@_kubraakyol
|
Canım kızlarım Ada ve Güneş'e, Bu mektuba en kısa sürede ulaşmanız temennisiyle bu satırları yazıyorum. Size annenizin istediği gibi bir hayat bırakamadığım için, hepinizin bir arada olmasını sağlayamadığım için, benim yüzümden acı çektiğiniz için dileyeceğim özürlerin hiçbir işe yaramayacağını biliyorum. Ama inanın bana ne yaptıysam mecbur kaldığım için yaptım. Annenizi ve sizi sevmekten bir an bile vazgeçemedim. Eğer yanınızda kalmaya devam edebilseydim sizi dizlerimde, Savaş'ı da sırtımda taşımaya devam edecektim. Bunları size yüz yüze anlatma fırsatı bulabilir miyim bilmiyorum ama en azından bu kadarını bilmenizi istiyorum. Anneniz hastalığının son evresindeydi. Bir gün Savaş'la beraber tekrar geri döneceğimi defalarca ona söylesem de hiç umudu olmadı. Tüm bunları yaşamayı kaldıramadı. Hayatından vazgeçeceği ve sizi yalnız bırakacağı aklımın ucundan bile geçmezken o canına kıydı. Haberi alır almaz sizi almak için geri döndüm. Ama komşular bana dayınızın sizi aldığını söylediler. Annenizin ailesi benimle görüşmediği için adreslerini bilmiyorum. Ama arayıp bulacağım. Beni affetmediğinizi ve affetmeyeceğinizi biliyorum. Ama eğer bu mektup elinize geçerse aşağıdaki numarayı arayın, ben ulaşamadıysam siz bana ulaşın. Bu numarayı sadece buraya yazıyorum. Kimseye vermeyeceğim. Ve bu numara çaldığında bileceğim ki beni siz arıyorsunuz. Gece saçlı kızım Ada ve güneş saçlı kızım Güneş, anneniz olmasa bile bir gün tekrar aile olabilir miyiz bilmiyorum ama bunu hiç unutmayın ki ben sizi çok ve hep seveceğim. Babanız, Selçuk Dündar. Mektubu bir çırpıda okudum ve okuması için Deniz'e verdim. "Yazmamış." dedim fısıltıyla. "Nerede olabileceğiyle ilgili hiçbir şey yazmamış." Göz ucuyla mektupta yazan numaraya baktım ve telefonuma yazdım. Arayıp arayamayacağımı bilmiyordum. Numarayı ne diye kaydedeceğimi bile bilmiyordum. Aradığım an benim ya da Güneş'in aradığını bilecekti. Ona ne diyecektim? Yıllar sonra ne konuşacaktım? Kafam o kadar karışmıştı ki ne hissedeceğimi bilmiyordum. Bu mektup yeterince açıklayıcı değildi. Soru işaretlerim hala kafamda dönüp duruyordu ama öyle şeyler yazmıştı ki neredeyse masum olduğunu düşünecektim. "Ne düşünüyorsun?" dedi Deniz mektubu katlayıp kutuya geri koyarak. "Bilmiyorum. Niye her şeyi açık açık yazmamış ki? Savaş'ı neden götürdü, nereye götürdü, bunları neden yazmamış?" "Eğer ararsan bu soruların cevabını öğrenebiliriz." Sıkıntılı bir nefes verip ayağa kalktım. Deniz de beni taklit etti ve kutuyu alıp ayağa kalktı. "Haklısın." dedim. "Ama ona ne diyeceğim? Sen ne düşünüyorsun? Babam hakkında yani." "Baban Savaş'ı keyfi olarak alıp götürmemiş Ada. Baban buna mecbur bırakılmış. Ama neden?" "Bilmiyorum. Of, her şey o kadar saçma sapan ki ne yapacağımı bilmiyorum, ne düşüneceğimi bilmiyorum. Ne yaşıyorum ben böyle Deniz? Hayatımı bu hale babam getirdi ve ben onun mahvettiği bu hayatı toparlamaya çalışmaktan çok yoruldum." "Tamam, sakin ol. Öğreneceğiz hepsini. Bak şöyle düşün. Savaş'ı bulmana çok az kaldı." Gülümserken gözlerimin parladığını hissettim. Küçücük bir cümleyle bağlandığım bu umut duygusu bütün hücrelerimi esir almıştı. "Evet, onu bulacağım." "Eğer konuşamayacaksan senin yerine benim yapmamı ister misin?" "Ne diyeceksin ki?" dedim düşünceli bir sesle. "Konuşmaya hazır olmadığını ama mektubunu bulduğumuzu söyleyeceğim." Birkaç saniye düşünsem de bunu benim yapmamın daha iyi olacağına karar verdim. "Ben arasam daha iyi olacak." dedim ekrana yazdığım numarayı arama düğmesine basarak. Kalbim yerinden çıkacak gibi hissediyordum ve babamdan köşe bucak kaçarken şimdi ona ulaşmaya çalıştığıma inanamıyordum. Birkaç saniye ses gelmedi, ardından Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz. uyarısını duyduk. "Offf." dedim zor aldığım nefesi geri verirken. "Ya kapalıysa bu hat?" "Hat kapalı olsaydı aradığınız numara kullanılmamaktadır derdi. Belli ki şarjı bitmiş ya da çekmeyen bir yerde Ada. Umutsuz olma. Açana kadar tekrar tekrar arayacağız. Tamam mı? Hiçbir şey kaybetmedik." "Tam da cesaretimi toplamışken." "Yine toplayacaksın." Dudaklarımı aşağı sarkıtıp yüzümü ellerimle kapattım. "Buna mecburum çünkü." Deniz ellerimi yüzümden çekti ve alnımı öpüp parmaklarını saçlarımda gezdirmeye başladı. "Çok yaklaştık." dedi usulca. "Savaş'ı bulacağız." "Bir rüya görmüştüm hatırlıyor musun? Savaş bana seni gösterip beni onunla bulacaksın demişti. Gerçekten de öyle oluyor Deniz baksana. Eğer seni tanımasaydım şu an burada olmayacaktım belki de. Tesadüfen seni tanıdım ve bütün hayatım yön değiştirdi." "Kader bizi bir araya getirirken her şeyi planladı. Karşıma çıkmanın tek sebebi benim sana böyle sırılsıklam aşık olacak olmam değildi Ada. Rüyan gerçek olacak. Savaş'ı bulmak için ne gerekiyorsa yapacağım. Bu güzel gözlerinde o kavuşmanın getireceği mutluluğu görmek istiyorum." "Deniz." dedim nazlı bir sesle ona sarılırken. "Sen tesadüflerin en güzelisin. Sen benim başıma gelen en güzel şeysin." Böyle bir cümle kurduğuma inanamıyordum çünkü duygularını yansıtabilen biri değildim. Bu zamana kadar her şeyi içimde yaşamıştım, kelimelere dökemiyordum. Sanırım harflerle aram pek iyi değildi. Ya da konuştuğumda insanların beni artık istemeyeceğini düşünüp korkuyordum. Ama Deniz bu korkumu yavaş yavaş kırıyordu. Daha rahat iletişim kuruyor, kendimi daha sevilebilir görüyor ve insanlarla daha kolay bağ kuruyordum. Deniz olmasa kendi kabuğumda yaşamaya devam edeceğime emindim ve beni olumlu anlamda değiştirdiği için ona minnettardım. Deniz'i kimseyi sevmediğim kadar ve kimseyi sevemeyeceğim kadar çok seviyordum. Onu bana getiren yolları bile çok seviyordum. O beni hayata bağlayan en güzel şeydi. Onunla nefes almak o kadar güzeldi ki onu tanımadan önce soluduğum hava bile şimdi çok sığ ve boş geliyordu. "Benim güzel sevgilim." dedi en güzel sesiyle. "Ben hep senin yanında olacağım. Seni çok seviyorum." Ona tıpkı onun gibi seni seviyorum demeyi çok istiyordum ama henüz bunu dile getirmemi engelleyen içimdeki o şeyi kıramamıştım. Duymak istediğini biliyordum, en kısa zamanda söyleyebilmeyi diledim ve parmak ucuma yükselip kazağı izin verdiği kadarıyla boynunu kocaman öptüm. "Ada." dedi. Sesindeki gülümsemeyi hissedebiliyordum. "Eğer bir kez daha aynı şeyi yaparsan durmam." Geri çekildim ve ne dediğini anlamaya çalıştığım bakışlarla yüzünü inceledim. "Ne?" dedim tek kaşımı kaldırıp. "Neyi yaparsam? Anlamadım Deniz. Nasıl yani? Ne yapacaksın ki?" Saçımı kulağımın arkasına attı. "Hmm." dedi düşünceli bir sesle. "Bilmem." Bildiğini biliyordum, beni meraklandırmak için bilmem dediğini biliyordum, aklından ne geçtiğini de biliyordum. "Ya Deniz." dedim yüzümü göğsüne kapatıp. Utançtan kızardığıma emindim. "Tamam yapmayacağım bir daha." "Hatırlatırım ama bu dediğini." Sesi o kadar keyifliydi ki son yaşanılanların üzerine bir perde çekip her şeye yeniden başladığını düşündüm. Her şey tam olarak çözüme ulaşmış değildi. Hatta henüz hiçbir şeyi çözmemiştik ama en azından yarıya gelmiştik. Bu da en azından bize az da olsa nefes alma fırsatı sağlamıştı. Bir gün rahat ve kaygısız bir şekilde arkamıza yaslanıp Çok şey atlattık ama yine de beraberiz. diyerek birbirimizin omuzuna başlarımızı koyacağımızı biliyordum. Tutunduğum şey tam olarak buydu. Bütün bunlar bittiğinde Deniz'le çok güzel bir hayata başlayacaktık. Umutluydum çünkü değişiyordum, benimle beraber Deniz de değişiyordu. Daha kararlıydı, daha umutluydu, daha cesurdu. Bunların arkasında yatan sebebin bana olan aşkı, şefkati ve bağlılığı olduğunu biliyordum. Çünkü beni o kadar çok ve güzel seviyordu ki bu sevgi onu değiştiriyordu. Bana olan aşkı hakkında asla şüpheye düşmüyordum. O bana verilen en güzel hediyeydi. Hayat benden o kadar çok şey almıştı ki bunları telafi etmek için bütün acılarımı iyileştirecek birini göndermişti. Ve ben hayatın bana verdiği bu hediyeyi kalbime sığmayacak bir sevgiyle seviyordum. "Gelmişken buradaki savcıya Savaş'ın adına yapılan boş mezar hakkında bir gelişme var mı diye sorsa mıydık?" "Sen arabada uyurken ben arayıp sordum, Serhat abi o dönemin nüfus müdürünün öldüğünü ve o dönemde mezarlıkta bir bekçi olmadığını söyledi. Ama tabii ki araştırmaya devam edecekler. Dosya kapanmayacak. Bunun için Kerem'i burada bırakacağız. Birebir yakından takip etmesi için." Yüzümü asmaktan son anda vazgeçip Deniz'in elini tuttum ve arabaya doğru yürüdüm. "Anladım, neyse." dedim omuzumu kaldırıp indirerek. "Eninde sonunda öğreneceğiz ne de olsa." "Evet. Aç mısın? Bir şeyler yiyelim mi yoksa gidince mi yemek istersin?" "Aç değilim. Gidince yeriz. Tabii sen acıktıysan burada da yiyebiliriz." "Yok benim de canım bir şey istemiyor." "Tamam o zaman, dönelim." dedim, arabaya vardığımızda. "Buyurun Deniz Bey." dedi Kerem arabanın anahtarını Deniz'e uzatırken. "Hayırlı yolculuklar." "Sağ ol Kerem. En ufak bir haberde bizi bilgilendirmeyi unutma." "Tamam Deniz Bey. Nasıl isterseniz. Dikkat edin." dedi Kerem ve bize el sallayıp yanımızdan uzaklaştı. Deniz arabadan bir zarf çıkartıp bana uzattığında şaşırdım. "Ne bu?" dedim korkarak. "Genelde elimize geçen zarflar pek iç açıcı olmuyor ya korktum şimdi." Yarım bir şekilde gülümsedim. "Bu öyle değil." dediğinde zarfı açtım. Bir sürü fotoğraf vardı. "Özgür vermişti ya hani seni kurtarmaya geldiğimde." Fotoğrafları zarftan alelacele çıkardım ve hepsine hızlıca bakmaya başladım. "Fotoğrafınız olmadığını söylemiştin. Ama bak varmış. Muhtemelen babandır diye düşünüyorum, bütün fotoğraflarınızı saklamış." Arabaya yaslanıp elimde tuttuğum fotoğraflara gözyaşlarıyla dolu bakışlarımla baktım. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Yıllar sonra annemi, Savaş'ı ve babamı görmek bende hıçkıra hıçkıra ağlama isteği uyandırmıştı. Bir fotoğrafta Savaş annemin kucağındaydı, ben de babamın kucağındaydım. Annem başını babamın omzuna yaslamıştı. Bir fotoğrafta Savaş babamın sırtındaydı, ben ise bir dizinde, Güneş de diğer dizindeydi. Savaş benim saçımı çekiyordu, ben de saçımı kurtarmaya çalışıyordum. Bir fotoğrafta Savaş da ben de babamın kucağındaydık. Annem elini karnına koyup göz kırpmıştı. Büyük ihtimalle bu fotoğrafta Güneş'e hamileydi. Bir fotoğrafta annem ve babam yalnızdı. Annem sallanıyordu ve babam da hız kazanması için annemi arkasından ittiriyordu. Bir fotoğrafta annem hastane yatağında uzanıyordu. Kucağında ben ve Savaş vardık, babam hemen annemin yanı başında oturuyordu. Doğduğumuz gün çekildiği apaçık belliydi. Bir fotoğrafta annem ve babam nikah salonunda imza atarken fotoğraf makinesine gülümsüyordu. Hepsi o kadar güzeldi ki ağlamaktan başka aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Annem çok güzeldi. Sarı saçlarıyla, mavi gözleriyle, ışıl ışıl bakışlarıyla çok güzeldi. Savaş'a baktım. Siyah saçları ve mavi gözleriyle babamın ve annemin karışımıydı. İkisine de benziyordu ve o kadar tatlıydı ki eminim şimdi çok yakışıklıydı. Önüme çıkan diğer fotoğrafa baktım. Babamın sırtındaydım ve kollarımı boynuna sarmıştım. Babam tam olarak hatırladığım gibiydi. Ak düşmemiş siyah saçları ve gözleriyle sırtında kendi kopyasını taşıyordu. Kulağımda Babasının kızı. sesi yankılandı. Babamın sesiydi. Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silerken Deniz beni yavaşça çekti ve kollarını etrafıma sardı. "Neden böyle olmuşuz biz?" dedim sesli düşünerek. "Deniz biz nasıl bu hale gelmişiz? Babam nasıl katil olabilmiş?" "Neler yaşadığını bilmiyoruz. Onu bulduğumuzda istediğin her şeyi öğreneceksin." dedi ve bir müddet sustu. "Baban eğer bütün bunları yapmasaydı onu affederdin. Bunu biliyorsun değil mi?" dediğinde kendi içimi sorguladım. "Siz çok güzel bir aileymişsiniz Ada. Baban hiçbir şeyi isteyerek yapmamış. Savaş'ı isteyerek götürmemiş. Sizi isteyerek bırakmamış. Aile olmaktan bahsediyor. Geri dönmeyi hep istemiş, belki de hala istiyor." Deniz derin bir nefes verip sarılmamızı sonlandırdı ve elini kaldırıp kolyeme dokundu. Kolyeme dokunmasıyla yaşadığım ani farkındalık yüzünden bir an afalladım. ''Deniz.'' dedim küçük bir şokla. ''Babam sadece fotoğrafları değil, Savaş'ın mavi deniz kabuğunu da saklamış olabilir.'' Deniz anlamayan bakışlarla baktı. ''Özgür'ün evinde deniz kabuğu gördüm Deniz. O kadar çok şey yaşandı ki gördüğümü bile unutmuşum. Şimdi sen kolyeme dokununca anımsadım.'' dedim gözümde belirenleri anımsamaya çalışırken. ''Ben kaçtım, bir depoya saklandım. Sonra, sonra Özgür beni buldu. Beni oradan çıkarmaya çalışırken yere bir sandık düşürdüm. İçinden bir şeyler döküldü. Mavi bir deniz kabuğu da vardı. Tam o sırada Özgür başıma vurdu ve bayıldım. Yani bilmiyorum Deniz, benim hayal ürünüm de olabilir. Gördüğümü zannediyor da olabilirim. Orada çok yalnız kaldım, korktum. Geçmişten bir şeylere sığınmak istediğim için beynim bana oyun oynamış da olabilir. Hem gerçek bile olsa Savaş'ın olamaz değil mi? Olamaz yani, dünyada sadece tek bir tane mavi deniz kabuğu yok ki.'' Deniz kaşlarını çattı ve gözlerini kıstı. ''Belki gerçekten de Savaş'ındır ve baban tıpkı fotoğraflar gibi deniz kabuğunu da saklamıştır.'' ''Ama o depo Özgür'e ait bir depoydu, yani orada çalışanlara ait bir şey saklamazlar ki. Saklarlar mı?'' ''Bilmiyorum Ada. Her şey olabilir.'' Sesi düşünceliydi. ''Sen ne zaman ameliyat olmuştun?'' ''Ameliyat mı? Neden sordun? Ne oldu ki?'' ''Hiç.'' dedi ama aklında bir şeyler olduğuna emindim. ''Merak ettim sadece.'' ''2002 yılıydı. Aklında ne var Deniz?'' "Bir şey yok. Neyse, hadi artık gidelim. Daha sonra konuşuruz." Kaşlarımı çattım. Konuyu kapatmış gibi görünsem de daha sonra konuşmak üzere şimdilik rafa kaldırdım ve Deniz'i dinleyerek başımı salladım. Arabaya bindiğimde beşimizin de olduğu bir fotoğrafı göğsüme bastırarak gözlerimi kapatmıştım. Uyumak istiyordum. *** Başımın okşanmasıyla uyandım. Nihayet İstanbul'a dönmüştük. "Hadi uyan sevgilim." dedi Deniz baş parmağını alnımda gezdirirken. "Geldik." Evin bahçesindeydik ve hava kararmıştı. Yavaşça doğrularak elimdeki fotoğrafı diğerleriyle birleştirip zarfın içine koydum. Ardından sanki annemi ve Savaş'ı seviyormuş gibi zarfı okşadım. "Sanki bir şey kayıpmış da şimdi bulmuşum gibi hissediyorum. Sanki geçmişim karanlıkmış da şimdi aydınlanmış gibi." "İyi misin peki?" "Hı hı. İyiyim. Hadi eve çıkalım." dedim ve kapımı açıp arabadan indim. "Çocuklar da buradaydı ama gitmişler herhalde." dedi Deniz eve yürürken. "Neyse." "Uygar'dan bir haber alıp hastaneye gitmiş olabilirler mi?" "Uygar'ın durumu hala aynı. Kötü ya da iyi ne olursa olsun amcam arayacağını söylemişti. Hastanede değildirler yani." "Anladım." dedim başımı sallayarak. Deniz zile bastı ve birkaç saniye sonra Ülkü abla kapıyı açtı. "Hoş geldiniz çocuklar." dedi önce Deniz'e sonra bana sarılıp. "İyi misiniz?" "İyiyiz. Hoş bulduk." "Uygar nasıl oldu Deniz? Bir gelişme var mı?" "Hayır Ülkü abla. Hala aynı." Ülkü abla bir eliyle yüzünü ovuşturup iç geçirdi. "Elbet iyileşecek benim güzel kalpli çocuğum... Yemeği salona kurdum ama isterseniz terasa çıkarayım." "Yok abla. Gerek yok. Burada yeriz." dedi Deniz salona geçtiğimizde. Biz masadaki yerlerimizi aldıktan sonra Ülkü abla bizi yalnız bıraktı ve mutfağa döndü. "Deniz bir şey isteyeceğim." dedim çorbamı yavaş yavaş karıştırırken. "Dinliyorum." "Lansmana çok az kaldı. Ama Uygar yok. Yerine bakacak birini bulman lazım. Yani şey diyecektim. Uygar'a bir borcumuz var. Eğer lansmana katılmazsan Uygar'ın bir yıllık uğraşları boşa gidecek. Ona bir sürpriz yapmak istiyorum. Eğer öfken geçtiyse lansmana ben hazırlanabilir miyim? Uyandığında bıraktığı işin tamamlandığını görmesini istiyorum çünkü Uygar'ın." Deniz dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kıstı. "Tek bir şartım var." dediğinde bir saniye bile beklemeden "Kabul." dedim. "Daha söylemedim bile Ada." dedi belli belirsiz gülerek. "Olsun ben her şeyi göze alıyorum. Uygar için yapacağım." "Tamam, lansmandan sonra ertelediğimiz İtalya tatiline gideceğiz." "Ama Deniz." dedim ama Deniz cümlemi tamamlamamı beklemeden beni susturdu. "İtiraz istemiyorum. Daha ben lafımı bitirmeden Kabul. diye atlayan sendin Ada." "Tamam ama arkamızda bir sürü soru işareti bırakıp nasıl gideceğiz? Yani babama ulaşmaya çalışıyoruz, Uygar hastanede yatıyor, Karahanlara soruşturma açıldı." "Orada sonsuza kadar kalmayacağız Ada. Sadece birkaç gün. Senin de benim de her şeyden biraz uzaklaşmaya ihtiyacımız var. İkimiz de çok yorulduk görmüyor musun? Hem biz gidene kadar Uygar uyanacak. İnan bana. Ayrıca Karahanlar bize bulaşmadığı sürece soruşturma beni ilgilendirmiyor. Savcı ve polis işini yapmaya devam edecek. Bize ihtiyaçları yok ki." "Bilmiyorum Deniz." "Hayır, hiç itiraz etme Ada. Sen az önce demiyor muydun Uygar'a sürpriz yapmak istiyorum diye. Tamam işte, ben de sana fırsat sunuyorum. İşe tamamen dönebileceğini söylüyorum. Hem de asistan olarak değil, mimarlık bölümünde bir çalışan olarak. Hala gelmem diyorsan kendin bilirsin." Yüzünde muzip bir ifade vardı. Hatta zorlasam gülümseyecekti. "Nasıl yani? Sadece lansman için değil derken? Şirkette çalışmaya devam mı edeceğim?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ve mimarlık bölümünde. Doğru mu anladım Deniz?" "Tabii İtalya'ya gidersek." Birkaç saniye düşünüp pes ederek Deniz'in teklifini kabul ettim. "Peki, istediğin gibi olsun." dedim Deniz bana göz kırparken. İstediği her şeye sahip olabilecek kadar zekiydi. Onunla asla yarışamazdım. Ben gözlerimi devirirken Deniz sırıttı ve çorbasından bir kaşık aldı. "Yemeğini ye Ada, hadi." Hızlıca yediğimiz yemeğin ardından dinlenmek için yatak odasına geçtik. Zor da olsa Deniz'i yarın işe gidebileceğim konusunda ikna etmiştim. Beni işe bırakacaktı, ardından hastaneye gidecekti. "Samimi söylüyorum, senden daha inatçı birini tanımadım." dedi Deniz bir kolunu boynumun altından geçirirken. Diğer kolunu da belime sararken bacaklarımı bacaklarına sıkıştırmıştı. Ona hapsolmuştum. Elimi yanağına yerleştirip baş parmağımla yanağını okşamaya başladım. "Sen benden daha inatçısın." "İnatçı olmasaydım seni kazanmak için bu kadar uğraşmazdım." dedi Deniz ve gülümseyip gözlerini kapattı. Gülümsedim ve Deniz'in burnunu öpüp başımı göğsüne kapatarak gözlerimi kapattım. "İyi geceler güzelim." dedi fısıltıyla. "İyi geceler sevgilim." dedim ve üzerimden bir yük kalkmışçasına derin bir nefes verdim. *** 12 Ekim, Cumartesi "Aklına bir şey takılırsa mutlaka ara. Eğer yardıma ihtiyacın olursa asistanım Gülşah'a söyle. O sana yardım eder. Ben onunla konuştum. Kulağı, gözü hep sende olacak." dedi Deniz yanağımı severken. Sabah uyanır uyanmaz yola çıkıp şirkete gelmiştik. "Tamam Deniz. Merak etme çok iyi idare edeceğim. Bana güvenmiyor musun?" dedim telaşlı haline gülümseyerek. Ardından ellerimle yanaklarına dokundum. "Ben halledeceğim." "Sana güveniyorum ama gözüm arkada kalacak." "Kalmasın. Biliyorum beni bırakmak istemiyorsun ama burada hiçbir şey olmaz bana." dedim nazlı bir gülüşle. "Evet." dedi ellerini belime sararak. "Seni hiç bırakmak istemiyorum." "Çalışmam lazım Deniz. Git hadi." dedim ama Deniz kollarını iyice sardı ve bana sıkıca sarıldı. "Seni bir koklayayım şöyle." dedi saçlarımın kokusuyla ciğerlerini doldururken. "Oh. Gül gibi kokuyormuş benim sevgilim." "Deniz, beni şımartma." dedim gülüşüm yüzüme yayılırken. "Şımarırsan ne olur?" dedi, nefesi boynumu yakıyordu. Bir cevap bulamamıştım. Deniz ise bir süre bana sarılı kaldı ve sonunda kollarını benden ayırdı. "Neyse, haklısın. Gitsem iyi olacak. Uygar'ı ve Melis'i bir görüp geleceğim tekrardan. Çok gecikmem." Başımı salladım. "Tamam, görüşürüz." "Görüşürüz güzelim." dedi Deniz yanaklarımdan öpmeden hemen önce. Ardından hızlı adımlarla odadan çıktı. Uygar'ın odasına gidip en son nerede kaldığını öğrenmeye çalıştım. Çok bir şey kalmamıştı. Maket evler tamamdı. Bir site projesiydi ve siteye hastane, okul, alışveriş merkezi, market ve daha bir sürü şey eklenecekti. Neyse ki onların çizim ölçüleri bilgisayarda vardı. Yazıcıdan görselleri ve ölçüleri çıkartıp önüme yaydım. Her şey elimin altındaydı. Cetveller, fosforlu kalemler, yapıştırıcılar. Maketleri yapabilmem için küçük ince tahtalar. Hepsi hazırdı. Yapmam gereken tek şey parçaları kesip yapıştırmaktı. Sırayla yapacaktım. Her gün bir tane çıkartsam lansmana kadar hepsi biterdi. Hiç durmadan çalışırsam yetişirdi ve ben durmamakta kararlıydım. Kapı çaldığında çalışmamın dördüncü saatindeydim ve zaman o kadar hızlı geçiyordu ki lansmana hiçbir şeyi yetiştiremeyeceğim gibime geliyordu. "Girebilirsiniz." dedim bakışlarımı kapıya çevirmeden. Gülşah "Ada Hanım, bunlar sizin için." dediğinde kafamı kaldırdım ve neyden bahsettiğine bakmak istedim. Gülşah elinde kocaman bir kırmızı gül buketiyle gülümseyerek bana bakıyordu. Sevinçle gülümsedim, gözlerimin kocaman açıldığına bile emindim. Gülşah hızlı adımlarla yanıma geldi ve buketi bana verdi. "Teşekkür ederim." dedim alelacele. Üzerinde bir not var mı diye bakıyordum. "Rica ederim Ada Hanım. Ben öğle yemeğine çıkıyorum. Bir şey lazım ederse diye söylemek istedim. Kırk beş dakika buralarda olmayacağım." "Tamam Gülşah, sağ ol." dedim çiçek buketinin üzerindeki notu bulduğumda. Gülşah "İyi çalışmalar." dedi ve odadan çıktı. Notu zarfından çıkardım. Deniz'den gelmişti. Attığı her adımda arkasında gül bahçeleri bırakan gece gözlü kız. İlk iş gününü kutlamak istedim. Seni çok seviyorum. Bal gözlü sevgilin, Deniz. Kocaman sırıtıp çiçeklerime sarıldım ve neredeyse hepsini kokladım. Hepsi çok güzeldi. Deniz geldiğinde ilk işim boynuna atlayıp teşekkür etmek olacaktı. Çiçekleri Uygar'ın masasına koydum ve tekrar çalışmaya başladım. Aradan kısa bir zaman geçtiğinde koridorda Deniz'in sesini duymuş, elimdeki işi bırakıp odadan çıkmıştım. Deniz odasına giriyordu. Koşarak ona yetiştim ve odasına girer girmez kapıyı kapattım. Gülümseyerek ona doğru yürürken sandalyesine oturmak üzereydi. Ama ona doğru koştuğumu görünce durdu ve gülümsedi. "Kapıyı kapattığına göre beni öpeceksin." dedi sırıtarak. "Evet." dedim ve yanına varıp zıplayarak boynuna sarıldım. Refleksleri iyi olduğu için beni tek koluyla da olsa havada yakalamıştı. Biraz da olsa dengesini kaybettiğini hissedebiliyordum ama yine de duruşu sağlamdı. "Hop hop, dur yavaş Ada." dedi gülerek. "Düşeceğiz." "Çiçekler için teşekkür ederim." dedim ona aldırmadan. Deniz yavaşça arkasındaki sandalyeye oturduğunda ben de bir bacağına oturmuş oldum. Yüzümü sevmeye başladı. "Sana senden daha güzel kokan bir şeyler aradım ama öyle bir şey dünya üzerinde yokmuş." Yavaşça yüzüne uzandım ve yanağını öptüm. "Sen evrendeki en güzel adamsın." dedim gamzesine dokunarak. Gözlerinde bir ışıltı vardı. "Uygar ve Melis nasıl?" "Güzel haberlerim var." dedi elini yüzümden çekip kucağımda duran elimi tutarak. "Melis taburcu oldu. O yüzden geciktim buraya gelmekte." "Deniz, çok sevindim. Şükürler olsun." dedim sevinçle. "Bir diğer güzel haberim ise." dedi merak uyandıran bir sesle. "Uygar hayati tehlikeyi atlattı." İki elimle ağzımı kapattım. "Deniz, Deniz bu doğru mu?" dedim büyük bir heyecan ve mutlulukla. Ardından Deniz'e sarıldım. "Çok, çok sevindim. Şükürler olsun." "Ama yoğun bakımda kalmaya devam edecek. Amcam kendi uyanana kadar yoğun bakımda tutacağını söyledi." "Olsun. Olsun bu da iyi bir haber değil mi?" dedim yüzümü çekerek. "O iyi olacak." Deniz aldığı nefesi kısacık bir sürede geri verdi. "Evet. Ve uyandığında senin sayende lansmana hazır olduğumuzu görecek." Gülümsedim ve Deniz'in yanağını öpüp kucağından kalktım. "Artık gitmem gerek. Çalışmam lazım." "Tamam, gideceğimiz zaman yanına gelirim." "Tamam." dedim ve hızlı adımlarla odadan çıkarak lavaboya girdim. Ben kabindeyken iki kişi daha lavaboya girmişti ve benim hakkımda konuşmaya başlamışlardı. Tuvalette işim bitmesine rağmen çıkmamış, konuşmalarını dinlemiştim. "Bu Uygar'ın asistanı mıdır nedir, adı neydi bu kızın?" dedi içlerinden biri. Sesin sahibini tanımıyordum. "Ada Hanım artık asistan değil Nil Hanım, mimarlık departmanında çalışacak. Uygar Bey olmadığı için o gelene kadar onun işlerini yürütüyor." İkinci ses Gülşah'a aitti. Nil dediği kişiyi isim olarak biliyordum. Satın alma departmanının müdürüydü ve anlaşılan benden hiç hoşlanmamıştı. "Neyse ne. Deniz'le arasında ne var bu kızın?" "Bana neden bu soruları soruyorsunuz Nil Hanım? Özel hayatları beni ilgilendirmez." "Gülşah, o kıza çiçek götürdüğünü gördüm. Deniz mi göndermiş?" Gülşah birkaç saniye sustu. Sanırım ne diyeceğini düşünüyordu. "Bilmiyorum Nil Hanım, bakmadım not var mı diye." "Eğer sevgilisiyse çok yazık. Cemre gibi güzel birinden sonra bu kızı mı seviyor yani?" "Nil Hanım, Deniz Bey benim müdürüm. Onun kararlarını yargılamak bana düşmez. Ayrıca Ada Hanım çok güzel... Yoksa siz Deniz Bey'e karşı bir şey mi hissediyorsunuz?" "Saçma sapan konuşma Gülşah." dedi Nil öfkeyle. Gülşah saçmalamıyordu. Nil Deniz'i istiyordu. Derin bir nefes alıp kendimden emin bir şekilde kabinden çıktım. İkisinin yüzünde de tam anlamıyla birine yakalanmanın utancı vardı. İlk başta bir şey söylemeyi düşünmüyordum ama içimdeki Neden susacaksın ki? sorusu bir şeyler söylememe sebep olmuştu. Lavaboya yaklaştım ve elime sabun sıktım. "İnanılmaz bir acemilik." dedim yarım bir gülüşle. Ardından musluğu açtım. Onlara değil aynadaki yansımama bakıyordum. "Birinin hakkında konuşuyorsunuz ve bunu tuvalette kimse var mı yok mu diye kontrol etmeden yapıyorsunuz." Ellerimi suyun altında temizlerken hala kendime bakıyordum. "İşlerinizi yaparken de bu kadar dikkatsiz misiniz Nil Hanım?" Cevap vermemişti. "Olabilir, yoğun bir iş gününüz var sanırım. Kafanız dalgın herhalde." Peçetelikten bir tane peçete aldım ve onlara döndüm. Bakışlarımı Nil'e dikmiştim. "En az Cemre kadar güzelsiniz." Bakışlarımı üzerinde gezdirirken bir yandan da ellerimi kuruluyordum. "Ama Deniz'in biriyle birlikte olmak için tek kriteri güzellik değil. Hatta güzellik onun için kriter bile değil. Zeka... Deniz'in zekaya zaafı var. Zeki kadınlar çekiyor onun ilgisini. İşte belki de bu yüzden onun yanında sen değil ben varım." dedim ona yaklaşıp peçeteyi çöpe atarak. Ardından kulağına eğildim. "Benden sana tavsiye, bir daha birinin arkasından konuşacaksan kapıları kontrol et." Hızla tuvaletten çıktım ve Uygar'ın odasına doğru yürüdüm. Gülşah peşimden geliyordu. "Ada Hanım, bekleyin. Ada Hanım." Bana yetiştiğinde durdum ve söyleyeceklerini bekledim. "Özür dilerim Ada Hanım gerçekten. Ben bunları diyeceğini bilmiyordum." dedi mahcup bir sesle. "Özür dilemeni gerektirecek bir şey söylemedin Gülşah. Bir daha onunla seni yan yana görmeyeyim bana yeter. Yoksa bir dahakine susmam. Deniz'e söylerim." "Tamam Ada Hanım, teşekkürler." dedi Gülşah. "Gerçekten bir daha asla Nil Hanım'ı yanımda görmeyeceksiniz. Normalde benimle konuşmaz bile. Niye çağırdı onu bile bilmiyorum." "Neyse Gülşah. Bu konuyu kapatıyorum. Sen de çevrene yaklaşan insanlara dikkat et. Buranın en önemli kişisi Deniz ve sen onun asistanısın. Sadece sevgilisinin kim olduğunu öğrenmek için değil daha başka ve daha önemli şeyler için bile seni sıkıştırıp soru yağmuruna tutabilirler. Dikkatli ol, kimseye bir laf vereyim deme. Ayrıca satın alma dosyalarını istiyorum. Lansmandan sonra bana getirirsin. Deniz'in haberi olmasın. Bakalım bu Nil Hanım tuvalette konuşurken olduğu gibi işinde de dikkatsiz mi?" Gülşah başını salladı ve "Tamam Ada Hanım, nasıl isterseniz." deyip utangaç bir şekilde yanımdan uzaklaştı. Deniz'e şimdilik bir şey anlatmayı düşünmüyordum. Ama bir dahaki hadsizliğinde susmayacaktım. Uygar'ın odasına geldikten sonra yarım bıraktığım işe devam etmeye başladım. Gerçekten hiçbir şey yetişmeyecekti. "Çocuk kaç gün yalvardı asistan istiyorum, Ada gelsin diye. Ama yooook, olur mu? Uygar sen halledersin diye diye sustur anca çocuğu. Yetişmeyecek işte. Nasıl yetişsin ki? Şurada on günden az kalmış. İnatçı işte. Bir de bana diyor." Bir öksürük sesiyle yerimden sıçradım ve arkama dönüp sesin sahibine yani Deniz'e baktım. "Sen bana söyleniyor musun yoksa ben yanlış mı duyuyorum?" dedi gülüşü yüzüne yayılırken. "Evet söyleniyorum. Bir sürü işim var. Nasıl yetişecek bunlar? Ya yapamazsam?" Deniz yanıma gelip arkama geçerek ellerini omuzlarıma koydu ve yavaş yavaş masaj yapmaya başladı. "Benim sevgilim o kadar yetenekli ve o kadar zeki ki her şeyi yetiştirir." dedi eğilip yanağımı öperek. "Korkma, pek anlamam ama ben de sana yardım edeceğim." Omuz kıstım. "Hmm, o zaman iyi. Beni tek başıma bırakmayacaksın. Ama bugün yoruldum, gidelim mi artık? Yarın devam ederiz." "Yarın günlerden pazar Ada. Bugün bile çalışmıyorum ben normalde." dedi sırıtıp. "İşkolik sevgilim." "Ben cumartesi pazar bilmem Deniz. Lansmana kadar her gün geleceğim. Ayrıca işkolik değilim. Uygar için yapıyorum." dedim gülümseyerek. "Neyse, öyle olsun bakalım. Hadi kalk. Yorulmuşsun." Başımı sallayıp ayağa kalktım ve Deniz'le beraber kapıya yürüyerek bu on günün çabucak geçmesini diledim. 20 Ekim, Pazar Deniz "Ada, Ada." diye telaşla yanıma koştuğunda elimdeki son parçayı önümdeki küçük maket hastaneye yapıştırıyordum. Dokuz gün boyunca her gün şirkete gelip çalışmıştık ve maket sitenin yapımı bitmişti. Yarın lansman vardı ve her şey yetişmişti. Uygar'ın emekleri boşa çıkmayacaktı. Bir de uyansa çok güzel olacaktı ama Bülent amca biraz daha bekleyin, uyanması sürpriz olur diyordu. "Ada, Uygar." dedi Deniz yanıma vardığında. "Uygar uyanmış." Sevinci sesine de yansımıştı. "Uygar uyanmış." "Ne?" dedim çığlık atarak. Deniz beni cevaplamadı, onun yerine bir anda bir koluyla beni havaya kaldırdı ve yanağımı öptü. "Uygar uyanmış, hastaneye gidiyoruz. Hadi." "Tamam, dur çantamı alayım." dedim ve kucağından inip, çantamı alıp kapıyı kilitleyerek Deniz'in peşinden koştum. "Deniz beklesene, dur." "Hadi acele et Ada, çabuk." "Tamam, tamam ama kantine inmemiz lazım." Deniz durdu ve bana baktı. "Bakma öyle, kantine gidiyorum ben. Sen arabaya git, ben hemen geliyorum." Kantine gidip Uygar için otomattan meyve suyu ve bisküvi alarak daha fazla beklemeden Deniz'in yanına gidip arabaya atladım. Deniz motoru çalıştırdı ve nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde sadece yarım saat içinde hastaneye vardık. Deniz o kadar mutlu ve heyecanlıydı ki koşarken ona yetişemiyordum. Üzerinde bir çocuğun neşesi vardı. "Uygar." dedi kapıdan girdiğinde. "Uygar kardeşim." Uygar gerçekten de gözlerini açmıştı ve hastane yatağında yatıyordu. Bizi görünce gülümseyerek kollarını açtı. "Ben de sizi özledim." Deniz Uygar'ın bir tarafına geçerken ben de diğer tarafına geçtim. Uygar bizi kollarının arasına aldığında ağladığımı fark etmem sadece birkaç saniyemi almıştı. "Uygar iyi misin?" dedim çatallaşan sesimle. "İyi misin, nasıl hissediyorsun?" "İyiyim iyiyim. Maşallah aslan gibiyim. Ben sizi bırakıp gider miyim hiç?" dedi. Sesindeki gülüşü hissedebiliyordum. Belli belirsiz gülümsedim. "Bizi çok korkuttun." dedim doğrulurken. Deniz de benimle eş zamanlı kalktı ve Uygar'ın omzuna hafif bir yumruk attı. "Madem bırakıp gitmeyeceğini biliyordun neden Göremesem bile sizi izleyeceğim. diye büyük, beylik cümleler söyledin?" "Ben süslü cümleleri severim biliyorsun ki." dedi Uygar sırıtarak. Deniz Uygar'ın saçlarını karıştırdı. "Bak ya, eşek herif. Süslü cümleleri seviyormuş." "Tabii oğlum. Tanımıyor musun sen beni?" "Tanıyorum. Tanımaz mıyım? Yaramaz, bela çeker çocuk." Uygar bir süre gülümsedi, ardından ciddileşti. "O gece ne oldu? O şerefsiz nerede şimdi?" Deniz anlatıp anlatmamakta kararsız kaldığını belli eden bakışlarla baktı. "Lansmanı atlatalım, sana her şeyi anlatacağız." dedi Uygar şaşkın bakışlarını üzerimizde gezdirirken. "Aa, lansman vardı değil mi? E ama her şey yarımdı. Katılamayız ki." Deniz'le birbirimize bakıp gülümsedik. "Ne? Ne oldu? Neden sırıtıyorsunuz siz?" "Biz her şeyi hallettik Uygar. Yarın sabah lansmana gidiyoruz. Senin emeklerin boşa gitmesin diye dokuz gündür Ada'yla çalışıyoruz." Uygar sevinçle baktı. "Nasıl? Ciddi misiniz siz? Gerçekten bunu yaptınız mı?" "Evet. Yarın görüntülü ararız seni, görürsün. Harika bir şey yaptık. Biz yaptık diye demiyorum tabii." dedim göz kırparak. "Çocuklar, ne kadar teşekkür etsem az size." "Asıl bizi bırakmadığın için biz sana teşekkür ederiz." dedim ve çantamdan bisküviyle meyve suyunu çıkartıp sehpaya koydum. "Ada iadeiziyaretin hakkını tam anlamıyla veriyorsun." dedi Uygar sırıtıp. "Çok incesin, teşekkür ederim." "Afiyet olsun." dedim elimi koluna koyarak. "Sen iyi ol da." "İyiyim iyiyim. Merak etmeyin siz beni. Asıl siz nasılsınız?" "Gördüğün gibi." dedi Deniz arkasındaki sandalyeye oturarak. "Valla ben karşımda birbirine aşırı aşık bir çift görüyorum." dedi Uygar muzip bir gülüşle. "Onun dışında nasılsınız?" "Sana anlatmamız gereken çok şey var." dedi Deniz. Sesinin tınısında bir hüzün vardı. "Ama lansmandan sonra." "Peki." dedi Uygar omzunu kaldırıp indirerek. "Benden bahsedelim o zaman. Ameliyatım nasıl geçti?" "Ameliyatın zordu Uygar. Çok kan kaybettin. Annen ve Miray sana kan verdi." "Onu biliyorum. Miray az önce buradaydı. Hastanede çalışma teklifini kabul etmiş, bir haftadır da burada çalışıyormuş." Günlerden pazar olmasına rağmen Miray'ın burada olmasına şaşırmamıştım. Zaten on gündür Uygar'ın olduğu kattan hiç ayrılmamış, bir gelişme olur diye sürekli başında beklemişti. "Ohoo sen her şeyi öğrenmişsin zaten. Bize anlatacak bir şey kalmamış ki." dedi Deniz sırıtarak. "Yok öyle kolay kurtulamazsınız. Her günün raporunu istiyorum." "Tamam tamam. Her günü anlatacağız. Ama biz gidelim. Yarın erkenden gitmemiz gereken bir lansman var. Ondan sonra tekrardan hemen geleceğiz." "Gözünüz arkada kalmasın. Refakatçilerim var. Birazdan Selay ve Can da gelecekmiş. Annem ve babam da buradaymış zaten. Kıyafet almaya gitmişler bana." Deniz tekrardan Uygar'ın saçlarını karıştırdı. "Seni gerçekten özledik." "Biliyorum." Uygar gülümserken çantamı aldım ve Deniz'in yanına sokuldum. "Bir şey olursa bize hemen ulaşın." "Tamam söylerim bizimkilere. Bol şans." Önce Deniz sonra ben olmak üzere Uygar'a kocaman sarıldık ve odadan çıktık. Önümüzde heyecanlı bir gün vardı. Zaman kaybetmeden hastaneden çıktık ve eve döndük. Üzerimde günlerin hatta ayların yorgunluğu vardı. Bir an önce uyuyup uyanmak, ardından lansmanı atlatmak istiyordum. Ve bu yüzden yatağa yatar yatmaz gözlerimi kapamıştım. Çabucak sabah olmuştu. Geç kalmamak için vakit kaybetmeden eşyalarımın olduğu odaya gittim ve şık olabileceğim bir şeyler aradım. Hiçbir şey yoktu. Deniz bana her şey almıştı ama bir davette giyebileceğim bir şey almamıştı anlaşılan. "Ne giyeceğim ben şimdi?" diye söylenirken Deniz sessiz adımlarla yanıma geldi ve arkamdan sarılarak elindeki kutuyu önüme tuttu. "Bunu giyebilirsin." Kutuyu alıp beklemeden açtığımda beni bordo renkli bir elbise karşılamıştı. Elbiseyi kutudan çıkartıp askılarından tuttuğumda elbise yavaşça aşağı doğru süzüldü. İnce askılı, v yaka ve derin yırtmaçlı, saten, midi boy bir elbiseydi. "Tenine çok yakışacak." "Deniz, bu çok güzel." dedim gözlerimi kocaman açarak. Elbiseyi çevirdim ve arkasına baktım. Fermuarlı değil, ipliydi ve dekoltesi beline kadar uzanıyordu. "Ama çok iddialı. Bunu taşıyabilir miyim?" Geldiğinden beri bana sarılı olan ellerini daha da sıkarken derin bir nefes alıp boynumu öptü. "Sen o kadar güzelsin ki emin ol bu elbise üzerinde tahmin ettiğinden daha güzel duracak." Başımı başına doğru yasladım. "Tekrardan teşekkür ederim." Deniz ellerini çekti ve benden uzaklaştı. "Hadi giyin, içeride seni bekliyor olacağım." Deniz çıktıktan sonra elbiseyi giydim ve banyoya gidip saçlarımı düzleştirerek tam tepemden sıkı bir at kuyruğu yaptım. Normalde hiç makyaj yapmazdım. Hatta Deniz beni ilk kez makyajlı görecekti. Ne düşüneceğini çok merak ediyordum. Gri göz farı, birazcık rimel, kısa bir eyeliner, kırmızı allık ve bordo rujdan sonra hazırdım. Eksik olan tek şey elbisenin çapraz iplerini henüz bağlamamış olmamdı ki onu da tek başıma beceremeyeceğim için Deniz'e bırakmıştım. Siyah çantamı ve siyah topuklu ayakkabılarımı alıp yatak odasına gittiğimde Deniz kravatını bağlıyordu. "Yardımına ihtiyacım var." dediğimde arkasına döndü ve bana uzun uzun baktı. Dilini yutmuş gibiydi. "Çok mu kötü olmuş? Dedim ama sana. Taşıyabilir miyim dedim? Biliyordum olmayacağını. Hemen gidip değiştireyim." "Hayır, hayır dur." dedi elinin tersini alnına koyarak. Başını sağa sola salladı. Ardından beni baştan aşağı süzdü. "Ben dünyanın en şanslı adamıyım." Gülümsedim. "Peki dünyanın en şanslı bu adamı elbisemin iplerini bağlayabilir mi?" dedim ona yaklaşırken. "Büyük bir zevkle." dedi Deniz. Yanına gittim ve ona arkamı döndüm. Deniz'in elleri sırtıma değdikçe bedenimin yandığını hissediyordum. Dokunuşları onu öpme hissi uyandırıyordu ama şimdi olmazdı. Neden böyle hissediyordum ki? Hiç sırası değildi. Deniz sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi bir parmağını sırtımda gezdirmeye başladı. Sırtım bir yay gibi ona doğru gerilirken başımı geriye atıp ona yasladım. "Bu kadar güzel olman benim sınavım sanırım." dedi kendine has sesiyle. Beni bu kadar kısa sürede ve bu kadar basit hareketlerle etkisi altına alabilmesine inanamıyordum. Bütün hücrelerime hükmediyordu. Ona doğru döndüm ve dudağının yanağıyla birleştiği yeri öptüm. "Seni şu an öpmemek için büyük bir çaba harcıyorum." dedi, yanağına bulaşan ruju siliyordum. "Tekrardan makyaj yapacak vaktim yok Deniz. Geç kalmadan çıkalım." dedim muzip bir gülüşle ve kapıya doğru yürüdüm. Deniz bir süre durdu. Beni izlediğini biliyordum. Sonunda evden çıkmış, lansmanın olacağı yere gelmiştik. Mekan çok kalabalıktı. Ülkede bu kadar inşaat firması olduğuna inanamıyordum. Deniz'le beraber onların şirketine ait standa geçtiğimizde etrafı süzüyordum. O kadar alışık olmadığım bir ortamdı ki ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Neyse ki Deniz beni yönlendirmeyi çok iyi başarıyordu. Yüzde doksanını Uygar'ın yaptığı, yüzde onunu da bizim yaptığımız maket site önümüzdeki masada dururken garsonlardan biri geldi ve bize içecek bir şeyler uzattı. Ben beyaz şarap alırken Deniz beni şaşırtmamış, viski almıştı. "Daha hafif bir şeyler içsen daha iyi olmaz mıydı? Sarhoş olursan idare edemem de." dedim kadehimi ona uzatarak. Deniz de kadehini uzattı ve bardaklarımızı tokuşturdu. "Ben sarhoş olmam." dedi kendinden emin bir sesle. "Eh, iyi bakalım. Öyle olsun." dedim büyük bir yudum şarabı mideme gönderirken. "Salih abi gelmiş bak, orada." dedi Deniz az ilerisini gösterirken. "Gökalp'i de getirecekti... Sence ona gerçekleri anlatmış mıdır?" Deniz bardağından bir yudum alıp başını iki yana salladı. "Bilmiyorum Ada. Yalnızken yakalayıp sorarım." "Aa buraya geliyor." dedim gözlerimle işaret ederek. Deniz bakışlarını o yöne çevirdi. "Yanında biri var. Gökalp sanırım. Ada, çocuk hiçbir şey bilmiyor olabilir." "Merak etme, ağzımdan bir şey kaçırmam." dedim ve birkaç saniye sonra Salih abiyle Gökalp yanımızda belirdi. Gökalp'i gördüğümde içimde o kadar garip bir his uyanmıştı ki bir süre yüzünü incelemekten kendimi alamamıştım. Yüzü aynı zamanda hem çok tanıdık hem de çok yabancıydı. Bakışlarımı fark ettiğinde gülümsedi ve gülümsemesi mavi gözlerinin içine yayıldı. "Selam çocuklar." dedi Salih abi elini uzatırken. "Nasılsınız?" "İyiyiz. Sizler nasılsınız?" dedi Deniz, elini Salih abiden ayırırken. Ardından ben de elimi uzattım. "İyiyiz biz de. Sizi torunum Gökalp'le tanıştırayım." Salih abi elini çektiğinde boşta kalan elimi Gökalp yakaladı. "Merhaba." dedi büyük bir samimiyetle. Sesi sıcacıktı ve Özgür'e hiç benzemiyordu. "Memnun oldum." "Merhaba. Ben Ada." dedim ellerimiz ayrılırken. "Ben de memnun oldum." "Ben de Deniz." dedi Deniz elini uzatırken. "Memnun oldum." "Ne kadar güzel isim uyumunuz var. Lütfen bana beraber olduğunuzu söyleyin." dedi Gökalp sırıtarak. Deniz'le birbirimize bakıp gülümsedik. "Evet, öyleyiz." dedim Deniz'in elini tutup yukarı kaldırarak. "Harika bir denk geliş. Şanslıymışsınız." "Öyleyiz." dedi Deniz elini elimden çekerken. "Salih abi, sana bir şey göstermem lazım. Biraz gelir misin?" Deniz elini Salih abinin sırtına koydu ve yürümesi için onu yönlendirdi. Gökalp'le yalnız kaldığımızda ne konuşacağımı bilemediğim için susup kalmıştım. Tek yaptığım şey ona gülümsemekti ama neyse ki o konuşmayı seviyordu ve bizi sıkılmaktan kurtarmıştı. "Dedemden duyduğuma göre Deniz'in şirketinde çalışıyormuşsun. Küçük duruyorsun, okulun devam etmiyor mu?" "Yirmi iki yaşındayım. Okulum bitti sayılır." Gözlerini şaşkınlıkla açtı. "Aa. Biliyor musun ben de yirmi iki yaşındayım. Ama itiraf etmek gerekirse iş hayatına bu kadar erken atılacak biri gibi görünmüyorsun." "Çalışmayı seviyorum." dedim Deniz'e ve Salih abiye bakarken. "Anladım." dedi Gökalp ve bir süre sustu. "Kolyen çok güzelmiş." Gülümsedim ve elimi kolyeme götürüp küçük mavi deniz kabuğunu avuç içime aldım. "Teşekkür ederim." "Deniz seviyorsun anlaşılan." deyip sırıttı. Bunu her iki anlamda da söylediğini biliyordum. Bakışlarımı Deniz'e yönelttim. "Evet, Deniz'i ve ona ait olan her şeyi çok seviyorum." "Kelime oyunu he? İyiymiş." dedi Gökalp gülerek ve yaptığımız makete baktı. Melih ve Özgür hakkında ne düşündüğünü merak ediyordum. Melih'in Deniz'e olan düşmanlığı hakkında ne bildiğini merak ediyordum. Bilmiyorsa öğrendiğinde kimin tarafında olacağını merak ediyordum. Ailesinin üvey olduğunu öğrendiğinde ne yapacağını merak ediyordum. İçimdeki garip hisse anlam veremiyordum çünkü bu çocukla ilgili her şeyi merak ediyordum. Acaba yıllardır Sen Gökalp'sin. diye onu kandıranların yanında mı kalacaktı yoksa gerçek ailesini mi arayacaktı? |
0% |