kalmadan Melih söyler. Biliyorsun mirasım için Gökalp'e babasıymış gibi davranıyordu. Şimdi ben gerçeği öğrendiğime göre Melih'in sahte babalık yapmasına da gerek kalmayacak." "Anladım. Yani diyorsun ki Gökalp gerçek babasının Melih olmadığını artık öğrenecek." "Evet. Neyse Deniz, ben seni daha fazla tutmayayım. İfademe başvurmaları gerekirse araman yeterli." "Tamam Salih abi. Görüşürüz." dedi Deniz ve telefonu kapatıp bana döndü. "Ada." dedi bir şeyi yeni fark ediyormuş gibi. Bakışlarımı yoldan çekip onun yüzüne çevirdim. "Babanın mektubundan bahsetmiştin. Eğer o mektup onu bulmamıza yardım edecekse-" Ne diyeceğini tahmin ettiğim için onu susturdum. "Babamı bulursak cezasını çekecek Deniz. Bunun farkındayım." Deniz ne demek istediğini anladığım için belli belirsiz gülümsedi. "O Cemre'nin ölümüne sebep oldu. Sırf babam diye cezasız kalmasına müsaade edecek değilim. Ama onu bulmamız gerek. Azmettiricinin Melih olduğunu söylemek zorunda. Yoksa Melih'in yaptırdığını polise ispat edemeyiz." "Sadece kaza değil ki Ada. Bu adamın yaptığı bir sürü pis iş var." "Tamam işte tüm bunlar için Mehmet'i de ikna etmemiz gerekiyor. O da yardımcı olabilir." "Yardım ve yataklıktan hapse atılma korkusuyla susabilir de. Böyle bir ihtimal de var yani." "Denemekte fayda var Deniz. Hem kız kardeşi de var. Şansımızı denemeliyiz. O kadın bana yardım etti. Yine eder belki." Deniz başını aşağı yukarı salladı ve motoru susturdu. Karakola gelmiştik. "Sakin ol Ada." dedi Deniz gerildiğimi anlayınca. Cevap vereceğim sırada telefonum titredi ve kucağıma baktım. Bir mesaj gelmişti. "Hadi gidelim artık." "Tamam." dedim ama mesaja bakmamı söyleyen iç sesimi dinleyerek kilidi açıp mesajı açtım. Zaten hali hazırda donuk olan ifadem ne hale gelmişti bilmiyorum ama hiçbir yüz hücremin çalışmadığını hissedebiliyordum. Mesajda Güneş'in fotoğrafı vardı! "Bu ne?" dedim şok içindeyken. Güneş'in uzaktan çekilmiş bir fotoğrafıydı ama alnında nişan alındığı her halinden belli kırmızı bir nokta vardı. Polise gerçekleri açıklarsan Güneş'i unut. yazıyordu mesajda. "Bu ne Deniz? Kafayı yiyeceğim ne bu?" Deniz yavaşça telefonumu aldı ve ekranı görür görmez direksiyona vurdu. "Sikeceğim artık." demişti fısıltıyla ama duymuştum. "Yapamam." dedim. "Gidemem, polise gidemem. Güneş'in can güvenliğini tehlikeye atamam. Koruma talep edene kadar Güneş'i öldürürler. Risk alamam." "Ada." dedi sakin bir sesle. "Polisten gizli soruşturma talep edeceğim. Melih ya da Özgür polise gerçeği söyleyip söylemediğimizi bilmeyecekler. Korkma yalvarırım. Her şey bizim istediğimiz gibi olacak. İnan bana." "Ya polis kabul etmezse?" "Edecek Ada. Bunların bulaşmadığı bir kötülük ağı yok. Bir sürü suç hakkında soruşturma açacaklar. Kaçıp ortadan kaybolmamaları için de gizli soruşturma yürütülecek. Bana güven." Ellerimi avuç içlerine aldı ve iki elimi de öptü. "Hadi artık gidelim. Uygar için bunu yapmak zorundayız." Başımı aşağı yukarı salladım ve kapıyı açmadan Deniz'in elini tuttum. "Deniz bir şey söylemem lazım." Dinliyorum dercesine baktı. "Babam, yani kazadan bahsetmek istemiyorum polise." "Bu ne demek oluyor Ada? Sen daha az önce babam cezasını çekecek demiyor muydun?" dedi kaşlarını çatarak. "Dedim. Çekecek zaten. Ama korkuyorum. Polis ararsa ve benden önce bulursa, babam kaçmaya çalışırsa ve kaçarken polis tarafından vurulursa-" "Babanla konuşamazsın ve Savaş'ın yerini öğrenemezsin." dedi Deniz cümlemi tamamlayarak. Onaylarcasına başımı salladım. "Polisten önce benim konuşmam lazım." Deniz derin bir nefes alıp elini yüzüme koydu. "Tamam, o zaman önce ifade veriyoruz. Sonra hastaneye gidiyoruz. Sonra dinlenip Bursa'ya giderek bahsettiğin mektubu buluyoruz." Yüzümün üzerindeki elinin üzerine elimi koydum. "İyi ki varsın." Deniz bir şey demeden baş parmağını hafifçe yanağımda gezdirdi ve birkaç saniye sonra elini çekti. "Hadi artık gidelim." Yavaşça arabadan indim. Deniz beni bekletmeden hemen yanıma geldi ve elimi tutup polislere doğru ilerledi. Çok korkuyordum. Bu zamana kadar sustuğumuz için ve beklediğimiz için bizi de tutuklamalarından çok korkuyordum. Çok endişeliydim. Ağır adımlarla girdiğimiz karakol çok kalabalıktı. İçeriye yaka paça getirilen suçluların gürültüsü kulaklarımın uğuldamasına sebep olmuştu. Karakolda olmalarına rağmen hala taşkınlık yapan insanlar vardı ve polisler büyük bir çabayla onları zapt etmeye çalışıyordu. Ben olduğumuz yere adapte olmaya çalışırken Deniz önümüzden geçen bir memuru durdurdu. "Bakar mısınız?" dedi. Sesi gergindi. "Bir suç duyurusunda bulunacaktık." Memur kısa bir bakışla bizi süzdü ve eliyle boş bir masayı gösterdi. "Buyurun, ne hakkında duyuruda bulunacaksınız?" "Uzun bir mesele." dedi Deniz masaya doğru yürürken. "Melih Karahan ve oğlu Özgür Karahan hakkında." Polis kısa bir süreliğine bize baktı. "Kulüplerinde saldırı olan Melih ve Özgür Karahan'dan mı bahsediyorsunuz?" dedi tekrar masaya dönüp yürürken. "Evet. Tam olarak onlardan bahsediyoruz. Saldırı anında oradaydık." Memur masasına oturup bize de sandalyeleri gösterdiğinde koşarak kaçmak istedim. "Nasıl yani Uygar Uysal'ı vuran kişiyi gördünüz mü?" "Uygar benim en yakın arkadaşım. Ve onu Özgür Karahan vurdu." dedi Deniz sandalyesine oturduğunda. Memur şaşkınlıkla bize bakarken nefesimi tuttum. "Bu dosyayla kim ilgileniyor? Onunla görüşsek daha iyi olacak." "Ben savcıyı arayayım." dedi memur ve telefonunu alıp kulağına götürdü. "İlker savcım rahatsız ediyorum ama emniyete gelmeniz gerekiyor. Gece kulübü saldırısıyla ilgili... Tamam İlker Bey... Görüşmek üzere." Polis memuru telefonu kapattı ve tekrar bize döndü. "Savcı yarım saate burada olur." Deniz başını sallamakla yetindi. Dakikalar geçtikçe stresten bayılacak gibi oluyordum. Midem düğüm düğüm olmuştu. Ellerim ve bütün vücudum titriyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum, gergindim. Deniz'in de benden bir farkı yoktu. Dakikalardır yumruk yaptığı elini çenesine hafif hafif vuruyordu ve kıstığı gözleriyle aramızdaki minik sehpaya bakıyordu. Süre dolduğunda savcı nihayet geldi ve bizi ifade odasına aldı. Bunu yaptığımıza inanamıyordum ama Melih ve oğlunu ihbar ediyorduk. Deniz, Cemre'nin öldürülmesi hariç Gökalp'in ölümünden benim kaçırılmama kadar her şeyi anlatmıştı. Ben de onu desteklemek için arabama bırakılan nottan birkaç saat önce Deniz'in beni kurtardığı ana kadar her şeyi anlattım ve her şeyin iyi olması için içimden büyük bir dilek diledim. Savcı soruşturmayı gizli yürütmeyi kabul etmişti. Çünkü can güvenliğimizin tehlikede olduğunu anlamıştı. Bir nebze olsun rahatlamıştım. Özgür ve Melih onları ihbar ettiğimizi bilmeyecekti ve böylece bizden birinin başına hiçbir şey gelmeyecekti. Bundan sonra yapmamız gereken tek şey ise maalesef beklemekti. Karakoldan çıktığımızda Deniz kollarını etrafıma sardı ve derin bir nefes alıp başıma bir öpücük kondurdu. "Bitecek, hepsi geçecek. Sakın korkma tamam mı?" "Neleri karşına aldığını biliyorsun değil mi?" dedim sessizce. "Senin için." dedi beni kendine daha da çekerek. "Tüm dünyayı karşıma alırım." Belli belirsiz gülümsedim ve bedenimi bedeninden uzaklaştırdım. Başka şartlarda olsaydık büyük ihtimalle onu öperdim ama şimdilik elimi tutan elini sahiplenircesine sıkmakla kaldım. "Hadi hastaneye gidelim." dedi Deniz ve arabaya yürüdük. *** Hastaneye döndüğümüzde etrafta hiç gazeteci yoktu ve saat sabahın sekizi olmuştu, geçirdiğim en uzun gecelerden biriydi. Saatlerdir uykusuz olmama rağmen nasıl ayakta durabildiğimi düşündüm ama sanırım böyle zamanlarda uyumak insanın aklının ucundan bile geçmiyordu. Hiç beklemeden yoğun bakım ünitesine koştuk. Koridorda sadece Miray vardı ve beni görünce bana ablammış gibi sarıldı. "Şükürler olsun." dedi kollarını daha da sıkı sararken. "Şükürler olsun. İyi misin Ada?" "İyiyim." dedim titreyen sesimle. Benden haber alamamanın onlarda bıraktığı etkiyi hiç düşünmemiştim. Ama Miray'dan anladığım kadarıyla onlar da en az benim kadar harap olmuştu. "İyiyim Miray. Uygar nasıl? Selay ve Can nerede?" Miray uykusuzluktan kızarmış gözleriyle bana baktı. "Uygar'ın durumunda değişen bir durum yok. Hayati tehlikesi hala devam ediyor. Nöbetleşe uyuyoruz. Şimdi herkes uyuyor. Bekleme sırası bendeydi." dedi bakışlarını Deniz'e çevirerek. "Sen iyi misin?" "İyiyim." dedi yorgun bir sesle. "Uygar'ın anne ve babası nerede?" "Onlar da boş odalardan birinde. Siz ne yaptınız? Verdiniz mi ifade? Ne olacak şimdi?" "Evet verdik. Savcı soruşturmayı gizli yürütecek. Ama yine de ne olur ne olmaz diye Aydın'daki ailen ve Ada'nın ailesi için iki tane koruma göndereceğim. Sakın endişelenmeyin." dedi Deniz Miray'ın koluna dostça dokunarak. Sanırım Uygar'a verdiği kan yüzünden ona minnet duyuyordu. "Teşekkür ederim." dedi Miray bakışlarını bana çevirmeden hemen önce. "Ben bir kahve alıp geleceğim. Bu arada çok kötü görünüyorsunuz. Siz de uyuyun. Dinlenmeye ihtiyacınız var." Başımı aşağı yukarı sallarken Deniz'e baktım. "Camdan Uygar'a bakacağım önce." dedim Uygar'ın olduğu odaya doğru ilerleyerek. Deniz de peşimden gelmişti. Uygar'ı gördüğümde başımdan aşağı bir beton yığını atıyorlar gibi hissettim. Üzerime bir enkaz yağıyordu sanki. Aramızdaki bağın hangi ara bu kadar güçlendiğini bilmiyordum ama onu gerçekten hiç sahip olmadığım abim gibi sevdiğimi fark ettim. Deniz elini kaldırıp cama dokundu. Uygar o kadar savunmasız görünüyordu ki içim sızlıyordu. Bizi bırakmayacağını biliyordum. Eninde sonunda uyanacaktı. Çalışma azmini, Deniz'e olan bağlılığını ve vefasını, bize her zaman uzattığı yardım elini uzun yıllar boyunca görecektik. Ama yine de onu böyle görmek beni gerçekten mahvediyordu. Daha şimdiden onun neşesini görmeyi özlemiştim. "Uyanacak." dedim sessizce. Elimi kaldırıp Deniz'in elinin üzerine koydum. "Biliyorum." dedi Deniz kendinden emin bir sesle. Bunu gerçekten biliyor muydu yoksa tutunduğu tek ihtimale beni de mi inandırmak istiyordu bilmiyordum. "Uyuman gerekiyor artık." dedi bana dönerek. Başımı aşağı yukarı salladım. "Ben Melis'e de bir bakacağım. Hemen dönerim." Olan onca şey arasında onun durumunu sormadığım için neredeyse yerin dibine girecektim. Yoğun bakım ünitesindeydik ama Melis yoktu. Bunu fark etmemiştim bile. "O nasıl? Neden burada değil?" Deniz'in gözlerinde bir ışıltı görsem de kısa sürede yine solgun haline geri dönmüştü. "Melis'i normal odaya aldılar." Gözlerimi sevinçle kocaman açıp iki yanından ellerini tuttum. "Deniz bu çok iyi bir haber. Çok, çok sevindim." desem de Deniz gülümseyemiyordu bile. Sanırım Melis'in durumun sorumlusunun babam olduğunu hatırlamıştı. Aslında belki de hiç hatırlamasına gerek yoktu. Çünkü hep aklındaydı. "Evet, çok iyi bir haber." dedi düz bir sesle. "Ama Uygar bu haldeyken doya doya bu sevinci yaşayamıyorum." "Uygar da uyanacak." dedim. "Annen ve baban nerede?" "Eve gitmişlerdi. Eren burada sadece... Gelmek ister misin?" Başımı iki yana salladım. Vicdanımla verdiğim savaşı hala kazanamadığım için Melis'in karşısına çıkmaya yüzüm yoktu. "Ben henüz bunu başarabileceğimi sanmıyorum." dedim. "Tamam, nasıl istersen." dedi Deniz. Miray gelmişti. "Miray sana kalacağın odayı göstersin." Başımı sallarken Deniz yanımızdan uzaklaştı ve Miray da koluma girerek beni bir odaya doğru götürdü. "Deniz'in Melih'i ve oğlunu ihbar edeceğini nereden biliyordun?" dedim merakla. "Deniz seni bulduğu an suç duyurusunda bulunacağını söyleyip duruyordu çünkü. Ortak bir sohbet grubu kurdum. Deniz seni kurtardıktan sonra oraya mesaj attı. Seni sağ salim bulduğunu, iyi olduğunu, evde biraz dinlendikten sonra ifade vermeye gideceğinizi söyledi." Hangi ara bu mesajları yazdığını fark etmemiş olsam da aldırmadım. "Sen gerçekten iyi misin?" "Hayır Miray." dedim ağlamamak için kendimi zor tutarken. "Yardımına ihtiyacım var." "Ne yapabilirim senin için?" dedi bir odaya girdiğimizde. Ardından beni yavaşça yatağa yatırdı. "O şerefsiz sana bir şey mi yaptı Ada?" "Hayır hayır." dedim yatağa uzanırken. "Birileriyle konuşmam lazım. Ama sürekli bir şeyler oluyor. Kimseye anlatamıyorum." Miray saçlarımı okşayıp üzerimi örttü. "Tamam canım. Ama şimdi uyuyup dinlenmen lazım. Ben buradayım, seni her zaman dinleyebilirim. Ama uyumazsan daha kötü olacaksın ve bir doktor olarak bunu istemem." "Peki, tamam." dedim kabul edercesine. "Bir yerin ağrıyor mu? Hemşireye sana ağrı kesici serum taktırmamı ister misin?" "İyiyim, teşekkür ederim." dediğimde Miray saçlarımı biraz daha okşadı ve alnımı öpüp odadan çıktı. Ben de gözlerimi kapattım ve uykuya teslim oldum. Uyuduğum uyku çok sığ ve kısaydı. Yavaşça gözlerimi açtığımda Deniz'in de yanımda olduğunu fark ettim. Uyumak için yanıma gelmişti ve üzerindeki örtü açılmıştı. Onu yavaşça örtmeye çalıştım ama anlaşılan o da derin bir uykuya dalamamıştı. Çünkü ben battaniyeye dokunur dokunmaz gözlerini açıp bana bakmıştı. "Korkuttum mu?" dedim alnına dökülen saçları geriye atarak. "Yok, iyiyim." dedi sessizce. "Neden uyandın?" "Uyuyamadım. Sen neden uyanıksın?" "Ben de uyuyamıyorum." dedi sıkıntılı bir sesle. "Saat kaç?" dedim. Deniz çekmeceye uzandı ve telefonunun ekranına baktı. Hastaneye gelişimizin üzerinden sadece iki saat geçmişti yani saat 10:00 olmuştu. "Bursa'ya ne zaman gideceğiz? Araba kullanabilecek misin?" "Sanmıyorum." dedi yorgunlukla. "Kerem geldi. Ona söyleyeceğim. Bizi o götürecek." dediğinde o kadar sevinmiştim ki utanmasam sevinçle koşup Kerem'e sarılacaktım. "İstersen hemen yola çıkalım. Arabada uyursun." "Olur." dedim yatakta doğrulmaya çalışarak. "Olur gidelim. Ama bizimkilere söylemem lazım." "Bir saat önce hepsine her şeyi anlattım Ada. Ailem henüz bilmiyor ama Selay, Miray ve Can her şeyi biliyor. Bursa'ya gideceğimizi söyledim. Zaten şimdi hastanede değiller. Doğru düzgün dinlenemedi hiçbiri. Bu yüzden hepsini eve gönderdim." "Anladım. Gidelim o zaman." "Gazeteciler aşağıda. Ben açıklama yapacağım. Sen arka kapıya git. Kerem de orada. Ben açıklama yaptıktan sonra yanınıza geleceğim." Yanaklarımı şişirerek nefesimi verdim. "Tamam." "Gel buraya." dedi başımı kendine çekerek. Ardından alnımı öptü. "Her şey iyi olacak. Söz veriyorum sana." Birkaç dakika sonra aşağı indim ve Kerem'i görür görmez ona sarıldım. "Kerem." dedim sevinçle. Tüm bu olanlara rağmen onu görmek bana gerçekten iyi gelmişti. "İyi misin? Hoş geldin." "Ada." dedi tıpkı benim gibi sevinçle. "Hoş buldum. İyiyim. Sen iyi misin asıl?" "İyiyim. Seni gördüğüme o kadar sevindim ki." "Ben de Ada. Çok korktum kazadan sonra ama neyse ki iyisin." "Evet iyiyim. Ne zaman döndün?" "Uygar Bey'in vurulduğunu duyar duymaz döndüm. Zaten iyileşmiştim. Daha fazla duramadım evde." dediğinde yüzüm düştü. "Olanları duydum. Çok üzgünüm." "İyiyim merak etme... Bursa'ya gideceğimizi söyledi mi Deniz?" "Evet az önce mesaj attı." dedi Kerem ve bakışlarını arkamızdaki televizyona çevirdi. Ekranda Deniz vardı ve açıklama yapıyordu. Gazeteciler Uygar'ı ve olay gecesini sormaya devam ederken Deniz bu soruları yine görmezden gelmişti ve açıklaması sadece birkaç cümleyle sınırlı kalmıştı. "Kız arkadaşımın kaçırıldığı haberleri gerçeği yansıtmamaktadır ve kendisi şu an yanımda, güvendedir. Soruşturma devam ediyor. Suçlu ya da suçluların en kısa zamanda yakalanıp cezalarını çekmeleri için herkes seferber olmuş durumda. Bir gelişme olursa mutlaka bilgilendirileceksiniz. İyi çalışmalar." "Neden yalanladı kaçırıldığını?" dedi Kerem şaşkınlıkla. "Kerem o kadar uzun hikaye ki anlatmak için çok yorgunum." "Tamam tamam. Sen iyi ol da gerisi önemli değil." dedi Kerem koluma iki kez vurarak. Belli belirsiz gülümsedim ve Deniz'in geleceği yöne bakışlarımı çevirdim. Birkaç dakika sonra kapıda belirdi ve hızlı adımlarla yanıma gelip üstünden bir yük kalkmışçasına bana sarıldı. "Kerem hadi gidiyoruz." dedi bedenini benden uzaklaştırırken. Dışarı çıkıp arabaya bindik ve yola çıktık. Eski evimizin adresini dayımdan öğrendikten sonra Deniz'in yanına sokuldum ve başımı ona yaslayıp bu sefer gerçek bir uykuya daldım. Uyandığımda Bursa'daydık. Dayımın verdiği adrese göre de eski evimize çok yakındık. Arabadan inip etrafıma baktım. Her şey o kadar yabancıydı ki değil yaşadığım evi tanımak bir zamanlar burada yaşadığıma bile inanamıyordum. Deniz yanıma gelip telefonuma yazdığım adrese baktı. Ardından telefonumu Kerem'e verdi. "Kerem sağa sola sor bu evi. Selçuk Dündar ve ailesinin evi dersin." "Tamam Deniz Bey." dedi Kerem ve hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı. "Deniz ben korkuyorum." dedim. "Neyle karşılaşacağını bilmediğin için mi?" "Evet. Yani bilmiyorum. Korkuyorum işte." Deniz yüzümü ellerinin arasına aldı. "Bak yanındayım, buradayım. Başımıza ne gelirse beraber yaşayacağız, beraber atlatacağız. Düşsek de beraber kalkacağız tamam mı? Korkmayacaksın. Üzülmeyeceksin." Ellerini indirdi ve ellerimi tuttu. "Çünkü ben ne olursa olsun ellerini tutmaktan asla vazgeçmeyeceğim." Yaşaran gözlerimle Deniz'e kocaman sarıldım ve Kerem gelene kadar da öyle durdum. "Deniz Bey, aradığımız ev arka sokaktaymış. Esnafa sordum." "Tamam Kerem sağ ol. Sen burada kal. Biz bakıp gelelim." "Tamam Deniz Bey." Bir evin yanından geçip arka sokağa geçtiğimizde eski evimizi hemen tanıdım. Yanmış ve harabe bir halde öylece orada duruyordu. "Deniz orada." dedim parmağımla işaret ederek. Müstakil, bahçeli ve iki katlı bir evdi. İçinde çok güzel günlerimiz olmuştu ama hayatımda yaşadığım en büyük travmayı bu evde yaşadığım için şimdi önünden bile geçmek istemiyordum. Deniz arkasına döndü ve işaret ettiğim yere baktı. "İstersen sadece ben gireyim. İyi görünmüyorsun." Başımı aşağı yukarı salladım ve Deniz'in gidişini izledim. İçim içimi yiyordu. Deniz'i beklerken gergin bir halde sağa sola yürüdüm ve telaşla gelmesini bekledim. Yaklaşık on dakika sonra kapıdan çıktığında elinde bir kutu vardı. Koşarak yanına gittim ve yere çöküp kutuyu açtım. "Sandıktan aldım." dedi. "İçine bakmadım." Telaşla başımı salladım ve kutunun içerisinde ikiye katlanmış mektubu açarak gözlerimi gezdirdim. Bazı harfler yıllar geçtiği için silinmişti ama okunmayacak gibi değildi. Kalbim duracakmış gibi hissediyordum. Mektup benim ve Güneş'in adına yazılmıştı. Canım kızlarım. diye başlamıştı. Canım kızlarım Ada ve Güneş'e. |
0% |